Arama

Popüler aramalar

‘’Derin Gırtlak, Roosvelt, Türk futbolu ve Mehmet Büyükekşi‘’

Başlığı görünce ister istemez hepimizin aklına; Amerika Başkanı’nın istifasına neden olan bir FBI ajanı, 1929 ekonomik krizinin göreve getirdiği bir ABD Başkanı ve bir Federasyon Başkanı nasıl oldu da bir araya geldiği sorusu 

Doğrusu benim de kafam karışık ama bakalım yazının sonunda hepimizin zihninde ki soru işaretlerini giderebilecek miyim? 

Yazının nereye evrileceğini ben de merak ediyorum.

Hadi başlayalım yazmaya…

Derin Gırtlak’ lakabıyla Amerika Başkanı Richard Nixon’u istifaya götüren süreci başlatan FBI’nın en önemli ajanı Mark Felt’in hikayesinin anlatıldığı fimde bilgi sızdırdığı gazeteciye FBI’nın içinde bulunduğu durumu şu şekilde anlatıyor:

Elinde ki kalemle masaya vurarak ‘Fizik bilir misin’ diye sorduktan sonra Mark Felt ‘bir binanın sütununa aralıksız vurursan ve vuruş da devamlıysa bir ritim yaratır.

Bunu yeterince uzun ve durmadan yaparsan, geri bildirim yapacaktır.

Frekanslar sıralanacak , moleküller karışacak ve hepsi, bütün bina içten parçalanıp, kendi üzerine çökecek ve yerle bir olacaktır. 

Moleküler karışmaya başlıyor. 

FBI parçalanıyor. ‘

Türk futbolunun da sütununa yıllardır ve de aralıksız vuruluyor, uzun ve durmadan yapılıyor bu vuruş, üstelik tek bir yerden değil, bir çok yerden binanın bir çok yerine vuruluyor. 

Felt’in dediği gibi biz de de frekanslar bozuldu, moleküller karıştı. 

‘Böyle giderse futbol da içten çökecek ve yerle bir olacaktır’ demek pek abartılı olmaz sanırım.

Çünkü; kırık cam üstünde ancak belli bir süre dans edilebilir, sonsuza dek değil…

 

Roosvelt ve New Deal ( Yeni Sözleşme)

Amerika Birleşmiş Devletleri tarihinin en büyük ekonomik krizi ne derseniz hemen hemen herkesin üzerinde mutabık kaldığı Büyük Buhran-Büyük Depresyon olarak nitelendirilen 1929 Dünya Ekonomik Bunalımıdır.

1929’larda başlayan (etkilerini ancak 1930 yılının sonlarında hissettiren) ve 1930’lu yıllar boyunca devam etmiştir ekonomik buhran.

Bu süreçten sadece Amerika değil Kuzey Avrupa ve dünyanın geri kalanı için de( özellikle de sanayileşmiş ülkelerde) yıkıcı etkiler yaratmıştır. 

Öyle ki Amerika yönetimi Almanya için 14 milyar mark yardım paketini geri çekmiş ve fakirlikten perişan olan Alman halkının Hitler’e yönelmesininin önü açılmıştır.

İşte böyle bir Amerika da “kırık cam üzerinde sonsuza dek dans edilemeyeceğini” bilen  Franklin D. Roosvelt Başkan olur.

Adaylığa kabul konuşmasında Roosevelt, "Size söz veriyorum, kendimi Amerikan halkı için yeni bir anlaşmaya vadediyorum ... Bu bir siyasi kampanyadan daha fazlası” demişti.. 

4 Mart 1933'te göreve başladığında, ABD Büyük Buhran'ın en düşük noktasındaydı.

 İş gücünün dörtte biri işsizdi. Fiyatlar %60 düştüğü için çiftçilerin başı derde girdi. Sanayi üretimi 1929'dan beri yarıdan fazla azalmıştı. İki milyon insan evsizdi.. 

Roosevelt bu kaotik durumdan kurtulmak için yeni ve farklı bir programa ihtiyaç olduğunu görmüş ve  ‘NEW DEAL’ ismini  verdiği programı ile halka umut aşılamıştı.

Tarihçiler bu dönemi “ rahatlama, iyileşme ve reform" olarak sınıflandırdılar. 

On milyonlarca işsizin acilen yardıma ihtiyacı vardı. İyileşme, ekonomiyi normale döndürmek anlamına geliyordu. 

Reform, özellikle finans ve bankacılık sistemlerinde neyin yanlış olduğuna dair uzun vadeli düzeltmeler anlamına geliyordu. 

Roosevelt'in ocak başı sohbetleri olarak bilinen radyo konuşmaları dizisi aracılığıyla, önerilerini doğrudan Amerikan halkına sundu. 

Felçli hastalığına karşı kazandığı kişisel zaferden güç alan Roosevelt, ulusal ruhu yenilemek için ısrarcı iyimserliğine ve aktivizmine güvendi.

 

Türk futbolu ve Mehmet Büyükekşi

‘ Kırık cam üzerinde uzun zaman dans edilemeyeceğini’ bilen diğer bir kişi de sanırım 2022 Haziran ayında olağanüstü genel kurul da göreve gelen Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Büyükekşi idi..

Göreve geldiği daha 4. gününde bu sütunlarda   Türk futbolunun içinde bulunduğu  ‘Büyükekşi’nin elinde ki çatlak kristal’ olarak tanımlamış ve bu  kaderi değiştirebilecek mi diye de sormuştum.

30 yılda birikmiş ve kangren olmuş sorunlarla baş başa kalmıştı Büyükekşi..

‘Derin Gırtlak’ Mark Felt’in dediği gibi ‘bir binanın sütununa aralıksız vurursan ve vuruş da devamlıysa bir ritim yaratır.”

Ne yazık ki, Türk futbolunda da hemen hemen herkes bu sütunlara vurmaya devam etti..

Her hafta onlarca disiplin sevklerinin içerikleri de bize bunu gösteriyor.

Frekanslar  bozuldu , moleküller karıştı Türk futbolunda ..

 

Aslında bir çok uygulaması ile statükoya  teslim olmayan bir anlayışın içinde olduğunu görüyoruz Mehmet Büyükekşi’nin.. 

Türk futbolunda ki her sorunu çözmek için çalışmalar yaptı..

Ama ne yaparsanız yapın bugün Futbol Federasyon Başkanları’nın performansları  sadece hakem kararları ile değerlendirilmekten kurtulamıyor.

Geçtiğimiz günlerde bazı medya mensuplarına yapılan açıklamalar da  MHK’nın yapısında ki değişiklik yapılacağının ifade edilmesi de bu arayışın bir ürünüydü..

Bu yeter mi elbette yetmez.. 

Bence Büyükekşi de Roosvelt gibi sadece futbol paydaşlarına değil topluma da Türk futbolunun geleceği için NEW DEAL ( yeni sözleşme) ortaya koymalı ve ümit aşılamalıdır. 

Statükonun çarklarına teslim olmamalıdır Büyükekşi.. 

Bunu yaparken de sadece bazı medya mensuplarını ikna etmek değil Roosvelt gibi direk topluma konuşabilmelidir…

Türk futbolunun geleceği sadece Türk futbolunu değil Türk sporunun da geleceğine şekil verecektir.

Bizim Kulüplerimizin bir çoğu futbol kulübü olmanın ötesinde bir çok olimpik branşı ve sporcusunu bünyesinde bulundurmaktadır.

Kulüplerimizin sağlıklı bir şekilde ayakta kalması gerekir…

Molekülleri karışmış Türk futbolu için Büyükekşi, -Roosvelt yaklaşımı ile - eleştirilerin karamsarlığına kapılmadan ve rutinin girdabına da düşmeden reformlarla gündemde olmalıdır…

14 Şubat 2024, Çarşamba 10:02
YAZININ DEVAMI

‘’Yayın ihalesinde ‘dişlerimizin izini’ göreceğiz‘’

Yazılarımda zaman zaman kullandığım çok güzel bir deyim var:

“Dünya çiğnediğin bir sakız parçasıdır, dişlerinin biçimini alır."

500 milyon dolarlardan 100 milyon dolarlara düşen Futbol Yayın İhalesi ile ilgili 5 firma sözleşme aldı.

Teklif verme süresi 14 Şubat’ta doluyor, sürecin de 28 Şubat’ta tamamlanması bekleniyor.

İhaleyi TFF’nin erteleme, iptal etme hakkı bulunuyor.

Bu kadar teknik bilgiden sonra gelelim sadede..

Yıllardır ‘şüphenin kemirdiği ve hakemler üzerinden dövülerek şekil alan ‘ Türk futbolunun 2016’da dönemin TFF Başkanı Yıldırım Demirören zamanında yapılan ihaleden sonra bu kez yeniden tartıya çıkacak.

2017-2022 dönemini kapsayan yayın ihalesi 500 milyon dolara yükselerek Türk futbolunu Avrupa’nın en pahalı 6. lig yapmıştı.

2022-2024 arasında da ihale yapılmadan aynı yayıncı kuruluşla devam kararı alınmıştı..

Hoş geçen sürede ‘evde ki hesap hiç bir zaman çarşıya uymamış’ kulüplere sanırım 1 veya 2 yıl 500 milyon dolar ödeme yapıldı.

Yayıncı kuruluşun ‘kaçak yayınların önüne geçemiyoruz, marka değeri düşüyor, zarar ediyoruz’ söylemlerinin ardından Covid süreci derken iyice kuşa dönen yayın geliri 2024 yılında 100 milyon dolarlara kadar geriledi..

Bir türlü maç günü geliri, sponsorluk gelirlerini büyütemeyen ve yayın gelirini toplam gelirleri içerisinde ki payını yüzde 80’lerden aşağıya düşüremeyen Anadolu kulüpleri için hayati derece de önemli yayın ihalesi aslında “Türk futbolunun karnesi” de olacaktır.

Yayın ihalesine girecek firmalar beklentileri değil gerçekleri satın alırlar. Hesap kitap yapmadan milyon dolarların havada uçuşacağını sanmıyorum.

Türk futbolunun kulüplerden, medyasından, hakemlerine, taraftarından Federasyon’una hepimiz için ‘marka değerinin’ ölçüm yeri olacaktır.

12 yıl aradan sonra kamunun ( Spor Toto) isim sponsorluğunda ki futbol liglerimiz -TFF’nin başarı hanesine yazılır- Trendyol ile yapılan işbirliği ile çok önemli bir gelişme olmuştur.

Montella ile Avrupa Şampiyonası’na katılacak olmamız ve şampiyona da da iddialı bir konumda kamuoyunda oluşan beklenti marka değerimize pozitif etki yaratmıştır.

Öte yandan ‘hakem yumruklama’, ‘takımı sahadan çekme’ ve ‘futbolu güzellikleri ile değil hakem hataları üzerinden’ tartışılan bir iklimde yayın geliri ne olacak?

Ürün kulüplerin, kulüplerin kendi ürünlerini koruması beklenir.

Bir çiftçi ürettiği muzu, patatesi kötüleyerek ne elde edebilir.

Bir çiftçinin kendi ürününü kötülediğini gördünüz mü hiç?

Türk futbolunu korumak elbette Futbol Federasyonu’nda birinci önceliğidir. Aynı şekilde liglerin ‘marka değeri’ni korumak kulüplerin de birinci önceliği olmalıdır. Buna zarar verecek kulüp başkanları ve yöneticiler ile ilgili Kulüpler Birliği de ‘etik kurallar’ koymalıdır.

Amerika Basketbol Ligi NBA’de bu ‘etik kurallar’ çerçevesinde alkollü araç kullanan kulüp başkanları dahi yaptırımlarla karşılaştı. Çünkü NBA’nin marka değeri her şeyin üstündeydi ve kimsenin buna zarar vermesine izin verilmeyecekti.

Böylece TFF’de hak mahrumiyeti ve parasal cezalarla kulüplerin jandarması rolünden kurtulmuş olur ..

Yazımın başında ki söze dönerek hükmümüzü verelim:

‘Yayın ihalesi bizim yıllardır çiğnediğimiz sakız parçasıdır, dişlerimizin izini alacaktır. “

05 Şubat 2024, Pazartesi 13:27
YAZININ DEVAMI

‘’Futbolda ‘ketçap usulü’ çözüm mevsimi‘’

Bizim bu ülkenin işleri biraz “ketçap” usulüdür. Yıllarca sallarsın sallarsın bir şey olmaz, öyle kımıldamadan durur. Sonra birden harş diye boşalıverir, hiç çözümlenmeyecek sandığın meseleler bir haftada çözüme kavuşur.  Sanırım şimdi “çözüm” mevsimine girdik.”

TFF’de de durum aynı. Ülkenin çözüm bekleyen birçok meselesi gibi futbolun çözümleri de -uzun yıllara sirayet etmiş- statüko esareti ve rutinin cazibesi içerisinde ötelenmiş, ama ne zaman ki, dönülmez akşamların ufkuna” gelinmiş ve işin başına da ‘çözülemeyecek sorun yoktur, çözemeyen bireyler vardır’ anlayışında yöneticilerde gelince peşi sıra tarihi kararlar hayata geçmeye başladı)

Fanatik Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yalçın Uygun’un ‘TFF’de devrim gibi kararlar’ olarak manşete aldığı ve diğer gazetelerin manşetlerini süsleyen kararların detaylarına burada girmeyeceğim. ( Bu kararlar içersinde benim de 2004 yılından itibaren İtalya Hakemler Birliği modelinde önerdiğim gibi MHK’nın bağımsız veya kısmi bağımsız bir kimliğe bürünmesine ilişkin Almanya modelinin hayata sokulacak olması hayati derece de önemlidir. Bu uygulama ile TFF Başkanlarının kaderi sadece hakem düdükleri ile tartıya değil de Milli Takımların performansları, sponsorluk gelirlerinin arttırılması, lige isim sponsorluğu , futbol akademilerinin kurulması , alt yapının desteklenmesi, futbol antrenörleri eğitimi gibi konularda değerlendirileceği döneme geçmiş oluruz)

Şunu çok net olarak söyleyebilirim ki; Türkiye Futbol Federasyonu Türk futbolunda kangren olmuş konuların çözümü için düğmeye bastı.

TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi göreve geldiğinde Türk futbolunu  ‘çatlak kristale’ benzetmiş Halil Umut Meler’e yumruk olayından sonra da ‘ çatlak kristalin parçalandığını’ yazmıştım.

Son günlerde üzerinde kara bulutların gezdiği bir dönemde  bu devrim gibi kararlar Türk futbolunda  yeniden umut ışığı yaktı. 

Uzun yıllar TİM Başkanlığı, THY Yönetim Kurulu üyeliği gibi yarı kamu görevlerinde bulunmuş TFF Başkanı Mehmet  Büyükekşi ile hem geçmişte TFF’de profesyonel olarak çalışmış, hem de Başakşehir Kulübü’nde uzun yıllar CEO görevlerinde elde edindiği tecrübeleriyle bugün TFF Başkanvekililiği görevine gelmiş Mustafa Eröğüt de çok iyi biliyor ki; kırık cam üstünde ancak bir süre yürünebilir, sonsuza dek değil..

Kırık camları temizlerken bazen elleriniz, bazen vücudunuz kanayacak bu kaçınılmazdır. Statükoyu yıkmanın bedeli de bu olacaktır.

Bugün TFF Başkanı ve yönetimi bu bedeli ödemeye hazır olduklarını göstermişlerdir.

31 Ocak 2024, Çarşamba 14:20
YAZININ DEVAMI

‘’‘Meler depreminde’ suçlu kim?‘’

Türk futbolunda yaşanan ‘Meler depremi’ sonrası yaklaşımlarla 11 ili kapsayan ‘yüzyılın depremi’ arasında ki yaklaşımlar arasında tıpa tıp benzerlikler görüyorum..

‘Yüzyılın Depremi’nde aylarca ‘suçlu kim’ tartışması yaptık; şimdi de ‘Meler depremi’ sonrası hararetli bir şekilde ‘suçlu kim’ tartışması yapıyoruz.

Tabii kimse de üzerine afiyet suçu üzerine almıyor. Herkes suçu birbirinin üzerine atmak da ne kadar da maharetli olduklarını görüyoruz.

Halbuki hem yüzyılın depremine hem de ‘Meler depremine’ bir gün de gelmedik. 

40-50 yıla yayılan kuralsız yapılaşma, derelerin ve dere yollarının yanına hatta içine yapılmış evlerin yıkılması ile sürekli dövülerek şekil alan Türk futbolunda bütçeleri tahta barakaya dönmüş kulüplerin 20-25 yıldır solunum cihazıyla ırmak da dizginsiz yüzdürülmeye çalıştırıldığı sevgi ve gerçek rekabetin yerini nefret sosunun hakimiyet kurduğu bu futbol iklimine bir günde gelmedik elbette. 

Gerek Yüzyılın depremi ile ilgili gerekse de  Meler depremi ertesinde yapılan tartışmaları dinlerken sistemi değil de kişiler üzerinden herkes birbirini suçlarken benim aklımda hala ‘suçlu kim’ sorusunun cevabını bulamadım.

Kadı Karakuşi ve kısa boylu boyacı

Ben de bunun üzerine her zaman sıkıştığımda başvurduğum, verdiği ipe sapa gelmez hükümlerle ünü bugünlere kadar uzanan Karakuş isimli Kadı’nın kararlarına baktım ve kendi adıma Türk futbolunu bu kaosa sürükleyen kişiyi buldum!

Buyrun hep beraber okuyalım ve suçluyu bulalım..

Hırsız gece gireceği evin keşfini yapmış, oradan girerim, buradan girerim derken balkonda karar kılmış...

Karanlık basınca yağmur borusuna tutuna tutuna balkona çıkmış, iki adım atsa içeri girecek, lakin korkuluğu tutmuş elinde kalmış, aşağı düşmüş, ayağını kırmış... Kadı Karakuş’a koşmuş:

“Kadı efendi, soyacağım eve girmek isterken, balkonun korkuluğu kırıldı, düştüm, ayağımı kırdım, ev sahibinden davacıyım!”

Kadı bile şaşırmış:

"Niye, ev sahibinin günahı ne?"

"Balkonu çürük yaptırdığı için, düştüm ayağımı kırdım!"

"Sen de evi soymak için girmek üzereymişsin...”

“Onun cezası başka!” Karakuş’un da aklı yatmış, ev sahibini çağırmış:

“Niçin balkonun korkuluğunu çürük yaptırdın, adam düşmüş ayağını kırmış!”

Ev sahibi boynunu bükmüş:

“Balkonu ben yapmadım ki, marangoz yaptı, kabahat onun!”

Marangoz çağrılmış, o da kendisini savunmuş:

“Kadı efendi, ben balkonu yaparken, sokaktan yeşil feraceli bir kadın geçiyordu, ona dalmışım, o kadar güzel yeşildi ki! Demek ona bakarken çiviyi boşa çakmışım, korkuluk kırılmış!”

Kadı, marangozun bu savunmasını da geçerli bulmuş, mübaşire bağırmış:

“Yeşil feraceli kadını bulup getirin!” Kadın gelmiş, kadı efendi çıkışmış:

“Be hatun, niçin o kadar göz alıcı ferace takıyorsun, senin feracenin rengi marangozun gözünü almış, kaza olmuş!”

Kadın da kendisini savunmuş:

“Kadı efendi, ben feraceyi boyasın diye, boyacıya verdim, o da tutmuş yeşile boyamış, bütün suç boyacının!”

Kadı efendi, boyacıyı çağırtmış:

“Ulan boyacı, niçin hatunların feracesini öylesine göz alıcı yeşile boyuyorsun da, onlar yoldan geçerken balkon yapan marangozların gözlerinin feraceye takılıp, çivileri boşa çakmalarına ve oraya tırmanmaya kalkan hırsızların yere düşerek ayaklarını kırmalarına neden oluyorsun?”

Boyacı bir yanıt bulamamış. Karakuş kükremiş:

“Götürüp asın bu boyacıyı...” Boyacıyı götürmüşler. Bir süre sonra cellat gelmiş:

“Kadı efendi, demiş, o boyacının boyu sehpaya uzun geldiğinden kendisini asamıyorum...”

Karakuş:

“Öyleyse, kısa boylu bir boyacı bul, onu as!” 

18 Aralık 2023, Pazartesi 12:28
YAZININ DEVAMI

‘’Bize de terzi lazım‘’

Önceki gün bu sütunlarda yayınlanan ‘ Büyükekşi’nin elinde ki çatlak kristal paramparça oldu’ yazım üzerine çok sayıda telefon ve mesaj aldım.

Bunlardan bir tanesi kendi sosyal medyasında da paylaşmış olan Anadolu Ajansı’nın zarif ve değerli Spor Müdürü Ersin Şiyhan’ın görüşünü burada da paylaşmak istiyorum:

“Nobel ödüllü ünlü yazar Gabriel Garcia Marquez’in ‘Kırmızı Pazartesi’ adlı harika bir kitabı vardır.

Usta yazar kitabının tanıtımı ‘herkesin işleneceğini bildiği ama kimsenin engellemek için bir şey yapmadığı bir cinayet’ şeklindedir.
İşte yaşadığımız rezalet tam olarak budur.”

Ancak bugün “Bize de terzi lazım’ başlıklı yazımı ( 11 yıl önce Habertürk Gazetesi’nde yayınlanan) tekrar yayınlama fikrini 2 dönem Trabzon Milletvekilliği ve Plan Bütçe Komisyonu üyesi Av. Salih Cora verdi. Mutlaka bu yazımın tekrar gündeme gelmesi gerektiğini söyleyince arşivden çıkardım ve yayına hazırladım.
Zira hukukçu kimliği ile Cora, Meclis’de spor ile ilgili her oturumda söz alan ve bu konuları çok iyi bilen aktif bir milletvekili idi.
Hatta Meclis konuşmasında; ‘Futbol sahalarında ki şiddet, tribün terörü futbolun kanseridir’ sözü hala kulaklarımda ve bu konuşma bugün hala çok daha büyük önem kazanıyor.
Hele ki dün FIFA Hakem Komitesi Başkanı Pierluigi Collina’nın Halil Umut Meler’e destek içeren açıklamasında ‘Bu saldırılar futbolun kanseri’ gördüğümde..
Gerçekten de futbolu korumak için kanseri daha ilk evrelerinde yok etmeliyiz.

"Thatcher, holiganlara göz yummadı ve Lord Taylor'a konuyla ilgili bir rapor hazırlattı. 'Taylor raporu'nun uygulanmasıyla İngiliz futbolu büyük bir değişim geçirdi ve bu güzel futbol kumaşı, 'terzi' Taylor sayesinde şekillendi. Türk futbolunu yeniden dizayn etmek isteyen Başbakan Erdoğan'ın da 'yerli Taylor'a ihtiyacı var."

İNGİLİZ futbolu bugünlerini holiganlarına borçlu. Şaka filan yaptığımı zannetmeyin.
Mademki, bugünlerde futbol-şike tartışmaları arasında İngiltere'yi, Margaret Hilda Thatcher'i konuşuyoruz, o halde o zamanlara bir göz atıp İngiliz futbolunun nereden nereye geldiğine ama en önemlisi nasıl geldiğine bir bakalım.
Önce şu benzetmeyi akılda tutalım:
Meşhur Grimm Kardeşlerin unutulmaz bir masalı vardır, "Brave little tailor" (küçük cesur terzi). Küçük terzi çırağı, peynirine konan sineği bir fiske ile öldürür, "bir vuruşta yedi can" diye kemerine yazar ve sonra bir devin karşısına geçip bin bir zekâ oyunu ile onu alt eder.

Konumuza dönelim, Thatcher görevi boyunca, Kuzey İrlanda sorununda İRA'ya, sendika eylemlerinde grevcilere, Falkland Adası'nı işgal etmeye çalışan Arjantin'e veya soğuk savaş döneminde Rusya'ya karşı verdiği mücadele sonrası Rusların verdiği Demir Leydi lakabı ile hep aynı kararlılığı sergilemiştir. Halkın büyük tepkisine yol açan politikalarını değiştirmesini bekleyen partililere yaptığı konuşmada, "Nefesini tutup medyatik deyimiyle U dönüşü yapmamı bekleyenlere tek bir sözüm var: İsterseniz siz dönün, Leydi dönmeyecek" demiştir.
İşte bu karakterdeki bir lider, futbol holiganlarının ülke içinde ve dışında yaptıklarına göz yumamazdı ve yummadı da. 1985 yılında tarihe Heysel Faciası olarak geçen ve 39 Juventus taraftarının ölümüne neden olan olaylar İngiltere futbolunu kemiriyor, adeta futbol yoluyla bir terör yaşanıyordu. İşte ardından o meşhur UEFA'dan 5 yıl süreyle men cezaları alınıyordu. Thatcher bu kez holiganlar için, "Bizim hayvanlara az bile" diyecekti.

TARİHİ GÖREV: 'TAYLOR RAPORU'
Avrupa kupalarından 5 yıl ceza almak bile İngilizleri uslandırmıyordu. Bu kez 1989 yılında Sheffield-Liverpool maçında 96 kişi ezilerek hayatını kaybetti. Bunun üzerine Thatcher, Lord Justice Taylor'a daha sonra kamuoyunda 'Taylor Raporu' olarak bilinen bir çalışma yapma görevi verdi. İşte bize 'İngiliz futbolu bugünlerini holiganlara borçlu' dedirten gelişmelerde bu rapordan sonra yaşandı.
Taylor holiganizmi besleyen sebeplerin medya, sosyal sorunlar ve kulüp yöneticilerinin yanlış davranışı olduğunu belirtti.
Hükümet, Taylor Raporu'nun ön gördüğü reformları yapmak için derhal harekete geçti, ilk iş olarak bütün statlarda ayakta maç seyredilen tribünler koltuklu hale getirildi. Arsenal, M. United, Chelsea ve Liverpool takımlarının ayakta maç seyredilen bölümleri artık yerlerini koltuklara bıraktı. Sunderland, Derby, Bolton, Millvvall, Stoke ve Middlesbrough takımlarına da statlarını yenilemeleri için ültimatom verildi. Alınan önlemlerden sonra 1990 yılından itibaren holiganizm düşmeye, o tarihten sonra statlardaki seyirci oranları da artmaya başladı. Taylor, bir yandan holiganlarla mücadele metotlarını ortaya koyarken diğer yandan da İngiliz futbol ekonomisinin temellerini atıyordu.

20 YILDIR 'SAHALAR KAPANMIYOR'
Böylece İngilizler 20 yıl içinde dünyanın en büyük ligini yaratıyordu. 1990'larda 17 milyon kişi maçlara giderken geçtiğimiz yıl Premier Lig'de ve Championship'de toplam 39 milyon 145 bin kişi maçları statlarda izledi. 20 yıldır hiçbir maçta Federasyon saha kapatma ve seyirci yasağı getirmedi. Geçtiğimiz yıl 165 Manchester United taraftarı gözetim altına alındı ama kulübe tek bir saha kapatma cezası verilmedi. Öyle ki, yılda ortalama 3.500 taraftarın gözetim altına alındığını da ekleyelim.
Britanya'nın, bugün eşsiz güzellikteki İngiliz kumaşından yapılmış futbol giysisinde demir makaslı bir leydinin yanında cesur ve yetenekli bir terzinin de izleri vardır. Ama onun adı 'tailor' değil Taylor'dur. O Taylor, bin bir zeki hamle ile holiganizm denen bir devi alt etmiştir. Ne o zamanlar Demir Leydi ne de ondan sonra göreve gelen başbakanlar aynı kararlılıktan bir gün bile taviz vermemiştir. Thatcher'ın iradesi ve Taylor'un terziliği ile dikilen yeni futbol elbisesi bugün İngiltere'nin dünyanın en değerli ligine kavuşmasını sağladı.
Türk futbolunu yeniden dizayn etmek için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da yerli bir Taylor'a ihtiyacı var galiba.”

Günün özeti: 2005 yılında Mehmet Ali Şahin ve 2011 yılında Faruk Nafiz Özak zamanında çıkarılan 6222 sayılı Şiddeti Önleme Yasası’nın hazırlanmasında aktif rol oynayan birisi olarak şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim: Bizim ülkemizde de tribün terörü minimize oldu, artık 15-20 yıl önce her maçtan önce ve sonra yaşadığımız tribün olayları bugün neredeyse bitti diyebiliriz. Bu yasaların ve uygulamadaki kararlılık bu başarılı sonucu almamızı sağladı. Artık taraftarın yarattığı tribün terörü şekil değiştirdi ve başka bir boyuta geçti.
Ancak, özellikle de 6222 sayılı yasa da kulüp yöneticileri ve medya ile ilgili bir çok cezai yaptırımın olmasına karşın aynı hassasiyetin buralarda gösterilmediğini ve savcıların harekete geçmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Halbuki taraftarı galeyana getirecek şekilde demeç vermek ‘proaktif bir tahrik’ kapsamındadır ve 6222 burada devreye girer.
Ancak 6222 taraftarlar için - zaman zaman eksikler olsa da- çok iyi bir şekilde ve kararlılıkla uygulanırken 2011 yılında çıkan bu yasayla işlem gören kulüp yöneticisi, diğer futbol paydaşları ve herhangi bir medya mensubu için bu kararlılığı göremediğimizi söylemeliyim.

Elbette Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un dediği gibi 6222’de çeşitli güncellemeler yapılmalıdır ama en önemlisi yasaları uygulama konusunda ki kararlılıktır.
Bize de bir ‘Taylor’ ve ‘Taylor raporu’ lazım..

14 Aralık 2023, Perşembe 12:16
YAZININ DEVAMI

‘’Büyükekşi’nin Elinde ki Çatlak Kristal’ darmadağın oldu‘’

16 Haziran 2022 tarihinde Olağanüstü Genel Kurul ile TFF Başkanlığı seçilmesinin üzerinden 4 gün sonra yazımın başlığı şöyleydi: “Mehmet Büyükekşi’nin elindeki çatlak kristal”

0 zaman büyük bir kaos ortamında istifa eden Nihat Özdemir’in ardından Büyükekşi Federasyon Başkanlığına seçildiği dönem için ‘Türk futbolu adeta bir çatlak kristale döndü’ şeklinde benzetme yapmıştım.

Çatlak kristalin tamir edilmesinin çok güç hatta imkansız olduğunu ancak kimse oynatmadığı sürece bir arada kalır çatlak kristal..

Uzun yıllar bu şekilde kalabilir kristal.

Ama en küçük hareket her şeyi paramparça edebilir’ diye de eklemiştim.

Dün Eryaman stadında bir dönem yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığım ( 1998-2002) Ankaragücü Kulübü’nün Başkanı ve taraftarları ile yaptıkları Türk spor tarihine ‘kara leke’ olarak geçmiş ve Büyükekşi’nin elinde ki çatlak kristal yere düştü ve kristal paramparça oldu.

Halbuki Mehmet Büyükekşi, Başkanlık yaptığı 1,5 yıllık dönemde kuyumcu hassasiyeti ile çatlak kristali bir arada tutmak için büyük çaba gösterdi.
Hatta Türk futbolunda 20 yılda biriken sorunların çözümünün peşinden gittiğini yani çatlak kristali tamir etmeye yöneldiğini görünce bu yaklaşımını ‘Büyükekşi’nin dönüşüm felsefesi’ başlığı ile kaleme almıştım.
Acaba Büyükekşi reformist kimliği ile bu çatlak kristali tamir edebilecek miydi sorusuna cevap arıyordum.

JAPON FELSEFESİ-ÇATLAKLARDAN DOĞAN SANAT
Tam da burada karşıma ‘çatlaklardan doğan sanat’ı anlatan Japon felsefesi çıktı: KİNTSUGİ
Altın anlamına gelen ‘Kin’ ve birleşmek anlamına gelen ‘Tsugi’ kelimelerinin birlikte kullanımıyla oluşan ‘Kintsugi’ kelimesi bu felsefeye ismini veriyor.

Japonların kırılan eşyaları altın tozu kullanarak tamir ettiği bir sanat. Kırılan bir eşyayı, “kusurlu” olarak görmektense, altın tozu ile yeniden yapıştırıyorlar.

Fakat bunu yaparken, hiç kırılmamış görünümü vermek yerine, kırıkları, çatlakları, altın kullanarak, görünür bir şekilde birleştiriyorlar ve ortaya aslında yine aynı işlevi görebilen, yenilenmiş bir eşya çıkıyor. Kırılan eşya değersizleşeceğine, kusurlarından dolayı, kusurlarıyla birlikte değerleniyor.

İşte bunları yazarak Büyükekşi’nin futbolda ki kusurları ‘altın tozu’ yeniden yapıştırabileceğine inancımı belirmiştim.

Dün akşam yaşanan trajediyi görünce hepimiz gibi Büyükekşi’nin nasıl bir hayal kırıklığı ve üzüntü yaşadığını; yüzüne ve ses tonuna yansıyan duygusal ve öfkeli açıklamasından gördük.

Bu yaşananları görünce kusurlarımızı ve çatlakları dert etmeden ‘altın tozu’ ile Türk futboluna şekil vermeye çalışan Büyükekşi’yi bu yolda yalnız mı bıraktık demeden kendimi alamıyorum.

Günün suçlusu: Şimdi kim suçlu tartışması yaşanacak ve herkes kendisinin ne kadar da masum olduğunu anlatacak, kimileri de timsah gözyaşları dökecek. Ama nafile, hepimizin ektiği tohumların bu ürünü vereceğini bilmiyor muyduk? Bu sürece adım adım gelmedik mi?

İtalyanların güzel bir sözü var: Dünya sizin çiğnediğiniz sakız parçasıdır, dişlerinizin izini alır.’
Türk futbolu da hepimizin ( tüm futbol ailesi) çiğnediği sakız parçasıydı, dişlerimizin izini aldı.
Maalesef bu iz dün öyle bir şekil aldı ki büyük bir utanca döndü.

12 Aralık 2023, Salı 16:19
YAZININ DEVAMI

‘’Kadın futbolunda ‘bir şeyler kımıldadı’‘’

Bundan 6 ay önce 9 Mayıs tarihinde bu köşe de Kadın futbolunda ‘bir şeyle kımıldıyor’ başlıklı yazım da konuyu İtalyan bir filozof ile Einstein arasında geçen şu diyaloğa getirmiştim:

“İTALYAN filozofu Papini, Einstein'la yaptığı bir konuşmada diyor ki, "Rölativite, evren, fizik, teoriler... Ben bunlardan bir şey anlamıyorum. Siz en büyük fizik âlimi olarak evren hakkında herkesin anlayabileceği şekilde çok kısa olarak bütün bunları ifade eder misiniz?" Einstein derin derin düşünüyor ve "Bütün fizikî olayları tek bir cümlecikle ancak şöyle özetleyebilirim: Bir şey kımıldıyor!"
Kadın futbolunda ne oluyor diye sorsalar herhalde en doğru cevap Einstein'ninki gibi ‘Bir şeyler kımıldıyor’ olurdu.”

Kadın futbolunun da ki pozitif çalışmaların gelecekte ki başarıların ayak seslerini duymuş ve değerli okuyucularıma aktarmıştım.

Son derece yetenekli Teknik Direktör Necla Güngör  Kırağası’nın yönetiminde son 4 maçını gol yemeden kazanarak UEFA Uluslar B Ligine  yükselerek ‘tarihi bir başarı’ yakalayan Milli Takımımızı yürekten kutluyorum.

TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi de göreve geldiği ilk günden itibaren kadın futbolunun gelişimi konusunda tüm sponsorları kadın futboluna da yönelmesini sağladı, Federasyon için de özel bir yapılanma yaparak çıtayı yukarıya koydu.

Medya desteği de çok önemli

Geçmişte Basketbol’un bugünlerde Voleybol’un geldiği noktaya ulaşmak için kadın futbolunda alınacak çok yol var ama artık kadın futbolunun adı da bu ülke de var.

Çorum’da oynanan maça 12 bin 500 seyircinin gelmesi beni daha da ümitlendirdi.

Sırada artık kadın futbol maçlarını yazacak yorumlayacak spor yazarlarımızın da topa girmesi gerekiyor.

Mesela 2007 yılında Ampute futbolu yorumlamış ilk spor yazarı olan değerli dostum Uğur Meleke’nin kadın futbol lig maçlarını analiz etmesini heyecanla bekliyorum.

02 Kasım 2023, Perşembe 11:54
YAZININ DEVAMI

‘’Türk futbolu yükselişe geçti‘’

Fenerbahçe'nin Edin Dzeko , Tadiç , Mert Müldür , Djiku, Kent, Szymanski gibi gibi yıldızları kadrosuna katması, Galatasaray’ın şampiyon kadrosunun üzerine ‘Aşkın olayım/ İcardi’yi rekor ücretle kadrosuna katması, üstelik Zaha, Angelino , Balambu, Kerem Demirbay gibi üst düzey oyuncuları transfer etmesi, ilk etapta biraz geride gözükse de Beşiktaş’ın Rebiç, Amartey ile anlaşması, Trabzonspor ve diğer Anadolu takımlarının akılcı transferleri ‘transfer borsasının’ en renkli ülkesinin Türkiye olduğu ortada...

Ne oldu da birden bire battı batacak denilen kulüplerimiz böyle bir transfer atağına kalktılar. Halbuki gazetelerde çıkan haber ve yazılara baktığımda kulüplerimiz çoktan iflas etmişlerdi. Kulüplerin kasasına yeni kaynaklar girmediğine göre bu transferleri nasıl izah edeceğiz?

Bu transferler gelecekte büyüyeceği düşünülen Türk futboluna güvenin bir ürünüdür. Borsada meşhur bir deyim vardır: Borsada beklentiler satın alınır, gelecek satılır. Futbolcu transferleri de borsa gibi beklentileri satın alır. Kulüp yöneticileri Türk futbolunun büyüyeceği konusunda beklentileri satın alıyorlar. İyi ki de karamsar yazılara itibar etmiyorlar. Bu sene ligimizin renklenmesini hep yerin dibine soktuğumuz kulüp yöneticilerinin de vizyonuna borçluyuz.

İddialı kulüp başkanları

Artık kulüp başkanlarımızda da değişim yaşandığını görüyoruz. 4 büyük takım başkanlarının yanısıra  Göksel Gümüşdağ , Mecnun Odyakmaz gibi tecrübeli başkanlar, Murat Sancak, Faruk Koca , Süleyman Hurma gibi hem dominant karakterleri hem de hırslı yapıları ve de benim de bir yazımda ‘suyu arayan adam’ olarak adlandırdığım Yüksel Yıldırım gibi son derece iddialı ama bir o kadar da planlı Başkan’ın varlığı. 

Sanki bu sezon Başkanların daha fazla öne çıkacağını düşünüyorum. Her biri ilginç renkli kişilikleri olan Kulüp Başkanlarının sayısının arttığı bu sezonun da çok renkli geçeceğine imzamı atarım. Öyle ki bu yıl Süper Lig’e çıkma mücadelesi de önceki yıllara göre daha çetin ve daha heyecanlı geçecek. 

Kirpilerin oklarından korumalıyız

Elbette Türk futbolunda çözülmeyi bekleyen onlarca sorun var, elbette Türk futbolunu ‘ kirpilerin oklarından korumak’ için çeşitli  sigortalar oluşturmalıyız. 

Ama ümitlerimizi korumak için de onlarca nedenimiz var.

Asırlar önce Miletli Thales’e sormuşlar:,

“Sana göre dünyada biricik, devamlı olan şey nedir?

‘ Ümit’ diye cevap vermiş filozof:

‘ Zira bizi en son bırakan budur’

Büyükekşi mayınları temizliyor

Peki bu sürece nasıl geldik? 

Bu sürece hiç kuşku yok ki ; Büyükekşi’nin  bugüne kadar Türk futbolundaki mayınları tek tek temizleme gayretleri ve aldığı sonuçların da etkisi var. Son yazımda da ifade ettiğim gibi, Trendyol’un Süper Lige isim sponsorluğu başlı başına büyük bir olaydır Türk futbolu için. Olay sadece parasal bir kaynak olarak görmemek lazım, ülkenin önde gelen ve hızla büyüyen firması Trendyol’un ülke futbolunda ki bu yükseliş ‘trend’ini görmemiş olması düşünülebilir mi? Trendyol’un firması için geliştirdiği bir çok stratejinin ve yeteneklerinin bir çoğunu yakın zamanda Türk futbolunun gelişimininde göreceğimizi düşünüyorum. 

Gelişmeler olumlu

Bugüne baktığımızda hiç de karamsar olmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Avrupa’nın futbol devi İtalya ile 2032 Avrupa Şampiyonasını düzenleme konusunda tarihi işbirliği, Milli takımımızın 2024’de Almanya’da Avrupa  Şampiyonasına katılmak için avantajlı konumu, Avrupa  Kupalarında takımlarımızın sadece kendileri için değil ülke puanı içinde motive olmaları ve en iyi kadroları ile mücadele etmeleri çok ama çok önemli gelişmelerdir..

Bu canlanma sayesinde maç günü gelirleri, forma satışları derken, yeni sponsorları da Türk futbolunun içinde göreceğiz. Galatasaray ve Trabzonspor’un stat isim haklarını rekor ücretle pazarlaması( muhtemelen yakın zamanda Beşiktaş’tan da böyle bir anlaşma gelecektir) ve sisteme yeni sponsorların ilgisi.. 

Bu canlanmanın -korsan yayın ile mücadelede ki başarıyla da orantılı- yayın ihalesinde de meyvesini vereceğini düşünüyorum. 

Şahsen kendi adıma yıllar sonra tekrar abone olma arzusu duyuyorum.

Karamsar papağanın sonu 

Benim açımdan bu gelişmeler hiç de şaşırtıcı olmadı. Geçmişte de hep bu karamsar havanın hakim olduğu zamanlarda dahi  “Lincoln’un papağanı” hikayesini anlatırdım. 

Sanırım bu hikayeyi bugün bir kez daha anlatmanın vaktinin geldiğini düşünüyorum. 

Amerika’nın efsanevi Başkanlarından Lincoln;  her zaman olumsuzluğa dem vuranlara karşı papağan hikâyesi anlatır. “Jefferson City’de bir avukatın papağanı her sabah onu çığlık çığlığa uyandırıyormuş: ‘Bugün dünyanın sonu geliyor, Kutsal kitap böyle buyuruyor...

Bugün dünyanın sonu geliyor, Kutsal kitap böyle buyuruyor... Bugün dünyanın sonu geliyor, Kutsal kitap böyle buyuruyor.’

Bir gün değil iki gün değil aylarca  papağan her sabah ‘dünyanın sonu geliyor’ demekten vazgeçmemiş.

Öyle bir noktaya gelmiş ki günün birinde avukat kuşu vurmuş...” 

Başkan Lincoln öykünün sonunu şöyle bitiriyor: “Bir bakıma kuşun kehaneti de gerçekleşmiş. Hiç olmazsa kendisi için.”

Diğer yazar-yorumcu dostları bilmem ama benim avukatın vurduğu felaket tellalı papağanın akıbetine uğramaya niyetim yok!” Artık “Türk futbolu batıyor” söylemlerine de itibar etmeyeceğim. Yıllarca ayağına çelme takılarak, dövülerek şekil alan Türk futbolu yine borsa deyimiyle ‘yükselişe’ geçmiştir. 

( Bu yazı 7 Ağustos 2023 günü yayınlanmıştır. O tarihlerde Kulüp takımlarımızın Avrupa Kupalarında galibiyet serisi başlamamış Galatasaray iki kez geriye düştüğü maçta Manchester United’ı kendi sahasında mağlup etmemiş, A Milli Takımımızda 2024 Avrupa Şampiyonasına katılması kesinleşmemişti.

Binbir zorluklar içerisinde olsa bile Türk futbolunun geleceğinin parlak olduğuna dair inancımı muhafaza ediyorum)

17 Ekim 2023, Salı 14:46
YAZININ DEVAMI