‘’Bu takım Fenerbahçe nedir,bilmiyor!‘’
Fenerbahçe nedir? 1907 yılında kurulmuş, işgal kuvvetlerine kafa tutmuş, Kurtuluş Savaşı’na sonsuz destek vermiş,mühimmat kaçırmış, Harrington Kupası’nı kazanmış, Milli Mücadele için her şeyini ortaya koymuş... Önce bunları bilecek bu formayı giyenler...
Bir futbol takımından çok daha fazla şeyi temsil ettiğini bilecek...
Sonra, bu forma için kimlerin hangi bedeller ödediğini anlatacaksın. Mesela Aziz Yıldırım’ın üç asırla yargılandığını...
Mesela Volkan Demirel’in nasıl hiç edildiğini...
Ardından bu tarihe, bu özgeçmişe inanan, saygı duyan adamları koyacaksın kadroya...
O formanın ağırlığını bilecek adamlar olacak işin başında...
Belki yine kaybedeceksin bazı maçları..
Ama savaşarak, ama mücadele ederek, ama hakkını vererek... Bu takım, ‘Fenerbahçe nedir’ bilmiyor. Bütün sıkıntı da bu bence...
Gecenin sorusu
Trnava oyuncuları özellikle de ilk yarıda kaleyi gördüğü yerden şut çektiler. 20 metre, 30 metre uzaklıktan... Acaba neden? Volkan Demirel ‘büyük kaleci’, Harun Tekin sadece ‘iyi kaleci’ olduğu için olabilir mi?
Maçın starı
Slimani iyi futbolcu... Slimani değişik bir adam.. Yazık oluyor şimdilik bu adama... Bu kadar kötü performans sergileyen adamlarla birlikte oynamasına karşın, toplutopsuz her oyunda farkını koyuyor ortaya...
Maçın olayı
Bir Avrupa Kupası maçı oynuyorsun. Rakibin Trnava.. 90 dakika boyunca Beşiktaş’a, Şenol Güneş’e, Galatasaray’a küfrediyorsun... Ceza verilmiyor diye mi yapıyor bunu Fenerbahçe taraftarı? Tıpkı Sarpsborg maçında Beşiktaş taraftarının yaptığı gibi...
Kısa mesaj
Yanıltmasın bu maç Fenerbahçeliler’i... Çünkü bu takımın bir karşılığı yok Süper Lig’de... Hafta sonu Başakşehir maçı var... Kazanırsa yola devam eder Fenerbahçe, kazanamazsa yola çıkar Cocu.. Ve bir başka bahara kalır umutlar...
‘’Asıl suçlu kim!‘’
Sene 1750... II. Frederick, Alman Prusya Kralı... Berlin’de gezerken, bir tepe üzerinde durur. Manzara harikadır, havası tertemiz. Emreder: “Buraya bir yazlık saray yapın...” O tepede bir değirmen vardır. Kral’ın adamları, değirmenciye gider, durumu anlatır, araziyi satın almak ister. Değirmenci, satmaz arazisini... Kral, değirmenciyi huzuruna getirtir: “Ben orayı satın almak istiyorum. Kaça satarsınız” diye sorar. Değirmenci, “Değirmenim satılık değil” yanıtını verir. Gücün sahibidir Kral ve öfkelenir: “Paranı fazlasıyla vereyim...” Değirmenci dik durmaya devam eder: “Koskoca Kral’sın, paran da çok. Git, istediğin bir başka yeri al. Bu değirmen dedemden babama, babamdan bana kaldı. Ben de oğluma bırakacağım. Üstelik dedemin de babamın da mezarı burada. Ben de onların yanına gömüleceğim. Burası bizim aile ocağımız. Satmıyorum.” Kral ile Değirmenci arasındaki diyalog şöyle devam eder:
■ “Ben Prusya Kralı Friedrick’im ve bunu anlamıyorsun herhalde!”
■ “Ben bunu biliyorum. Fakat siz de şunu bilin: Ben de bu değirmenin sahibi Sans-Souci’yim.”
■ “Burayı zorla alabilirim. Bakalım o zaman ne yapacaksın?”
■ “Kralsın ve şunu biliyor olmalısın: Berlin’de hâkimler var!”
1740’ta tahta oturduğu ilk günden itibaren Adalet Sistemi’nde büyük reformlar yapan Frederick; halkın kendi kurduğu bu sisteme, hakimlere nasıl güvendiğini görünce, tarihe geçen o sözleri söyler: “Hiç bir güç, hiçbir iktidar, kral bile olsa adaletten üstün değildir.” Ve adamlarına şu emri verir: “Prusya Krallığı var oldukça, bu değirmen korunacak...”
O değirmenin bulunduğu tepeyi değil, hemen altındaki araziyi satın alır Kral ve sarayını oraya yaptırır. Adını da ‘Sans-Souci Sarayı’ koyar.
Kral’ın arka bahçesinde bir Değirmenci yaşıyordur artık. Her sabah, “Kral Frederick, sımsıcak ekmek yaptım, göndereyim mi?” diye sorar Sans- Souci... Frederick ise şöyle özetler hikayeyi: “Adalet her gün bana, taze ve sıcak ekmek kokusuyla gelirdi.”
Safet Susiç ve İbrahim Üzülmez ile başlayan, Mehmet Altıparmak ile devam eden ve Kemal Özdeş ile son bulan son teknik direktör kıyımıyla birlikte aklıma geldi bu hikaye... Kulüplerimizi ‘Krallar’ gibi yöneten...
Her kötü sonuçta çalışanlarının görevine son veren... Bir kez bile ‘sorun bizde mi acaba!’ sorusunu düşünmeyen... İstifa etmeyi aklına bile getirmeyen başkanlarımız, yöneticilerimiz için yazdım bu hikayeyi... Unutulmasın ki; Adalet bir gün herkese lazım olabilir...
‘’Küfür dediğin‘’
“Fenerbahçe taraftarının 90 dakika boyunca Beşiktaş’a küfretmesi hiç yakışık almadı” dedi biri... “Bana göre, hafta içinde oynanan Beşiktaş-Sarsborg maçında Vodafone Arena’da 90 dakika boyunca Fenerbahçe’ye küfredilmesi nedeniyle Kadıköy’de böyle bir atmosfer yaşandı” dedi diğeri... Düşünün... ‘Futbol bayramı’ dediğimiz derbilerden birinin ardından televizyon yorumcuları bunları konuşmak zorunda kalıyor ülkemizde... ‘Hangisi haklı’ derseniz, ‘hiç biri’ derim.
Özel şoförlerle büyümüş; jilet gibi kumaş pantolonlar giymiş; matmazeller tarafından piyano dersleri verilmiş bir muhallebi çocuğu değilim! Aksine... Sokakta büyüyen son neslin çocuklarından biriyim. Çok küfür ettiler bana ve ben de çok küfür ettim onlara! Fakat on saniye sürerdi bizim küfür yüzünden küslüğümüz ve ‘hava atışı’ der, devam ederdik maça... Diyeceğim o ki, bilirim sokak ağzını, ama sokağın bile bir raconu vardır!
Sarsborg maçında Fenerbahçe’ye küfreden Beşiktaş taraftarı da, derbide Beşiktaş’a küfreden Fenerbahçe taraftarı da ayıp etmiştir. Gerçek bu ve bunu bizim söylememiz çok da bir şey ifade etmiyor aslında... Liderler çıkmalı sahaya... Sayın Fikret Orman, Sayın Ali Koç konuşmalı ve özür dilemeli camiaları adına, rakipleri ve dostlarından...
Şimdi hem Fenerbahçe hem Beşiktaş, PFDK’ya sevk edildi. İki kulübe de para cezaları verilecek. Ayrıca Fenerbahçe taraftarların büyük çoğunluğunun biletlerinin bloke edilmesi kararı çıkacak. Cezalandırma sistemi bu... Suç var ise cezası da elbette olmalı... Fakat Türkiye Futbol Federasyonu ve kurumları, bana göre bu konu üzerinde bir kez daha çalışmalı...
Çünkü bloklar kapanacak ve küfredenlere kızanlar da ceza alacak! Ve, bugün küfürden ceza yiyenler, içerideki ikinci maçta yeniden küfretme hakkını elde edecek.
Acaba şu olamaz mı? O yüzlerce kamera kayıtlarından bakılarak ciddi olaylara imza atanlar birebir tespit edilse ve onlara bireysel olarak çok daha ağır cezalar verilse... İşte o zaman Sayın Ali Koç’un sloganı gerçek olabilir. Yani kötüler bir bir tribünlerden uzaklaştıkça, o koltuklar iyilere kaldıkça... * Fenerbahçe özelinde yazdık, ama genel bir yazı bu... Her statta, sadece iyiler olsun tribünde... Ve elbette saha içindekilerin de iyi olması dileğiyle!
‘’Volkan giderken...‘’
Gitmesi gerekiyordu belki de Alex de Souza’nın tam da o zaman... Kalsaydı, teknik direktörü ile güç yarışına girecekti belki de... Her saniye kameralar O’na ve Aykut Kocaman’a çevrilecekti. Hatta Aziz Yıldırım’ın mırıldanmaları deşifre edilecek, ‘işte küfrediyor’ diye saçmasapan haberler üretilecekti. Adları Fenerbahçe ile özdeşleşen ‘Yıldırım-Kocaman-Alex’ üçlüsü, hiç farkına varamadan, Fenerbahçe’ye en büyük kötülükleri yapacaklardı belki de...
Evet! Tadı damağımda kalmıştı benim de... Hagi’den sonra, futbol için yaratılmış bir adam daha çekip gitmişti gözlerimin önünden... Şimdi üçünün birarada olduğu bir fotoğrafı düşünün... Ve sonra sırayla, o günden bu güne yaşadıklarına bir bakın... Aziz Yıldırım... 20 yıllık Başkanlığı, dramatik bir kongreyle sona erdi.
Ali Koç ile yarıştığı seçimde, büyük hezimet yaşadı. Ali Koç, tam 4 katı fazla oy aldı Aziz Yıldırım’dan... Oysa ki ne genel kurullar görmüş, ne rakiplerle kapışmış, hapisteyken oyların tamamını almış ve topyekün biraraya gelen muhalefete bile rest çekip kazanmıştı. Alex de Souza... O sahadayken, korkusuzdu Fenerbahçe... Çünkü rakip kim olursa olsun, Alex çıkar, bir şeyler yapardı. Büyük bir karakterdi o... ‘İyi futbolcu’ ile ‘büyük futbolcu’ arasındaki farkı, bize en iyi anlatan isimlerden biriydi. Ne goller atmış, ne zaferler kazandırmıştı...
İstanbul’a veda ederken, havalimanında Samet Güzel ve bir kaç dostu vardı sadece... Aykut Kocaman... ‘Futbolu keyif vermiyor’ denilen Fenerbahçe’yi, ligin en çok gol atan takımı yapmasını göremedi kimse! ‘Böyle futbol mu olur’ diye eleştirilen Fenerbahçe’yi ligde son haftaya şampiyonluk potasında getirdiğini de, Türkiye Kupası’nda finale kadar götürdüğünü de görmedi o gözler! Varsa yoksa vurdular Kocaman’a... Nasıl olsa kibar adamdı, cevap vermezdi onlara...
Aziz Yıldırım da, Alex de Souza da, Aykut Kocaman da hak etmedikleri bir şekilde uğurlandı Fenerbahçe’den... Fenerbahçe’yi ‘yeniden’ dizayn eden Sayın Ali Koç ve yönetimi; bence bu duruma da son vermeli. Çünkü bir veda daha yaklaşıyor belli ki... Volkan Demirel gibi bir karakteri; Comolli’nin yorumlarıyla değil, Ali Koç’un övgüleriyle uğurlamalı Fenerbahçe... Çatlak omuzla bir sezon bitiren, Fenerbahçe sözkonusu olduğunda geri kalan her şeyi ‘teferruat’ olarak gören, tribünden gelen ve profesyonelliği bir kenara bırakıp adını Fenerbahçe’yle özdeşleştiren Volkan Demirel bunu hak ediyor.
‘’Belhanda gibiler!‘’
Olay, Amerika’da bir süpermarkette geçiyor. Alışveriş yapmakta olan bir müşteri, market çalışanına, yarım kivi almak istediğini söylüyor. Bunun mümkün olmadığını söyleyen tezgahtar, müşterinin ısrarları sonrasında tartışmaya başlıyor. Tartışma, kavga halini alınca, tezgahtar, müdürün odasına çıkıyor ve durumu anlatıyor:
- “Müdür bey, aşağıda hayvanın biri ısrarla yarım kivi satın almak istiyor...” Müdürün kaş göz işaretleriyle uyardığı tezgahtar, o müşterinin arkasında olduğunu anlıyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: - “Müdür bey, işte bu beyefendi de, o kivinin diğer yarısını satın alarak bize yardımcı olmak istiyor.”
Müşteriye yarım kiviyi vererek yolcu ediyorlar. Müdür, tezgahtarın pratik zekasına hayran kalıyor ve onu bir kez daha odasına çağırarak tebrik ediyor: - “Tebrik ederim, çok zekice davrandın. Durumu gerçekten de çok iyi idare ettin. Nerelisin sen?” Tezgahtar teşekkür ediyor ve yanıt veriyor: - “Brezilyalıyım efendim...” - “Amerika’ya neden geldin?” - “Brezilya aslında çok da cazip bir ülke değil efendim. Çünkü orada çok fazla seçeneğiniz yok. Ya futbolcu oluyorsunuz, ya da fahişe...” Müdür biraz şaşkın bir şekilde tezgahtarı yanıtlıyor: - “Biliyor musun, benim karım da Brezilyalı...” Tezgahtar ani bir refleksle durumu toparlıyor: - “Öyle mi efendim... Yenge hangi takımda futbol oynuyor!”
Yetenek elbette çok önemli, fakat ben zeki futbolcuları daha çok severim. Zekasını kullananları, pratik düşünenleri, her problem için çözüm üretebilenleri... Mesela Alex de Souza gibi... Mesela Gheorghe Hagi gibi...
Kırmızı kart gördüğü o pozisyonu defalarca izledim ve son kararımı verdim. Belhanda gibiler sadece futbol oynar. Futbol hayatları bittiğinde de bir daha konuşulmazlar. Alexler, Hagiler ise üzerinden yıllar bile geçse hep anılırlar. Çünkü onlar yeteneklerini zekalarıyla birleştiren, iş ahlâkı yüksek olan, futbola para kazandıran bir iş olmaktan daha çok tutkuyla yaklaşan yıldızlar... Belhanda gibiler, onların tırnağı bile olamazlar...
‘’Yine Galatasaray‘’
Geçen sezon 42 maçta 32 gol atan, 6 asist yapan santrforunu (Batefimbi Gomis) sattı Galatasaray... Elinde kalan bir Eren Derdiyok var. Rodrigues sakat, Serdar Aziz yeni iyileşti. Belhanda ile Feghouli, iki gamsız baykuş... Yeteneklerine ihanet eden iki adam! Ama... Kazanıyorlar... Öyle böyle değil hem de... Geride kalan üç haftaya tam 10 gol sığdırdılar. Şampiyon bitirmişlerdi geçen sezonu, lider devam ediyorlar yeni sezona...
Rakiplerinin “Keşke seçilmese” dediği, ellerinden gelse Fenerbahçe Kongre Üyesi olup genel kurulda Aziz Yıldırım’a oy vermek istediği yepyeni bir Başkan’la yola çıktı Fenerbahçe... Ali Koç ile, yepyeni ve büyük umutlarla... Fenerbahçe’yi ligin en çok gol atan takımı yapmasına karşın, “Defans oynatıyor” denilerek dudak bükülen Aykut Kocaman’ı gönderdiler. PSV Eindhoven’ı parlak günlerine döndüren, bizim gençlik yıllarımızın efsane oyuncusu Philip Cocu ile anlaştılar... Yepyeni bir oyun tarzı, saldıran Fenerbahçe vardı hayallerde... Fernandao, Josef de Souza, Giuliano’yu gönderdiler; ama İslam Slimani gibi üst düzey bir yıldız aldılar. Barış gibi geleceğin Milli yıldızını transfer ettiler. Ama kazanamıyorlar. Öyle böyle değil hem de! Pozisyon vermeden maç kaybediyorlar... Altıpastan kaçırıyorlar pozisyonları, onsekiz dışından alıyorlar topları içeri...
Sezonun henüz çok başı... Elbette bu köprünün altından daha çok su akacak. Fakat Beşiktaş-Antalyaspor maçını da izledikten sonra, kendi kendime şunu söyledim: Galiba bu yıl da Galatasaray şampiyon olacak! Öyle ya... 20 gol atabileceği bir maçı kaybetti Beşiktaş... Rakibi 2 kez geldi, 3 gol attı Beşiktaş kalesine!
Sen ne oynarsan oyna... Sen ne kadar atak yaparsan yap... Kazanamadığın sürece bunların hiç bir hükmü yok... Kazanmak için de mücadelenin, inancın, becerinin yanı sıra biraz da şans olacak... Başka bir deyişle; Futbol ilahları yanında olacak!
‘’Bayram dediğin...‘’
Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan... Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık... Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır. Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp ‘çok şükür bugünü de gördük’ diyebilmek... Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
★★★
Yoğun bakımda sancılı geceyi, ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle... En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.
★★★
Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır. ‘Ona güvenmiştim, yanılmamışım’ sözü bayramdır. Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram... Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksidi ödenirken sıkılan eller bayramdır.
★★★
Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır. Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram...
★★★
Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur. Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler. Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır. Her gününüz bayram olsun...
Kimileri Can Yücel’in şiiri der bu metin için, kimileri Can Dündar’ın yazısı... Mesele bu değil zaten... Mesele şu; Hayatın her alanında iyi olmalı insan... İyi insanların olduğu hayat, iyidir zaten... Tüm iyi insanlara, iyi bayramlar...
‘’Neden Lefter?‘’
22 Aralık 1925’te, Büyükada’da doğdu. 2 yıl Taksimspor forması giydikten sonra, Fenerbahçe’ye 1947’de transfer oldu. 1951- 1952’de Fiorentina, 1952-1953’te Nice’te oynadı. 1953-1954’te İstanbul Ligi’nde Gol Kralı oldu. 1964’e kadar Sarı-Lacivertli forma altında 615 maçta 423 gol attı. ‘Ordinaryüs’ lakabıyla anıldı. Türkiye Milli Takımı formasını 50. kez giyen ilk futbolcu olduğu için ‘Altın Şeref Madalyası’ verildi. Ay Yıldızlı forma altında 21 gol attı. 9 kez kaptanlık yaptı. 1964’te jübile yaptı. 3 Mayıs 2009’da Kadıköy’de heykeli dikildi. 13 Ocak 2012’de aramızdan ayrıldı. Şu ana kadar yazılanlar için ‘sıradan bir hayat hikayesi’ diyorsanız; okumaya devam edin... Sene 1942... 11 Kasım’da Varlık Vergisi onaylandı. 18 Kasım’da listeler yayımlandı. Yüzde 70’i İstanbul’dandı, yüzde 87’si gayrimüslimdi. Ödeme süresi 20 Ocak 1943’te bitti. Bir çok gayrimüslim ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Kalan ama ödeyemeyenler çalışma kamplarına gönderildi. Akrabalarının büyük çoğunluğu, doğup büyüdükleri bu toprakları terk etmek zorunda kalmıştı. “Babam sürgüne gitmekten kurtuldu, çünkü biz fakirdik” diyordu yıllar sonra... O günler yaşanırken, o ne yaptı biliyor musunuz? 17 yaşında, gönüllü olarak askere yazıldı. Tam 4 yıl Türk Silahlı Kuvvetleri’nde vatani görevini yaptı. Sene 1955... 6-7 Eylül olayları... Toplam 5 bin 317 yer tahrip edildi. Büyükada’da, onun evini de bastılar, ‘Vurun gavura’ diyorlardı. Sabaha dek elinde silah, kapıda bekledi. Olayı duyan Fenerbahçeliler, motorlara binip Ada’ya koştu, evin önüne barikat kurdu. “Onlar kimse haddini bildirelim” dediler. Hepsini tanıyordu, birini bile ihbar etmedi, şikayetçi olmadı. Sene 2010... Aralık ayı... Tatil için gittiği Yunanistan’da rahatsızlandı. Doktor “Durumu ağır” diyordu. Murat Özaydınlı ve Serkan Acar, apar topar Atina’ya uçtu. Çubuklu’yu aldığında gözleri doldu, son isteğini söyledi: “Beni vatanıma götürün. Öleceksem vatanımda öleyim...” Ambulans uçakla İstanbul’a getirildi. 2012’de vatanında son nefesini verdi. Lefter o... Bu lige neden adı verildi diye merak ediyorsanız, hatırlatayım istedim. Işıklar içinde uyu Ordinaryüs...