‘’Adalet ölür mü?‘’
Deneydeki profesör gibi gaddar yöneticilerin, öğrenciler gibi korkak toplumların olduğu bir dünyada... Fare değildir ölen... Göz göre göre ‘adalet’ ölür. Elinde bir fare ve karton kutu ile salona girdi profesör... Fareyi içine koydu ve kutuyu kapattı: - İki gün boyunca bu kutuya dokunmayın. Dokunan, sınıfta kalır! Şaşkındı öğrenciler... Kimisi “Çıkartalım fareyi kutudan, yoksa ölür” diyordu. Kimisi, “Bunu yaparsak dersi geçemeyeceğiz...” İki gün geçti ve profesör, ders için yeniden salona girdi. İlk işi, kutuyu açmak oldu ve ölen fareyi öğrencilere gösterirken sordu: - Bu fare sizce neden öldü? Öğrenciler farenin ölüm nedeni için üç ana madde belirlediler: 1- Havasızlık... 2- Açlık... 3- Susuzluk...
‘Hayır’ dercesine kafasını salladı profesör ve kutunun içini gösterdi. Her tarafı kemirilmişti, minik delikler vardı. Profesör; ardından farenin ölüm nedenini açıkladı: - Kararsızlık ve korku... Öğrenciler anlam veremiyordu, profesör devam etti: - Fare kutudan çıkmak için çok mücadele etmiş. Çünkü her yerde diş izleri var. Kutunun her yerini parçalamak yerine bir noktaya odaklansaydı delebilir ve dışarı çıkabilirdi. Bu nedenle farenin ilk ölüm nedeni; kararsızlığı...
Bir öğrenci sordu: - Peki ya korku? Fare neden korkmuş olabilir ki! Profesör, suçlayıcı bir ifade takındı yüzüne ve devam etti: - Bu ölümün nedeni farenin korkusu değil, sizin korkunuz... Sizler, notlarınızın düşmesini göze alamadınız, derste kalma endişesi taşıyıp onu kurtarmadınız ve bu sonuca göz yumdunuz... Akademik bir deney gibi gözükse de, hayatın tam da kendisidir aslında... Herhangi birimizin, hayatta başarılı olması için yenmesi gereken iki büyük düşmanı vardır: Kararsızlık ve korku...
Dönelim futbol dünyasına... Başkanlar da teknik adamlar da futbolcular da hakemler de birer insan sonuçta... Kulüplerde başarıyı getiren en önemli argüman; kararlılıktır... Yolun başında ‘şampiyonluğu’ hedeflerse bir başkan, onu bu sona taşıyacak teknik adamı bulur önce... Sonra o teknik adamla kafa kafaya verir ve şampiyonluğu getirecek futbolcuları transfer eder. Doğru hedefe, doğru kadrolarla gidebilirsiniz çünkü. Siz bu ödevlerinizi yerine getirirseniz, diğerleri ne yaparsa yapsın, sizi engelleyemez. Hakemlerde başarıyı getiren en önemli argüman; korkusuzluktur...
Vermeleri gereken kararlar bellidir; çünkü bir kitapta yazılıdır kurallar... Korkusuz hakem, sadece kurallar dahilinde karar verendir. Dolayısıyla yanlış yapmaz, sonuca etki etmez. Tepesindeki (profesör gibi) yöneticinin ne dediğinin çok da önemi olmamalıdır hakem için. Çünkü ona bu yetkileri veren o tepedeki değil, kitapçıktır. Deneydeki profesör gibi gaddar yöneticilerin, öğrenciler gibi korkak toplumların olduğu bir dünyada... Fare değildir ölen... Göz göre göre ‘adalet’ ölür.
‘’Ankaragücü nereye?‘’
”Canım acıyor” diye başlayıp, “Hoşça kal iki gözüm, ANKARAGÜCÜM” diye bitiyor veda mesajı... Sadece bir futbolcunun vedası değil bu satırlarda anlatılan... Madalyonun arka yüzünde, çok daha dramatik gerçekler var
Söz konusu ‘Devler’ olunca verilmeyen bir taç atışı, bir korner, bir faulle ortalık yıkılıyor. Görüntüler inceleniyor. ‘İleri al, geri gel’ ve sonrasında da gerçek ortaya çıkıyor: “3 santim ofsayt!” Taraftarlar, bir gün önce ‘kahraman’ dedikleri futbolcularını, alacakları ödenmediği için hakkını aradığında ‘hain’ ilan ediyor. Çünkü yöneticiler öyle istiyor. Sözleşmeye attıkları imzanın arkasında durmak yerine, bu futbolcuları taraftarın önüne atıyor.
Evet! Futbolcuların aldıkları paralar yüksek elbette... Sizlerin, bizlerin hayal bile edemeyeceği rakamlar var attıkları imzalarda... Fakat bu onların suçu değil ki! Kim vermeyi taahhüt ediyorsa, günahı da sevabı da ona ait değil mi? Bir çoğu ‘güç zehirlenmesi’ yaşıyor futbolcuların... Bu da gerçek. Oysa ki genelde fakir aile çocukları onlar da... Ancak para dediğin şey, unutturuyor geçmişi... Paranın, şöhretin gücüyle egoları şişiyor. Kendilerini ‘ilahlaştırıyor’ bazıları... Haklılar! Çünkü onları bu hale biz getiriyoruz. Gittikleri her yerde fotoğraf çektirebilmek için peşinden koşuyor, dükkana geldiğinde ‘büyük bir onur’ diye değerlendirip hesap almıyor, tüm isteklerini ‘emir’ telakki ediyoruz.
Çoğumuz bize sunulanı görmekle yetiniyoruz. ‘Sahte cennet’i izleyip mutluluk dolarken gönlümüze, dağın arkasındaki ‘cehennem’den bihaberiz. ‘Buz Dağı’nın arkasını göremiyoruz.
Satır aralarında kaybolup giden bir ‘veda’dan bahsedeceğim bugün size... Aynen şöyle yazılmış: “Çok sevdiğim büyük Ankaragücü taraftarı... Oynadığım her kulübü sahiplendiğimden fazla bu Koca Çınar’ı sahiplendim. İlk defa bir kulüpten ayrılırken canım acıdı. Vakit, ayrılık vakti... Kulüpte konuşacak ne yönetici ne de başkan bulamadığım için sözleşmemi tek taraflı fesih etmek zorunda kaldım. Yaklaşık 53 maç başı alacağım, şampiyonluk primim, yeni sezon peşinatımı halen alamadım. Geçen sezondan kalan hiç bir arkadaşım alamadı. Sizlerden özür diliyor ve helallik istiyorum. Benim hakkım gani gani helal olsun. Hoşça kal iki gözüm, ANKARAGÜCÜM...”
Erdem Özgenç’in mesajı bu... Geçen sezon sağ bekte oynayıp 16 asist yapan ve Ankaragücü’nün Süper Lig’e çıkmasında büyük rol oynayan Erdem’in... Tabloya bakın: 53 maç başı... Şampiyonluk primi... Sezon başı peşinatı... İsmail Kartal’ı neden gönderdi Ankaragücü? Kenan, Bifouma, Erdem Şen, Kehinde, Kone, Mokhtar neden ayrıldı? Oyuncuları para alamadığı için giden Ankaragücü; devre arasında nasıl 10 transfer yapabildi? Bu soruların cevapları bir taç, bir korner, bir ofsayttan daha önemli değil mi?
‘’Edin Visca...‘’
20 yaşından beri bizimle birlikte... Halâ da 28 yaşında zaten... Genç yani...
Bosna Hersekli... Yabancı falan da değil yani, bizden biri! Türkçe konuşabiliyor zaten, gurbetçilerden daha iyi...
Bunca zamandır aramızda... Ne mekan bastığını duyduk, ne kurşun sıktığını... Ne teknik direktörüyle bir tartışmasına şahit olduk, ne bir hakemle kapışmasına...
Hiçbir rakibini kötülediğini duymadımşimdiye kadar... Hiçbir golden sonra şımarıklık yaptığını görmedim... Hiçbir kötü alışkanlığını duymadım...
Bizimligimiz toplam34 hafta... Sadece bir sezon 28 maçta kalmış! 4 sezon bir tane bile maç kaçırmamış! 1 sezon sadece 1 maçta oynamamış. Bu sezon 19 haftanın tamamında var! Yani diyeceğimo ki; bir makine sanki... Sakatlanmıyor... Kart görüp cezalı duruma düşmüyor. Disiplinsizlik yapıp kadro dışı kalmıyor.
Oynuyor, ama gazozuna da değil! Toplam218 maçı var Süper Lig’de; 58 gol atmış, 51 asist yapmış. 109 gole direkt katkısı var kısacası... Türkiye Kupası’nda 16 maçta 1 gol 9 asisti var. Avrupa Kupaları’nda 16 maçta 7 gol 2 asisti... Alt alta toplarsanız, 250 resmi maçta 66 gol atmış, 62 gol attırmış. Neredeyse attığı kadar attırmış; bencil de değil yani... Bu sezon hemGol Krallığı’nda hemde Asist Krallığı’nda listenin üst sıralarını zorlayan tek adamşimdilik! Bu da futbol kimliği hakkında bir upucu işte!
Ne kadar kazandığını bilmiyorum! Ama ne kadar versen, o kadarı hak eder...
Yıllardır Dünya’yı tarıyor Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray... Çoğu futbol ahlâkı zayıf olan, disiplinsiz Kuzey Afrikalılar’a milyonlarca Euro para akıtıyorlar. Diplerinde yaşıyor bu adam. Ya görmüyorlar, ya duymuyorlar, ya bilmiyorlar! Ya da!..
Bir kez daha hatırlatmak istedim. Başakşehir’de oynuyor... Adı; Edin Visca!
‘’İki dakikalık şov!‘’
Tek kelime konuşmadan, bütün Dünya’yı güldüren bir adamın öyküsüdür bu... Charlie Chaplin’in...
Sinema tarihinin en ünlü komedyeni, kendisiyle yapılan bir röportajda, konu aile, anne-baba ve manevi değerlere geldiğinde, şu hatırasını paylaşır gazeteciyle...
“Tahmin edersiniz ki, ben de bir zamanlar küçüktüm! Ve tüm küçük çocuklar gibi ‘sirk’e gitmeye bayılırdım. Bir gün babamla birlikte bilet kuyruğuna girdik. Kuyruk o kadar uzundu ki, sıra bize gelecek mi diye endişe ediyordum. Tam önümüzde anne-baba ve 6 çocuktan oluşan kalabalık bir aile vardı. Kılık kıyafetlerine bakıldığında, varlıklı bir aile olmadıkları çok belliydi. Elbiseleri hayli eskiydi. Ancak temizdi. 6 çocuk da biraz sonra ‘sirk’e girecek olmanın verdiği mutlulukla sürekli gülüyordu. Kuyruk azaldı, azaldı ve en sonunda, tam da bizim önümüzdeki aileye geldi sıra... Babaları, gişe memuruna bilet fiyatını sordu. Fiyatları öğrendiğinde ise kekelemeye başladı... Arkasını döndü, eşinin kulağına fısıltıyla bir şeyler söyledi. Babanın mahcubiyeti, yüzünden kolayca okunuyordu. Onun bu halini, benim gibi babam da görmüştü. Babam ani bir refleksle cebinden 20 Dolar çıkardı ve yere attı. Sonra da eğilip yerden aldı ve öndeki adamın omuzuna dokunarak seslendi; ‘Paranız düştü beyefendi...’ Adam, babama baktı ve gözleri dolarak ‘Teşekkür ederim efendim’ dedi. O aile içeri girdikten sonra biz kuyruktan çıktık. Çünkü babamın cebinde, o adama verdiği 20 Dolar’dan başka para yoktu. O iki dakika, benim hayatımda izlediğim en büyük ve en güzel şovdu. O günden beri babamla gurur duyarım.”
Fenerbahçeliler sezonun kalan kısmında; tıpkı Charlie Chaplin gibi gurur duyacakları bir babayiğit arıyorlar sahada. Onlara, hayatlarındaki en güzel birkaç dakikalık şovu izletecek olan babayiğitleri...
Kişisel fikrim o ki; o babayiğitlerden ikisi, sezonun ilk yarısında biletleri ellerinden alındığı için bu gösterinin dışında bırakılan isimlerdi.
‘’Ara transfer nedir?‘’
Hikaye bu ya... Erkeklerin gidip kendilerine eş bulabilecekleri bir mağaza açılmıştır! Mağaza 5 katlıdır. Yukarı doğru çıkılan her katta, kadınların özellikleri de yükselmektedir. Mağazanın girişinde kocaman bir tabelada şu yazmaktadır:
“Herhangi bir katın kapısından giren erkek, o kattan mutlaka bir eş bulmak zorundadır. Eğer bir üst kata gitmek isterse, yeniden aşağı katlara inme hakkı yoktur.” Bir grup erkek, kendilerine eş seçmek için mağazaya gider. 1. kata gelirler; kapıda şunlar yazılıdır:
“Bu kattaki kadınların çalışacak bir işleri var. Üstelik çocukları da severler.” Erkekler yazıları okur ve şu yorumu yapar: “Eh; hiç yoktan iyidir, ama bir de üst kata bakalım.” 2. kata gelirler; kapıda yazılanlar şöyledir:
“Bu kattaki kadınların iyi bir işleri var, çocukları severler ve son derece güzellerdir.” Erkekler: “Hiç fena değil, ama acaba bir üst katta ne var?” 3. kata gelirler; kapıdaki tabelada şunlar yazılıdır: “Buradaki kadınların çok iyi birer işleri var, çocukları severler, son derede güzeldirler ve ev işlerine de yardım istemezler.” Erkekler: “Aman Allah’ım, çok etkileyici, ama yukarıda iki kat daha var.” 4. kata gelirler; “Buradaki kadınların işleri çok iyi, çocukları çok severler, gayet güzel olup, ev işlerine yardım edilmesini istemezler ve ayrıca son derece cazibelidirler.” Erkekler şaşkınlıktan yutkunmaya başlarlar: “İnanılmaz, bir üst katta bizi neyin beklediğini bir düşünün!”
Ve 5. kata çıkarlar...
Tabelada şunlar yazılıdır: “Bu kat boştur ve sadece erkekleri memnun etmenin mümkün olmadığını kanıtlamak için konmuştur. Çıkış soldadır; umarız inerken merdivenlerden yuvarlanırsınız...”
Ara transfer dediğiniz şey de aslında budur. Sezon başında onca uzun sürede arayıp bulamadığınızı, şimdi kısacık bir sürede yeniden ararsınız. Çoğu zaman ‘ten uyuşmazlığı’ yaşanır, ‘uyum sorunu’ yaşanır ve ‘mutsuz son’la biter öykü... Nadiren de olsa ‘bir elmanın ikinci yarısı’ çıkar bulduğunuz; o sizi, siz onu tamamlarsınız, mutlu mutlu devam ederseniz geleceğe...
Sezonun ilk yarısı bitti. Kimileri mükemmel bir rüyayı geride bıraktı, kimileri kâbus gibi günleri atlattı. Fakat henüz maçın ilk yarısı tamamlandı ve oynanacak koskoca bir devre daha var. Ara transfer dönemi yaklaşmışken, bu hikayeyi yazmak istedim. Sevgili Başkanlar, Sevgili yöneticiler; Siz siz olun, durmanız gereken adreste yerde durun. Yoksa eliniz bomboş kalır, merdivenden yuvarlanırsınız!
‘’Performans dediğin...‘’
1979’da ‘performans sanatçısı’ Marina Abramovic, ‘Rhythm 0’ adını verdiği bir gösteri ortaya koydu. Yaptığı şey şuydu: Olduğu yerde sabit durmak... İzleyiciler için, bir masa üzerine birçok farklı eşya yerleştirildi. Çiçekten çikolatalı keke, zincirden bıçağa kadar. Hatta bir mermi ile silah bile vardı.
Amaç; ziyaretçilerin iyiyle kötü arasında seçim yapma şansını sağlamaktı. İlk başlarda izleyiciler nazik ve iyi niyetliydi. Kimi kadına gül veriyor, kimi kek yediriyor, kimi saçlarını okşuyordu. Dakikalar geçtikçe işin rengi değişti. Bir izleyici kadına tokat attı. Abramovic’in reaksiyon vermediğini fark eden bazıları, daha sert vurmaya başladı. Az önce kadına gül uzatan insanlar, karşılarında savunmasız birinin olduğunu görünce, şiddet eğilimi göstermeye başladı.
Bir kişi silahı kadının alnına dayadı. Bazıları kalemlerle kadının vücuduna yazılar yazdı. Sonra cinsel tacizler başladı. Kimisi kadının kalçalarını elliyor, kimisi öpüyordu. Kalabalık bir grup, kadının üzerindeki giysileri makasla parçalayarak çırılçıplak bıraktı. Yetinmediler. Biri kadının karnını bıçakla çizdi, diğerleri devam etti. Akan kanı emen bile vardı. Bir adam tecavüz etmeye yeltendi, sağduyulu birkaç kişi önledi.
Çıplak fotoğraflarını çektiler. Kadın gözyaşları içindeydi, ancak kalabalık onu bir insan değil, bir obje gibi değerlendirmeye devam ediyordu. Vahşileşen çoğunluğa karşın, azınlık bir grup durumdan rahatsızlık duyuyordu. Bir kadın cesaretini topladı, gözyaşlarını sildiği Abramovic’e sarıldı. Kadına yeni insanlar eklendi ve Abramovic’in etrafında bir çember oluşturup koruma altına aldılar.
Kıyafetlerini giydirdiler, yaralarına pansuman yaptılar. Bu performans, çoğunluğun birbirinden cesaret alarak içindeki kötülüğü kolayca ortaya çıkarabilmesine karşın, iyi niyetli kişilerin aynı dayanışma cesaretini gösterememesinin ya da geç kalmasının nelere sebep olduğunu gözler önüne serdi. 6 saat geçtiğinde ve Abramovic hareket etmeye başladığında, kalabalık korkunç biriyle yüzleşmişcesine oradan kaçıştı. Çünkü az önce savunmasız görüp çekinmeden işkence yaptıkları kişinin, tekrar bir birey formu kazanarak hareket etmesi kalabalığı dehşete düşürmüştü.
Fenerbahçe de Başkanı Ali Koç da şimdilik savunmasız... Sevenleri kadar sevmeyenleri var. Hem içeride hem de dışarıda ikisine de zarar vermek isteyen büyük bir kalabalık var. Ya içerideki azınlık cesaretini toplayıp tek yumruk olacak ve ‘dur’ diyecek yaşananlara. Ya da bu performans, korkunç bir gösteriye dönecek Mayıs sonunda...
‘’Savunma bazen gerekli sanki!‘’
“Fenerbahçe savunma yapmaz, yaptırır” demişti Ersun Yanal yıllar önce... Dün gece Erzurumspor, Fenerbahçe kalesine ilk şutu 46. dakikada atabildi. Zaten bir dakika sonra da ikinci şutta golü buldular. Dakikalar 42’yi gösterdiğinde Fenerbahçe’nin rakip ceza alanında topla buluşması 14, Erzurumspor’un ise sıfırdı. Konuk takım, ilk kornerini de 70. dakikada kullandı. İlk yarı bittiğinde topla oynama yüzdesi de 70’e 30 Fenerbahçe lehineydi. İlk yarı Ersun Yanal’ın ve aslında bütün Fenerbahçeliler’in istediği takım vardı sahada... 45 ile 58 arasında Süper Lig’e dahi yakışmayan bir başka takım... 70 ile 90 arasında, ne yaptığını bilmeyen, özgüvensiz bir başka takım... Ersun Yanal, ilk 45’teki takımı 70’li 80’li dakikalara çıkartırsa işler düzelir. Fakat bu sadece Yanal ile olacak bir başarı öyküsü değil. Slimani ve hatta Ayew ile olmaz. Ali Koç ve yönetiminin Ocak performansı, en az Ersun Yanal’ın performansı kadar önemli... Bu arada savunma ara sıra gerekli hocam, en azından bu takıma!
Gecenin sorusu
Fener’in kusursuza yakın oynadığı ilk 45 dakikada, farklı bir onbir mi sahadaydı? 4 günde ne değişti? İkinci 45’te başka bir takım mı vardı sahada? Bu, sadece futbol bilgisiyle açıklanamaz!
Maçın starı
Emrah Başsan... 46. dakikada oyuna girdi, topla ilk buluşmasında golünü attı. O gol, Fenerbahçe’nin dengesini alt üst etti. Sonrası malum; Kadıköy’de hem de bu atmosferde 1 puan, galibiyet kadar önemli.
Maçın olayı
Fenerbahçe’nin kaleyi bulamayan bir santrforu var; Slimani... Fenerbahçe’nin oyunu 1 metre dahi öne taşıyamayan, en önemli anda frikiği dağa taşa yollayan bir 10 numarası var; Benzia...
Kısa mesaj
Yine de enseyi karartmasın Fenerbahçeliler... Çünkü Ersun Yanal belli ki bir hava getirmiş tribüne ve hatta saha içine... Fakat biraz önce de dediğimiz gibi; Transfer şart.. Ve mümkünse Comolli’nin karışmadığı!
‘’Fenerbahçe nedir?‘’
Akhisar Teknik Direktörü Cihat Arslan, 3-0 kazandıkları Fenerbahçe maçı sonrasında şunları söyledi:
“Oyuncularımı tebrik ederim. 3-0 ihtiyacımız olan, güzel bir galibiyet. Fakat sevinirken, üzülüyoruz. Evet, mutluyuz... Ama kalbimizin bir tarafı da Fenerbahçe’ye üzülüyor. Fenerbahçe, Türk Futbolu’nun lokomotifi, onlara saygısızlık yapmamalıyız. Böyle günler olabilir. İnşallah iyi olurlar. Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray’a en çok bizim ihtiyacımız var. Ali Koç’a ve Fenerbahçe’ye şans diliyorum.”
★★★
Şimdi biraz geriye gidelim, 5 Ekim 2018’e... Fenerbahçe, Trnava’yı 2-0 yenmişti. “Bu takım Fenerbahçe nedir, bilmiyor!” başlığını atmış ve şunları yazmıştım:
“Fenerbahçe nedir? 1907 yılında kurulmuş, işgal kuvvetlerine kafa tutmuş, Kurtuluş Savaşı ‘na sonsuz destek vermiş, mühimmat kaçırmış, Harrington Kupası’nı kazanmış, Milli Mücadele için her şeyini ortaya koymuş... Önce bunları bilecek bu formayı giyenler... Bir futbol takımından çok daha fazla şeyi temsil ettiğini bilecek...
Sonra, bu forma için kimlerin hangi bedeller ödediğini anlatacaksın. Mesela Aziz Yıldırım ‘ın üç asırla yargılandığını... Mesela Volkan Demirel ‘in nasıl hiç edildiğini...
Ardından bu tarihe, bu özgeçmişe inanan, saygı duyan adamları koyacaksın kadroya... O formanın ağırlığını bilecek adamlar olacak işin başında...
Belki yine kaybedeceksin bazı maçları.. Ama savaşarak, ama mücadele ederek, ama hakkını vererek...
Bu takım, ‘Fenerbahçe nedir’ bilmiyor. Bütün sıkıntı da bu bence...
★★★
Cihat Arslan... Futbolculuğu döneminde; Ayvalıkgücü, Karşıyaka, Galatasaray, Denizli, Eskişehir, Zeytinburnu, Gaziantep, Yimpaş Yozgat, Kayseri, Kocaeli, Büyükşehir Belediye ve Kasımpaşa’da forma giymiş. Teknik direktörlük döneminde; Kasımpaşa, Kocaeli, Eyüp, Bolu, Göztepe, Karşıyaka, İstanbul BBSK, Şanlıurfa, Balıkesir, Adana ve Akhisar Belediye’de görev yapmış. 1987’den beri yeşil sahanın içinde; bir kez bile Fenerbahçe ile yolu kesişmemiş. Aksine; hem futbolcuyken hem teknik direktörken, tam 31 yıldır sürekli rakibi olmuş Fenerbahçe’nin...
★★★
O biliyor “Fenerbahçe’nin ne olduğunu...” Sahaya çıkan ve hasbelkader bu formayı giyenler halâ bilmiyor! Bütün mesele bu zaten...