‘’Fenerbahçe nedir?‘’
Alanyaspor Kulübü, Fenerbahçe’yi 1-0 yendikleri maçın ardından sosyal medyadan bir fotoğraf paylaştı. Altına da kısaca şu mesajı yazmışlardı: “Maçta göremeyenler için Haydar Yılmaz...” İçim ‘cız’ etti! Çünkü kaleci Haydar’ı televizyon ekranlarında bir kez bile gösterememişti Fenerbahçe...
Bir kez bile rakip kaleye gidememişti... Bir pozisyona dahi girememişti... Aklıma, Kadıköy’deki Trnava karşılaşmasını yorumladığım yazım geldi. 2-0 kazanmıştı Fenerbahçe ve ben, “Bu takım Fenerbahçe nedir, bilmiyor” başlığı altında şunları yazmıştım:
★★★
“Fenerbahçe nedir? 1907 yılında kurulmuş, işgal kuvvetlerine kafa tutmuş, Kurtuluş Savaşı’na sonsuz destek vermiş, mühimmat kaçırmış, Harrington Kupası’nı kazanmış, Milli Mücadele için her şeyini ortaya koymuş... Önce bunları bilecek bu formayı giyenler... Bir futbol takımından çok daha fazla şeyi temsil ettiğini bilecek... Sonra, bu forma için kimlerin hangi bedeller ödediğini anlatacaksın. Mesela Aziz Yıldırım’ın üç asırla yargılandığını... Mesela Volkan Demirel’in nasıl hiç edildiğini... Ardından bu tarihe, bu özgeçmişe inanan, saygı duyan adamları koyacaksın kadroya... O formanın ağırlığını bilecek adamlar olacak işin başında... Belki yine kaybedeceksin bazı maçları.. Ama savaşarak, ama mücadele ederek, ama hakkını vererek... Bu takım, ‘Fenerbahçe nedir’ bilmiyor. Bütün sıkıntı da bu bence...”
★★★
Yazının ‘kısa mesaj’ bölümündeki yorumum da şuydu:
★★★
“Yanıltmasın bu maç Fenerbahçeliler’i... Çünkü bu takımın bir karşılığı yok Süper Lig’de... Hafta sonu Başakşehir maçı var... Kazanırsa yola devam eder Fenerbahçe, kazanamazsa yola çıkar Cocu.. Ve bir başka bahara kalır umutlar...”
★★★
İçim ‘cız’ etti! Çünkü halâ anlatmamışlar bu takıma Fenerbahçe’yi ve halen bilmiyor bu oyuncular grubu: Fenerbahçe nedir?
‘’Sahte dostluklar!‘’
■ Bir zamanlar komşular birbirine maç izlemeye giderdi. Galatasaraylı ev sahibi, Fenerbahçeli misafiri gücenmesin diye galibiyet sevincini yaşamaz, misafirleri gittikten sonra da iş işten geçmiş olurdu zaten.
Dostluklarımız vardı bizim, her şeyden daha önemli olan...
■ Galatasaray’ın Neuchatel’i yendiği o efsane maçı hatırlıyorum mesela. Ya da Fenerbahçe’nin unutulmaz Bordeaux maçını. Tanju attığında Kadıköy’de, rahmetli Hüseyin attığında Florya’da başlardı zafer konvoyları.
Sevinçlerimiz vardı bizim ortak olan.
■ Fenerbahçeli Galip Kulaksızoğlu’ndan Galatasaray’a: “Oberle kardeşler hasta. Hasan da sakatmış. Eksik kadroyla karşımıza çıkmayın, maçı erteleyelim.”
Centilmenlerimiz vardı, eli öpülecek olan...
■ Galatasaraylı Ali Sami Yen’den Fenerbahçeli rakibine: “Sait yarın bizimle maçınız var. Hadi git ve dinlen...”
Başkanlarımız vardı, rakibini koruyup kollayan...
■ Hafta sonu bilmem kaçıncı Fenerbahçe-Galatasaray derbisi oynanacak. Belki Fenerbahçe bilmem kaç yıldır olduğu gibi yine kazanacak. Belki Galatasaray bilmem kaç yıl sonra Kadıköy’deki talihsizliğini kıracak. Şimdi lütfen 10 saniyeliğine durun ve samimi bir şekilde düşünün. Hangi sonuç, bu hikayeler kadar keyfinize keyif katacak?
Sahi ne var o günlerden elimizde kalan...
★★★
21 Ekim 2015’te yazmışız yukarıdaki satırları... Bugün 17 Nisan 2019...
Can Bartu’nun vefatının ardından dostluk rüzgârları esmişti iki camia arasında. Can Bartulu, Metin Oktaylı tişörtlerle başlamıştı son derbi. Umutlanmıştık...
Ancak bir kırmızı kartlıkmış dostlukları. Bir faul, bir hakem kararına bağlıymış. Bir galibiyetmiş bütün mesele, ya da bir puanmış.
Şimdi ortalık yine yangın yeri. Seviye yerlerde... İki kulüpten de ‘kin dolu mesajlar’ geliyor peşi sıra.
Bence artık o ‘yalancı dostluk mesajları’nı vermeyin. Çünkü sahte belli ki duygularınız. Dostluğunuz bile sahte...
Susun lütfen...
Bırakın o eski günlerdeki ‘gerçek dostluklar’ bize kalsın. Bırakın Metin Oktay, Can Bartu rahat uyusunlar mezarlarında...
Susun, kirletmeyin tarihi...
‘’İstikrar meselesi!‘’
Akhisar... Okan Buruk ile geçen yıl Türkiye Kupası’nı kazandılar; Finalde Fenerbahçe’yi yenerek... Ardından Buruk ile yollarını ayırıp Susic’i getirdiler takımın başına... Kurulu düzen ile Süper Kupa Finali’ne çıktılar; Galatasaray’ı yenerek kazandılar. Safet hocayı gönderdiler, Cihat Arslan’ı getirdiler. Arslan’ı gönderdiler, antrenör Cem Kavçak ile devam ediyorlar şu an... Cem hoca beklenenin üzerinde işler başardı, ancak sonuca bakarsak; Küme düşmek üzereler...
Erzurum... Mehmet Altıparmak ile olmaz denileni başardılar; Play-Off Şampiyonu olarak Süper Lig’e çıktılar. Ligin ilk haftalarında oyun olarak alkışlandılar, sonuç gelmediği için Mehmet hocayı 6. haftanın sonunda yolladılar. Ardından Mehmet Özdilek ile anlaştılar, onu da saha içi sonuçları bahanesiyle gönderdiler. Şimdi Hamza Hamzaoğlu ile birlikteler ve geldikleri nokta şu: Küme düşmek üzereler...
Göztepe... 14 yıl aradan sonra döndükleri Süper Lig’de genç bir hocaya güvendiler; Tamer Tuna ile sezonu 6. sırada bitirdiler. Ancak sözleşmesi biten Tamer hoca ile anlaşmadılar, Bayram Bektaş’ı göreve getirdiler. Olmadı; Kemal Özdeş dediler... O da olmadı; Tamer Tuna’ya geri döndüler. Geldikleri nokta şu: Küme düşmek üzereler...
Bursaspor... Geçen sezon Mustafa Er ile Süper Lig’de kalmayı başardılar. Yeni sezon öncesinde hedef büyüttüler, Samet Aybaba’yı göreve getirdiler. Bütçeleri yoktu. Birbirinden önemli oyuncularını sattılar, yerlerini dolduramadılar. Üstüne bir de transfer yasağı yediler. Bu şartlara rağmen gençlere sarılan Aybaba’ya faturayı kestiler. Şimdi Mesut Bakkal ile anlaştılar. Geldikleri nokta şu: Küme düşme hattının bir tık üstündeler.
MKE Ankaragücü... Tüm imkânsızlıklara rağmen İsmail Kartal ile tarih yazdılar, Süper Lig’e çıktılar. Futbolcuların paralarını ödeyemediler, bunu dile getiren Kartal’ı gönderdiler. Bayram Bektaş ile 1 maça çıktılar, yolladılar. Şimdi Mustafa Kaplan var görev başında. Çok iyi işler başardı Kaplan, fakat gelinen nokta şu: Düşme hattındaki üç takımın hedefleri durumundalar.
Fenerbahçe... Önce Aykut Kocaman ile ‘devam etmeme’ kararı aldılar. Sonrası Cocu’yu göreve getirdiler, kısa süre sonra gönderdiler. Koeman ile geçen birkaç maçın ardından Ersun Yanal’a görev verdiler. Takımda dengeler alt üst olmuştu bir kere. Gelinen nokta şu: 27. hafta sonunda, düşme hattıyla aradaki puan farkı 5...
★★★
Bir de Başakşehir var, yıllardır Abdullah Avcı’ya emanet; Şampiyonluk yolundaki en şanslı takımlar... Galatasaray var, yıllardır Fatih Terim’e emanet; Geçen yıl Şampiyon oldular, bu yıl da Başakşehir ile çekişiyorlar. Beşiktaş var, yıllardır Şenol Güneş’e emanet; İki şampiyonluğun ardından bu yıl üçüncülük mücadelesi veriyorlar.
★★★
Başarıya giden yol ‘istikrar’dan geçer... Kalan tercihler, sadece teferruattır...
‘’Bu lig izlenir!‘’
Başakşehir’in Kayseri’de takılması... Galatasaray’ın Bursa’da iki farklı yenilgiden geri dönmesi... Bu iki maçın sonucunda fark artık 6 puan... Kalan haftalarda bir de Galatasaray-Başakşehir maçı oynanacağını düşünürsek... Kesin olan şu; Şampiyonlar Ligi’ne gidecek iki takımımız artık belli gibi... Fakat şampiyonluk yarışında dengelerin değişmesi ihtimalini düşünmek de artık kaçınılmaz...
Burak Yılmaz atıyor, Beşiktaş kazanıyor... Anthony Nwakaeme atıyor, Trabzonspor kazanıyor... Kuvvetle ihtimal bu iki takım, gelecek sezon Avrupa Ligi’nde ülkemizi temsil edecek... Fakat kim 3., kim 4. olacak? Bu sıralama, gelecek sezonun planlamasını bile değiştiriyor! Çünkü bir ön eleme, en az iki haftaya karşılık geliyor.
Avrupa Kupaları’na gidecek 5. takımı, Türkiye Kupası belirleyecek. Yarı final eşleşmeleri Galatasaray- Yeni Malatya ve Ümraniye-Akhisar... Büyük bir sürpriz olmazsa, ilk eşleşmeden finale yükselen takım kupayı da kaldıracaktır. Bu durumda Yeni Malatya’nın Avrupa yolu hayli açık... Çünkü Galatasaray’ı elerse göbeğini kendi kesiyor. Kupayı Galatasaray kazanırsa zaten Şampiyonlar Ligi potasında olacağı için ligdeki 5.’ye Avrupa Ligi hakkı tanınıyor, ki şu an 5. sırada da Yeni Malatya var!
Ligin üst sıralarındaki durum bence böyle seyreder. Elbette daha çok maç var ve büyük değişimler olabilir; fakat genel kanı bu yönde. Esas bilinmezlik aşağıda... Şu an 6. Konyaspor (35) ile 16. Göztepe (27) arasında sadece 8 puan var. Yani Avrupa Kupaları potasına girmek ile Süper Lig’den düşmek arasındaki çizgi, çok ince! Geçtiğimiz yıl Türkiye Kupası’nı ve Süper Kupa’yı kazanan, bu yıl da aynı kupada yarı finale gelen Akhisar’ın ligde kalma ihtimali neredeyse sıfır kanımca...
Hemen bir üstündeki Erzurum için de düşüncem aynı... Kötü oynamıyorlar belki ama, sonuç da alamıyorlar. Futbolda, ne kadar iyi oynadığına değil, kaç puan aldığına göre yapılıyor sıralama... Göztepe, Bursa, Ankaragücü, Fenerbahçe ve Kayseri tehlikenin göbeğinde... 34 puanlı Alanya, Kasımpaşa, Sivas ve Rizespor için de tünelin ucu görünmüş değil...
Başakşehir’in şampiyonluğa, Fenerbahçe’nin kümede kalmaya çabaladığı bir sezon bu... Bu durum tespiti bile, bu ligi izlemek için yeter!
‘’Yaşamın kıyısında‘’
İnsanlar doğar, yaşar ve ölürler... Doğanın kanunudur bu... Önemli olan ne kadar uzun yaşadığınızdan ziyade, nasıl yaşadığınızdır. Neler yaptığınız, geride neler bıraktığınız... Çünkü...
Bakın... Bir insan öldükten sonra ne oluyor?
30 dakika içinde vücutta refleks diye bir şey kalmıyor. Bu nedenle ağız ve göz kapakları açık kalıyor. Boşaltım sistemi gevşiyor, idrar akıntısı başlıyor. Vücut, sadece 24 saat içinde çürümeye başlıyor. Nefes alıp verme işlemi bittiği için, bakteriler harekete geçiyor. İlk çürüyen organlar; göz, beyin, mide ve bağırsaklar... En geç çürüyenler ise kalp ve böbrek...
İlk çürüyen bölgede, mide ve bağırsaklarda bakterilerin yoğun çalışması nedeniyle gaz birikiyor. Karın bölgesinin şişmesinin nedeni bu.
Vücutta biriken sülfür yüzünden, ten rengi siyaha dönmeye başlıyor. Ortalama 4 yıl içinde mezarda sadece kemik kalıyor.
Hepsi bu işte... Geçmez dediğiniz yıllar, su gibi akıp geçiyor. Bitmez dediğiniz hayatınız, bir anda sona eriyor. Hâl böyleyken...
Yine de gereksiz tartışmalardan vazgeçmiyoruz. Sevdiklerimizi kırmaktan geri kalmıyoruz. Karşımızdaki insanlara saygı duymuyoruz.
Bakın, gittiler işte... Gencecik çocuklarımız Mert Turgut Çakır (17) ve Eren Açıkgöz (19) yok artık aramızda... Ankaragücü- Bursa maçında, Türkiye’de futbola gönül vermiş birçok kulübün taraftarları biraraya geldi; hem Ankaragücü camiasına destek verdi hem de iki evladımızı uğurladı.
Sevindik elbette bu görüntülere... Fakat düşünmeden de edemedik... Sadece ölümler mi bir araya getirmeli bizi?
Neden yaşarken dost olamıyor, dost kalamıyoruz? Farklı farklı renklere gönül vermiş insanlar olarak bir araya gelip gökkuşağı yaratmak varken; neden düşmanlıklar besliyoruz birbirimize?
30 dakika içinde tüm yaşamsal veriler sona eriyor; 24 saat içinde çürümeye başlıyor vücudunuz... Ne ses kalıyor geriye, ne renk, ne de bir nefes. Yaşarken, hakkını verin hayatın... Dost olun, dost kalın...
‘’Papağan ve tavuklar‘’
Papağanı var, ama bakacak kimsesi yoktur adamın... O nedenle papağanı kafesiyle birlikte balkona koyar ve öyle işe giderdi. Papağan bu; kim ne derse onu kayıt altına alır, bir süre sonra da aynı ses tonuyla söylemeye başlardı. Bir gün sokakta eylem yapmaktadır sol görüşlü gençler... Yüzlerce çocuk aynı anda slogan atmaktadır: “Tek yol devrim!”
Bu sloganı hafızasına yerleştiren Papağan, birkaç gün sonra aynı sokakta sağ görüşlü gençler eylem yaparken, avazı çıktığı kadar bağırmaya başlar: “Tek yol devrim...” Doğal olarak da göstericiler tarafından ev taşlanır, pencereler iner aşağıya... Bu esnada atılan slogan da şudur:
“Milliyetçi hareket engellenemez...” Bu sloganı da hafızasına alan papağan, bir kaç gün sonra bu kez sol görüşlü gençlerin eylemi esnasında sloganı patlatır: “Milliyetçi hareket engellenemez...” Sonuç aynıdır; Yine cam-çerçeve iner aşağıya... Bu durumla başa çıkamayacağını anlayan adam, papağanı evin arka bahçesindeki kümese kilitler. Kümesteki tavuklar zevkten dört köşedir! Alaycı bir gülümsemeyle papağana seslenirler: “N’oldu artist! Bütün gün balkonda bize hava atıyordun!”
Papağan, kendinden emin bir tavırla yanıt verir: “Ben sizin gibi fuhuştan yatmıyorum. Düşünce suçlusuyum!”
Suç var ise ceza da olmalıdır elbette... Ancak suçun niteliği ile karşılığında vereceğiniz ceza örtüşmeli... Mesela, saha içindeki bir pozisyonda rakibi sakatlamaya yönelik hareket yapan bir futbolcu, hakem tarafından oyundan atılır kırmızı kartla... Yaptığı eylemin şiddetine göre de alt limiti 2 maç olmak üzere cezaya çarptırılır. Aynı eylem yumruklama, kavga, tükürme gibi unsurlar taşırsa; doğal olarak cezanın süresi de uzar...
Şu ana kadar bahsettiğimiz her şey, futbolun içinde varolan kusurlar... Yani her futbolcunun karşı karşıya gelebileceği davranışlar...
Bu durumda Diyarbakır’da yaşananların karşılığı ne olacak? Ön yargıdan ve ayrımcılıktan uzak yazıyorum kalan satırları...
İddialar doğru ise... Yani Amedsporlu futbolcu, elinde kesici bir aletle sahaya çıkmış ve Sakaryasporlu futbolcuları yaralamışsa, bu konu Türkiye Futbol Federasyonu ve kurullarından daha çok, adli makamları ilgilendirmelidir kanımca...
Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu elbette gereken cezayı kesecektir, fakat bu durum, sadece sportif yaptırımla geçiştirilmemelidir.
Çünkü... Gole giden rakibini düşüren futbolcu ile elinde jiletle rakibe saldıran futbolcu; aynı statüde yargılanmamalıdır. Kim papağan kim tavuk, ayrılmalıdır!
‘’O sorular sorulmalı‘’
Önce bir durum tespiti yapalım... Cocu dönemi... 10 maç; 2 galibiyet, 5 mağlubiyet, 3 beraberlik... Koeman dönemi... 5 maç; 1 galibiyet, 2 mağlubiyet, 2 beraberlik... Yanal dönemi... 8 maç; 2 galibiyet, 1 mağlubiyet, 5 beraberlik... İki Hollandalı döneminde 15 maçın 7’si kaybedilmiş, 5’inde berabere kalınmış, sadece 3’ü kazanılmış...Yanal’ın gelişiyle galibiyet sayısı abartılı bir şekilde artmadı belki ama, Fenerbahçe en azından kaybetmemeyi öğrendi. Ve daha da önemlisi; Beşiktaş derbisinden sonra, hiç bir rakibi artık “Fenerbahçe mi? Rahat yeneriz” düşüncesinde çıkamayacak sahaya... Eski günlerdeki gibi çekinecek, saygı duyacaklar. Bu açıdan bakılırsa, 3-0’dan gelen 3-3’lük Beşiktaş beraberliği, aslında galibiyet kadar önemli Fenerbahçe için...
Bir de şu istatistik var son derbi özelinde.... Beşiktaş’ın 3-0 önde tamamladığı, herkesin “Tarihi fark geliyor” dediği ilk yarıda topla oynama oranları şöyle... BJK: Yüzde 40-FB: Yüzde 60... Aynı devrede Beşiktaş’ın 4’ü isabetli olmak üzere 7 şutu var rakip kaleye... Fenerbahçe’nin ise 1 şutu var, o da isabetsiz! Şimdi de Fenerbahçe’nin sonucu 3-3’e getirdiği ikinci yarıya bakalım. Topla oynama oranları BJK: Yüzde 39-FB: Yüzde 61... Beşiktaş’ın 2 şutu var, 1’i kaleyi bulan... Fener’in şut sayısı 15, 4 kez kaleyi bulmuşlar. Totalde topla oynayan takım Fenerbahçe... Fakat önemli olan topla nerede, nasıl oynadığın... Farkı yaratan, rakip kaleyi kaç kez yokladığın... Beşiktaş’a büyük hayal kırıklığı yaratan ana neden; 7’den 1’e düşen şut sayısı... Fenerbahçe’yi müthiş geri dönüşe götüren ana neden de 1’den 15’e çıkan şut sayısı...
Beşiktaş Yönetimi, takımdan önce Şenol Güneş’e yazmalı bu hayal kırıklığını... Çünkü sonuçta sahanın içindeki patron o.. Ve 3-0 öne geçtiği, moral motivasyon açıdan perişan ettiği rakibe ‘öldürücü hamleyi’ yapmayan o. Üç farklı öndeyken Medel ve Necip gibi rakibi orta sahada durdurabilecek iki ismi 1 dakika bile düşünmezken; sol kanat Caner’i, sağ kanat Quaresma’yı ve santrfor Pektemek’i oyuna alan da. Ben, Fenerbahçe Yönetimi olsam, Ersun Yanal’ı 46’da yaptığı cesur hamlesi için kutlar ve 1.5 yılın ötesinde bir kontrat için düğmeye basarım. Fakat futbol takımını da karşıma alır, sorarım: Böyle bir takım olabiliyorsanız eğer, Fenerbahçe neden bu durumda? Fenerbahçe’nin bu seneki yenilgileri şöyle: Malatya, Göztepe, Kayseri, Rize, Ankaragücü, Trabzon, Akhisar, Kayseri... Bu tablo, bu takımın içine girdiği ve şu an çıkmak için mücadele ettiği ‘ruh hali’nin resmidir. Ve bu resmi değiştirmek, tek başına Ersun Yanal ile mümkün değildir.
‘’Test edildi...‘’
Çok önemli bir istihbarat teşkilatı, kadrolarına yeni ajanlar almak için seçmeler düzenler. Sınavlar, atışlar ve spor testlerini geçenler için artık tek engel kalmıştır: Mülâkat... Amerikalı ajan odaya çağrılır ve şu soru sorulur: - Karın mı, devletin mi? Ajan hiç düşünmeden “Devletim” cevabını verir. Bunun üzerine eline bir silah tutuştururlar ve şu talimatı verirler: - Eşin yan odada... Git ve onu öldür! Ajan silahı alır ve yan odaya geçer. Bir süre sonra da geri döner ve bunu yapamayacağını ifade eder. Sıra İngiliz ajana gelir. Aynı soruyu sorarlar ve aynı cevabı alırlar. Aynı şekilde silahı verirler ve yan odaya gönderirler. Fakat İngiliz ajan da eşini öldüremeyeceğini söyler.
Sıra bizim Temel’e gelir. - Karın mı devletin mi? - Devletim... - Al şu silahı ve yan odaya git. Orada eşin var. Onu öldür ve gel. Temel geçer yan odaya, az sonra bir el silah sesi duyulur. Ardından kırılan bir cam sesi... Mülâkatı yapan ajanlar hızlıca odaya girdiklerinde Temel tek başına durmaktadır. Eşinin nerede olduğunu sorarlar ve Temel’den şu yanıtı alırlar: - Verdiğimiz silah kuru-sıkı çıktı. Bu nedenle ben de eşimi camdan aşağı attım!
Bence transfer dönemlerinde de takımlar buna benzer testler uygulamalı alacakları futbolculara... Veya başkanlar, yönetim kuruluna seçeceği çalışma arkadaşlarını bir dizi soruşturmadan geçirmeli... - Para mı, başarı mı? - Gol atmak mı, asist yapmak mı? - Hizmet mi, şöhret mi? - Takım mı birey mi? - Kulüp kasası mı, kendi kasası mı?
Bu soruları özelleştirmek, çoğaltmak mümkün elbette... Bu testlerde doğru yanıtları veren yöneticileri ve futbolcuları kadrona katarsan, sonuç her zaman mutluluk getirir... Tersini yaparsan, hayatın kâbusa döner.
Lütfen yanıtlayınız: - Eşiniz mi, devletiniz mi!