‘’Uyuyan tek Alman Schuster'di‘’
Uyuyan tek Alman Schuster’diFerrari sözümona Makukula’yı kontrol edebilecek biçilmiş kaftan olarak seçilmişti. Ama hangi ölçülere göre. Schuster onun ayakta duracak hali bile olmadığını nasıl saptayamamıştı. Belki sakatlandı, ama sanki onun için kaçınılmaz sondu. Maç eksiği, formsuzluk kabullenilebilir mazeretler. Hoşgörülmeyecek olan ise profesyonelliğin inkarı. Bir Ferrari’ye bakın, bir de Fink’e. Sezonun ilk maçına çıkmasına rağmen İtalyan’dan kat be kat sorumlu ve özverili. Zaten Alman olsun çamurdan olsun. Ernst üst düzey mücadelesiyle yine sahada Beşiktaş adına saygı duyulacakların başında geliyor. Benzer frekanstaki vatandaşı Hilbert de ona eşlik ediyor. Ve tabii ki İbrahim Üzülmüz’le beraber bu takımın neferleri oluyorlar. Öyle ki son 4 dakikaya sığan ölümüne mücadelenin de öncüleri bu iş ahlakı sahipleriydi. Kaleci Hakan’ın durumu ise Beşiktaş’ın savunmasındaki en dramatik olay. Maçın başlarındaki iki pozisyonun ardından, arkadaşlarının ona tek bir geri pas atacak cesareti bile kalmadı ne yazık ki. Bu çocuğun idmana değil terapiye ihtiyacı var. Hikmet Karaman gecenin en doğru düşüneniydi. Zaaflı Beşiktaş savunmasına karşı iki seçenekli bir plan hazırlamıştı. Oyuncu seçimleri ve taktik düzeniyle, Beşiktaş’ı hem yerden hem de yüksek toplarla vurmayı bildi. Hatta Beşiktaş’ın oyunu tamamen riske aldığı bölümde Makukula’nın yerine Yiğit Gökoğlu’nu alması ve galibiyeti de bu oyuncunun ayağından kaydetmesi oyunu iyi okumasının sonucuydu. Beşiktaş oyunu eşitliğe taşıdığı bölümden sonra kısmen sahada üstün olan taraftı. Ama ikinci golü yemesinin sonrasında sayısal olarak eksilmesi sonucunda yapabileceği fazla bir şey kalmadı. Son bölümdeki mücadelesi tek tesellisi oldu.
‘’Helal Mesut!‘’
Hele zaman biraz daha böyle gitsin. 2020’den sonra önümüze çıkacak tabloyu görür gibiyim. Ulusal arenada, Avrupa’da hangi ulusal takıma karşı oynarsak oynayalım rakiplerimizin 11’lerinin yarısı bizim kökenimizden olacak. Belki de gün gelecek, biz bizimkilere karşı oynayacağız. Yamyamlık yapmayalım, köhne milliyetçilik de. Dışarıdaki bizimkileri illa, ‘Buraya gelin’ diye zorlamayalım. Kim nerede daha iyi gelişeceğini ve mutlu olacağını hissediyorsa orada kalsın. Eninde sonunda nasıl olsa biz bize kalacağız. Tohum bizimse, yetenek de bizim kökenli olacak. Ama eğitim, hep batılı dediğimiz ‘onların’ patentinde kalacak. Biz alaylı olmakla vakit geçireceğiz, onlarsa Türk’ün eğitildiğinde ne boyutlara ulaşacağını sürekli yüzümüze vuracaklar.
Dün gece Mesut’u ıslıklayanların hepsi, aslında ‘Onun yerinde keşke ben olsaydım’ diye iç geçiren gafillerdi. Ama şunu düşünmekten uzaklardı: Hamit’i Bayern’de, Nuri’yi Dortmunt’da, Halil’i de Frankfurt’ta seyrettiklerinde bu kadar takımdaşlıktan uzak, bu denli yalnız kaldıklarına tanık olmuşlar mıydı!
Biz yine içimizde ve dışımızdaki bizimkilerle boyumuzu nasıl aşabiliriz diye soyunduk oyuna. Kimi zaman da dayılandık. Ancak sonunda Almanlar’ın sistemi karşısında biz soğuduk oyundan. 70 milyon filan diyoruz ya kendimize. Sonuçta ülkenin en iyi sağ bekinden birini sağda, birini solda oynatma zorunluluğuna düşen de biziz. Hemen dönelim Almanya’ya... O denli güçlü bir ülkenin milli takımında Nijerya, Türk, Polonya kökenliler de var. Nedir bizden farkları diye sorulacak olursa, 1971’den aklımda kalan bir karikatürle cevap vereyim. O karikatürde uzayda bir Amerikan ve bir Rus füzesi birbirleriyle karşılaşıyor ve Almanca konuşuyorlardı...
‘’En yorgunu Schuster'di!‘’
Beşiktaş haketmediği bir maçı doğal olarak kazanamadı. Şenol Güneş hem kendi takımının zaaflarını iyi biliyordu, hem de Beşiktaş’ınkileri... Maç öncesi öngörüleri gerçeğe daha yakındı, üstelik oyunu okurken de Schuster’den daha süratli düşündüğünü gördük.
Schuster’in mağlubiyeti yorumlarken “Siz Avrupa’da yoksunuz, o yüzden anlamazsınız” deyişi, rakibe karşı şık olmayan bir küçümseme ifadesi olduğu kadar Beşiktaş’ın da bu deplasman öncesi nasıl bir motivasyon zayıflığında olduğunun da göstergesi... Bu noktada Kartal’ın ekip halinde bir konsantrasyon sorunu yaşadığını söylememiz gerek. Rapid galibiyetinin rehavetini oyuncularının üzerinde bırakmış Schuster. Perşembe geceki maç sonunda sanki, “Buraya kadar süper geldiniz. Şimdi zorlu bir deplasmana gideceğiz. Biliyorsunuz zaman kısıtlı, dinlenemeyeceğiz. Koşullar tümüyle aleyhimizeyken bunun üzerine size bir kez daha yüklenip, Trabzon maçının baskısını eklemem yersiz” anlamında bir hava estirmiş.
Bu umursamazlığını onun oyuncu tercihlerinde de gördük. Baştan beri rotasyon uygulamalarına karşı değiliz. Hatta yeni gelen teknik direktörler arasında 17-18 oyuncuyu başarıyla kullanabilme yönüyle isminin ön sıralarda geçmesi gereken bir teknik adam olduğunu da kabul ediyoruz. Sorun tercihlerde. Guti, Tabata, Ernst’in oldukça yorgun olduğu şartlarda İbrahim Üzülmez’in yerine İsmail, Ferrari’nin yerine Zapotocny, Bobo’nun yerine Nobre seçimi işin özünü bırakıp, detaylara boğulmak demek.
Beşiktaş’ın merkez üssü yeni bir soluğa muhtaçken, Schuster bunun üstünde durmadı. Oysa Necip, hem Ernst’e yardımcı, hem de oyunu kurmak için daha rahat koşullarda oynaması gereken yorgun Guti’ye müthiş destek olabilecek bir oyuncuydu. İçeride iki hafta önce Antalya’ya karşı Aurelio-Ernst-Necip üçlüsü ne kadar gereksizse, Trabzon deplasmanı için de böylesi bir kurgu elzemdi... Kaldı ki Quaresma’nın oynamadığı bir maçta çift forvet düzeni de yerinde bir ofansif anlayış olabilirdi. Tabata muhtamelen yine oyundan düşebilecek Guti’nin, Bobo da Nobre ya da Holosko’dan birinin yerine oyunun gidişatına göre değişse, Beşiktaş istediğine ulaşabilirdi.
Belki yine kaybederdi. Ancak Schuster’in yapılması gerekenlerin tümünü yaptı noktasında tartışılması gündeme gelmezdi... Beşiktaş için tehlike şu: Schuster bugüne dek kendinden emin tavırları ve kararlılığıyla Beşiktaş’ın üst seviye bir ekip olma yolunda en büyük güvence... Alman teknik adamın bunu bozmaması, tartışmaya açtırmaması gerek. Güven zedelenirse, Siyah-Beyazlı ekip ciddi bir zaman kaybına uğrar.
‘’Beşiktaş Viyana'da kalmış‘’
Tüm 90 dakikanın bütününe baktığımda, şahsen ben Beşiktaş’ın çok önemli bir lig deplasmanı olan Trabzon’a ne amaçla geldiğini pek anlayamadım. Kısacası Beşiktaş Viyana’da kalmış. Kısmen fizik, büyük ölçüde de mental olarak Trabzon’a ayak basmamıştı Siyah-Beyazlılar. Herkesin malumu Süper Lig maçları kandırıyor. Bildik Beşiktaş; orta alanda üç pas yapsa ve kendi klasiğine göre bugüne değin organize edebildiği üç atağa kalksa, bugün metiyelerle donatılmış Trabzonspor mahalle takımı havasında gösterilecekti. Beşiktaş rakibine uydu, dün gece bu maçı yazacak olanlara da kendilerini kandırma adına oldukça fazla malzeme verdi. Schuster’in son maçlardaki Tabata ısrarı ne kadar doğru; tartışılır. Maç içi pozisyonların ‘çukur’ diye tabir edilebilecek aksiyonlarının içine girecek tek aday o... Ama o delikten müsbet çıkardığı tek top dahi yok. Üstelik sadece onun kaptırdığı toplar geriye çok boyutlu tehlike olarak dönüyor. Son haftaların tartışılan ismi Hakan dün gece kalede olmasaydı, Beşiktaş üzüldüğü bu yenilginin çok ötesinde bir skorla da sahadan yenik ayrılabilirdi. Dün gecenin en iyisi Hakan’dı. Bir de futbolcu gibi futbolcuya bir tek Hilbert’i benzettik. Schuster’e şunu sormak lazım: Kendi evinde oynadığı Antalya maçında Necip-Ernst-Aurelio üçlü orta alanını kurgulayan Alman hoca, fizik yorgunu Beşiktaş’ta, böylesine zor bir deplasmanda Avusturya’da oynatmadığı Necip’i niye düşünmedi? Üstelik Guti’nin olağanüstü bitkin olduğunu gördüğü halde! En azından ikinci 45’e Beşiktaş’ın takım savunmasını güvenceye almak adına niye yardımcı olmadı.
Beşiktaş ‘bile bile lades’ bir maçı kaybetti. Schuster hem sahaya çıkarken, hem de oyunun içinde bu kez seyirci idi. Trabzonspor’u bu maçı kazandığı için sadece ‘skor anlamında’ tebrik etmek gerek. Oyun ve organizasyon anlamında hiç bir esprileri yoktu. Şu anki görüntüde Fenerbahçe ve Beşiktaş’ı halt etmiş bir takım olarak gözüküyorlarsa da, yarıştaki zirve için hiç bir umut beslemesinler. Bizden söylemesi!
‘’Beşiktaş inandığı yolda‘’
Öncelikle Beşiktaş fizik olarak çok iyi bir takım buldu karşısında. Savunmada iyi kapanan, orta alanda da pres gücünü çok önde tutan taraftı Rapid. Türkiye’nin direncine alışık Beşiktaş, böyle bir rakip karşısında önce orta alanda bocaladı. Böylesine bütünsel bir savunmayı aşmak için Guti ve Tabata’nın araya aktaracağı derin paslarda, ya depar gücü yüksek bir santrforunuzun olması gerekiyordu ya da Quaresma gibi bireyselde adam eksilterek rakip ceza alanına pratikte girilebilirdi. Portekizli sakatlanınca Beşiktaş iki seçeneğinden birini kaybetti. Schuster’in güncelde bir yanlışı vardı ama temeldeki bir doğrusu maça damga vurdu. Zapotocny gibi son haftaların en formda savunma oyuncusunu böylesine kritik bir maçta 11’e almamak bizce yanlıştı. Alman teknik adamın doğrusuna gelince... Eğer takımınızda 17-18 kişiyi hazır tutuyorsanız, bu sonuçta size mutlaka pozitif olarak döner. Holosko zorunluluktan oyuna giren bir oyuncu olmasına rağmen Beşiktaş’a galibiyeti getiren isim oldu. Guti ve Tabata’nın ilk yarıda araya atmak istediği tüm pasların sahibi Bobo olacağı için bazen bu iki oyuncu çekimser kaldı, bazen de Bobo yavaş... Ama Holosko’nun girmesinden sonra Guti’nin Beşiktaş’ı nasıl hücuma taşıyacağı aslını buldu. Holosko gerek attığı gerekse kaçırdığı pozisyonlarda Schuster’in oyun düzenindeki yegane rolü üstlendi. Son vuruşlardaki becerisi daha yüksek olsaydı, skor da Beşiktaş lehine o denli genişlerdi. Baştan beri Aurelio diyoruz ya, bizce bugünkü maçın görev bilinci yüksek en öndeki oyuncusuydu Beşiktaş’ta. Tabii ki Ernst’in yine bilindik yardımlaşmadaki payını da unutmuyoruz. Hilbert gittikçe ısınıyor formasına. Antalya maçından sonra dün gece de Beşiktaş’ın iyileri arasındaydı. Beşiktaş ikinci yarıda geriye düşmesine rağmen küçümsenmeyecek bir galibiyet aldı. Bu da takımdaki istek, fiziksel yeterlilik ve taktik doğrularla buluşma açısından kayda değer. Son cümle Hakan için... Son iki maçtaki talihsizliklerinden sonra dün gece son bölümde yaptığı çok kritik kurtarışla Beşiktaş’ın galibiyetinde rol oynadığı kaçınılmaz Hakan’ın. Sanırım bu da özgüvenini geri getirmiştir.
‘’Schuster'den bir adım daha‘’
13 maçlık periyotta uyguladığı yeni düzene Antalya maçı ile kağıt üzerinde önemsiz gözükse de bizce Schuster ciddi bir detay ekledi. Aurelio, Necip, Ernst gibi özünde savunmacı sayılan üçlü orta alan ilk kez denendi.
Alman teknik adam, acaba bu üçlünün tümüyle Beşiktaş’ı iki yönlü oynayacak bir anlayışa mı yöneltecek diye beklerken, düşündüğümüz çıkmadı. Aurelio statikti ve daha çok defansın önünde kaldı. Aurelio’nun katılım yetersizliğini eski fizik gücünde olmadığına bağlayanların da belki haklılık payı olabilir. Ancak galiba durum farklı. Brezilyalı fiziki açıdan fit duruma geldiğinde de bu üçlü yanyana gelirse, Aurelio aynı pozisyonda kalacak gibi... Çünkü Schuster defansif zafiyetlerin minimuma indiğini gördü. Geçen yıldan bu yana üç forvetli düzeni benimsemiş Antalya gibi bir rakibe karşı, testten geçmek yerindeydi. Beşiktaş son dakikalardaki karambol pozisyonları hariç rakibine ciddi bir atak şansı tanımadı.
Aurelio öne ve yana uzun mesafeli hareket ve koşudan yoksun olarak gözükse de, duruş ve pozisyon alma görgüsü ile hamle zamanlaması özelliğiyle oynadığında joker konumunda olacak. Yeri gelecek bek ileri çıktığında arkasını kollayacak, yeri geldiğinde de stoperlerin önünde dalgakıran görevine soyunacak.
Peki Antalya maçında defansif açıkları pek hissedilmeyen Beşiktaş’ın ofansif anlamda bir kısıtlılığa uğradığı söz konusu muydu? Buna da cevabımız evet... Beşiktaş hücumda sınırlıydı. Hatta çoğu zaman forvet oyuncuları birbirinden kopuk kaldı. Sanırım şimdi bahsettiğimiz bu üçlü orta alan ve muhtemelen aynı kalacak forvet düzeni Tabata’nın yerine Guti’nin yer aldığı bir maçta da denenecek. Rakip çıkarken uygulanacak yoğun baskı sonucunda kapılan topların biri Guti’nin ayağından, Quaresma ve Bobo’ya nasıl ulaşabileceğini görmek lazım... Yorgunluk ve yıpranma payları engel teşkil etmezse, Wien veya Trabzonspor ya da her iki sınavda da denenmeye değer bu dörtlü...
Hilbert’le devam
Hakan’la olan anlaşmazlığında Hilbert’i suçlamak yersiz. Kabul etmeliyiz ki, Hakan yine yanlış bir çıkış yaptı. Yalnız o pozisyonda Hilbert’e ayrı bir gözle de bakmak lazım. Ani çıkan bir kafa topunda, meşin yuvarlak Beşiktaş stoperlerini aştıktan sonra Hilbert’in kademesi çok yerindeydi ve rakibinden önce topa sahipti. Hakan penaltı noktasına kadar çıksa, kafa pasıyla kalecisini görecekti. Kısaca bu hatanın üzerinden Hilbert’e bakmamak lazım... Onun dışında ilk kez oynadığı sağ bekte pozisyon alışları, topu oyuna sokarken çizgiye paralel uzattığı isabet yüzdesi yüksek paslar, hatta kenar ortalarıyla Hilbert bu bölgede sırıtmadı. Yabancı kontenjanına takılmadığı sürece, Alman oyuncuyla devam etmek doğru gibi...
‘’Harika Ernst!‘’
Harika Ernst!
Beşiktaş badireli bir maçı ucuz atlattı. Kötü mü oynadı; hayır. Schuster’in oynatmak istediği düzene bir adım daha mı yaklaştı; ona da evet. Ama işte futbol bu. Tek bir hata bazen bir çuval inciri berbat edebilir. Beşiktaş 2-1’i yakaladıktan sonra bile son saniyede 3 puandan olabilirdi. Schuster, Hakan’ı büyük olasılıkla geçen haftaki talihsizliğinin altında ezilmesin diye oynattı ama kötü şansı yine ensesindeydi. Neyse ki bu iki maçın da sonucu Beşiktaş’ın lehine gelişti de, Hakan da darağacına gitmekten kurtuldu.
Üç savunma özellikli orta alanıyla önde basmayı çok daha iyi uyguladı Siyah-Beyazlılar... Yalnız bu üçlü blok, Wien deplasmanı için çok daha yerinde bir kurguydu sanki. Belki de önümüzdeki hafta içindeki deplasmanın denemesiydi. Kendi evinde hücumu düşünürken, taktiksel anlamda temel doğruları içerse de gol yollarında beklenen etkinliğe ulaşamadı Kartal ilk yarıda. Antalya da sahanın boyunu kısalttığı için Siyah-Beyazlılar kenarlarını işletmekte zaman zaman etkisizdi. Hilbert’in bindirmelerine ek destekler verdiği anlarda ise ceza alanı içinde Bobo’nun yanında ikinci bir son vuruşçu açığı doğdu. Quaresma’nın bireyselliği Beşiktaş’ın değişen forvet düzeninde partner bulamamasına aitti. Tabata ceza alanı içini hedef alan driblingler yapabilirdi. Uzak şutlarla kilidi açmak da denenebilirdi. İlk yarıda hücumda Beşiktaş bunları beceremedi. Buna karşın Schuster maça çıkardığı 11’ini ikinci yarıda da bozmadı. Sadece Ernst ve zaman zaman da Necip daha öne doğru oynadılar. Özellikle de Ernst ikinci yarı maestroluğa soyundu adeta.
İlk golde topla buluşmaya gittiği yer ve harika pası ile 10 numara üstü bir görev anlayışındaydı. Galibiyeti getiren golde de, yine aynı zamanlama harikalığında Bobo’ya attırdığı ikinci golle dün gecenin yıldızı olmayı hak etti. Sadece bu asistler değil, oyunun bütünündeki görev anlayışı da üst düzeydeydi.
‘’Derbi sonrası Beşiktaş‘’
Bildiğimiz klasik bir derbiyi daha geride bıraktık. Öncekilerden ne farkı var diye sorulacak olursa, bunu ertesi gün yorumcuların yazdıklarında bulabiliriz.
Onlar klasik değildi. Çok farklı yaklaşım açıları ve çıkış noktalarından dem vurulmuştu. Böyle olması da doğaldı. Çünkü iki yeni teknik direktörün, yenileştirmeye soyundurduğu takımları git-gellerle dolu bir maç oynadı. Oyunun bütününde istikrarsız olan Aykut Kocaman’dı.
20’yle 45 arasındaki Fenerbahçe’nin ikinci yarıda esamesi okunmadı. Tercih yanlışları ve oyuncu değiştirmede kısıtlılık yaşamasına karşın, maçın sonunu sağ salim getiren ise Schuster’di.
Sakatlardan doğan sorunlar, iki teknik direktörü de zorladı. Ancak sakatlıklar yüzünden duran oyun, tempo ve motivasyonu da doğradı... Beşiktaş önemli savunma hatalarını, kesilen oyunun tekrar başladığı bölümlerde yaşadı.
Siyah-Beyazlılar’ın savunma yanlışları elbette tümüyle motivasyon kaybına bağlı değil. Schuster artık Beşiktaş’ı önde oynatmaktan vazgeçmeyecek. Ama Sivok gelene kadar da, yerleşimde problemler yaşanacak.
İbrahim Toraman da, Zapotocny de bireysel mücadelede Beşiktaş’ın en iyilerindendi. Ama bizim asıl söylemek istediğimiz duruş düzeni... Yani defansın yönetimsel boşluğu.
Nihat yerine Holosko...
Alman teknik direktörün Nihat tercihi de, en çok sorgulanan konuların başında...
Beşiktaş iki erken sakat vermese, muhtemelen Nihat ikinci yarıya çıkmayacaktı. Ama Schuster’in özellikle de Gökhan Gönül faktörüne rağmen bu maçta kullanabileceği en doğru isim Holosko’yu kadroya almayışı ciddi bir öngörü eksiğiydi.
Holosko solda, Quaresma sağda yer almış olsa, hem Q7’yle hücumdaki etkinlik artabilir, hem de biçare kalan İsmail Köybaşı’nın arkasında oluşan pervasızca boşluklara da meydan verilmezdi.
İsmail Köybaşı cengaverce çıkışları olan, hücumu seven bir oyuncu. Ancak Schuster’in bu düzeni sürdükçe eleştirilerin odak noktası da İsmail’de yoğunlaşacak.
Guti tam bir lider
Guti şüphesiz çok yerli yerinde bir transfer. Takımın başını olabildiğince dik tutmaya çalışıyor. Koşular takımı aleyhine zorlaşıp, inisiyatif rakibe geçse de İspanyol oyuncunun liderlik vasıfları tekrar toparlanıp ayağa kalkabilmeyi sağlıyor.
Beşiktaş olgun bir kimliğe kavuştuğunda bunda Guti’nin büyük payı olacak.
Cenk oynamalıydı
Schuster’in rotasyon adı altında her maça çıkardığı farklı kadrolar, düşünce olarak doğal... Ama kalecilerin farklı bir özelliği olması gerekir. Maç kazanan 11’ler değişmez diye eski bir kural vardı. Onu geçtik. Ancak kalecilerde bir istikrar gözetilmesi şart gibi... Bunun da en önemli nedeni savunmayla kaleci arasındaki uyum. Hele Beşiktaş savunmasını öne çıkararak oynadığı için, süpürücü özellik
taşıyan bir kaleciye ihtiyaç var ki, çabukluk ve hamle zamanlaması açısından özellik olarak diğer iki kalecinin şu an önünde...