‘’Hata yarışı‘’
Fenerbahçe uzun paslarla, kanatları unutan Karabük’ü sarsıyor, seri paslaşmalarla golün sinyalini veriyordu. Sarı-Lacivertliler birlikte oynamaktan adeta zevk alıyorlardı. Emenike’nin golü de sürpriz olmadı. Ama rakip pek hafife alınacak cinsten değildi. Çünkü Caner’in kanadı kötü kokular yayıyordu. Sow ile Kuyt’ın değişerek oyunları, sol tarafı savunmasız bıraktı. Erdem’in bindirmeleri tehlike sinyali veriyordu. Kadlec de sol stoper olduğunu unutmuş, Bekir kademe hataları ile davetiye çıkarıyordu. Yoksa 1.73’lük Kumbela kafa golünü bu kadar rahat atamazdı. Karabük gol sonrası çekilmedi, Fenerbahçe’nin zaaflarının üzerine gitti. Ev sahibi ise orta sahada üretim sancısı çekmeye başladı. Devrenin bu özeti dışında, Karabük’ün sayılmayan golündeki hatalı bayrak ve Erkan Kaş’ın Kuyt’a attığı tekmenin karşılığı kırmızı olması gerekirken sarı kartla ucuz kurtulması hatıralarda kaldı.
İkinci 45 yanlışlarla doluydu. İki ekip de, golleri inanılmaz hatalarla buldu. Hatta birer golü de harcadılar. Zaten sezon başı olması yüzünden bloklar arasındaki kopukluklar fazlaca göze çarpıyordu. Mesela Fenerbahçe kontrataklarda çoğalamıyor, Karabük atağa kalktığında ailece rakip sahada kalıyordu. Ama iki takımın da pas trafiği göze hoş geliyordu. Emenike- Diego değişikliği önlem içindi, ama beraberlik golünü engellemedi. Kadlec-Webo değişimi ise Fenerbahçe’de pek de görülmeyen bir risk hamlesiydi ve belki de Emenike pişmanlığıydı. Ama tuttu. Webo’ya yedek kaleci Aykut da yardımcı oldu. Sonuçta tipik bir sezon başı maçıydı. Karabük dişli bir rakip olduğunu ve olacağını kanıtladı. Fenerbahçe de sistem takımı olduğunu... Ev sahibinin zaafı defansıydı. Ama Caner, Kuyt, Emre, Mehmet Topal, zaman zaman Meireles farklıydı. Fenerbahçe’nin tek sorunu; takım oyunu süresini henüz daha geniş zaman dilimine yayamamış olmasıydı. Oyun kopukluğu buradan geldi.
‘’Fener hak etti‘’
Bu maç niye Manisa'da oynandı ? Herkesin bildiği nedenden dolayı; acısını hiç unutamadığımız, kalbimize gömdüğümüz Soma'nın şehit madencilerini ve yaşadıkları ilkel çalışma şartlarını yeniden hatırlamak, hatırlatmak için...
İyi de Türkiye'nin en büyük iki takımının "gala" için çıktıklara sahaya bak... Dünyanın en büyük ekonomisinin işçileri bile "tarladan" bozma zeminde mücadele etmek zorunda kalıyorsa, yerin altında alın terinin en kutsalını döken işçilere nasıl insanca şartlar sağlayacağız ? Kimi kandırıyoruz acaba ? Elbette, kendimizi...
Ya taraftarlar... Birkaç zavallının yarattığı bu ortam biter mi sanıyorsunuz ? Bitmez, çünkü yöneticileri izin vermez...
* * *
İlk 20 dakikada maç sanki Kadıköy'de oynanıyordu. Fenerbahçe baskıyı, Kuyt, Meireles, Emre ve Topal ile kuruyor, Galatasaray belki de Prandelli'nin defansif taktik anlayışı nedeniyle bocalıyordu. Pas isabet yüzdesinde Fenerbahçe açık ara öndeydi ve sanki geçen sezonun devamını oynuyordu. Çünkü kadro da aynıydı.
Galatasaray ise Olcan, Yasin ve Veysel gibi yenilerle sahadaydı. İşte bu dakikalardaki üstünlüğün nedeni iki takım arasındaki uyum farkıydı. Ayrıca tek forvetli Aslan kanatlarda çoğalamıyor, rakip baskıyı kıramıyordu. Neden transfer edildiği sorgulanan Yasin iki yönlü de aksıyor, Olcan çıkamıyor, Sneijder tatil anılarından sıyrılamamış görünüyor, yükü çoğalan Selçuk hata yapıyordu. Dolayısıyla yalnız kalan Burak saman alevi ile parlayıp, sönüyordu.
Kısacası son 5 dakika Fenerbahçe'nin yakaladığı iki pozisyon ağlarla kucaklaşsa, ilk yarının haklı özeti ortaya çıkacaktı.
İki takımın mücadelesi dışında hakem Abitoğlu'nun baraj çizgisi için kullandığı sprey ile yaşadığı inatlaşma izlenmeye değerdi. Acemiliği göze batan Abitoğlu spreyi genellikle oyuncuların ayakkabılarına isabet ettirmeyi tercih etti. Ama maç boyunca kararları o kadar isabetli değildi
* * *
Galatasaray ikinci 45'e ileri dönük başladı. Pas fakirliği sürüyordu ama, Fenerbahçe'de Kuyt, Emre ve Meireles'in vites düşürmesi, Emenike'nin futbol zekasını hiç geliştirememesi, İsmail Kartal'ın da Webo'yu kulübe unutması, oyunu Cim-Bom adına dengeledi. Yasin-Yekta, Sneijder-Brumla değişiklikleri de tam isabetti. Buna rağmen futbol kalitesi vasatın üzerine hiç çıkamadı. Çünkü sistem "error" veriyordu. Bu nedenle Fenerbahçe'nin duraklama devri kısa sürdü, sahada yine son şampiyonun borusu öttü. Ama gollük vuruşlar hep Muslera'dan döndü. Yani maçı uzatmaya Galatasaray'ın kalecisi götürdü. Uzatma son nefeslerin harcandığı, kaza golünün bile beklenmediği bir duraganlıkla geçti.
Penaltılar ise adeta yüz karasıydı, atma değil kaçırma yarışıydı. Sonuçta gecenin iyi oynayanı kazandı.
‘’Şiir gibi!‘’
Maçın nabzı düşük gibi görünebilirdi. Ama iki hedef vardı. İlki; şampiyon Fenerbahçe, Kadıköy'e galibiyetle veda etmek istiyordu. En güçlü 11'ini tercih etme nedeni buydu. İkincisi; Avrupa Ligi'ni kovalayan Karabük'ün puan hesabıydı. Bu yüzden tedbiri ön plana çıkarmış, hızlı adamlarıyla gol arıyordu.
Kısacası ilk yarıdaki tempo hiç de bitmiş bir sezonu yansıtmıyordu. Fenerbahçe, Emenike-Sow-Kuyt ile yılın klasiğini ortaya koyuyor, rakip defansın kafasını karıştırıyordu. Emre ile Meireles de hiç olmadığı kadar uyum içindeydi. Gerçi gol, Emenike'nin forma çekerek, yani faul yaparak yarattığı pozisyon sonrası geldi, ama şampiyon daha hareketliydi. Bol paslı oyun zaman zaman görsel şölene de dönüşüyor, goller harcanıyor, ancak Meireles ile Emre bu sancıyı bitiriyordu.
Karabük'te motivasyon sorunu vardı, bloklar kopuktu, ağır çekim oynuyordu. Bu yüzden devre ev sahibinin istediği gibi bitti. Çünkü Fenerbahçe'nin futbolu gerçekten alkış topluyordu.
İkinci 45'te Fenerbahçe'nin oyundan düşeceğini sananlar yanıldılar. Çünkü şampiyon belki de sezonun en iyi futbolunu oynuyordu. Görevini kötü yapan yoktu. Kaçan goller de çabasıydı. Hani taraftara veda için hazırlık yapılsa, ancak böylesine şiir gibi bir futbol planlanabilirdi.
Bir kez daha tebrikler Fenerbahçe...
NOT: Fenerbahçe'nin, Mancini taklidi -birçok kişi tarafından farklı algılanacak olsa da-müthiş bir buluştu. Keşke her atışma böyle zeka dolu esprilerle süslense...
‘’Çünkü, en değerlisi!‘’
İslam Çupi ustamız, tarihe altın harflerle kazınan o cümlelerinde demişti ki;
Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka büyüklüktür işte. Adı konamaz.
Kadıköy’deki şampiyonluklarda sıkça akla gelen bu saptama tam da bugünleri tarif etmiyor mu?
Yıllarca omuz omuza çalışma onuruna eriştiğim Çupi, bugün o Kadıköy’de yerini alsa ADI KONAMAZ cümlesini kaldırır, özgürlük savaşçılarının en kutsallarından birini kulübe yakıştırmaz mıydı?
Yanıtı net; ağlatırdı Çupi usta, hala ağlattığı gibi...Peki, bu şampiyonluk neden bu kadar değerli?
Çünkü 3 Temmuz 2011’den bu yana çektiği haksız eziyetin artık “tavan” yaptığı bir sezonda “eze eze” kupayı kaldırdı da, ondan...
Çünkü, Ağustos 2013’te, UEFA’dan yediği men cezasına rağmen dimdik girdiği sezonu aynı eğilmezlikle bitirdi de ondan...
Çünkü 2012’de özgürlüğüne kavuşmasına karşın, yargının yerlerde süründüğü bir ülkede yeniden karanlığa mahkum edilen bir Başkan ve arkadaşlarının saygın direnişi örnek oldu da, ondan...
Çünkü taraftarından futbolcusuna, teknik yönetiminden malzemecisine kadar, bağlılık yeminini gönüllerinden hiç düşürmediler, “İnanmak başarmanın yarısıdır” gerçeğini dosta düşmana gösterdiler, kör gözler için ADALETE FENER YAKtılar da ondan...
Çünkü gelecek nesillerin, “tarih kitaplarını” açtıkları zaman ders alacakları bir dayanışma kalesi olarak hatırlanacaklar da, ondan...
İşte bu yüzden Fenerbahçe büyüklüğü bu sezon başka bir büyüklüktür, başka bir sevdadır...
Ve artık kutlama zamanıdır.
Ve artık bu zafere şapka çıkarma zamanıdır.
Ve artık haklının, hakkını verme zamanıdır.
Tebrikler Fenerbahçe...
NOT: Rize maçı mı? Fenerbahçe’nin, sezonu kafasında bitirdiğinin kanıtı gibiydi. Yani lay lay lom!!!
‘’Derbi gibi derbi‘’
Sezonun son derbisi... Hem de en anlamlısı... Hava mükemmel... Beşiktaş taraftarı malum... Şu PASSOLİG olmasa, PAS geçer mi o taraftar bu maçı ? Ama hayır, tarzımız bu. Bir yol buluruz, denemeden, tartışmadan, alt yapısını kurmadan, zamanlamasını ayarlamadan, zararını düşünmeden monte ediveririz. Sonuç; 60 bine yakın taraftar beklenen derbide yarısını zor görürüz.
Bir zamanlar Milli Eğitim Bakanı demişti ya; okullar olmasa maarifi ne güzel idare ederdim diye... Federasyon da o hesap sanki; taraftar daha da azalsa ne güzel yönetirim futbolu der gibi... Yazık...
* * *
Fenerbahçe, ev sahibi gibi başladı maça. Galatasaray derbisinin aksine, top çevirmeden, sonuca gitmek istiyordu. Kanatlardan baskı, organizasyon, Beşiktaş defansını çıkmadan engellemeye çalışan bir sistem. Belli ki, işi şansa bırakmadan, Başkan Aziz Yıldırım'a şampiyonluğu hediye etmek istiyordu. Ama iki sakınca vardı; 1-Bu baskı yüzünden 20 dakikada iki tehlikeli kontratak yediler, çünkü ailece hücuma gitmişlerdi. 2-Gergindiler. Mesela Emre, karta yaldızlı davetiye çıkardı. Alves de, Almedia ile dalaşıyordu.
Ancak Kuyt'ın enfes pasına, Sow'un aynı ustalıkla eşlik etmesiyle gelen golden sonra Fener'in sinirleri alındı, baskıdan vazgeçti.
Rol, Kartal'a gelmişti. Artık rakibi, sahasında karşılamıyordu. Daha ilerideydi. Aslında ceza alanına iyi de servis geliyordu, ama Almedia yalnızdı ve ağırdı. Orta sahada Jones yetersizdi. Oğuzhan yükü tek başına kaldıramıyordu. Bunlara rağmen bu sezon hep izlediğimiz Kartal inadı ve inancı, Motta'nın golüyle hak edilen beraberliği getirdi.
* * *
Emenike'ye alan bırakmayan, orta alanda ve kanatlardan tehdit eden Kartal, rakibinin bloklar arasındaki kopukluğunu da iyi değerlendiriyordu. Ancak 58. dakikada Motta'nın kırmızı sorumsuzluğu ile riske girdi. Gökhan Töre'nin çıkarılıp, İsmail'in sol beke alınması bir Avrupalı hoca doğrusuydu. Çünkü ilk planda, eldeki 1 puan, 0'dan iyiydi. Son 10 dakikadaki Mustafa Pektemek ile ikilenen forvet ise 3 puan umudunun ta kendisiydi. Olmadı...
Fenerbahçe, rakibi eksik kalmasa, sanki skora razı gibiydi. Beşiktaş 10 kişi kalınca, iştahı arttı. Ancak iyi organize olamıyordu. Sow, Kuyt, Emenike etkili değildi, ne savunmaya ne de hücuma katkıları vardı. Meireles, Mehmet Topal, Alper temkinliydi. Caner, Gökhan kadar hücuma katılmıyordu. Ev sahibinin daha çok pozisyon yakalaması, konuk takımın zaafları yüzündendi.
Sonuçta oynanan futbolun karşılığı, doğru şekilde skorbordda asılıydı.
Akılda kalanlar ise; Biliç'in, Beşiktaş için ne kadar büyük bir şans olduğunun yeniden kanıtlanması ve iki takımın her dakika fair-play'i hedeflemeleriydi.
‘’Duran top !‘’
Ligin şampiyonluk mücadelesi belli ki, artık formaliteden öteye geçemeyecek. Egemen dahil, ilk 11'den 6 oyuncusu eksik olan, kulübesine 3 genç oturtmak zorunda kalan bir takım, paslanmış yedekleriyle bile bu kazanma arzusunu yakalıyorsa eğer, sezon sonunu şimdiden görmüş demektir. Mucizenin de bir sınırı vardır çünkü... Artık şampiyonluk şarkılarının zamanı gelmiştir...
Dakika 21'de gol gelinceye kadar Antalya, Fenerbahçe'nin kanatlarını tıkamakla meşguldu. Çünkü Fuat Çapa, rakipte eksik olan Mehmet Topal-Emre orta sahasının etkili olamayacağını öngörüyor, liderin kanatlardan yükleneceğini biliyordu. Aslında öyle de oldu, Fenerbahçe oyunu kanatlara taşıdıkça, karşısında Antalya duvarını buldu. Caner boş alan yaratamadı, Mehmet Topuz fazla çıkamadı. Meireles ile Selçuk da, rakibin kalabalık orta sahasıyla boğuşmaktan isabetli pas trafiğini yoğunlaştıramadı. Geriye, duran top kalmıştı. Onda da Caner, kötü baraj ve yanlış kaleci duruşunu enfes değerlendirdi.
Peki dakika 31'e nasıl gelindi ? Fenerbahçe'nin zaafları giderilemedi. Isaac-Diarra çift forvetiyle gole niyetini açıkca beyan eden Antalya, yalnız kalan Caner'in kanadını yıprattı. İsaac o kanattan ve duran toptan yapılan ortayı kaçırmadı.
38'deki golün de Meireles'in kornerinden, Alves'in kafa pasından ve Kadlec'in vuruşundan gelmesi gecenin "duran top" cilvesiydi. Zira iki ekip de, organize ataklar geliştirmekte zorlanıyordu.
İkinci 45'te Fenerbahçe vites düşürdü. Ayağa paslarla, defansif önlemleri askıya alan Antalya'yı hep kontrol altında tuttu, üstelik yine kornerden gelen topa, Kadlec'in ve Sow'un ağları bulan vuruşuyla gecenin keyfini çıkarıp, ezeli rakipleriyle puan farkına puan farkı kattı.
Sarı-lacivertli ekipte sırıtan isim yoktu. En korkulan bölgeler olan; Alves-Kadlecli savunma, Selçuk-Meirelesli orta saha ayakta kaldı. Salih-Webo-Sow vasattı. Kuyt her zamanki gibi ders verdi.
Sonuçta Fenerbahçe, Kadıköy klasiğine bir yenisini ekledi.
‘’Ateş ve buz !‘’
Galatasaray'ın, hırslı, inançlı, gerilimli, yani ATEŞli çıkacağı belliydi.
Fenerbahçe'nin de niyeti belliydi. Sakin, dengeli ve oyunu soğutan, adeta donduran, BUZ gibi yapan bir sistem...
Ama ilk 10 dakikada ATEŞ, BUZU eritti.
Ev sahibi, Selçuk liderliğinde iyi organize oldu, rakibin orta sahadaki top kayıplarını affetmedi. Mesela Caner solda, Gökhan sağda defansif anlamda yalnız kaldı. Topal ve Meireles göbeği kapatamadı.
Hele gol sonrası toparlanmaya çalışan Fenerbahçe'nin verdiği açıklar Cim-Bom'u iki kez daha pozisyonu soktu.
Fenerbahçe 3 pası yapmakta zorlanıp, Sow ve Kuyt'la topu ileri taşımayı beceremeyince, ilk 30 dakika istediğini alan Galatasaray oldu. Cim-Bom, direkte patlayan da dahil, farkı artırabilirdi. Fenerbahçe ise (Topal'ın şutu hariç) tek pozisyona giremedi.
Tüm bunların üzerine bir de Emre'nin tecrübesine yakışmayan, Melo'nun tuzağına düşen faulle oyun dışı kalması Cim-Bom'un avantajını arttırdı.
İlk devre sarı kartlar ve gerilimi ile ikinci 45'in ne kadar zorlu geçeceğinin sinyalini vermişti.
Belki gerilim açısından değil ama, futbol kalitesi açısından öngörümüz tuttu. Çünkü roller değişmişti. Bu kez oyunu soğutan, rölantiye alan, acelesi olmayan Galatasaray, gole ihtiyacı olduğu için tempo ve pas yapan Fenerbahçe idi.
Meireles, konuk takımın çıkış noktasıydı. 10 kişi kaldıkları için Kuyt da ileriye tam destek veremedi. Emenike boğuştu, ancak Sow yine saklandı, gezindi durdu. Dakikalar geçtikçe de, orta saha ile defans arasında tehlikeli uçurumlar oluştu. 70'den sonra bu uçurumlar daha da derinleşti.
Galatasaray'daki sorun da şuydu; tempoyu düşürdükçe pas kalitesi de düştü, top kayıpları çoğaldı, üst üste pas sayısı azaldı. Drogba ile Sneijder adeta tribüne çıkmış, maçı izliyorlardı.
Bu özet; maçın derbi havasından, normal maç seyrine dönüştüğünün kanıtıydı. Futbol kalitesi yerlerdeydi.
Melo'nun bitime 5 dakika kala gördüğü kırmızı, sıkılanlara biraz hareket getirdi o kadar...
Bu galibiyet, Galatasaray için iyi bir pansuman oldu. Şampiyonlar Ligi'ne direkt katılım konusunda moral aldı. Ama sorunlar bir derbi zaferiyle örtülebilir mi ? Hiç sanmıyorum... Selçuk-Mancini gerilimi artık herkesin gözü önünde sahneleniyor, Cim-Bom tatsız görünüyor.
Fenerbahçe bu maçın hiçbir dakikasını kazanmak için oynamadı. Açık puan farkının rahatlığı, onları biraz fazla gevşetmişti anlaşılan. Bundan sonra da panik içinde olacaklarını sanmıyorum.
‘’Fark var‘’
17'de gol geldi ama, önce ilk 15'deki manzaraya bakalım:
Fenerbahçe, daha 1. dakikada örümcek gibi sahayı örerken, Bursaspor geriye yaslanmış gardını almıştı. Ama o garda rağmen tam 5 yumruk yedi peşpeşe. Bunlara 5 de korner eklersek, liderin dayanılmaz baskısı ortaya çıkar zaten.
Meireles ve Mehmet Topal defansif sahnede kalarak, "sazı" Salih'e vermişlerdi. O da bu "resital" fırsatını, gözlerin pasını silen müthiş iki pasıyla kaçırmıyordu. Bu pozisyonlar ile sersemleyen Timsah, erkenden paniğe girmişti bile.
İşte bu görüntüde gelen Kuyt golü paniği de kanıtlıyordu. Gerçi servis arkadaşımız Batuhan Özdemir, top Basser'e gelmeden "Hata yapar" diye "fal" açmış ve tutturmuştu, ancak o pozisyonda bizce kaleci Frey yanlış hamle yapmıştı. Hollandalı da kariyerinin en kolay vuruşuyla ağları sarstı.
Bursaspor gol sonrası, kenardan gelen uyarıyla biraz ayıldı. Ama çaresizdi, Sestak yalnızdı, Volkan Şen yine yetersizdi, orta saha verimsizdi. Kaleci Volkan'a doğru dürüst top bile gelmedi.
Fenerbahçe ise isabetli pas yüzdesini hep yukarlara çekerek, ilk 45'in nakavtını yapmak istedi. Ancak rakip kanatlar sallantıda olmasına rağmen Caner ile Gökhan Gönül çok etkili olamadılar. Buna rağmen Emenike ve Sow'a yapılan servislerle "nakavt" fırsatı ayağa kadar geldi. Bir anlamda tek gol ilk 45'in kaderi oldu.
İkinci raund başlayınca, biz ilk yarıda başka bir maç mı izledik diye düşünmeye başladık. Ya da formalar değişmişti. Çünkü bu kez baskı yapan Bursa'ydı. Volkan, Bekir, Beluschi, Şamil ayaklanmış, orta sahayı parsellemişlerdi.
Oysa Emenike, Sow, Salih maç bitmiş gibi geziniyor, Fenerbahçe özellikle sol kanadında sıkıntı çekiyor, Civelli iki net pozisyonu kale önünde harcıyordu. Meireles ile Topal takımı ayakta tutmaya çalışıyordu. Volkan'ın iki kurtarışı da moral verici, ama gerilim filmi gibiydi.
Sıkıntıdaydı Fenerbahçe. Zaten Ersun Yanal'ın, doğru hamleyle Salih'i çıkarıp, Mehmet Topuz'u alması, yani defansif önlem alması bu sıkıntının kanıtıydı.
Aslında Bursa da yüklenişi abartıyor, savunmayı hafife alıyordu. Bu düşüncenin faturası 75'de çıktı. Sow'un golü tribünlere derin bir "oh" çektirdi. Webo'nun golü ise geceyi şenliğe çevirdi. .
Sonuçta Fenerbahçe rakiplerinin 5 puan kaybettiği haftada aldığı 3 puanla, farkı 13'e (Trabzon hükmen galibiyeti tescillenirse) çıkardı. Kalan 7 haftada 21 puan var. Bu matematikten mucize çıkar mı ? Çok zor... Şampiyonluğun ayak sesleri artık çok daha net duyuluyor.