‘’Güven meselesi‘’
Evet, bu stat insana futbol keyfi vermiyor. Ne sahadakilere, ne de tribüne gelme cesareti olanlara... Rüzgarı ayrı, soğuğu ayrı, trafiği ayrı... Bir de buna bozuk zemin eklenmiş... Ha sokak arasında çamurlu sahada oynamışsın, ha bu statta...
Ama iki takımın da ligdeki gidişatına bakıldığında, bu faktörlerin hiçbir önemi kalmıyor. Kazanmak zorundalar çünkü... O yüzden gerekirse ekmeğini taştan çıkaracaksın.
Oysa insan Beşiktaş'ın sezon girişini hatırlayınca, şimdiki görüntüsüne şaşırmadan edemiyor. Sahada "pire" gibi çalışan, sürekli yer değiştirip, rakibin başını döndüren, kanat ortalarıyla gole davetiye çıkaran o takım artık tedirgin...
Neden ? İlk yarının görüntüsü şuydu:
Defans, Franco-Ersan ikilisiyle hep sallantıda durdu. Motta sol kanada hücum desteği vereyim derken, rakibe koridor bıraktı. Olcan ile Gökhan, kanat bindirmelerinde bir türlü istikrar yakalayamadı. Takımda futbol zekası görülen iki oyuncu vardı; Hutchinson-Oğuzhan.
Fernandes ise mahallenin kabadayısı gibi... Mücadele etmiyor, canı isteyince oynuyor, servis yapılırsa, yeteneğini hatırlayıp, gol atıyor. Ama bence sadece kendini kandırıyor, çünkü takımını hep 10 kişi bırakıyor...
Zevksiz geçen ilk yarının skoru, 30. dakikadan sonra Beşiktaş'ın hareketlenmesi, Erciyes'in "devre böyle bitsin" yanlışı ile geriye yaslanmasının ürünüydü.
İkinci yarının başında Erciyes'in direkten dönen şutu ağır bir tehdit gibiydi. Ama gerisini getiremedi konuk ekip. Çünkü gol için risk almaya başlayınca, zaten kapasitesi vasatı aşmayan kadro, bloklar arasında geniş boşluklar bırakmaya başladı.
Böylece ilk devrenin son çeyreğinde toparlanan Gökhan Töre'nin de ekmeğine yağ sürüldü. Genç oyuncu attığı golün dışında eski günlerini aratmadı.
Bununla da bitmedi. Oğuzhan ile Atiba kafalarını kaldırınca, Olcay ve Almedia'yı hep boş gördüler. Erciyes forvetteki bu ikiliye önlem alınca, sahanın iki iyisi, bu kez göbekten pozisyon ve gol bile yakaladı.
Rahatladı kısacası Kartal.. O ilk yarıdaki tedirginlik, yerini kendine güvene bıraktı, üst üste gelen goller kara bulutları dağıttı. Ama bu rahatlık abartılınca, ilk yarıda eleştirdiğimiz defansın defoları ortaya çıktı, yenilen iki gol huzur bırakmadı, son dakikalar cehennem azabı yaşattı.
Jones transferi Beşiktaş için taze bir güç... Mutlaka katkı verecektir. Belki de Fernandes'e mahkum olmamak için iyi bir fırsat yakalanacaktır. Ancak Kartal'ın karşısında her zaman Erciyes gibi bir takım olmayacak kuşkusuz. Bu nedenle mental direncini mutlaka üst seviyeye çıkarmalı... Bu direnç tıpkı ikinci 45'teki gibi yukarılara taşınırsa, oyun ahengi de peşinden gelecektir.
‘’18. Bölüm!‘’
Başkan Aziz Yıldırım'ın yargıtay kararları, öfke ile karışmış camia "tek yumruk" olmuş...
Konya'nın, sezon başında yaşattığı şok ise dün gibi akıllarda... Yani rövanş için fırsat ayağa kadar gelmiş...
Kısacası motivasyon için hocanın bile tek laf etmesine gerek yok...
Ama adrenalin, heyecan, hırs, öfke bastırılmayınca, işte Fenerbahçe'nin ilk 40 dakikadaki görüntüsü gibi bir hayal kırıklığı çıkıyor ortaya. Üstelik Konya gibi Mesut Bakkal direncini doğru yansıtan bir rakip de sahaya dikilince beklentiler karşılanmıyor.
İlk yarıda ev sahibinden bilinci açık tek isim Emenike'ydi. Ama o da uzun top atıldığında, rakibini kolayca ekarte edeceği inancını arkadaşlarına aşılayamayınca hep yalnız kaldı.
Orta saha sorunluydu. Mesela Cristian her zamanki gibi (!) kayıptı, Meireles de ona uyuyuyordu. Konya'nın golünde ve tehlikeli pozisyonlarında bu ikilinin yetersizliği vardı. Ne geriye, ne ileriye yararları olmadı. Caner sinirliydi. Kuyt rakip tarafından blokeydi.
Pas organizasyonu da aşağıya doğru inmeye başlayınca, tek çare duran toplardı. İşte Alves'in golü için bu anlamda "kurtarıcı" demek yanlış olmaz.
Konya'nın golünde asisti yapan Gekas ofsayttaydı. Üstelik gözden kaçacak nitelikte değildi.
İkinci 45 Fenerbahçe'nin toparlanış sinyaline karşın Konya geri çekilmedi. Tecrübenin kalesi Hleb'in kaliteli yönetiminde Djalma, T.Borek, Hasan ve Gekas'ın baskısı ev sahibinin dengesini bozdu. Ama Ersun Yanal'ın, sabır taşı çatlatan Cristian'ın alıp, Emre'yi oyuna dahil etmesiyle Fenerbahçe oyunu kanatlara daha iyi yaymaya başladı. Fenerbahçeli yöneticilerin "Son 4-5 maçtır ne oynuyor?" diye eleştirdiği Caner'in kanadı çokça kullanıldı, ama tam randıman alınamadı. Hele Emenike de sakatlanıp çıkınca gözler tribündeki Webo'yu aradı. İşte böylesine forvet hesapları yapılırken, Egemen iki kafayla yıkamadığı Konya kalesini akıllı plasesisi ile devirdi ve bir anlamda gecenin kurtarıcısı oldu.
Bu maçın özeti şu; bundan önceki 17 haftada olduğu gibi Fenerbahçe kalitesi ile değil, ama kazanmak için her saniyesini harcadığı enerjisiyle 3 puanı yakaladı ve en yakın rakibine 10. puan farkını da attı. Yani 8 puan fark kapanır mı tartışmalarına yeni bir boyut kattı.
‘’Farklı kostümler‘’
Ama gerçek şu; Fenerbahçe iki yarıda iki farklı kostüm giydi... İlki üzerine oturmadı, ikincisi biçilmiş kaftan oldu.
İlk yarı bittiğinde özet şöyleydi;
Kayserispor, Fenerbahçe galibi Tolunay Kafkas'ın oyunu ile sahadaydı. Kanatlar takviyeli, orta saha hareketli, geriye yaslanmadan, forvet destekli... Tek sorun top kontrolündeki düşük yüzdeydi..
Ev sahibinde orta sahada kurgu görevi Meireles ile Cristian'daydı. Sow-Kuyt ikilisiyle beslenmesi gereken Emenike ise uzun toplara mahkum edilmişti.
Kayseri'nin taktiği Fenerbahçe'yi zorladı. Caner, Karabük'te olduğu gibi neredeyse hiç hücuma çıkamadı. Sow ile Kuyt kanatlarda boşluk aramaktan yoruldu. Ve beklendiği gibi; Meireles ile Cristian topu ortadan taşıyıp, isabetli dağıtım yapamadı. Tüm bunlara rağmen gol pozisyonlarını bulan ev sahibi oldu. Cristian ile 2, Sow ile (artistik hareket yapmasa gol olurdu) 1 kez tehlike yaratıldı.
Kayseri'nin konsantre oyunu Fenerbahçe'yi her geçen dakika daha da sıkıntıya soktu. Çünkü ev sahibinde ne bireysel, ne de takım oyunu anlamında hiçbir pozitif görüntü izlenemedi.
İkinci yarı bambaşka bir gece yaşandı. Fenerbahçe sanki devre arası aşısı (!) ile daha zorlayıcıydı. Penaltı golü Fenerbahçe'yi rahatlattı, Bobo'nun şok golü ise "4 Türk'ten defans olmaz" özdeyişinin kanıtıydı.
Ama Fenerbahçe artık daha kararlıydı. Çünkü hem Kuyt hem Sow toparlanmıştı. Hele Gökhan Gönül ile Caner de kanatlardan hücuma eşlik edince oyun karşı alana yıkıldı, sanki ortadan gelecek organizasyonlara ihtiyaç bile kalmadı.
Sow ve Topal'ın golleri takımın üzerindeki kara bulutları dağıttı. Bence 90 dakikanın en inatçı ve yararlı ismi Emenike 4. golü sonuna kadar hak etmişti. Caner'in golü çoktan jeneriklerdeki yerini aldı.
Sıkıntılı başlayan gecenin sonu, tıpkı Süper Lig'in ilk yarısı gibi Fenerbahçe açısından mutlu bitti. Daha ne olsun ezeli rakip ile puan farkı 8...
‘’İyi olan kazandı‘’
Karabük ise orta saha kalabalığı ile kanatları da tıkamaya çalışıyor, rakibinin 1. planını yok etmeye çabalıyordu. Sonraki hedef belliydi, top kapıp, kontratak yapmak...
Fenerbahçe'nin, ilk isabetli şutunu 22. dakikada bulma nedeni; Sow ile Kuyt'ın pasif oyunları yüzünden kanat akınlarını sürekli Emenike'nin kafası ile buluşturmaktan başka çare kalmamasıydı.
Baskılı oyunun olmazsa olmazı ise orta sahada iyi paslaşma, topa sahip olma ve başarılı dağıtımdı.. Ama Alper-Cristian ikilisinin bu konudaki klasikleri belliydi; yetersizlik... Zaten yenilen golde Cristian'ın kaptırdığı topun rolü büyüktü.
Bu golden sonra liderin artık ezberlenen dirilişi izlendi. Buna rağmen Caner dışında topu olumlu kullanan pek yoktu. Emenike, eski takımına karşı daha çabalı ve arayış içinde, Mehmet Topal savaşçı, Egemen hava toplarında etkili takviye gücüydü. Doğrusu beraberlik golü sinyalleri de ortadaydı.
30. dakikadan sonra hava harekatını azaltıp, yerden arayışlarını hızlandıran konuk takım, Emenike'nin vuruşundan çok Karabük kalecisinin eski deyimle topu "yumurtlamasına" duacıydı.
İlk yarı boyunca yediği golden sonra hareketlenen Fenerbahçe'yi, ikinci 45'te zorlayacak unsur özellikle Alves'le aksayan defansı olabilirdi. Zira belli ki, ikinci 45'te de baskıyı sürdürecek konuk takım, kontratak koklayacak taraf ise Karabük olacaktı.
Bu öngörümüz ilk 15 dakikada yarı yarıya tuttu. Fenerbahçe'nin, bizim de tahmin ettiğimiz gibi ikinci 45'e gireceğini tespit eden Tolunay Kafkas, takımı daha önde başlattı.
Ayrıca defanstaki ağır bunalım, Volkan'ın çıkardığı üç yüzde yüzlük gol pozisyonu ve Caner'in kademe doğruları ile kanıtlandı.
Üstelik Karabük'ün savunan değil, golü düşünen oyunu Fenerbahçe'nin de forvette çoğalmasını da engelledi. Emenike'nin bencilliği ile kaçan gol dışında pozisyon bulamadı lider...
Karabük'ün ilk 45'in aksine zorlayıcı oyunu, Alves-Egemen ikilisinin rakibe davetiye çıkaran yanlışları, sahanın en iyisi Caner'in başına patladı. Penaltı ile gelen gol, konuk takımın dengesini iyice bozdu. Zaten, Webo'yu almak adına Alper'in kenara çıkmasıyla orta sahanın yeni hakimi Karabük olmuştu. Cristian "sahadaki hayalet" kimliğini yakalamış, Kuyt, Sow "sıfır katkı" ile takımı yalnız bırakmış, açıkcası yenilgi kaçınılmaz olmuştu. Eğer Volkan olmasa tahmin edilemeyen bir fark bile ortaya çıkacaktı.
Bu maçın galibi bizce Tolunay Kafkas'tı. İkinci 45'te, birçok takımın yaptığı hataya düşmedi, geri çekilmedi ve bu restinin karşılığını lideri devirme şerefine ulaşarak aldı.
‘’Kırılma golü!‘’
Konuk takım bugüne kadar iyi futbol oynamaya çalışan kimliğini kanıtlarcasına Kadıköy'e meydan okurken, 24. dakikaya kadar bunda başarılı da oldu. En azından Fenerbahçe'nin, defansına uyguladığı baskıya iyi direndi, top yaptı, hatta hızlı hücumlarla "tehdit" silahını da kullandı.
Fenerbahçe ise Hasan Ali kanadını ofansif kullanma geleneğini sürdürdü. Ama maç eksiği Hasan Ali'yi verimli kılamadı. Gökhan Gönül tarafı daha efektifti. Kuyt'la ahenklerine diyecek yoktu, ancak Cristian ve Alper ile orta saha bu uyuma ayak uyduramayınca pozisyon sıkıntısı yaşandı.
Maçın o dakikalarında da genel pozisyon sıkıntısı vardı. İki dakika içinde Gökhan Gönül ile Emrah'ın çizgiden çıkardıkları dışında, dakikalar 24'ü gösterdiğinde kırılma noktasına gelindi. Sonko'nun yatışına ikinci sarı ile kırmızı ve penaltı kararı doğruydu. Kuyt kaçırdı, ama 10 kişilik konuk takım Fenerbahçe'nin iştahını kabarttı. Zaten son 20 dakikadaki etkisinin açık nedeni buydu.
Buna rağmen Fenerbahçe, aslında iyi başlamadığı ilk yarının ağırlığını üzerinden hemen atamadı. Kuyt'ın kaçırdığı golün ardından ev sahibinin sıkıntısı bireysel bir patlama ile atılabilirdi. Tıpkı Emenike'nin, eksik defans karşısında eski günlerini hatırlatan gücü, top sürüşü ve nokta vuruşundaki kişisel yeteneği gibi... Bu gol sanki devreyi değil maçı da bitirdi.
İkinci 45'e Alper'in yerine Webo'yu alarak başlayan Ersun Yanal'ın düşüncesi belliydi. Tamam, Alper kötüydü, ama Yanal hem 10 kişi kalarak sallantıya giren Akhisar'ı bitirmeyi hedefliyor, hem de 1-0'ın riskini hemen yok ederek rahat nefes almak istiyordu.
Bu planların hepsi tuttu. Çünkü Akhisar, rakip forvet baskısı artınca orta çizgiyi bile geçemedi, Fener kanatlarıyla havalandı ve Sow'un golü, beraberlik riskini ortadan kaldırdı. Sonra rahatlamayla gelen fark ortaya çıktı.
İlk yarı sonunda yazdığımız gibi aslında maç Emenike'nin golüyle bitmişti. Zira Fenerbahçe'yi eşit şartlarda zorlayabilirsiniz, ama 10 kişi kaldıysanız ve de sarı lacivertliler, "üç siyahıyla (Emenike, Sow, Webo)" karşınıza dikilirse, şansınız kalmıyor, yenilginiz kaçınılmaz oluyor. Akhisar da direncini çabuk yitirince, ilk yarı liderliğini bu skorla garantileyen ev sahibinin işini kolaylaştırdı
‘’Çamurdan olsun...‘’
Dünkü 30. dakika sona erdiğinde tespitimiz, Galatasaray'ın dengeli futbolla iyi yolda şeklindeydi. Gerçi Juventus biraz kıpırdanmaya başlamıştı ama, temsilcimiz soğukkanlılığını hiç kaybetmiyor, orta sahaya rakibine kaptırmamaya çalışıyordu.
O yüzden bugünkü 14 dakika önemliydi. Bir meydan okuma olmalıydı. Konsantasyon zordu. Baskın basanın olacaktı. Juventus ilk dakikalarda bu anlayışla rakibinin üzerine gitmek istedi. Ama tarlaya dönen sahada top sürmek, yerden pas atmak olanaksızdı. Bu Galatasaray için belki de avantaj oldu. Çünkü biraz savunmaya yaslanan cim-bom uzun toplarla Burak ve Drogba'yı görmeye çalıştı. 14 dakikada ne yapılabilirse, iki takım da onu yapmaya çalıştı. Ve dünyanın en kısa maç başlangıcıyla soyunma odalarının yolunu tuttular. Aslında bu durum kenar yönetimlerinin idealiydi. 14 dakikadaki defolar, devre arasında kolayca giderilebilirdi.
İkinci 45 artık gerçek mücadeleydi. Galatasaray galibiyet bilinciyle ileriye daha fazla yaslanıyor. Eboue ile Riera kanatları daha etkili kullanıyordu. Ama şanssızlık orta sahanın balçık çamur olması ve organizasyona izin vermemesiydi. Juventus ise artık 1 puan niyetini iyice belli etmeye başlamıştı. İşte orada hata yaptılar...
Drogba'nın vurduğu, Buffon'un müthiş kurtardığı top belki de turun habercisiydi. Zira Galatasaray'ın cesareti artmıştı. İtalyanlar rölanti yanlısıydı. Arada bir hücuma niyetleniyor, ama Gökhan-Semih ikisinin göğsüne çarpıp kalıyorlardı.
Sonra sahanın en vasat adamı Sneijder'in golü geldi. Açık söyleyelim, bu gol Galatasaray'ın hakkıydı. Çünkü hırsı, arzusu, konsantrasyonu, İtalyan ekibinden kat be kat fazlaydı. Orta sahada Melo ile Selçuk'un insanüstü mücadelelerini alkışmayı da unutmamak gerekir.
Tebrikler Galatasaray...
‘’İyi gidiyordu‘’
Bu duvarı yıkması beklenen faktörler, özellikle sağda Eboue, solda Riera'nın etkili kanat akınlarıyla, Burak ve Drogba'nın takipçiliğiydi.
Eboue sağ kanadı, Chedju'nun da desteğiyle iyi kullandı. Gerçi gollük pozisyonlar hazırlayamadı, ama Juventus duvarını sabırla sarsmaya çalıştı. Riera kanadı daha az etkindi. Orta sahada Melo gayretli, Selçuk çalışkandı. Sneijder'in maç eksiği hemen hissedildi. Çünkü ortalarda yoktu. Zaten İtalyan kalabalığı içinde, onun için ağır sayılabilecek sahada sadece ayakta kalmaya çalıştı.
Juventus, top rakipteyken kapanıp, kendisine geçtiğinde çoğalıp, gol atma peşine düştü. Bir kez de golle burun buruna geldi. Ancak bu pozisyon Galatasaray'ın gole dayalı riskli oyunundan doğdu.
25. dakikada başlayan kar, zor gece modunu bir derece daha yükseltti. 31. dakikada kapanan çizgiler, iki takım için de hep futbolda özlenen molayı gündeme getirdi.
Aslında bu dakikaya kadar iki takım da birbirlerinin açığını bekleyen boksörler gibiydi. Dengeli ve dikkatliydiler... Üstün olan yoktu. Galatasaray gole ihtiyacı olmasına rağmen soğukkanlıydı.
Maç ertelendi, ancak bizce Galatasaray'ın sistemi umut veriyordu. Bundan sonrası için de aynı umut sürecektir kuşkusuz...
‘’14. zafer haftası‘’
Rize rakibin bu görüntüsünü boş çevirmedi elbet. Çünkü Alves bile zamanlama hatası yapıyor, Gökhan Gönül ile Caner orta sahayı geçemiyor, ev sahibi golünün ayak sesleri duyuluyordu. Bir kademe hatası ve rakibini takip etmeme hastalığının faturası Kweuke ile çıktı.
11. dakikadaki gol Fenerbahçe'yi kendine getirmeye değil Rize'yi cesaretlendirmeye yaradı. Çünkü konuk takımın toparlanmaya niyeti yoktu. Kweuke'nin yüzde yüz pozisyonda kaçırdığı 2. gol en ciddi uyarıydı. Ama sarı-lacivertlilerde ne yaptığını bilen Kuyt ile Sow dışında kimse olmayınca, bu uyarıyı üzerine alan olmadı.
Rize son 20 dakikada geri adım atmadı. Kademeli baskıyı hep sürdürdü. Fenerbahçe ise kısa ve organize paslar yerine hava toplarıyla skor bulmaya çalıştı. 40'da Sow ile kaçırdığı gol ilk 45'deki Fenerbahçe adına ilk sinyaldi sanki. Bir-iki iyi hücum denemesininin ardından Cristian'ın frikiği devrenin kurtarıcısı oldu.
İkinci 45 başlarken görüldü ki, beraberlik golü Rize'nin moralini etkilemişti. Ev sahibinin fizik gücü ve temposu da her dakika gerileyince, Fenerbahçe kıpırdadı. Kaleci Serkan'ın kurtardığı iki pozisyon, konuk takımın kanatlara yayılmaya başladığı anlardı. Kuyt, Sow, Emenike ve biraz Cristian, Rize'yi sarsıyordu.
Alper-Webo değişikliği doğru bir hamleydi. Rize'nin sallantıda olduğunu gören Ersun Yanal'ın amacı, bitirici darbeydi. Zaten Alper de oyundan düşmüştü.
Ve o darbe 83'te vuruldu. Hem de Webo tarafından. Yani Yanal'ın planı tutmuştu.
Aslında bu maç Fenerbahçe'nin bu sezon 14 haftadır vizyondan inmeyen gösterilerinden biriydi; kötü oynayabilirsin, sıkıntı yaşabilirsin, ama asla pes etmemelisin...
Bu nedenle, fizik gücüne kademe atlatan ve kazanma mantığını son dakikaya kadar taşıtan Ersun Yanal'a kesinlikle hakkını vermek lazım.