‘’Çıkmaz sokak‘’
Her defasında aynı şeyleri yazıyor olmak acı, sıkıcı, vicdan azabı. Her defasında “Durum İngiltere’nın dibe vurduğu günlerdeki gibi değil. Holiganlık kelimesi ağır” diyorduk. Zorla holiganlığa itiliyoruz. Italyan Stefano Faccendini, Supporters Direct’in dergisinde ülkesindeki olayları yorumlarken sanki Türkiye’yi anlatıyor, sanki kendi sesimizi duyuyoruz: “Köklü değişim gerekiyor. İngiltere’de yapılanları bire bir uygulamak çok zor. Ama İngiliz modeli örnek alınabilir. Sosyal bir model oluşturulup, futbol ve kamu kurumları ortak çalışmalar yürütmeli. Statların neredeyse tamamı eski ve güvensiz. Olaylardan sonra hep klasik açıklamalar yapılıyor. Yetkililer, en iyiyi biliyormuş gibi davranıyor. Oysa olayların sebeplerini anlamak zorundalar. İnsanları susturmayıp dinlemeliler. Dışarda bırakmamalılar. Herkesle konuşmalılar. Dürüstlük, birlik, saygıyı öğretmeliler ama önce kendileri örnek olmalılar. Uzlaştırıcı olmalılar, engel değil. Daha sert kanunlar ve kör baskı nadiren olumlu sonuçlar doğurur.“Bu ifadeleri Türkiye’ye uygulayalım: Futbolla ilgili hiçbir kurum kaliteyi, güveni artırmak ve tarafsız olmak için çalışma yapmıyor. Milyonlarca dolarlık sistem, fikir ve kurum tekelleşmesinde. İtalya’da da herkes ayağa kalktı, ama ligleri tatil etmek gibi radikal kararı almaya kimse cesaret edemedi. Ortada böyle bir maddi güç, rant varken kolay mı?!Kulüpler parayı elinde tutanın sözünden çıkmaya cesaret edebilir mi? Birleşip bu konuların düzeltilmesi için federasyonun, hükümetin karşısına dikilebilir mi? Asla. Hükümet emniyet, medya ve taraftar da dahil herkesi yanına alarak en az 3-4 sene sürecek “önlem planını” oluşturabilir mi? Uygulanabilir, seri, yapıcı kararlar içeren. Onları maddi ve manevi fedakarlıklar gerektirecek planı uygulamak zorunda bırakabilir mi? Soruyu ters sordum aslında: Siyaset futbolun seçim gücünden, futbol takımı üstüne rant hesaplarından vazgeçebilir mi? Emniyet, devlet, federasyon ve medya öncelikle halkın, sporseverlerin onlara güvenmediğini, sorunları çözmek istemediklerini düşündüklerini kabullenmeli. Kendilerinin gerçeklerden ve taraftarlardan ne kadar kopuk olduklarını da. Taraftarı işin dışında tutuyorlar. Günlük yaşıyorlar, sebeplerle asla ilgilenmiyorlar. Zira çoğundan kendileri sorumlu. Bu işin, sistemin içindekiler, onunla beslenenlerle çözülemeyeceği kesin. İstemezler. İtalya’da olduğu gibi.
‘’Sorumluluk‘’
Bir futbol takımında savunmanın nasıl her işi yapmak zorunda kalabileceğini, Fenerbahçe-Konyaspor maçının ilk 45 dakikasında gördük. Sarı-lacivertliler’in defansı, oyun kurma, hücum, ileriye destek ne varsa sırtladı. Takımı oynattı, itti. Konyaspor’a direndi. Şimdiye kadar tüm suçların babası gösterilen Alex’in çabaları ve zekası görebildikleri tek destekti. Koskoca rakip yarı sahada tek Sarı-Lacivertli olan Kezman’a dil uzatmaya vicdanın el vermeyeceği kadar inanılmaz bir manzara. Taktiksel bir tercih değil. Futbolcu tercihi. Bilinç kaybı. Kendi yarı sahasında rakibi bekleyen, derinlik sağlamayan (hareketli oynamadan nasıl olacak ki?), yakınındakine destek vermediği için top kazanamayan orta alan ekibi. 2. yarı ise düşük orta saha omuzu doğrulttu. Yer değiştirdiler, hücuma sızdılar, top istediler, aldılar, bastılar. Hâlâ istenen seviyede olmasa da hep yaptıkları işleri hatırladılar. İlk yarıdaki Fenerbahçe’ye üstünlük kuramayacak takım yok. Yani rakibin hata yapmasını, durağan oyunla bekleyen Fenerbahçe’ye. Deplasmanda bile. Ve ligin ikinci yarısında dönem dönem bu çıkmazı yaşıyorlar. Artık kafalarındaki bu tereddütleri gidermeliler. Sorumluluk almaktan korktukları sürece maçları çözemeyecekler. Kezman, Deivid, Nobre, Anelka... İstenen yapıda golcüler, forvet oyuncuları değildi. Yani planlanan takım 4. senesinde de tam olarak kurulamadı. Her sezon birşeyler eksik kaldı. Bu forvetlerin bireysel eksikleri bir yana verimli olabilmeleri için orta sahanın ve açıkların onlara sürekli yakın durması lazım. Kezman’a topu attıktan sonra top istemedikçe verim alınamaz. Daha önce de belirtmiştik. O üçüncü golü Türkiye’de alışkanlık olarak atabilecek takım yok. Alex ilk topu gönderdiğinde atağın nasıl şekilleneceğini, Alex’in ortadan sızacağını biliyoruz. Bu, kazanılması zor bir takım değeri. Pozisyonu Appiah öncesinden göstermemek futbola saygısızlık olur.Hakemlerin aslında takımlar arasındaki dengeleri bozan en büyük hatası, güven zedeleyici kararları çıkardıkları kartlar. Aynı hakem aynı maç içinde bile kendisini inkar ediyor. Futbolcuların yaptıkları hareketlerle ilgili gördükleri cezalar arasında vicdani uçurum var. Gündemden, kişilerden, olaylardan etkileniyorlar. Acı bir durum.Alex ve çift forvet ile işler iyi gitmiyor, öyleyse tek forvet kurgusu Alex ile nasıl oynanır? Bu doğrultuda hangi özelliklere sahip futbolcular transfer edilmeli ve o tek forvet için doğru adam kimdir soruları, 2 yıldır olduğu gibi hâlâ Fenerbahçe yönetiminin defterinde. Tümer ile ve Tümer’siz notu da Zico’nun.
‘’Kimin derdi daha fazla?‘’
4 hafta öncesine kadar ligin dibine yaklaşması konuşulan Trabzonspor’un bile ikincilik şansı var. Şu anda 2. olan Beşiktaş’ın Avrupa Kupaları’na gidememe ihtimali bulunuyor! Ürkerek çıkılmayacak “ertesi hafta maçı” neredeyse yok. İmrendiğimiz İspanya Ligi gibi. Bu, takımlar için endişenin yanında mutluluk verici: Herkes herkese çelme takabilir. Özellikle Fenerbahçe için fırsat. Tek değil, neredeyse 4 rakip var. Kayserispor, Gençlerbirliği için Şampiyonlar Ligi telaffuzu var. Ama en gergin görünen de Fenerbahçeliler. Geçen sezon son hafta kaybedilen şampiyonluğun öfkesi ve üzüntüsünü dökme fırsatları olmadı. Zira ertesi gün yönetim krizi ile boşluğa düştüler, kalan süre de teknik direktör ve transfer belirsizlikleriyle geçti. Aziz Yıldırım ertesi gün Fenerbahçeliler’e boşuna mücadele etmediklerini, 3 yıldır yapmaya çalıştıklarından vazgeçmeyeceklerini, doğru yolda olduklarını yüz yüze ifade etmeliydi. O gün sustu, 10 aydır susuyor. Takıma da yansıyan, yansıtılan gerginliği, paniği ve karamsarlığı bitirebilir. Fenerbahçeliler’e hitap ederek. Bu ruh hali dışındakiler abartı. Medyadaki panik havası da. Kulüp yönetmek, takım çalıştırmak kriz yönetmektir. Sakinlik ve kararlılığınızı göstermektir. Kitlenin zaafiyetlerine sahip olmamaktır. Yönetim, her zaman olumsuzu konuşup kendi kendisine zarar veren Fenerbahçe ruh haline aykırı olmalı. Şimdilik öyle gibiler. Fenerbahçe 2 yılın birikimiyle kadro sorunu yaşıyor, teknik adam değişikliğinin sancılarıyla uğraşıyor, tercihleri tartışıyor, gücü eski seviyesinde değil. Ama düzeltilebilir, takımın da altından kalkabileceği sorunlar. Fenerbahçeliler esas kendi kültürleriyle savaş halinde. Genel ruh hali her zaman olumsuzu konuşmak olduğu için kazandıklarını göremiyorlar. Hâlâ Avrupa performansının kendileri için tarihi ve tesadüf olmadığının farkında değiller. Kim başardı bunu?Yani lig ikincisi ve üçüncüsünün sorunu ağırlıklı olarak yönetimsel ve Fenerbahçe’den çok daha fazla teknik-taktik ile ilgili. Beşiktaş, Tigana’yı gönderseydi şimdi bu konumda olabilir miydi? Doğruyu mecbur oldukları için yaptılar. Doğru olduğu için değil. Yani uzun vadede idari tehlikelerde azalma yok. Kadro ve sergiledikleri oyundaki problemlerinde de. Galatasaray geçen sezon yaşayacağı ile bu sezon yüzleşiyor. Teknik direktör Arthur Zico, Sivasspor maçı sonrasında söylediği şekilde korkmadığını üzerine basa basa vurguluyor ve ekibine güvendiğini nasıl dile getiriyorsa, Fenerbahçeliler de, şimdiye kadar iyi işler başarmış takımlarına sonuna dek güvenmeli.
‘’Kayıp beyaz sayfalar‘’
Kepazelik nedir? Rezalet? Çöküş? AZ Alkmaar’a mı yoksa Tromsö’ye mi elenmek? Medyaya göre Alkmaar’a elenmek. Ürünü sattıran, para kazandıran neyse ona yükle; iyiyken de kötüyken de aşırıya kaç! Medyanın popüler olana sırtını vermesi yapısal ve evrensel gerçek olabilir. Ama onu sömürmek için futbolu ve kamuoyunu tek merkeze odaklanmaya zorlamak tehdittir. “Ne yapalım. Okuyucu bunu istiyor”. Evet. Türkiye’de tek kanal dönemlerinde belgesel ve açık oturumları seyrederken bugünkü dizi çöplüğünün, eğlence programlarının hayaliyle yaşıyorduk! Talebe medya cevap mı verdi, yoksa talebi yaratıp zarar verecek kadar şişirdi mi? Hal böyle olunca kupada düşmeme mücadelesindeki takıma evinde Fenerbahçe elenseydi, medyada kan gövdeyi götürürdü diyoruz.Başka bir çıkmaz: Yorumcular hâlâ karar veremiyor. Geçen sezon iki takım şampiyonlukta yalnız kaldı, hep kazanıyorlar diye kalitesizdi. Ya da Fenerbahçe devre aralarına farklı önde girdiği için. Şimdi de tarihteki 4 şampiyon kaybediyor diye kalitesiz. “Puan cetveline bakmıyoruz, oynanan şey futbola benzemiyor ki” diyenler de oldu. Eskiden daha iyisini mi seyrediyorduk? Neye göre futbola benzemiyor? 1970 Dünya Kupası’na mı, İtalyan tarzına mı, İspanya’ya göre mi? Lyon’a mı, Bayern Münih’e göre mi? Üstelik yorumlar samimiyet ve bilgi desteğinden şüphemiz olacak kadar subjektif. On kişi söylüyor diye doğru olması da gerekmez. Zira yorumcu kültürümüzde ciddi bir ‘başkalarından etkilenme’ var. ‘Tek fikirlilik’ var. Herhalde şu anda bu ülkede en çok takdir edilen, övgü alan kişi milli takıma geri dönmesi istenen Tugay Kerimoğlu’dur. O, Türkiye ligini rekabetçi ve kalitesiz bulmadığını belirtiyor. Neden pas geçiliyor? Çoğunluğun kamuoyuna empoze ettiği fikre ters diye mi?Diğer yönü tartışmak daha zor elbette. Kulüpler kötü yönetiliyor. Teknik direktörlerin ayakları kaydırılıyor. Kulüp hedefleri birey hedeflerine kurban ediliyor vb... Ama futbol adına saha içinde değişik bir şeyler yapıyorlar. Sık sık rastlamadığımız... Antalya ve Kayseri Erciyes’in 4-5 maçlık istikrarları sonucu, Fenerbahçe ve Galatasaray’a üstünlük kurmasıdır incelenmesi gereken. Kulüplerin bunu nasıl alışkanlığa çevirebileceğidir tartışılması gereken. Bu yüzden yukarıdaki ‘manşetlik sıfatlar’ Türkiye’de boşa harcanıyor. Mesela ‘kepazelik’ lafını statlarımızın hali için kullanabilirim. ‘Rezalet’i poliste kaydı bulunan adamların tribünlere girip yurt dışında maçlara gidebilmesine, devletin ve emniyetin göz yumması için kullanırım. ‘Çöküş’ü futbol yorumcularının bu oynak ligde nerdeyse her hafta bir önceki sözlerini yutmak zorunda kalışı için kullanırım. ‘Zafer’i medya kendi üstüne düşen değişimi yapıp sporu tartışmaya başladığında kullanırım.
‘’Yüzleşme‘’
Bu dezavantaja rağmen ligde de ayakta kalmak zorundaydılar. Kalmaya çalışıyorlar. Üstüne kabus gibi binen tribünlerin ağırlığına rağmen 3-1’i 3-3’e çevirecek psikolojik direnişi sergileyen güçlü karaktere sahip bir takım... Defansı, forveti ciddi hasar altındayken, futbol yorumcuları ve Fenerbahçe taraftarı, ligdeki sonuçların hesabını o akşam çimlere taşırken...“AZ gibi zayıf takıma karşı geriden gelmek marifet mi” dediniz? Doğru ya Fenerbahçeliler’e göre her rakip kasaba takımı. Evet, AZ de kasaba takımı. Nüfusu 95 bin. Ama herhalde orada futboldan anlayan ve seven insan sayısı istanbul’dakinden fazladır. Rövanşta göreceğiz.Peki ya Schalke? Dinamo Kiev? Sonucunun elenmek olduğu Eintracht Frankfurt? Avrupa Kupaları’nda evinde kaybetmeyi kabullenmeyen bir Fenerbahçe’ye hiç rastlamış mıydınız? En kasaba takımı gibi olanlara karşı bile! İşaretleri 2 sezon önce Lyon maçlarında gelmemiş miydi? Avrupa’nın dört temel liginin temsilcilerinin olduğu gruptan çıktı. Hiç görmediğimiz özgüven, rahatlık ve inatla mücadele ederek. Şimdi Hollanda ekolü karşısında. Bir tek Fransa kaldı! Ve Takım hâlâ ayakta! Onlar taraftardan çok daha inançlıydı. Son 4 yıldır taraftardan daha ileride oldukları gibi. Bunların değerinin anlaşılması için ne lazım? 2 yıldır Alex’i takımdaki sorunların anası-babası gibi sunup inandırdığı gibi medyanın her gün bunları yazıp çizmesi mi gerekiyor? Boşuna beklemeyin. Peki neden düşünmek, gördüğünü yorumlamak yerine hep kızdığınız o insanlara inanmayı tercih ediyorsunuz? Mesela Rüştü’nün yerine oynasın diye alkışladığınız Volkan’a şimdi niye küfür ediyorsunuz? Tuncay golcü olarak oynamalı diye ne çok tartışılmıştı hatırlıyor musunuz? Şimdi sol kanadı bıraktı mı? Daum döneminden farklı bir görevde mi? Başarılı mı? Durumlar değişmediyse niye artık bunları konuşmuyorsunuz?14 Mayıs’tan 14 Şubat’a, 9 ayda Fenerbahçe’yi destekleyenlerin doğurduğu çocuk işte bu. Bir yarısı, kimsenin kolay katlanamayacağı dönemleri sadakat, sevgisi ile atlatıp kulübünün en büyük gücü olmuş; diğer yarısı nankör, kolayca kışkırtılabilen, yönlendirilebilen ve kendisine zarar veren kimliğinden kurtulamamış. Ve o çocuk, takımı 3-3’ü yakalamışken futbolcusunu yuhaladı.Alex’i ne Fenerbahçeliler ne de Türkiye izlemeyi hakediyor. En azından eleştiri yapmanın ne demek olduğunu öğrenene kadar. Bu takımı ise Fenerbahçeliler haketmiyor. Fenerbahçe’nin en büyük mücadelesi kendisi ile.
‘’2 ayın sonunda‘’
Fenerbahçe en iyi Avrupa kupası performansını yaşıyor. Ama sancılarla kavuştukları defans hattı dağıldı. Şimdi alternatifler Dinamo Kiev maçlarından kötü hatıralar taşıyan Serkan ve Can. Serkan’ın Rizespor karşısında yerini kaybetmesi, müdahale yetersizliği ve yüksek pas hatası tek maçlık aksaklıklar değil. Takım savunmasını ciddi anlamda yıpratıyor. AZ Alkmaar gibi hızlı ve pas yapabilen bir takıma karşı istenmeyecek görüntüler oluşabilir. Deniz’i geriye koymak ise orta sahayı çıkmaza sokuyor, Appiah’ın performansını etkiliyor. Sadece Deivid ile hücumda çözüm üretmek zorundayken üstüne top kesemeyen ve çabuk oynayamayan orta saha, gol pozisyonları seçeneklerini daraltacaktır. Önder’in sağbeke geçişi o dörtlünün dengesini sağlamıştı. Kerim veya Serkan bunu yakalayamadı. Zico’nun fazla seçeneği de yok. Peki ya Ümit? Onun sağ kanatta ortalamanın üstüne çıkabildiğini biliyoruz. AZ’nin UEFA ve ligdeki üretkenliğine, temposuna baktığımız zaman eksik Fenerbahçe’nin gol yememesi neredeyse imkansız. Mesele bir fazlasını atabilecekler mi? Bu durumda 2. maç her sonucu doğurabilir. Hücuma yatkın ve pozitif düşünen takım Türkiye liginde pek yok. Faul yapmaktan çekinmeyeceksin. Daha doğrusu erken faul yapıp onları kendi yarı alanlarında durduracaksın. Fenerbahçe bu sefer bunu başarmalı. Aksi halde Lugano ve Önder’siz Fenerbahçe’ye karşı AZ istediğini elde etmekte zorlanmaz. En sevdikleri ortama geliyorlar: Deplasman, kontratak... Sevilla’ya attıkları golde kendi alanlarından ileride koşu yapan iki adama uzun top atıyorlar, rakip defans açık alanda iki kişiyle yakalanıyor ve pozisyon alamadan golü yiyorlar. Diğerinde ise defans topla çıkarken Şota’nın ayağına atıyor... Kayserispor karşısındaki AZ’yi ölçü alanlar yanılır. Ya da Van Gaal’i Barcelona günlerini düşünerek yargılayanlar. O maçlar AZ karakterini anlamak için yeterliydi, ama performans olarak takım halinde yukarı çıktılar. Son bilgilere göre Şota kadroda yok. Koevermars ligde 17 gole ulaştı. Onu topun kokusunu alan adam olarak nitelersek, Dembele forvet hattının işçisi. Şut, frikik, kafa, uzun çapraz top, kısa paslar, dönen toplara hakimiyet gibi çeşitli gol çözümlerini cin gibi ve verimli golcülerle iyi uyguluyorlar. Orta saha ve defansın joker elemanı Mendes cezalı. Defansın daimi isimlerinden Opdam da. Yarım sezon içinde sürekli kaleci değiştirdiler. Eldiven en son 23 yaşındaki Waterman’a kaldı. Savunmaları hassas. Fırsatları boşa harcarsanız, onlar eninde sonunda atmayı becerirler. Sevilla’ya yaptıkları gibi.Sık sık tekrarlıyoruz. Bu tip maçlar tüm takımın ekstra işler yapmak zorunda olduğu karşılaşmalardır. Ciddi eksikleriniz var, eksiklere çözüm üretemiyorsunuz ve sizin tüm zayıf noktalarınızı değerlendirebilecek tarzda bir rakiple karşılaşacaksınız. Bizleri ise gruplarda yazdığımız gibi, futbol adına keyifli maçlar bekliyor.
‘’İtiraz ediyoruz‘’
Evet, kimi zaman kaybolur, aşırı kırılgandır vb. Ama ortalama olarak ligimiz için büyük bir futbol kazancıdır. Alex ve onun gibi adamların çöpüne bile muhtacız. Gaziantepspor maçının 21. dakikası. Beşiktaş hızlı hücuma kalkıyor. Delgado’dan Burak ve Bobo’ya uzanan paslaşmalarla. Liglerimizde sık göremeyeceğimiz güzellikte. Sanki artık ezberlemişler ve gözü kapalı sahaya döküyorlarmış gibiydi. Değil, Beşiktaş’ın sertifikayı alması için bu tip atakları sürekli yapması lazım. 4 yıldır futbol oynamadığı iddia edilen Fenerbahçe buna sahip. Defans planlarına kaydığı düşünülen günümüz futbolunda kolay olmayan seri pas organizasyonlarını oyun karakteri yaptılar. İstenen seviyede değiller, daha iyi noktada olmalıydılar. Ama inatla deniyorlar. Gençlerbirliği’ne attıkları 2. golü bir çok takım tesadüf olarak atar, ama Fenerbahçe için kimliktir. Tekrar tekrar yaparlar. Futbol adına çabaları saygıyı hak ediyor. Burak Yılmaz’ı izlerken ise genç Türk futbolcusu dertleri kafanıza çörekleniyor. Kalıplı, ortalama profile göre iyi pas becerisi ve aklı var. Değişik mevkilerde oynayabilecek kapasitesi var (defans önü, orta saha gibi). Ama kısa sürede şımarmaya meyilli, gelişmeye çaba harcamayacak, işin kolayına kaçacak karakter onda da var. Beşiktaş günlerine “golcüyüm” sözleriyle başladı mesela. Oysa kapasitesine haksızlık. Arda’yı kendi kulübü taşıyamıyor. O, bu ortamda kendisini nasıl taşısın? “Eski Arda dönecek” diyorlar. Hangi eski Arda? 20 yaşında, ligde 1 yıldır varolan gençten söz ediyoruz. PSV maçında attığı kafanın işaretleri 5 maçtır geliyordu. Yeteneklerine biçilen “oyun lideri, 10 numara” tanımlamalarına layık olması için geliştirmesi gereken yığınla nokta var: Devamlılık, güç, şut, defans, atak çeşitliliği... Ama herkes ona “Sen tamamsın, yıldızsın” diye davranıyor. Türkiye dışındaki dünyanın ne acımasız olduğunu ve neler istediğini Dortmund’lu Nuri’yi göstererek bile anlatabilirler. Tuncay da sizi kızdıran, düzeltmediği zafiyetler sergiler. Top kayıpları ya da pas tercihleri gibi. “Golcü olacağım” polemiklerine ister istemez takılmıştı. Ama yine de yakın dönem isimlerin hepsinden çok farklı. Ve hâlâ Türkiye dışına gidecek, tutunabilecek potansiyeli olan tek isim. Fenerbahçe’ye geldiğindeki duruşu, karakteri ve katettiği yol ile diğerlerini karşılaştırdığınızda fark ortaya çıkıyor. Kriz içindeki takımın sahada isyan eden genç lideriydi. Fenerbahçe’de böyle bir yükü sırtlayıp, altından kalkabildi. Diğerleri bunu başarabilir miydi ? Ama kafa yormaya gerek yok. Alex, Delgado, ve diğer yabancı oyuncular... Hepsi sizin yüzünüzden, sizin!
‘’Faydalı bir ilk‘’
Fenerbahçe’nin hiç alışık olmadığı radikal bir hamle yaptı bu sezon. Kupa maçlarında yedeklere ağırlık verdi. Hiçbir teknik direktör bu kararlılığa sahip olamamıştı. Sonuç almanın dışında futbolcuların saha içindeki rahatlıkları şaşırtıcı. Panik olmuyorlar, istediğini önünde sonunda alacakmış görüntüsü veriyorlar, oyundan düşmüyorlar, ciddiler. Maçlar arası süre uzun olsa da devamlılık gösteriyorlar. Oysa kazanılamadığı için kâbusa dönüşen kupa hep yıpratıcıydı. Zico’nun bakış açısı futbolcuların duruşunu değiştirmiş, iyi hava yaratmış. Belirttiği gibi, önemsiyorlar. Ama düşünmeleri gereken 3 yarış var. Kupadaki kafa rahatlığına rağmen eksik ilk 11’in Erciyesspor karşısındaki gergin ve düşünceli hallerinin bir sebebi de UEFA Kupası’ndaki AZ Alkmaar maçı olmalı. Ama lig-UEFA psikolojik ayrımını iyi yapamazlarsa başları ağrıyabilir.Teknik direktör için her mevkide diğerini aratmayan iki isim bulmak bile zorken, üçüncü alternatife mecbur kalmak kolay çözülebilecek sorun değil. Daum’un ısrar ettiği ‘her futbolcuya birden fazla mevkide oynama becerisi kazandırmak’ anlayışı, 7 aydır takımın başında olan Zico için kolaylıklar sağlıyor. Bir kısmını kendisi deneyerek keşfetti. Puan ve zaman kayıpları oldu. Hâlâ değişik seçenekler üretebilir. Ancak yine son 2 sezondur sonraki yıla aktarılan problemler var: Takımın kimliğini değiştirebilecek, oyun anlayışına uyan Selçuk ve Kemal’den istikrarlı biçimde faydalanma fırsatı olmadı. Onlar da kendilerini geliştirecekleri dönemi sakatlıklarla tüketmek zorunda kaldılar. Yerlerini doldurabileceğiniz (hazır) Türk oyuncu seçeneği neredeyse yok. Yani çözüm yolları azalıyor. Aurelio, Deniz ve Appiah’ı tüm sezonu sırtlamak zorunda bırakıyor. Top kayıpları ve savunma zayıflığını bir tarafa koyarsak Selçuk, Alex (ve izinliymiş gibi duran Tümer) dışında takımda oyunu açma ve pas becerisi olan en önemli isim. Sağlık durumları izin verirse onları kullanabilme başarısı, alacağı verim Zico’yu rahatlatacaktır. Belki gol bölgesindeki çözülemeyen durumları bile kısa dönemde önemsizleştirecektir.