Arama

Popüler aramalar

‘’Futbolun çiğnenen onuru‘’

Fenerbahçe Galatasaray derbisinden sonra ‘futbol’ adına hiçbir şey konuşulmadı. Konuşulamadı. Zira bunu yapabilmek için maç öncesinde ‘futbol’un gerçeklerini konuşuyor olmak lâzımdı. Yaratılan sahte dünyayı değil.
Pazar günü yine o sahtelikle çelişen bir vukuat gerçekleşince herkes fişi çekti. Öyle ya, 3 yıl önce tek maçla Lincoln’ü Alex’ten üstün yapan yorumculardan bahsediyoruz. Ve izleyicilerden.
Kandırıyorlar. Galatasaray’ı, diğer takımları, futbolcuları, izleyenleri... O kadar çok tekrarlıyorlar ki, en sonunda kendileri de inanıyor söylediklerine.
De Sanctis’in yan top zaafiyeti ancak bu maçta ortaya çıkıyor. Galatasaray’ın üst üste iki ağır maçı çıkaramayacağı ancak şimdi anlaşılıyor. 4 senedir sürekli değişen takım yapısının, kötü yöneticilik olduğunu niye anlatmadıkları da...
6 yılını Villarreal’de daimi oyunculardan biri olarak geçirmiş, İspanya Birinci Ligi’nde 8 yıl yer almış Josico’yu, yaşı, transferinin doğruluğu veya yanlışlığı dışına taşırıp kalitesiz noktasına getirme cüretindekilerin boş konuştuğu şimdi anlaşılıyor. Yıllardır yayınlanan İspanya Ligi’ni izlemedikleri de...

Arda’ya hakem yaklaşımları

Emre Belözoğlu’nun kolunu basın tribününe uzatan süreci Sabri’den sonra Arda’ya yaşatmakta kararlı oldukları da anlaşılıyor. Yani sözde korurken, göz yumarken yoldan çıkarmakta. Son haftalarda kırmızı kartı isteyen Arda’nın yanağından sempatiyle makas alan ve sırtını sıvazlayan hakemlerin, diğer futbolculara kaşlarının niye çatıldığını anlatmıyorlar. Bu işin mahallenin çocuklarını kolladığınız sokak turnuvası veya torpilin işlediği devlet dairesi değil, milyonlarca insanı etkileyen, adalet için kuralların konulduğu bir organizasyon olduğunu hatırlatmıyorlar.
Galatasaray’ın bu sarı ve kırmızı kartsız, şefkatli yaklaşımlarla yıllardır ne büyük avantajlar sağladığına değinmiyorlar. Son 3 haftadır hakemlerin bu alışkanlık ve zorunluluk yüzünden kendilerini ne durumlara soktuklarına da... Diğer takımların buna saha içinde cevap verebilecek gücünün olamayacağına da...
Her ülkede futbola birkaç takım hakimdir. Medya onları yazar, hep onlar konuşulur. Ölçü onlardır. Diğerleri hiçbirini sevmez. Çıkar için içlerinden birine daha fazla yanaşmaz. Kulluk etmez. Normal olan budur. Türkiye’de ise terstir. Son 12 yılda hızlanan süreç, asimilasyon zirvesine erişmiştir. ‘Diğerleri’ ses çıkarmamayı, isyan etmemeyi, esir olmayı tercih etmiştir. Mecbur bırakılmıştır. Sisteme ve onu yönetmeyi mükemmel beceren tek takıma... Aksi olsa 3 yıl önce parasız Galatasaray’a sempati beslerler miydi? Taraf olurlar mıydı? İnsan doğasına bu kadar ters düşerler miydi?
Diğerleri, üçünü eşit derecede sevmemeyi tekrar becerebilirse, köle olmaktan vazgeçebilirse, kimin neyi başardığı, nereye geldiği, emek verdiği, ligde mücadelenin ne demek olduğu da ortaya çıkacaktır.

Senede sadece bir gün

Diğerleri için üzüldüğünü, bu düzenin değişmesi gerektiğini söyleyenlerin aslında onları bu lobinin iyice kölesi haline çevirmeye çalıştığını fark ettiklerinde de..
Kısacası, Türk Futbolu senede bir gün gerçekleri görüyor bu derbiyle. Ve 1 günde de bunları unutması sağlanıyor. Ülke futbolunun içindekiler, 9 yıldır Kadıköy’deki her maç sonrası yaptığı gibi işi saha dışı sebeplere dayandırdıkça, 90 dakikanın sunduğu onlarca yıllık detayı örtbas etmeye devam ettikçe, Galatasaray’ın niye kaybettiğini, maçın nasıl böyle olduğunu asla çözemeyecekler.
Acaba bu düzen kurulurken ortaya çıkmış ve yükselmiş olmak insana herşeyi unutturuyor mu? Bir borç hissi mi doğuruyor? Vicdan, dürüstlük, objektiflik, cesaret, tutarlılık, alçakgönüllülük, başkalarına saygı, açgözlülükten uzak durmak yanıp kül mü oluyor ki, futbolun onurunu bu kadar kolay çiğneyebiliyorlar.

14 Kasım 2008, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Esas mesele‘’

İsmi iyi, iddialı rakibe karşı deplasmanda, maç genelinde bu kadar hakimiyet kuran Türk takımı performansına uzun süredir herhalde pek şahit olmamıştık. Dikkatleri üst düzeydi. Hepsinin performansı belirli standardı tuttururken, orta saha bunun da üstüne çıktı. Galatasaray, Benfica karşısında maç içinde fiziksel ve kafaca çok az hırpalandı. Bir teknik adamın perşembe yapılan kupa maçından isteyebileceği en ideal durum ve koşullarla çıkmayı başardılar.
Kadro zenginliğini katsak bile bu manzara, Galatasaray’ın sıkışık fikstürde zorlanacağı gerçeğini değiştirmiyor. Ama öte yandan son yıllarda derbilere “takım karakteri en yüksek”, “en istikrarlı” taraf olarak çıkan ve ligde de çizgisiyle farklı yerde duran Fenerbahçe de bu sezon kendisini unuttu. Yani rakibinin zaaflarını değerlendirmesi hiç kolay olmayacak.
Arsenal maçı bir kez daha gösterdi ki, Fenerbahçe, Alex’siz hücum etmekte yetersiz kalıyor. Tabi Aragones’in sürekli arayış içinde olduğu Selçuk-Maldonado-Josico ve pek kullanılamayan Deniz seçeneklerinden ve kenar adamlarından istediğini alamaması, daha da fazla Alex’e bağımlı kılıyor. Guiza ve Semih’in katkılarının boşa harcanmasını engellediği için de. Alex’i riske etmek de şu aşamada kayıp getirir. Oynayamazsa Fenerbahçe yeni planlar üretmek zorunda.
Josico’nun top kullanma aklı, tecrübesi ile Selçuk’la beraber şu ana kadar en doğru ikili gibi göründü. Bunu kurabilecekler mi? Genel yorumların aksine sorun Guiza-Semih-Alex değil. Onların yanındaki ve arkasındaki adamların performansları. Kanat açıklarının beklerle bir türlü ritm yakalayıp ikili oyunlarla o bölgeyi iyi kullanamaları. Oysa bu da Galatasaray’ın en büyük zaafına denk düşüyor.
Galatasaray’ın iç sahada ligin tepesini zorlayan Trabzonspor ve Gaziantep ile yaptığı maçlar ilginçti. Maçın başında ortaya çıkan 5-10 dakikalık saldırgan, boğan oyun karakterlerinin aksine rakibe oyuna hakimmiş hissi verip pusuya yatarak rahatça kazandılar. Erken goller de işlerini kolaylaştırdı. Planlı veya plansız hücum çıkışlarıyla ve karambollerle cezalandırdılar. Ama inanılmaz yükselen özgüvenle Skibbe’nin Fenerbahçe karşısında ilk andan itibaren gözdağı vermek istemesi de şaşırtıcı olmayacak.
Fenerbahçe için şu an önemli olan seri yakalamak, yani düşünmek-hamle yapabilmek ve kadro istikrarını yakalayabilmek için zaman kazanmak.

09 Kasım 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Genetikle savaş‘’

Fenerbahçe’nin son 5 sezonunun ardından yaşadıkları mini elkitabı yapılmalı. Futbolda uyum yakalamanın zorluğu, tutturduğunuzda sindirene kadar sarılmanız gerektiği, kişilerden bağımsız düzenin öyle 3-5 senede kurulamayacağı kırmızıyla yazılmalı. Futbolcuların kafaları rahatken ne kadar iyi performans gösterebilecekleri, kriz-korku ortamında vasatın bile altına düşebileceklerinin belgesi olarak gösterilmeli. Yani hata yapmaktan korkarsanız istediklerinizi uygulayamazsınız. Kapasiteniz olsa dahi. Topa, golü kaçırırsam endişesiyle vurursanız atamazsınız. Risk almazsınız. Yanlış tercihlerin sayısı artar. Maç içindeki kriz anlarını aşamazsınız. Tıpkı 6 yıl önceki Fenerbahçe gibi. Oysa birşeyler değişmişti. Ama kalıcı olması için, yerleşmesi için daha çoook sıralar aşındırmak gerekiyor.
İşte bunları hep düşünmeli Aziz Yıldırım. Uykuları kaçmalı. Ben ne yaptım diye. Nasıl etki altında kaldım, nasıl acele ettim, nasıl futbol yorumcularının kapanına düştüm diye. Nasıl teknik direktör katkısını küçümsedim diye. Listeleyip başucuna koymalı. Doğru ve yanlış yaptıklarını, transfer ve planlama hatalarını ekleyerek. Sonra kıyıya köşeye saklanmadan, taraftarına ve kamuoyuna seslenmeli. Tüm sorumluluğu teknik direktör ve futbolcuların omuzundan alıp sırtına vurarak demeli ki “sorumlu biziz, düzelteceğiz. Bu ekiple, bu çocuklarla. Yapacak daha çok işimiz var”.
Mümkün mü? Hâlâ pek ses seda yok. 2 ay önce de yoktu. 2.5 yıl önce de.
Fenerbahçe, kendisini Türk futbolu içindeki herkesin varolma sebebi ve para kazanma yolu yapanların oyuncağı kalmaktan kurtulamıyor. Zira akıl yolundan hep sapıyorlar.
Sezon çok zor geçecek onlar için. Acı verici olacak. Takım ve teknik direktör daha iyisini yapabilir. Bunu futbolun gerçek yüzü, aklı, bilgisi söylüyor. Eğer dibe vurmak, bu süreci başlatan 100 yıllık Fenerbahçe genetiğinin arızalarını giderecekse ve karşılarına çıkan fırsatları artık nankörce harcamayacaklarsa hayırlı olur. Ama değişselerdi “I Love You Zico” derler miydi? Arsene Wenger bile Türk taraftarların nasıl rakibin futboluna boyun eğip takımını yüzüstü bıraktığını anlamış. Tabi kibarca söylemiş!
Nedense maç günü ajanslara düşen Fenerbahçe muhalefet kanadının açıklamalarını, tribünlerde takımın kötü oluşundan faydalanıp yönetimle kavgaya tutuşanları görünce, Fenerbahçe’nin bunca çabaya rağmen hâlâ ince buz üzerinde yürüdüğü bir kez daha anlaşıldı. Aziz Yıldırım bu yüzden daha fazla düşünerek, hislerine mahkum olmadan, özeleştirisini yaparak hareket etmeli. Duvarları yıkmalı. Takımın gelecek yıllarını kurtarmanın, kulübün de geriye dönmesini engellemenin yolu bu.

23 Ekim 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Uyutarak!‘’

Porto Teknik Direktörü Ferreira, 4-0 kaybettikleri Arsenal deplasmanı sonrası rakibin oyununu şöyle özetlemişti: “Pek çok farklı kombinasyonları var ve bunu ligde de, Şampiyonlar Ligi’nde de her rakibe karşı uygulayabiliyorlar.”
Zengin hücum organizasyonlarına sahip takım, yetenekli ve güçlü futbolculara sahipse onları devirmek için ekstra işler yapmalısınız. Son 2-3 yıldır seyretmekten en çok zevk aldığımız takımlardan Arsenal.

Bıktırıcı baskı kuruyorlar

Henüz olgunlaşmadılar, gelişimleri yavaş ilerliyor. Ama onlara 90 dakika hükmederek üstünlük kuran takım yok denecek kadar az. Sezon içinde belirli dönemlerde müthiş ritim tutturuyorlar, ki şu sıralar yükselişteler. O güne denk geldiğinde her rakibi perişan edebilecek kapasiteye sahipler. Galibiyet için son 10-15 dakikada kurdukları bıktırıcı baskılar havlu attırıyor. Dinamo Kiev evinde geride bekleyip, maçı soğutarak, Arsenal’in hatasını kollayarak, kilitleyerek ya da bozarak geçirdi. İngiliz takımı, deplasmanda kontrollü olmaya çalışıyor. İstanbul’a galibiyet için gelseler de maçın tansiyonunu yükseltmek istemeyeceklerdir. Fenerbahçe de, mevcut durumu düşünülürse damarlarına basmadan, uyutarak istediğini alabilir. Ama asla bunu becerebilen bir takım olmadılar. Zico, her zaman kendi oyununu oynamayı hedefleyen kimliği güçlendirerek cesur ve saygı duyulan ekip yaratmıştı. Fenerbahçe şu anda, bu iyi bildiği işi de yapmakta sıkıntı yaşıyor. Korkarak çıkarlarsa zaten hiç şansları yok. Mesele kanat ve orta sahanın savunma katkısından geçecek. Ancak tek hareketle skoru direkt etkileyecek fazla adamı olan, süratli, çabuk çıkabilen, top sürebilen ve kanada yayılan Arsenal’i tek tek tedbir alıp durdurmanız mümkün değil. Eninde sonunda birisi bir şekilde o golü atacaktır. Hele Fenerbahçe’de bu sezon stoperlerin fazla ilerde kalıp çizgi halinde yakalanarak verdiği pozisyonları düşünürsek...

Fenerbahçe’nin kozları

Arsenal’in geri dörtlüde istediği sağlam duruşa kavuşamaması ve hata potansiyellerinin yüksekliği, kanattaki iki adamını oyuna sokarak başarılı olmuş Fenerbahçe için önemli kozlar. Semih ve Guiza ile o bölgede uygulayacağı baskı da. Ama Aragones’in açık adamlarını daha içte kullanma isteği, sakatlıklar ve formsuzluklar ile birleştiğinde bu silahı devreye sokup sokamayacakları belirsiz.
Fenerbahçe, çok iyi paslaşabilen Arsenal’in ataklarını erken kesmeli. Santrayı kolayca geçmelerine izin vermemeli. Tabi bunu yapabilmek için top kayıplarını azaltıp gereksiz pozisyon zorlamalarından uzak durmalı. Tüm takım bu sezonki standartlarının fazlasıyla üstüne çıkmalı. Gerisi, 90 dakikalık disipline sahip ve özgüveni yüksek takım olduklarını hatırlamakta yatıyor. Öne geçip süresini uzun tutmak, Arsenal’in savunmada nasıl yıpratılabilir olduğunu görmelerini sağlayacaktır. Kiev bu avantajı kullanamamıştı.

21 Ekim 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bıkana kadar aynı yazı‘’

Hangisi daha kötü veya utanç vericiydi? Yıllar sonra lig maçında iç sahada alınan 4-1’lik yenilgi mi yoksa 2 sene boyunca Zico’ya teşekkür etmeye tenezzül etmemiş taraftarın yönetime öfkesi yüzünden “I love you Zico” tezahuratını yapması mı? Ya da 40. dakikada Kayserispor’u alkışlayarak takımını yerin dibine sokması mı? Futbolda hezimet, skor değil davranışlardır.
Tribünler, sokaktakiler tıpkı öfke kustukları başkanları Aziz Yıldırım gibi çeyrek finale çıkmanın değerini bilmedi, tekrarının ne kadar zor olduğunu da. Zico’nun katkısını inkar etti. Ali Sami Yen yenilgisi ve şampiyonluğu kaybetmeye kurban etti.
Aziz Yıldırım’ın hatası taraftar gibi heyecanla, öfkeyle, hayalkırıklığının yarattığı hesap kesme zihniyetiyle hareket etmiş olması. Ama taraftar böyle işte. Kendi kafasına göre hareket edenden işler kötü gidince hesap sorar. 2 ay önce ne dediğini umursamaz. Tıpkı medya gibi. Kulübe hizmetler çöpe gider. Tribün gruplarıyla yaşananlar, halkla ilişkilerde eksikler, medya ile çatışmalar onun kötü yönlerinin daha fazla konuşulmasına sebep olur. Zira medya gündemi belirler. Aleyhte kampanya malzemesi yapılır. Kimse kalem kalem yaptığı hizmetleri yazmaz. Yazılsa insanlar durup düşünmeye başlar!
Fenerbahçe bu hezimeti yaşıyor. Aziz Yıldırım taraftar gibi duygusallıkla, anlık hatalar yapmaktan vazgeçebilir mi? Şimdiye kadar pek çok defa tekrarladı. Belki bu sefer başucu notu yapmalı. Zico’nun gelişinden şimdiki duruma kadar. Fenerbahçeliler de Aziz Yıldırım’dan bu işi daha iyi yapabileceğini ispatlayacak kimse çıkmadıkça - ki ortada muhalefet diye gezenlere kulübün çayhanesi bile emanet edilemez - Aziz Yıldırım’ın devam etmesi gerektiğini kabullenmeli. Yönetim samimi ve aklı selim eleştirileri, provakatif yorumlardan daha fazla ciddiye almalı. Ortadan kaybolmamalı. Yine kabuklarına çekildiler. İnsanlar umutsuz ve mutsuz iken kaçtılar. Yalan haberlere, dedikodulara, nifak sokulmasına izin verdiler. Oysa liderlik, kötü günlerde insanlara güven ve moral vermektir. Futbolcusuna, teknik direktörüne medya üzerinden kötek atılmasını engellemektir. Üstelik korkacak hiçbir şeyleri yok.
Tabloya bakın: Galatasaray 4 senede 3 teknik direktör getirdi. Beşiktaş’ta hiçbir hoca barınamıyor. UEFA kupaları başarısızlıklarını futbolculara yıkarak kurtuluyorlar! Ligin tepesindeki Bursaspor, Gaziantepspor ve Trabzonspor’un sezon sonunu aynı teknik direktörle bitirebileceğine ya da gelecek sezonu aynı isimlerle planlayacağına inanıyor musunuz? Fenerbahçe artık bu yanlışlar ülkesinin lideri olmaktan vazgeçmeli.

13 Ekim 2008, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir puan bir puandır‘’

İlk yarıda kaleye çekilen şut sayısı 1’di. Herhalde Fenerbahçe’nin son yıllardaki hiçbir Avrupa Kupası maçında bu kadar düşük bir oran yoktu. Aslında takım, ilk yarıdaki isteği, temposu ve planlarıyla bu maça iyi motive olduğunu göstermişti. Ama bazen ufak bir değişiklik bile takımı bir anda tepetaklak edebilir. Sezona sorunlarla başlayan Fenerbahçe’nin şimdiye kadar asistlerde en etkili olan bölgelerinden sol kanat da, Emre-Selçuk-Maldonada tercihi yüzünden işlemeyince, pozisyon üretmekte zorlandılar. Emre’den faydalanma isteği, takımın sol tarafını öldürdü. Avrupa’da başarınızın ölçüsü artık kanatları ne kadar iyi kullanabildiğinizden geçiyor. Fenerbahçe, uzun zaman sonra ilk kez bir bütün halinde oynamayı başarsa bile, kendisini geçen sezon başarıya ulaştıran bu bölgelerdeki tıkanıklık yüzünden aradığı pozisyonları bulamadı.
Dinamo Kiev ise Arsenal’e yaptığı gibi kontrollü, savunmada disiplinli oynadı. 2. yarıda Fenerbahçe’nin risk alması gerektiği bildikleri için orta sahada daha fazla adam bulundurmaya çalıştılar. Ama Fenerbahçe’nin verdiği boşlukları değerlendiremediler.
Bu maçta kritik nokta, ilk golü Fenerbahçe’nin bulmasıydı. Bu, muhtemelen maçı çok kolaylaştıracaktı. Ancak bahsettiğimiz kanat sıkıntıları yüzünden Sarı-Lacivertliler, oyunu bir türlü açamadı. Kanarya, iç sahada alabileceği en kolay 3 puan şansını değerlendiremedi ne yazık ki. Gruptaki son maçını Kiev deplasmanında oynayacağını düşünürsek, şansını oldukça zora soktu. Eğer Alex’in sakatlığı uzun süreli olursa, hem ligde hem Şampiyonlar Ligi’nde çok daha zor günler bekliyor olacak Fenerbahçe’yi.
Son vuruşlarda tecrübeli olmalarına rağmen yaşadıkları gerginliği hissetmemek mümkün değildi. Kafaları rahat olmadığı için istediklerini yapmakta çok zorlandılar. Yani tribünlerdeki gerginliği fazlasıyla hissettiler.

01 Ekim 2008, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir kez daha‘’

Aslında herşey açıktı. Fenerbahçe’nin yaşayacakları tahmin edilebilirdi. Geçen yılki başarının kolay tekrar edilebilir olduğuna inanıp, sadece futbolculara bağlamak zaten Zico’yu gönderme fikrini doğurur. “Zico hafif geliyor” diyen zihniyet ile Daum’a ikinci senesinde “takımı taşıyamıyor” diyen zihniyet aynıdır. Futbol takımının geldigi noktayı henüz gelemediği noktayı sindirememek demektir ki, taraftarların çok geride kaldığı bu konuda yönetim de bu kez aynı hataya düştü. Oysa Aziz Yıldırım, Zico ve Daum konusunda milyonlara ve medyaya karşı durup doğruyu yapmıştı. Şimdi yürüyerek şampiyon olma cümlesinin yüküyle uğraşacak.
Fenerbahçe yolun başında, değişiklikleri tam oturtamadı, kırılganlığı devam ediyor. Kendilerine uyan ve ritm tutturdukları Zico ile 5 seneyi tamamlayıp sonrasında bu yıl yaptıkları hamleye benzer ileri adım atmaları gerekiyordu. Takımın bir anda sıçrama yapması acelecilik getirdi. Henüz okuma yazmayı öğrenmişken üniversiteye gitmeye kalktılar.
Fenerbahçe Yönetimi bunu taşıyacak ve düzeltecek. 5 senelik birikim boş değil ve çare üretilebilir. Sene sonuna kadar yanlışı yanlışla kapatma hatasına düşmeden takıma ve Aragones’e rahat çalışma alanı yaratmalılar. Sonra devam edecekler, bölünen işi onarmak ve tamamlamak için. Kaybettikleri süreyi kapatmak için fazlasını yaparak.
Yönetim açısından pes etmek veya bırakmak gibi seçenek yok. Bu, teknik direktör değiştirmeye benzemez. Onarılamaz, kulübü 20 yıl öncesine götürür. Ama bu sezon bıçağın o noktaya dayanacağı sezon olabileceğine herkes hazırlıklı olmalı.
Son not. Fenerbahçeliler takımlarının iyi futbol oynadığına inanmak için dışarıdan birilerinin bunu söylemesini bekliyor. O birileri de kızdıkları medya. Çoğunluğun futbolu çıkar aracına çevirdiği medya. Geçen yıl Zico’ya saygı göstermeyip, hataları için etkisiz eleman yapan, şimdi Fenerbahçe’nin felaket yazılarını yazanlar ve “niye böyle oldu” diye soranlar... Ve onlar 5 yıldır Fenerbahçe’yi ve hocalarını asla beğenmedi. Hangi Fenerbahçe’yi? Ülkenin ne yaptığını bilen, kendisini geliştiren, planlı tek takımını. Son 2 yıl, dünya futbolunun uzaklaştığı ve cesaret edemediği güzel futbolda ısrar edenlerden birini.
Kulüp, dışardakilerin akılsızlığına ve taraftar reflekslerine pabuç bıraktığı müddetçe futbolda kontrolü hep kaybedecektir.

28 Eylül 2008, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Nisandan sonra‘’

Brezilya Ligi’nin en iyi isimlerinden birisi olan Tabata’nın Gaziantepspor’a transferindeki olağanüstülüğü bilmeyip anlatamayan topluluğun, takımların taktik planları ve futbolcuların kapasiteleri hakkındaki iddialı yorumları ne kadar anlamlı? Josico’nun durumu kurtarmak gibi görünen transferindeki sürecini eleştirmek ile Josico’yu küçümsemek arasında fark yok bu garip zihniyetlere göre. Üstelik yıllardır İspanya (Nihat sayesinde Villareal) ve Brezilya Lig maçlarının yayınlandığı ülkede.
Hani Güiza birkaç maç daha gol atamazsa, “ha Güiza ha Kejman” teşhisleri düşecek her yere.
Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynamış, Chelsea ile inatçı iki maç yapmış bir takım, 3 ay sonra dibe oturtuldu. Neredeyse futbolcuların hepsi için yeni sistemde(?!) oynayamaz dendi. Değerleri düştü. Yetersiz hale geldiler. Bu isimler vasat ise o zaman bu mantığa göre 3 ay öncesine kadar onlara değer katan Zico idi. Peki o zaman Zico niye yeterli takdiri görmedi?
Ve sanki Marco değil de, geldiğinden beri takımın ve taktik başarının merkezinde oturan Alex gitti. Fenerbahçe için çizilen bu erozyon tablosu, defansa dönük orta sahadaki bir ismi kaybetmekle meydana gelmez. O isim şimdiye kadar büyük katkılar sağlamıs olsa da. Bu, Fenerbahçe’nin 5 yıllık dönemini, teknik direktörlerini ve futbolcularını küçültmektir. Takım gelişimini, ekip becerisini hiçe saymaktır.
Oysa Kezman-Güiza değişimi bile başlı başına büyük yenilikler getirecek farklılıktır. Aragones’in istekleri ne kadar gerçekleşti bilmiyoruz. Rahatlıkla Fenerbahçe’nin stoperde yedeğe, Kezman gidince forvette belki yedeğe ihtiyacı var deriz. Gökhan, Yasin gibi bir iki sürpriz Türk isim getirilebilirdi deriz. Ama bu, Fenerbahçe’nin elindekilerin değerini azaltmaz. Geçen yıl neredeyse her yedekten belirli dönemlerde verim alınmıştı. Birikimliler, 1 senelik isimler bile. Aragones, temel oyun felsefesinde (rakamlara hapsedilmeyen) devamlılığı koruyacak tarza sahip. Aragones’in kötü alışkanlığı, yani ilerdeki tek adamdan kopuşları azalttırması gerekiyor. Güiza ile oynamaya alışmak için zaman gerekiyor. Kanatların önce, savunma anlayışını ileri hiç çıkmamak olarak yanlış algılamaktan kurtulması gerekiyor. 90 dakika disiplinini ve kontrolünü artırma çabaları, Güiza sayesinde uzun ve çapraz toplarla yeni setler deneme çabalarını başarılı kılması için zaman gerekiyor.

08 Eylül 2008, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI