Arama

Popüler aramalar

‘’Çıt Çıksın‘’

Sessizlik üzerinden krizler yaratmak çok kolaydır bu ülkede. Takımlarını her dakika düşünüp didikleyen ve her detaya kafa yoran Fenerbahçeliler için sessizlik, biriken öfkedir. Kamuoyu da teoriler ve olasılıklarla başbaşa bırakılırsa sonuç yıpratıcı noktalara ulaşır. İnsanlar birbirini zehirler. Güvensizlikler oluşur. Teknik direktörden futbolcuya kadar adı geçen herkesi yıpratır, zayıflatır. Kimse işin gerçeği nedir bilmiyor. Zico ve yönetim açısından, adil biçimde değerlendirmeye çalışırken zorlanıyoruz. İki tarafın da kendince haklı sebepleri varken, tipik medya ve kamuoyu refleksiyle bir taraf muhakkak ‘kötü’, ‘hain’, ‘işbilmez’ damgası yiyor. Yani ver elini nankörlük!
2 yıl önceki Denizli maçı sonrası gibi, ya da sezon içinde iniş çıkışlarda kabuğa çekilmektense insanların ortadaki yalanlarla başbaşa kalmalarını engelleyecek çıkışlar yapmak gerekir. Maalesef bu ülkede ancak başkaları “başarılısın” derse insanlar başarılı olduğunu düşünür. Ya da takımlarının iyi futbol oynadığına kendi gözleri ve beyinleriyle değil başkalarının laflarıyla karar verir. O başkalarının laflarıyla da emekleri hiçe sayabilir. Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe Yönetimi’nin kimi zaman yaptığı en büyük hata bu aslında. Bahsettiğimiz rakiplere hakaret, hamaset veya öfke kusmak değil. Sadece kendi taraftarına seslenmek.
Öte yandan kimi zaman stratejik olarak susmak gerekir. Fenerbahçe Yönetimi’nin hangisini yaptığını anlamakta zorlandı herkes. Herşey planlı ve kontrol altında olduğu için mi yoksa lig sonu hayal kırıklığından dolayı mı? Planlı ise sorun yok, ama küsüp taraftar gibi ne kadar değerli bir sezon yaşadıklarını unutabilecek kırgınlıktalarsa problem var demektir.
Yine de Fenerbahçe’nin direnç ve baskılara taraftar tepkisi vermekten uzaklaşma konusunda müthiş gelişim gösterdiğini eklemek lazım. Kısacası 2 Haziran’daki Aziz Yıldırım açıklamaları doğru, ama biraz geç kalmış hamle. Bakalım neler çıkacak.

29 Mayıs 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sesimi geri verin!‘’

Zico’nun durumu belirsiz. İstenmediğinden değil, maddi sıçramalardan. Transferde eski sızıntılar kalmadı. Herşey dedikodu, sanırım tek bilgi sahibi insan Aziz Yıldırım. Hazır böyle bir boşluk doğmuşken, memleketimdeki maç yayını ve anlatımı üstüne içimi boşaltayım.
D Smart’tan reklam için en azından Bank Asya Ligi play-off maçları şifresiz yayınlanır diye bekledik. Ama nafile.
En son ne zaman Avrupa Kupası finali izleyemedik? Show Tv sayesinde, sınırların kalktığı 2008’de 20 yıl öncesine döndük. “UEFA Kupası Çeyrek Final’den itibaren Lig Tv’de” diye başlayan anonslar, yarı finallerle yerini 02:00’deki banttan yayınlara terk etti. Oysa önceki turlarda Skytürk bile devreye sokulmuştu. Bayern Munih-Zenith maçını Azeri kanalından izledim. Malum, onların kullandığı bazı kelimeler bizde başka anlamlara varıyor. Eğlenceliydi. Üstelik spiker sesi, stat sesini bastırmadı. Üstelik az ve öz konuşarak maçı bize bıraktı.
En keyif alarak ve huzur içinde izlediğim maçlardan biri İtalya-Ukrayna idi. Grev yüzünden RAI, maçı spiker anlatımı olmadan yayınladı.
Fox Sports Türkiye’yi izleyebiliyorsanız -ki Digitürk’ünüz varsa mümkün- İngilizce’den zerre anlamasanız da dili çevirmeyi tercih edersiniz. Maçı yaşamak, tribün tepkilerine kapılmak için. Fox Türkiye ise sabır sınavı. Kickboks turnuvalarını ve ünvan maçlarını yayınlayarak önemli iş yapıyorlar. Ama nefes almadan sürekli ve bağırarak konuşmak, söyleyecek anlamlı birşeyi olmasa da sırf konuşmuş olmak için konuşmak felsefesindeki spikeriyle dayak yiyen biz oluyoruz. Bir süre; tarihi an kaçırılmaz, ha gayret, sık dişini diyerek tahammül ettik. Herkes uyurken uykusuz kalmayı göze aldık. Yine de beynimize sokulan bu matkaba karşı direnemedik. Vazgeçtik.
Spikerlik zor iş. Onlarsız olmaz. Ama Türkiye’de maç izleme zevkimiz bitirildi. Tutkunlar doğallık arar. Detayı kendisi görmek ister. Hele bir tarafı tutuyorsa onun gibi yumruk sıkmak, kutlamak, üzülmek ister. Spiker sadece arada yol gösterici olmalı, maçın önüne geçmemeli, bizi maçtan kopartmamalı. Yıllardır Avrupa Ligleri ve NBA’i Türkiye Ligi’nden fazla takip etme şansı veren NTV’de bile artık sadece stüdyo sesi var. Ne Real Madrid golünden sonra çalınan Avalancha’yı duyabiliyoruz, ne de Kobe basketleri sonrası salondaki dağılmayı. Kanal 24’ün İtalya Ligi yayınında tribün sesi spikeri bastırıyorsa, teknik olarak imkansız yoktur. Kanayan yara Şampiyonlar Ligi mevzusuna hiç girmeyeyim. Euro 2008’de de hepimize sabırlar diliyorum.

22 Mayıs 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Geri dönüş‘’

Sonucu iyi veya kötü, futbol sezonu bittiğinde elini eteğini kulübünden çekme ve tatile girme fırsatı olmayan taraftarların başında Fenerbahçeliler geliyor.
Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı kendi şansını yarattı. Bu sezondaki varlığını mayısın ortasına kadar taşıdı. Böylece küsen ve onları unutan taraftarlarının, futbolun etki alanından çıkıp “salonda neler oluyor” demesini sağladı. Belki yönetiminin de. Efes Pilsen ile oynadıkları ilk yarı final maçında hâlâ istenilen kalabalık yoktu, ama heyecanlı, keyif alan ve rahat karakter geri dönmüştü.
Fenerbahçe için erkek basketbolu farklıdır. Geleneği kuvvetlidir. 1990’lar sonrası ortalardan kaybolan kulüp takımları içinde sürekli direnen, direnmek isteyen sadece Fenerbahçe olmuştu. Müessese hakimiyetine nokta koymak da bu yüzden Fenerbahçe’ye düşen bir misyondu. 16 yıl sonra geçen sezon başardılar. Sadece kendileri için değil, diğer kulüpleri silkelemek, ligi silkelemek için de tarihi bir sonuçtu. Şimdi nefis bir sezonun ardından nefis play-off maçları izliyoruz.
Tüm dünyada taraftar, eskiyi çabuk unutur. 2 gün sonra kaybederseniz küser. Ancak 16 yıl beklediği şampiyonluk daha fazla anlam içermeliydi. O, Efes Pilsen’i süpürdükleri final serisindeki Spor Sergi dirilişinin bir anlamı olmalıydı. Zira kapatılması gereken 16 yıl, tek şampiyonlukla tatmin olunmayacak kadar uzun.
Bizim de eleştirdiğimiz sezon başı Aydın Örs-Tanjevic değişiminin gerginliği de bahane değildir, yabancı transferlerinin tatmin edici olmayışı da. Oynadığı oyunu beğenmemek de. Sezon içinde salona gelen aileler, çocuklar, spor yazarı veya yöneticilik yapmayıp taraftar olduklarını bilenlerdi galiba. Kişilerle kavga etmeyen!
Tıpkı futbol takımı gibi Avrupa ve ligi idare etmek basketbolcular için de ağır bir yüktü. Sakatlık sorunları, kopukluk, küskünlük, çetin lig, yeni sisteme alışmak, Tanjevic”e alışmak... Pota altını tamamen Türk oyunculara teslim etme cüretkarlığı... Altından şimdilik kalktılar.
Efes serisinin ne olacağı belli olmaz. Her takım için en doğrusu bu kadar avantaj elde etmişken umut vermeden bitirmektir. Şampiyonluk ruhu kolay yıkılmayacak bir güçtür. Şampiyonluk unvanının taşınması ve korunması kolay olmayan bir yüktür. Sanırım futbol bitince herkes bunun farkına vardı. Takım hep farkındaydı...

19 Mayıs 2008, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gelenek dışı‘’

Capello’nun yaptığı yüzlerce hata sayabilirim. Her takımında! Bu sezonki Chelsea’ye bakarak Mourinho’nun ne kadar balon olduğunu iddia edebilirim. Onlarca Real, Bayern Munih, Liverpool kadrosu sayabilirim. Takımın yüzde 50’sinden fazlası yabancı olup, takımında kulüpten yetişmiş çekirdek olmadan, ağabey olmadan kazanmış ya da olup hiç bir şey elde edemeyen.
Onlarca kulüp sayabilirim lig sonuncusuna da, Şampiyonlar Ligi’nde güçlü rakibe de aynı taktik anlayışla, aynı onbirlerle çıkıp başarılı olan. Onlarca takım sayabilirim rakibe göre değişen, ama sonuca ulaşamayan.
Yüzlerce takım sayabilirim ikide bir veya sezon ortası teknik direktör gönderip asla başarılı olamayan. Ya da son 20 yıl içinde teknik direktörünü gönderdikten sonra başarıya ulaşan sadece üç beş takım sayabilirim.
Yüzlerce takım sayarım. Maddi gücüne ve sağlam kulüp yapısına rağmen her yıl her şeyi kazanamayan, hatta yıllarca kazanamayan.
Bu ülkede üretilen her futbol tezine ve yorumuna istediğim kadar anti-tez üretebilirim, delilleriyle.
Bu ülkede bir sezon içinde yapılan yorumların neredeyse yüzde 80-90’ının nasıl boş olduğunu yüzlerce örnek vererek çürütebilirim. Ama gerek kalmıyor. Olaylar ve takımlar bunu zaten yapıyor. Tek sorun bunu farkedebilmek. Teknik adamlardan hesap soruluyor da yorumculardan ve medyadan hesap sorabilen kimse yok. Oysa tüm iletişim kanalları açık. Medya devlet organizasyonu değil, bağımsız! Ülkenin diğer sesi!
Futbolun en büyük düşmanı bahis. Türkiye’de iki düşmanı daha var. Biri bilgisayar menacerlik oyunları. Futbolcu satıp, yenisini alarak işi çözebileceğini düşünen zihniyetin en büyük destekçisi. Playstation planlarıyla kulüpleri ve futbolu yönetebileceğini düşünenlerin...
Diğer düşman fikir kopyacılığı. Herkes birbirinin fikrini kullandığı için mikrop gibi yayılan klişeler. Hem sokakta hem eski-yeni-modern-bağnaz yorumcu farketmiyor, etrafında dönüyoruz. 13-14 yaşında bir çocuğu dinlerken pazar ve pazartesi programlarını seyrediyor gibi olup dehşete kapılıyorum.
Yukarıdaki tablonun parçası olmadan bakarsak: Fenerbahçe geçen sezonun üstüne çıktı. Futbolcuların tüm yıl hiçbir şey yapmamış gibi suçluluk hissetmeleri onların değil, futbol kültürünün günahı. İki ligi götüremediler, ki çoğu takım bunu yaşıyor. İyi plan yapamayıp eksiklerini göremedikleri için de çoğu, ertesi sezon altında kalıyor. Fenerbahçe hatalarını düzelterek devam etmeli. Taraftar şartıyla teknik direktör planları yapmadan. Zira sokakta ve masa başında milyonlarca “Samandıra basan” zihniyetli insan var. Onların yumruğu da dilleri ve nefesleri. Diğer takımları da tablo dışında değerlendireceğiz...

15 Mayıs 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Devler Ligi'ne göre‘’

5 yıllık sistem ve kadro planı, Avrupa’da başarı hayalini gerçeğe taşıyabilecek unsurlar. Transferin düğümü, yabancı kısıtlaması ve direkt oynayacak Türk futbolcu bulma çelişkisinde.

Şampiyonlar Ligi, 2000’lerden sonra sınıfsal ayrımın hakimiyetine girdi. Son 9 sezonda alt sınıfta kalan ülkelerden çeyrek finale 3 takım ulaşabildi: Galatasaray, Panathinaikos ve Fenerbahçe. 5 ana lig (İspanya, İtalya, İngiltere, Almanya ve Fransa), her zaman yarışın içinde olabilen kulüpler dışında dönemsel olarak başka kulüpleri de devreye sokabiliyor. Hollanda ve Portekiz de. Yani bırakın üst üste iki çeyrek finali görmeyi, bu noktaya ulaşmak bile büyük başarı.
Belki bu bilanço, Fenerbahçe’nin ne kadar tarihi sezon geçirdiğini anlatabilir. Hep çeyrek finalde olma iddiasının ise ne kadar zor olduğunu. Fenerbahçe 5 sezonluk dönemde sıçrama yaptı. Biraz hızlı oldu ama sindirerek geldi.

Anlık düşünmek hata olur
Chelsea’yi eleyebileceklerine herkesi inandırdılar. Eleyebilirlerdi. Ama Chelsea’nin zaferle çıkması tek şut, tek gol gibi küçük ayrıntılara bağlı değildi. Deivid sağda oynasa, Kezman ilk onbirde olsa farketmezdi. Chelsea bu durumun altından kalkabilecek çareyi üretebilirdi. Anlık olaylarla kaybettiğini düşünmek Fenerbahçe’ye zarar verir, hamlelerinde hataya iter.
Transfer dönemi bu fikirlerin üzerine oturtulmalı. Yukarıdaki Avrupa futbolu gerçeklerinde ertesi yıl çeyrek veya yarı final yine hayal ötesi, ama 5 yıllık sistem ve kadro planı, hayali gerçeğe taşıyabilir.

Savurganlık lüksü yok
Mantıken Zico’nun kalacağını düşünürsek (hatta bir sezondan fazla), iş yabancı sınırlamasının getirdiği sıkıntılar ve direkt oynayacak Türk oyuncu bulma çelişkisinde düğümlenecek.
Geçen sezon başı medya ve taraftarın “satılmalı” dediği herkes takıma katkı sağladı. Bu sene adayları Ali Bilgin, Colin Kazım, İlhan ve diğerleri! Fenerbahçe’nin dar transfer piyasasında böyle savurganlık lüksü yok. Zico’nun 2 sezonki tarzına bakıldığında uzun vadede kullanilebilecek iyi isimler.

Orta saha ve forvet hattı
Appiah bildiğimiz Appiah olarak dönerse, Deniz-Maldonado-Aurelio ve son dönemde defansif anlamda gelişen Selçuk’un yaptığı savunma katkısını verip, üstüne onlardan çok daha ofansif çift yönlü oynayacağı için orta saha problemi çözülebilir. Aksi takdirde Zico’nun, Maldonado’nun hücum katkısını artırması veya bu bölgede yer alan o tek isme göre değişik taktikler geliştirip, denemeler yapması gerekecek.
Semih ve Kezman Türkiye Ligi’nde en verimli golcüler. Her ikisinde bundan daha ötesi elde edilebilir miydi? Sadece birisi hep kullanılsa o rakamları tutturabilir miydi? Zico bu durumu iyi yönetti. Kaprislerle boğuşarak. Gelecek yıl transferde diğer öncelikli bölge olacaktır.
İkna olmayan gurbetçi oyuncular için de artık Fenerbahçe kavramı değişecektir.

08 Mayıs 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’1984‘’

100’den fazla resmi maç. Birçoğu fizik ve zihin olarak ağır. Birçoğu ülke tabiriyle kırılma maçı. İki sezondur böyle haftalar geçiren ve kazanmayı beceren takım, tarihinin en büyük Avrupa başarısının üstüne o kırılma maçlarından birisini kaybetti. Şaşırtıcı değil. Hele sistemin psikolojini yönetmenin, saha içine bu kadar üst düzey etki gösterebildiği ülkede. Galatasaray’ın büyük futbol yanlışlarına rağmen 2 sezon önce olduğu gibi şampiyonluğa yaklaşmış olması normal değildir. Teknik olarak hücum güçlerinin yüksek olması ile açıklayamazsınız. Ya da manevi olarak cebi delik, yüreği zengin kahraman Türk evlatları masallarıyla. Üstelik iki yıl önce en iyi noktalarından birine gelmiş ve maksimum puana ulaşan rakibini geçmişse. Futbol ve hayat bir kere yutar. İkinci kez yutuyorsa yorumlayanlar, yönetenler ve seyredenler için ciddi sorundur ve Fenerbahçe’yi de aşar.
O yüzden kulüpler, sistemin çarpıklıkları yüzünden kendisine zarar vermekten vazgeçmeli. Emeği, politize olmuş ve kulüplerle teknik adamlara hükmetmeye, Türk futbolunu kalem ve diliyle yönetmeye çalışanların şüpheli görüşleriyle derecelendirmekten vazgeçmeli. Fenerbahçe, lig için kendisini asma karakterini yok etmeli. Elindekini takdir edebilmeyi öğrenmeli. Bunu yapmak için yorumcuların telkinlerine ihtiyacı olmamalı. Yönetimler, taraftar reflekslerinden ne kadar uzak olursa bir kulübün gelişme şansı o kadar artar. Fenerbahçe kriz anlarındaki davranış kalıplarını ne kadar düzeltirse sisteme o kadar az takılır.
Zira sistem, kendi kuyruğunu kovalıyor. 6 hafta kala teknik adam kovmanın neredeyse doğruluğu konusunda patent alınacak. O yüzden “Fenerbahçe Zico’yu göndersin” diyorlar herhalde!
Peki nereye kadar? 1984 romanının futbol versiyonudur Türkiye. Çekirdektekilerin herkesi kendileri gibi olmaya, kendisine hizmet etmeye zorladığı, alıştırdığı ve medyayı araç olarak kullandığı dünya. Futbolu kurtarma üzerine el kitapları yazarken işin kökenini kurcalamaya hem cesareti olmayan, hem de çıkarları izin vermeyenlerin ülkesi. Bizim gibiler birgün komplocu olmaktan kurtulacak elbet. Tabi büyük biraderler de yazmaya başladığında! Hakan Şükür olayı bunun en güzel örneği değil mi? Onun politik kimliği ve inancı yıllardır biliniyor. Ama Galatasaraylı yorumcular, yenilir yutulur olmayan yazılarını şimdi yazıyor. İş bittikten sonra! Tıpkı onlarca yıl sonra açılacağı söylenen CIA dosyaları gibi. Belki birgün Mehmet Ağar’ı da yazacaklar. Ama onlar yazana kadar hepsi komplo olarak kalacak. Ya Türk futbolu ne olacak?

01 Mayıs 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Lig maçı‘’

“Biz takım olarak sahaya galibiyet için çıkarız”. Alex’in Galatasaray maçıyla ilgili bu net yorumu, Fenerbahçe’nin anahtarı. Kezman’ın Sevilla rövanşı öncesi söylediği gibi; “Beraberliğe oynarsak tur şansımız olmaz”. Ve yine Alex, Uğur’un Kejman’a pas vererek ofsayta sebep olduğu pozisyonda Uğur’a yaptığı uyarıyı şöyle anlatmış: “Hâlâ oyunaÇ kendi pozisyonunaÇ mevkisine dönmemişti. Ben de pozisyonun orada bittiğiniÇ artık dönmesi gerektiğini anlatmaya çalıştım.” Bu da başka bir anahtar.
İlk üçteki her takım herhangi bir sırada bitirebilir. Beşiktaş araya girebilir. Sivasspor bunun yeterince farkında mı bilmiyoruz. Derbinin sonunda puan kadar psikolojik kayıplar da olacaktır. 3 hafta sonra görünüm herkes için farklı anlamlar ifade edecek. Galatasaray kazansa da kaybetse de tadacağı övgüler ya da teselliler aldatıcı olacak. Fenerbahçe doğrularından vazgeçmiyor ve değişiyorsa -ki bunun sinyallerini 5 senedir veriyor- ertesi gün bir gün öncesi için üzülmeyecek kadar hedefleri net olarak uyanacaklar. Geleceğini 3 maça bağlamamayı sindirmiş, Zico ile devam etmek, çok önceden başladıkları kadro planlarını devam ettirmek gibi dertleri olacak. Bu yüzden hafta sonu puan ve şampiyonluğun ötesinde felsefelerin maçı olacak.
Hafta sonu tek maçlık bir karar mekanizması devreye girecek. Tek maçın ucu açıktır. Bir takım çıkabileceği en yüksek performansına ulaşabilir. Sınırlarını zorlar. Anlık detaylar terse döndürebilir. Fenerbahçe’nin bu tek maçlık klişeleri bozabilecek takım karakteri var.
Galatasaray ise düşünülmeyen noktada. Saha dışında sahip oldukları avantajları mühiş kullanabilen, herhangi bir kulübün tepetaklak olmasını sağlayacak tüm kriz ve yanlışların üstünü örterek devam edebiliyorlar. Nereye kadar gidecek? İki yıl öncesinden bir farkı yok.
Fenerbahçe paslaşarak, heyecan verici güzel futbolu arayarak planlı oynayan tek takım. 90 dakika içinde en uzun süre oyun karakterini sergileyebilen tek takım. Sivasspor ile beraber ne yaptığını bilerek sezonu götüren ve bunu en iyi takım organizasyonu içinde taşıyan diğer isim. Galatasaray’ın sahada kimi zaman herşeyin üstüne çıkardığı futbol dışı karakterine karşı sabırlı ve kontrollü olmak zorundalar. Taviz vermemeliler.
Takım yorumlarında cevabı aranacak ilk soru “geçen sezonun üstüne gelişim gösterebildiler mi” olmalıdır. Bunu becerebilen sadece Fenerbahçe. Riskli teknik direktör değişikliğine rağmen 5 sezondur sapmadılar. Maçın değiştiremeyeceği gerçek budur.

24 Nisan 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yeni dünya eski yöntemler‘’

Schalke, 30 yıl sonra UEFA’nın birinci kupasında ilk kez çeyrek finale ulaştı. Barcelona’ya 1-0’lık skorlarla elendiler. 3 gün sonra ligde ikincilik için çekiştikleri Werder Bremen’e deplasmanda 5-1 yenildiler. Yönetim şok kararla teknik direktör Slomka’yı gönderdi.
Galatasaray. Türkiye’de dahi benzeri görülmemiş ve kültürüne tamamen ters durum içinde: Yeniçeri sistemiyle gönderilen teknik adam, takımı ele geçirmiş futbolcu önderliğinde, eski usul yöntemlerle kulübü başarıya taşıyabileceğine inanan başkan. Şimdilik fazla tepki çekmiyor. Zira şampiyonluk şansları var. Bir tarafta parası olmayan, teknik direktörsüz maça çıkan kahramanlar, diğer tarafta bolluk içinde yüzüp hâlâ ligi alıp götüremeyenler üzerine hikaye yazma firsatı var.
Peki şampiyon olsalar ne olacak? 2 yıl önce ne olduysa o.
Futbolcunun teknik adamın ayağını kaydırdığı düzeni sevmiştir Türkiye. Sonra sıra futbolcuya ve yönetime gelir oysa.
“Çıkın oynayın koçlarım”la herşeyin yürüyeceğine inandırılmıştır Türkiye.
Kulüp yöneticileri de buna inandığı için teknik adamları kovar da kovar.
Kimse kaç 90 dakika böyle gider, niye bu duruma düşmüşler, niye paraları yok, niye hocaları yok demez.
Futbol kamuoyu ve medyası kendini kandırma çukurundan çıkmak için çaba sarfetmiyor. Hâlâ örtüyor. Yanlışları az konuşarak ve yazarak işlerin düzelebileceğine inanıyor. En güzel yakın dönem örneği iki yıl öncesinin şampiyonu Galatasaray’dır. Hep zorlama övgülerle ayakta tutulmaya çalışılan Galatasaray. Ve her sezon aynı hataları yapan Beşiktaş’tır.
Kazanıyormuş gibi gösterilirken kaybederler. Esas zararı yine onlar çeker. Zira kupaya ulaşmış olmak yaptıklarınızın doğru olduğu anlamına gelmez. Hatta bu ülke futbolunda feci şekilde kanmanızı sağlar.
Medya günübirlik felsefelerin temsilciliğini yapıyor. İlla bir taraf tutacağım diyor.
Ama Denizlispor olayında Yusuflar’ın tarafını tutuyor.
Tuncay-Daum meselesinde Tuncay’ı.
Feldkamp meselesinde Lincoln’u.
Fenerbahçe, o dönem ‘Daum’ dedi. Şimdi de ‘Zico’ demek zorunda olduğu gibi. Geçen sezon başı ‘Zico’ dediği gibi.
Zico, Chelsea’ye elendikten sonra ertesi gün döner, gelecek yılın planlarından bahseder. “Şuraya takviye gerekiyor” der. Mesajını futbolcu tutanlara, sisteme ve istikrara inanmayanlara yollar.
Ama zaten iş yönetimlerde biter.
Fenerbahçe’nin bir zamanlar patentini aldığı zihniyet Schalke’ye, Galatasaray’a, Beşiktaş’a geçer. Geri alıp almamak onlara kalmış. Tekrar yanlış hikayelere inanmak istemiyorlarsa tabi.

17 Nisan 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI