‘’Normal süreç‘’
Fenerbahçeliler ve Fenerbahçe’yi yönetenlerin kurtulamadıkları infial psikolojisi, ezberci futbol yorumculuğunun aldatmalarıyla birleştiğinde ortaya sürekli hatalar yapan bir kulüp çıkarıyor. Dişlerini sıksalar da içlerindeki bu dürtüye karşı hep bir noktada mağlup oluyorlar.
Zico da o noktalardan birisiydi. Aziz Yıldırım’ın canlı yayında söylediği “Bu takım yürüyerek şampiyon olurdu” sözleri, aslında Fenerbahçeliler’in ve yorumcuların çoğunun fikri. Belki de hepsinin! Ve o çoğunluk da Aziz Yıldırım’ın yerinde olsa Zico’yu gönderirdi. Pardon, onlara kalsa Zico geldikten 3 ay sonra gitmişti.
Aziz Yıldırım, Mustafa Denizli’nin 2. sezonunda yaptığı hatanın altındaki fikirlerden uzaklaştığı için Fenerbahçe sürekli yükseldiği 5 sezon yaşadı. Tarihini değiştirdi.
Durum net: Zico’yu göndererek oldukça gereksiz riskli bir karar alındı. Bu risk devam edecek. Hem Avrupa Kupaları’nda hem ligde. Fenerbahçe taraftarı da Zico’ya karşı takındığı kıymetbilmezlikle kendi üstüne düşen kısmını görmeli ki, Aragones’e hakettiği saygıyı göstersin.
Elbette tribünler, sokaktaki insanlar ne derse desin iş Fenerbahçe yönetiminde biter. Aragones ve takıma istediklerini yapma fırsatı verecek zamanı sağlamalılar. Daum ve Zico’nun ilk yıllarındaki gibi. Taraftar karakterlerini bastırıp soğukkanlı oldukları sürece yaşanan hiçbir kriz veya düşüş kalıcı etkiler bırakmaz. Geleceği tehlikeye atmaz. Bu, tüm kulüpler için geçerlidir.
Takımın Gaziantepspor yenilgisi ve performansının Aurelio’nun gidişiyle ilgisi yok. Fenerbahçe bu kadar temelsiz değil. Ama yönetim oturmuş düzeni bozma riskini göze alıyorsa, transferde daha doğru hareket etmeliydi. Teknik direktöre bu kaybı aratmayacak çareler üretmesini sağlayacak şekilde. Mağlubiyet bazı şeyler için zorlayıcı olabilir. Aragones’i getiriyorsanız ve takımda yeni dönem diyorsanız transfer ve kadro oluşumunda isteklerine cevap verilmeli.
Teknik yorumlara gelince. Çift forvet, çift ön libero, temelde haklı yönler içerebilir. Ama hepsi bir ya da iki futbolcu etrafında dönüyor. Fazla kalıpçı. İstenilen kurgu ile çıkılınca da bu sefer takımın başka bölgelerinde aksamalar meydana geliyor. Onlar ilk fikirlerinden bir anda çark edebiliyorlar ama teknik direktör öngörüyle plan yapmak zorunda. Üstelik Fenerbahçe bu yorumlara göre sahaya çıksa Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale ulaşamaz, Chelsea maçında da Deivid ve Selçuk’la oynamaz, geriye yatıp korkak bir takım olarak futbola ihanet ederdi.
‘’Sağ kanada dikkat‘’
Acaba ön eleme heyecanı mı? Ya da klasik açılış maçı tutukluğu mu? Deplasmanda gol atıp fazla yemeden dönme taktiğini uygulayabilme kapasiteleri ne? Eleme maçı oynama becerileri nedir? Onlara ve liglerine göre çok teknik ve üst seviye rakibe ne kadar kontrollü olabilecekler? Sıkıntı yaşadıkları anların altından kalkabilecek dirençleri ve güçleri var mı? MTK’nın ligin açılış maçındaki görüntüsü, Fenerbahçe teknik ekibini mutsuz etmiştir.
Hamlelerdeki facia
İlk 45 dakikadaki silik halleri, MTK için uç nokta ve yorumlama şansı vermiyor. Sadece Fenerbahçe, İstanbul’da avantajlı skor elde ederse Macaristan’da sahip olacağı kozları gördü. Tek maç üzerinden kaba yoruma mahkumuz. Arka arkaya sebep oldukları iki penaltı, top kayıplarını hızla ileri taşıyan Kaposvar takımının, defansı boş, pozisyon hatası içinde yakalaması ve MTK’lıların hamlelerindeki facianın ürünüydü. Penaltı, üstüne üçüncü golde yanlış yer tutuşu ile Pinter Adam ilk sıradaydı.
Paslaşmayı iyi yapıyorlar
Oysa oyun kurarken birebiri zorlamadıkları zaman bütünlük sergileyebiliyorlar. Kendi seviyeleri için iyi seri paslar yapıyorlar. Planları olduğu net. Gelişigüzel değil. Israrla gol bölgesine paslaşarak girmeyi deniyorlar. İkinci yarıda çabaları daha fazla karşılık buldu. Her ileri çıkışta top muhakkak iki kanada da uğruyor. Ceza alanına inişlerde en sağlam desteği sağdan alıyorlar (bek Horvath ve Nagy Gabor). Patkai ise orta alanda, hücumu geliştiren parlak isim ve çapraza uzun veya kısa paslarla oyunu etkili şekilde açıp çeviriyor. Onun yüküne yardım edip cesaretli ve istekli olan solda Bori Gabor’du. Ama son noktada tercihler kötü veya uygulama başarısız.
Yüksek top kayıpları
Birebirde veya ters eksik yakalandıklarında kontrolsüz faul yapabilecek karakterdeler. Fenerbahçe deplasmanında elbette defansı bu kadar yalnızlığa itmeyecekler ve geriye yaslanarak yakın oynayacaklardır. Yüksek top kayıplarını azaltmaya çabalayacaklardır. Ama takım savunmasında iyi, istikrarlı, farklı hücum setlerine sahip, fazla sayıda futbolcusunun 90 dakikaya etki edebildiği düzenli rakip Fenerbahçe’ye karşı birşeyler üretebilmeleri kolay görünmüyor.
‘’Huyu suyu‘’
Kimseye nefes aldırmayan, herşeyin yazılı kurallara göre ve sıralı uygulanmasını isteyen, ayrıcalık tanımayan, gülmeyen, korkutan eli sopalı teknik direktör... Aragones geleli 10 gün olmadan gazetelerdeki Fenerbahçe haberlerinin özeti. Zaman içerisinde (hele istenen performans sergilenemez ve bazı futbolcularda düşüşler olursa) “herkesi küstürdü, kimse onu sevmiyor”a dönüşecek, vs vs. 90’lar sonrası iyice ezberlediğimiz hikayeler. Ama kimseyi suçlayamıyorum. Disiplinin sadece sert mizaçla sağlanabileceğine, iyi futbolun çılgınlar gibi fiziksel yüklemeyle gelebileceğine inanan çok insan var. Güç ve oyunun güzel tarafında kalmak arasındaki dengeyi sağlamayı, mekanikleşmenin altında ezdiren yorumcuların da katkısı inkar edilemez.
Oysa ne bunun tek yeter şart olduğunu, ne de esnek yönetim tarzının başarıyı engellemediğini gördük. Daum ve Zico iki farklı tarzdı. Dünyadaki örnekleri ise fazla. Tek doğru yoktur. Doğru yol size uyandır, verimi ortaya çıkarandır.
Şartlar zorlamış gibi görünse de Aziz Yıldırım’ın açıklamalarından da anlaşılıyor ki, yukarıdaki bakış, teknik direktör değişikliği düşüncesinin altında yatan sebep. Fenerbahçe resmi sitesindeki takım haberlerinde kullanılan cümleler bile sanki bunun propagandasını yapıyor. Emek harcayanları bağnaz fikirlere kurban eden başbelası yapıyı kuvvetlendirmenin anlamı yok. Fenerbahçe, nankörlük oyunlarının parçası olmaktan kurtulmalı. Tarihinin en büyük başarısını tattıran teknik adamı yakışacak şekilde uğurlayamamanın üzüntüsünü unutmamalı. Fenerbahçeliler öncekinin yaptıklarını değersizleştirirse şimdi görev yapan kişinin hakkını da asla veremez.
Teknik direktör değişikliği ve dönem kapatma hamlesi gerekli değildi. Elbette bu, Daum’dan Zico’ya geçişteki gibi büyük risk taşımıyor. Ama yine de risk. Olumlu nokta yukarıdaki despot Aragones tablosuna rağmen, İspanyol teknik adamın da Daum ve Zico gibi oynamak isteyen takım yaratma zihniyetine sahip olması. Benzer sistemlere inanması.
Her şey bir yana Avrupa Şampiyonu teknik adam ve İspanyol futbolcu (hem de gol kralı) Türkiye gibi transfer alanı dışındaki ülkeye geliyor. 4 yıllığına. Yani paranın ötesinde. Kolay şeyler değil.
Biz işin futbolda tattıracağı yeniliklerindeyiz. İspanyol tarzını ligde görmek gibi. Ama şu da gerçek ki, Aragones ile takımı, Fenerbahçeliler ve medyanın pek sevdiği saplantılı yüzeysel fikirlerin hortlamasını sağlayacak isimler ve durumlarla başlıyor sezona.
‘’Unutmamak için fırsat‘’
MTK, Fenerbahçe’yi elediği 1999-2000 ve 2000-2001’den sonraki 7 sezonda 2 kere kupalara katılabildi ve bir şey yapamadı.
Bu döngüyü kırmak ve şöhretli rakibe kafa tutmak motivasyon sebebi. Ancak Fenerbahçe, futbolun falsolarının zayıf görünen takımlar lehine işe yaramadığını gösterecek seviyeye ulaşıyor. Son 5 yıldır “takım olma kültürü”nü oluşturmayı başarıyorlar. Bu sayede Randers’a da Anderlecht’e de şans vermediler.
MTK’ya elendikleri yıl dibe vurdukları, ezeli rakipleri Galatasaray’ın ise zirveye ulaştığı sezondu. Ama aynı zamanda değişimin sembolü olan statlarını yenilemeye başladıkları sezondu. Onlara Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finalin, üst üste bu kupaya katılma istikrarının önünü açan tarihi dönemin başlangıç noktasıydı. Fenerbahçeliler nereden nereye geldiklerini kolay unutuyorlar. Geçen yıl elde ettikleri çeyrek finalin zorluğunu ve değerini anladıklarını göstermiyorlar. Sanırım MTK ismi ellerindekinin kıymetini fark edebilmeleri için geçmişi hatırlatacak büyük fırsat olacak. 7 yıl sonra bambaşka, o dönem hayal bile etmedikleri noktadalar. MTK ise aynı yerde. Fenerbahçe de yerinde sayıyor olabilirdi.
MTK’yı izlemedim. Şu an kimsenin de yorum yapma şansı yok. Fenerbahçe açısından rakipten bağımsız iki sorun var: Her ne kadar kadro korunsa da yine devamlılığı bozarak giriyorlar sezona. Yeni teknik direktör, yeni kurallar ve çalışma şekilleri demektir. Yaklaşık 1 ay süreleri var. Aragones ile hangi durumda sezona başlayacaklarını tahmin edemiyoruz. İkincisi ise bu turda elenen, Avrupa Kupaları’nın dışında kalacak. Bu bile ukalalık ve aşırı güvenden uzak olmak için yeterli sebeptir.
‘’Yalnız ve inatçı‘’
* Aragones, fırtınalı aşk yaşıyor futbolcularıyla. Adı krizlerle anılıyor. Türk yöneticisi, futbolu ve Fenerbahçe, yeni bir meydan okumayla karşı karşıya.
* “Amaç oyuncularımın kendilerini rahat hissetmesini sağlamak” diyerek tekniği, topa sahip olmayı sevdiğini vurguladı, düşünen futbolcuları öne çıkarttı
“Luis 16 yaşındayken bana soyunma odasının kurallarını öğretti. Bunların en önemlisi sahada olan sahada kalır kuralıydı. Onunla konuştum ve şu an hiçbir sorun yok.”
Turnavadaki ilk maçta oyundan alındığı için Luis Aragones’e tepki gösterdiği iddia edilen Torres bu açıklamayı yapmıştı. Ardından Ramos ile takıştı. Eğitmen, eski futbolcu Aragones, fırtınalı aşk yaşıyor oyuncularıyla. Hele genç yaşta sorumluluğunu aldıklarıyla. Aragones dendiğinde akla hep basınla, futbolcularla, başkanlarla ve FIFA ile yaşadığı krizler geliyor. Karşısındakinin gücü ve makamı onun fikirleri ve sözlerinde değişiklik yaratmıyor. Yani Türk yöneticisi, Türk futbolu ve Fenerbahçe yeni bir meydan okumayla karşı karşıya kalacak.
2008’in ezberlenen 11’i
2004’den beri kadro üzerinde denemeler yapan Aragones, son kararının ne olduğunu martta İtalya ile oynadıkları hazırlık maçında göstermişti. Casillas-Ramos, Puyol, Marchena, Capdevilla-D.Silva Senna, Xavi, Iniesta-David Villa, Torres. Fabregas-David Villa değişimiyle Euro 2008’in en belirgin, ezberlenebilen, bozulmayan 11’i olarak finale ulaştı. İspanya’nın oyuncu potansiyeli düşünüldüğünde pek çok isim geldi geçti.
Tartışılan orta saha
Özellikle orta saha ve forvet kurgusu her dönem en tartışılan konuydu. Çabuk, iyi pas atan, paslaşabilen ofansif adamlar; defansif orta sahalar; defans ve hücumu dengeli yapanlar olarak üç gruba ayrılan bu havuzdan çıkan kurgular bir türlü isteneni vermedi. Standart performanslarının altında kaldılar. Sanki birbirlerini engelliyorlarmış gibi. Hatta Euro 2008’e kadar tereddütler devam etti. Ama görev paylaşımında yaşanan karmaşa, oyun temposunu ayarlamakta sıkıntılar, bunun yarattığı orta sahanın arkasındaki tehlikeli boşluklar yarı finale gelene kadar azaltıldı. Xavi Alonso, Senna, Albelda denemeleri içinden biri sivrildi ve Aragones’in Senna güveni boşa çıkmadı. Bir dönem iki defans ağırlıklı orta sahayı kullanırlarken, şimdi Senna ve üç küçük dev adamlı (İniesta-Xavi-David Silva) çözüm 24 yıllık beklentiye yaklaştırdı.
Bazen kanatları çok içeride oynattı. Bazen her iki kanatta çizgiye yakın bek-açık ikilileri denedi. Bekleneni getirmedi. Yani İspanya herkesin kendi fikrini en doğru diye iddia edebileceği, 4-4-2’den 4-5-1’e, 4-3-3’ten 4-2-3-1’ye kadar her taktik dizilişin başarının anahtarı olduğunu savunabileceği kadroya sahip. Ama hepsinin zaman zaman çürütüldüğü dönemler oldu!
Zico ile benzer yanı
Aslında Zico’nun yaşadıklarına benzer noktalar bunlar. Sonunda Zico’nun yapmaya çalıştığı şeyin en işe yarar olarak ortaya çıkması gibi, Aragones de Euro 2008’de 4 yıllık çabanın sonucunu gördü. Zico gibi tek başına zor kararlar alıp büyük baskı görebileceği tercihler yaptı. Kağıt üstündeki idealler ile gerçekler ters düştü. “Esas amaç oyuncularımın kendisini rahat hissetmelerini sağlamak” diyerek tekniği, yerden oynamayı, topa sahip olmayı sevdiğini vurguladı, orta alanda düşünen futbolcuları öne çıkarttı.
Ramos’taki ısrarı
Raul ve Guti gibi isimleri radikal kararla dışarda bırakması, onların oyunu bozduğunu düşünen bizler için isabetli karardı. Ramos’u inatla sağ kanada alıştırdı. Finale çıkana kadar, 3 hafta içinde farklı taktiklere sahip, kimi rakibi bozan kimi hücum eden değişik karakterde takımlara karşı toplu bir futbol sınavından geçtiler. İtalya ve Rusya maçlarında kafaca çok dirençli ve kontrollüydüler. Aslında mezun oldular, ama diploma için o son teste girmeleri gerekiyor.
Rusya karşısında İspanya ne yaptı?
İspanya’nın Rusya’yı yenme ihtimalini yükseltmesi için tek çaresi vardı; dizginleri onlara kaptırmadan üstlerine çöreklenmek ve gözdağı vermek. Başardılar. Hem de geçmişte en zayıf oldukları noktalarda güçlü durarak: İlk yarıda gol bulamasalar da, 15 dakika sonunda gole ulaşamasalar ve Rusya hafiften yüklenmeye başlasa da, ileride istedikleri pasları yapamasalar da paniklemediler. Dikkatleri dağılmadı, ikili mücadelede sağlamdılar, paslaşmaktan vazgeçip topu şişirmediler, çevirdiler, denediler, yokladılar ve sonunda karakterlerine yakışacak pas oyunlarıyla aniden gole ulaştılar. Açılışta 4-1 ile geçtikleri, ama Rusya’nın da bol pozisyon bulduğu yüksek tempolu maçın büyüsüne kapılmadan doğru planlar yapmışlar. Üstelik Rusya turnuva devam ederken gelişti ve yükseldi. Üstelik Arshavin dönmüştü. Ve en önemlisi 24 yıl sonra ilk turnuva finaline önemli bir sorunlarını iyileştirerek ulaştılar: Forvetin orta sahadan koptuğu, kontra toplarda defansın da yapayalnız kaldığı dağınık yapı.
Kazan aynı kazan
Yorumcularımız canlı yayın sırasında neredeyse David Villa’nın sakatlığını İspanya’nın kurtuluşu olarak sevinç vesilesine dönüştürdüler. Heyecan verici karşılaşmayı ve turnuvayı dozunu aşacak biçimde ikide bir ‘Aragones’, ‘Fenerbahçe’ cümleleriyle lekeleyerek sinirlerimizde de tahribat yaptılar. Bu içgüdünün altında Türkiye’de pişirdikleri çift forvet-tek forvet temcit pilavı yatıyor. Zico’yu içine attıkları kazan kısacası... Şimdi tersini savunuyorlar. Villa’nın yokluğu final öncesi uyku kaçıracak önemdedir. Bu kadar çok orta sahaya dönük forvetin olduğu takımda görev çatışmaları normaldir. Aragones 4 yıldır çeşitli denemelerle çare bulmaya çalıştı. Maç içinde istediği plana geçebiliyor. Fabregas, 34. dakikada oyuna girdikten sonra alışkın olduğunun dışında ve serbest oynadı. Onun orta alana yakın pas becerisi bitirici hamleler yapmalarını kolaylaştırdı. Ama kilit iyi sezon geçirmeyen ve Euro 2008’de de sanki tüm yeteneğini evinde bırakmış gibi görünen İniesta’daki ısrarı. İlk yarı hücum setlerinde hatları koparandı, ikinci yarı ise şekil veren. Geri dörtlü de Marchena’nın yükselen performansıyla istediği sağlamlığa kavuştu. Rusya’nın, iyi hazırlanmış ve motive olmuş dikkatli İspanya’yı geçmesi zordu.
‘’Olabiliyormuş‘’
İtalya karşısında Abidal’in Gallas ile stopere yerleştiğini görünce “Elveda Domenech” dedik. Ceza turnuvası gibi Euro 2008. Donadoni’ye de feci tokat inebilirdi, ama en negatif düşünceli takım Romanya, eski usül şans ve dualarla aradan sıyrılamadı. İtalya akıllandı. Neyse ki! Takıntılardan kurtulamayan, takımlarını değiştirme riskini göze alamayan, yeni isimleri tek maçta kenara çekip tekrar eskiye sığınmaya kalkan Domenech gibi, rakip azıcık şöhretli olunca oyununu bozup geride beklemeyi düşünen Lagerbeck gibi teknik direktörlerle yüzleşiyoruz. Bilic ve Van Basten gibi radikal ve inandığından vazgeçmeyenlerle. Domenech, ilk 11 üzerindeki kararsızlıklarıyla Fatih Terim gibiydi. Ama o bu işi 10 gün içinde 3 maçta yapmaya kalkınca durumu kurtaramadı.
Hollanda, 2 senelik çizgisini takip edenler için favori değildi. Ben de dahil. Hala da fazla mükemmel gidiyor olmaları, geri dörtlülerindeki sorunlar engel. Ama teşekkür ediyorum. İkinci büyük maça geride bekleyerek başlamaktansa aynı arzu ile ağırlıklarını koydular.
Rusya gibi mütevazı takımlardan Avusturya gibi vasat takımlara kadar kazanmak isteyenler, yatarak ekmek tırtıklayanlara meydan okudu. Tempo yaparak, bırakmayarak. Yunanistan hücumu deneyeyim dedi, bünyeye tersti, beceremedi.
Her takımın iyi veya kötü oyun karakteri var. En ne yaptığı bilinmeyen, kendisi de anlayamayan ülke hala Türkiye. Portekiz karşısında da Fatih Terim’in kafa karışıklıklarını yansıttık. Yani hem Yunanistan, hem Portekiz olmaya çalışıp hiçbir şey olamayan.
Yorumcularımız ‘güzel futbol, oynamak isteyen’ kelimeleriyle yüceltiyor Euro 2008’i. Oysa Türkiye içinde hep diğer tarafı tutuyorlar. Yıllardır birkaç teknik direktöre yapışarak sistem ezberleri yaptılar: Pivot santrfor, uzun top, rakibi boz, orta alanı kalabalık tut, rakibin büyükse forveti çıkar geriye yat-sinsilik yapıp al kaç, Alexgillere artık yer yok, düz fizikli ama teknik olmayanları koy, boyun kısaysa yandın, teknik futbolcu ve latinlerle modern futbol oynanmaz, vs. Propagandaların sonucu yaratıcı düşünmek için kendini zorlamayan teknik direktörler, hücum vasıfları gittikçe köreltilen futbolcularla dolu anti-futbol takımlarının ligi Türkiye ligi.
Euro 2008 biraz da inandığı için risk alan ve cesareti olanların turnuvası (yani Türkiye’de öğretilenin ve yorumcuların savunduğunun tam zıttı). Devam eder mi bilmiyorum. Ama bu felsefeyi 2 yıldır Fenerbahçe’de hayata geçiren Zico’nun ve oyuncularının, futbol adına ne vefalı ve zor iş yaptığı anlaşılmış mıdır? Onu başta, herkesin bu takımı şampiyon yapabileceğine inanan Fenerbahçelilere sormak lazım.
‘’2010‘’
Fenerbahçe’de neyin ne olduğu belli değil. O zaman şu sayfalara milli takımı yerleştirelim. Ama 2010 Dünya Kupası elemelerini.
Fatih Terim’in göreve geldiği 2005 yılı sonundan bugüne takımda vadedilen ve varmış gibi gösterilen gelişim ne kadar gerçek? Toplu halde takımın oyun anlayışı ve birbiriyle uyumunda, dengesinde ve saha içi alışkanlıklarında gelişigüzellik hala ön planda. Bu süre zarfında kamuoyuna verdiği mesajlara, kadroyu açıkladığı an ters düşmüş oldu. Tüm takımlardan futbolcu çağıran, Anadolu kulüplerini kucaklayan populist lider kimliğiyle gurur duyuyordu. Ama iş finallere gelince, son 23 kişilik kadroda 4 ana takım dışından çağırdığı tek isim Emre Aşık oldu.
Yıldıray ve Halil’i kadro dışı bırakma sebebi ile bazı oyuncuları tutması çelişiyor. Bazı oyuncuları almamasıyla bazı oyuncuları tutması çelişiyor. Elbette teknik adamlar, formsuz bile olsa güvendiği futbolcuyu yanında görmek ister. Risk almaya yanaşmaz. Ama bu davranış kalıbına da uymuyor. Ki Yıldıray 6 yıldır bu takımdan dışlanıyor. Halil de ilk günden beri. Zira bazı futbolcular onların mevkilerinin tapusunu almıştı.
Türk Milli Takımı istikrarsız ve uç noktalarda dolaşan performanslar sergiledi. İki-üç futbolcunun durumuna fazlasıyla bağlı kalarak (Aurelio, zaman zaman Tümer, Nihat). Her maç standart performans tutturan birkaç kişi vardı. Elemeler boyunca savunmanın ne yaptığından çok Marco Aurelio’nun ne yaptığı önemliydi. Pek çok maçta stoper gibi oynadı, kademe hataları yüzünden bek pozisyonlarına kaydı. Orta sahada onun savunma yüküne ortak çıkmadı.
Ama finallere geldiğinizde sizi yukarıya taşıyacak şey takım karakteriniz olacak. Saha içinde neyin ne kadar paylaşıldığı. Ve bunu son gece ödevini yapan çocuk gibi sabahlayarak halledemezsiniz.
Aşırı romantik beklentiler var. Türkiye ligindeki performansları abartıldığı için Milli Takım içindeki katkılar da abartılıyor ve takımı zaafiyet içine sokuyor. Hala motivasyon ve cevap verilmesi gereken anti-cephe yaratarak başarılı olunabileceğine inanılıyor. Ama dünya futbolu günlük hesapları ve politikaları futbol düşünmenin önüne çıkaranları bünyesinden atıyor. Her ne kadar yerel ligde yutturabilseniz de.
Milli Takım 2002’den sonra mantık yolundan değil, lobi ve medyanın yolundan gitti. Bunu kırabilecekken yine lobi ile Yanal dönemine son verildi ve eskiye dönüldü. Euro 2008’e katılmış olmak, arada çalınan 2 turnuvayı ve 6 yılını kaybetmiş parlak nesli geri getirmeyecek. Önemli olan Euro 2008’de şampiyon bile olunsa yanlışı doğru gibi gösterip gelecek yılları tüketmemek. Sadece taktik ve istikrardan bahsetmiyoruz. Tüm Milli Takım yapılanmasının kökten bağımsızlaştırılmasından söz ediyoruz. Hayırlı turnuvalar.
‘’Çelişkiler‘’
Üç yıl önce Emre transferinin suya düşmesi Fenerbahçe adına inanılmaz şanstı. Gözü kara biçimde, karşılığı alınamayacak miktarda para teklif edilmişti. Alex’in üstüne çıkılacaktı.
Anlaşılan defter kapanmamış. Oysa 3 yıl önceki Emre şimdikinden iyi durumdaydı. Zirvedeyken takımın en önemli adamı olacak uluslararası çapta yapıya sahip, ama unvanı kısa bir dönem için taşıyabildi. Inter’den Newcastle’a gitmek geri adım atmaktı.
Artık sezonu sakatlıklarla geçiren, 3 maç oynayıp aylarca forma giyemeyen, giyse de ortalama 50 dakika ayakta kalıp bunun da çok kesik ve kısa dönemlerinde eski günlerini anımsatan, ağızlara bal çalarak idare eden bir profil.
Milli takımda Fatih Terim usulü motivasyon yöntemleriyle zaman zaman parladı, az ve aralıklı maç oynama avantajını kullandı, ama aslında ingiltere’deki bir var bir yok Emre’den farklı değildi..
Performansı bu kadar güvenilmez, belirsiz, sezonun yüzde otuzunda aynı düzeyde oynasa başarı sayılacak futbolcuya senede yaklaşık 3.5 milyon Euro vermek (resmi değil), hele maç başına olmazsa futbol aklına terstir. Aziz Yıldırım’ın resmi derginin haziran sayısında dediği “Transferde yatırımı yapmak gibi, o yatırımın geri dönüşü de önemlidir“ ile çelişir. Transferi makul kılabilecek gerekçe yaşı ve yabancı kısıtlaması. Onu yeniden yaratmak istedikleri belli. Ama Fenerbahçe’nin geleceğini teslim edeceği futbolcu mu? Ya da Avrupa’da başarı telaşının kilidi mi? Değer mi? Diğer yan sebep de Galatasaray’ı şoka sokacak sembol ismi almak düşüncesidir. O bayalığı da çoktan aştı Fenerbahçe yönetimi.
Gelelim diğer yaman çelişkiye. Fenerbahçe daha önce de karakterine ters futbolcular aldı. Ama Emre, mücadele ettikleri felsefenin ve dönemlerin sembolü. Futbol oynamaya çalışan, çirkeflik yapmayan, hiçbir şeyin bedelini rakipten çıkarmayan, teknik direktörleriyle bu konuda titizlik gösteren, bozacak herkesi eleştirip uyaran zihniyetin tam zıddı. Milli takım kaptanı olarak yaptığı el kol hareketlerine ve İsviçre olaylarına şaşırmadığımız adamdır Emre.
Fenerbahçe’nin kontrol edilemeyen ve yönetilemeyen tek kurum olduğunu söylüyoruz. Eski günleri geride bırakıp, iktidarların nüfuz edemediği tek kulüp. Zira kendi potansiyeliyle ayakta kalabiliyor. Galatasaray yönetimi gibi menfaat için politize olmak zorunda değil. Taraftarlık bu ülkede kimlikleri dışarda bırakmak demektir. Ama istemeseniz de daha önce kimsenin aklına bile gelmeyen tartışmalar başlayacaktır. Emre’nin kimliği ve çevresi, futbolculuğunun önüne geçti. Fenerbahçe yönetimi bunu değiştirmek, sınırları çizmek ve kontrolü kaybetmemek zorunda. Bu hiç de kolay değil ve aksi ağır sonuçlar doğurabilir. Emre’yi isteyenlerin bir kısmı için ilk gerekçe onunla aynı görüşü paylaşmak olacak. Tümer ise sadece Beşiktaş ve Fenerbahçe açısından taraflar yaratmıştı.