Arama

Popüler aramalar

‘’'Doğum günü 3 Temmuz'‘’

Kadronu dağıtmak zorunda kaldın, motivasyonunu, konsantrasyonunu darmadağın ettiler, emeğini aşağıladılar, haysiyetini işportaya düşürdüler, gururunu kırdılar; olmadı.

Hatır şikesi ittifakı, yardım ve yatakçıları ve de tetikçileriyle her cepheden tek bir ağızla her fırsatta saldırıp seni yerle bir etmeye çalıştılar; olmadı.

Cemaati, cemiyeti, gizli tanığı, yalancısı, iftiracısı, fezlekesi, iddianamesi, ithamnamesi, imannamesi, kolluk kuvveti, yargısı, siyasetçisi, bakanı, iktidarı, muktediri ,TFF’si UEFA’sı topyekun çökertmeye çalıştılar; olmadı.

3 Temmuz’dan bu yana ekranlardan, gazetelerden ve köşelerden üstüne kustular, düzenin kalın bağırsağı devşirmelerin ağzından ifrazatlar boşalttılar. Kutsallarına küfrettiler, tehdidin her türlüsünü yaptılar; olmadı.
Bir kez daha meydan okudun, ‘Son Kale’yi düşürmedin. Direndin, başkaldırı ve kalkışma destanı yazdın. Tezgah biçim değiştirdi, saldırı şiddetlendi; olmadı.

Ağzı kokan tescilli şikeciler ve soytarı yardakçıları seni ‘ahlâk’ üzerinden infaz etmeye çalıştı. Atabilecekleri pislik rezervlerinin tamamını tüketti; olmadı.

Parçalanmaya çalıştıkça bütünleştin, yok edilmeye çalışıldıkça inatla var olup çoğaldın. Karanlığın zebanilerini ışığınla kör ettin. Kudurganlaşmış linççilerin ‘kelle’ hevesleri kursaklarında kaldı; olmadı.
Memleketin balık hafızalı ezici çoğunluğuna, fil hafızası ile karşılık verdin. Nisyan umutlarını ‘isyan’ ile boşa çıkardın; yani ne yaptılarsa ne ettilerse olmadı, olamıyor.

Fenerbahçe bu ahvâl ve şerait altında iki kulvarda da finale çıktı ya; bu takım şampiyonluk kupasını Kadıköy’e getirtti ya, korkuyu bir kez daha yüreklere dağladı ya; yeter de artar.

İki kupayı da alsalar ne olur artık almasalar ne olur? Fenerbahçeliler bu çocukları ölene kadar başlarının üstünde taşımalı.

“Dünyanın üstüne kalkıştığı yarım Fenerbahçe ile bile başa çıkamayanlar, yıllarca tam Fenerbahçe ile nasıl yarışabildi?” sorusu, Türkiye’deki asıl şike tezgahını çırılçıplak ortaya koyan cevabı verecektir.
Fenerbahçe’nin doğum günü artık 3 Temmuz’dur. Olan bitenlerin tarih boyunca unutulmaması için 19 Mayıs’taki kongrede bu yönde bir karar alınmalıdır.

12 Mayıs 2012, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Korkulan oldu‘’

Herhalde bir oyuncunun kırmızı kart görmesi için Emre’yi öldürmesi lazım. Zürriyetini bitirme girişimi bile yetmiyor çünkü. Maçın tatil edilmesi için de ya tribünler sahaya inmeli ya da ateş edilmeli. İşte asıl şike buralarda yapılıyor. Bu savaş ve linç naraları altındayken, üstelik eksiklerine ve kadrodaki sakatlarına rağmen sahada sakin kalmayı başardı Fenerbahçe. En zor atmosferde, en bıçak sırtı durumdayken, ligdeki en sakin oyununu sergiledi. Ayağa ve ayarlı paslarla ablukayı dağıtmayı başardı. Tribünlerden yağdırılan ‘yerli madde’ler altında, saha içindeki provokasyona ve kışkırtmalara hiç yüz vermeden iki farklı galibiyete de ulaştı. Skora rağmen geriye yaslanma hastalığı nüksetmedi. Farkı açacak ataklarını durduran, Trabzonspor değil tribünlerdi. Taammüden, bilerek ve isteyerek oyunu soğutup Fenerbahçe’nin hızını kestiler.

Bu çocuklar ligin en başından bu yana bir başkaldırı, direniş, isyanın ve mücadelenin onurlu destanını yazıyorlar. Kramponlarıyla iddianameyi çürüten bir savunma yazıyorlar. Yok edicilere, ittifakçılara, yancılarına, yancıklarına, düşmanlara, hainlere, işbirlikçilere, saldırılara ve haysiyet cellatlarına karşı, var ederek meydan okuyorlar. Alınlarından tek tek öpülmeyi hak ediyorlar. Maval okuyanlara, ahkam kesenlere, palavra sıkanlara bakmayın. Bırakın Emenike’yi Memenike’yi bu takım sadece Lugano ve Niang’ı göndermek zorunda kalmasaydı Play-Off oynanmasına bile gerek kalmazdı. Şimdi ligin en başından beri korkulan şey gerçek oldu. En çok sakınılan ve bertaraf edilmeye çalışılan kıyamet senaryosu gerçekleşti. Allem, kalem şampiyonluk muamması Kadıköy’e taşındı. Kader gene iki ezeli rakibin yollarını Saracoğlu’na bağladı.
Haftaya ya Fenerbahçe 3. Denizli travmasını yaşar ya da aynı faciayı Galatasaray’a da tattırır. Her şeye ve herkese rağmen ipler yine kendisinin elinde.

07 Mayıs 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Korkuttuğun yeter!‘’

Bir yanda duruşma bir yanda liderlik maçı... 3 Temmuz’dan beri iddialar, suçlamalar, linçler ve ittifakların cenderesinde, suyu zehir bıçaklar arasında, cellatların çığırtkanlıkları arasında çarpışan Fenerbahçe, her şeye ve hepsine rağmen zirve maçına çıkmıştı. İki puan yaklaştı diye korku bacayı sarmış, birilerini sokağa dökmüştü. İttifakın yoğun demeç saldırıları altında yaralı Volkan’ı, sol ayağından mahrum Alex’iyle, sezonu kapatan Sow’uyla cephede ‘son kale’yi düşürmemek için çarpışıyordu. Korkutmaya çalışanları korkudan tir tir titreterek, yok etmeye çalışanlara karşı inadına var olarak ve çoğalarak. Parçalamaya çalışanlara karşı inatla daha çok bütünleşerek.

Beşiktaş bir önceki maça göre çok daha sakindi. Siyah-Beyazlılar Fenerbahçe’yi sonuca gitmeyen pas gevezeliğine zorladı. Bunu yaparken de Ernst ile Alex’i kelepçelemeyi ihmal etmedi. Doğru dürüst pozisyona giremeyen Fenerbahçe ilk yarının son dakikasındaki gaflet uykusunda yediği gol yüzünden ikinci yarıda sükunetini kaybetti. Hal böyle olunca Beşiktaş daha da rahatladı, rahatladıkça daha iyi oynamaya başladı. Sarı-Lacivertliler gole mecbur olmanın dayanılmaz ağırlığıyla çok ciddi gedikler ve pozisyonlar verdi. Volkan yüzde iki yüzlük tehlikeleri bu kez elleriyle değil yarık diziyle savuşturdu.
Sezon nasıl biterse bitsin, kupalar nereye giderse gitsin bu takım, bu hoca, bu futbolcular camianın tarihine altın harflerle yazılmayı ve kazınmayı çoktan hak etmişlerdir. Hem de ligin en başından beri... Bu camia ölene kadar onları bağırlarına basacaktır.

Galatasaray 2 puan kayıpla başladığı günü 1 puan kazançla kapatınca, çok büyük bir avantaj yakaladı. Maçın kırılma anı geçen maçtan sonu Rüştü’nün yaptığı itiraftı. O ceza almasa maç Fenerbahçe’nin lehine bitebilirdi. Sanki kalede Cenk değil Cech vardı.

3-4 gün sonra oynanacak maçlarla dananın iyice incelen kuyruğu ya kopar ya da yeniden düğümlenir. Bakalım neler olacak?

04 Mayıs 2012, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Yazgısı bu...‘’

Nihat Genç’in o analitik ve samimi itirafını bir kez daha hatırlatmak farz oldu. “Türkiye Ligi’nin özeti şudur: Her takımın Fenerbahçe ile iki maçı vardır.”
O nedenle Fenerbahçe için kolay maç yoktur, olmamıştır ve asla olmayacaktır. Çünkü rakipleri için bu maçlar tam bir ‘namus-onur-gurur testi’ ve ‘kendini temize çekme’ fırsatıdır. Vitrin, karizma ve transfer sıçraması yaptırması da cabası... Bunlar ortadayken bir de “Fenerbahçe kimseyle ittifak yapmaz” diye “Cümle Âlem Anonim Şirreti”ne ve paydaşlarına alenen gider yaparsan, olacağı budur.
Son haftalara girildiğinde Fenerbahçe’nin yarıştığı rakibin zaten maçı kalmamış demektir. Bu Kemal Sunal filmleri gibi onlarca kez tekrarlanmış, sahnesinden sözlerine kadar bire bir ezberlenmiş bir Türkiye klasiğidir. Sahada ve saha dışında ölümüne saldırıya uğrasa da bu ülkede ‘şike’ diye suçlanan da, yok edilmeye çalışılan yine Fenerbahçe olur. Oluşturulan Voltran’a karşı Volkan’ıyla çarpışır.
Bursa’ya yarım kadroyla gidenler, düşürdükleri metotla şampiyon yapanlar, yarım saatte 4 gol yeme destanı yazanlar futbol tarihimizin altın sayfalarına geçeli çok fazla olmadı. Olsun. Nasıl olsa ne soran olur ne de konuşan. Söz konusu Fenerbahçe olunca alt bilinç, bilinç, über bilinç (!) patlaması yaşanır memlekette... Olmayanlar üretilir, olanlar ise itinayla karartılır. Buna rağmen iki kulvarda da iddiası olan tek takım bu...
Fenerbahçe her zaman olduğu gibi kendi göbeğini kendisi kesmek, ekmeğini taştan çıkarmak zorunda.. Himmet beklemeden, minnet doğurmadan, borçlanmadan, ağlamadan, utanmadan, utandırmadan, dillendirmeden... Kadıköy’deki bu maç da o sıradan maçlardan biriydi “tamam mı, devam mı” yani kazanmaya eli mecbur olmanın dışında..
Alex’in eksikliğine, Emre’nin eksiltilmişliğine, Sow’un yokluğuna, memleketin sakatlığına rağmen Sarı-Lacivertliler çok iyi mücadele etti, fena halde bilenmiş motive olmuş hırslı Beşiktaş karşısında... Golü yemesine rağmen kendini bozmadı ve tabelayı dengeledi. Zorladı, aradı, sakin kaldı, sabretti, risk aldı. Selçuk’un Alex dublörlüğüne rağmen koruktan helva üretmeyi başardı.
Hakem ofsayt hediyesi sunmayınca, Egemen iddianameye girme riskine rağmen ilahi adaleti sağladı. Sonunda sabır ve koruktan helva üretmeyi de başardı. Ligin çözülmeye yüz tutan düğümünü yine Kadıköy’e ilmikledi.

30 Nisan 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Yapma Başkan..!‘’

Çünkü bu camia ‘var oluş öyküsü’nden bu yana imkânsızlığın, ümidin ve direnişin tarihini yazıyor... Elbette özellikle de 3 Temmuz’dan bu yana... Çünkü bu kadar yok edici, bu kadar cüretkâr ve pervasız bir saldırıyla hiç karşılaşmamıştı.

Başına onca çorap örüldü, yapılmadık zulüm, atılmadık iftira kalmadı. Hayat damarları kopartıldı, finans kaynakları kurutuldu, futbolcuları oyundan, taraftarları futboldan soğutuldu, senin ve yöneticilerinin özgürlükleri elinden alındı. Ama bir türlü istediklerini alamadılar. O çullanmaya dağ dayanmazdı, ama senin Fenerbahçe’ni pes ettiremediler, diz çöktüremediler, kelle koparamadılar, teslim alamadılar.
Bunca yapılandan sonra hangi camia olursa olsun her anlamda dibe vurur, çöker, darmadağın olurdu. Hiç olmadı yılardı, sinerdi, içe kapanırdı. Enkaz altında bırakan dönemin ilahlarına kurban verip, biat ederek kurtulmaya çalışırdı.

Oysa Fenerbahçe bütün bu koşullar altında olmak bir yana, eksiltilmiş kadrosuna, el konulmuş bütçesine, kendi eliyle dağıttığı puanlara, hediye ettiği maçlara rağmen dimdik ayakta...! Hem de her branşta! Belki de
hiç olmadığı kadar bir azimle, umutla ve kararlılıkla...

Sana neyin bedelinin ödetildiğini herkes biliyor. Demir parmaklıklar ardına atılmana, haysiyetine ve biricik aşkına yapılan saldırılara kahkahalarla sevinen düşmanların da, senden nefret edenler de bunu biliyor. Bugüne kadar gösterdiğin dirayetle liderliğini katlayarak pekiştirdin. Özgürlüğünden yoksunken bile oradan ders veriyorsun. Şimdiden herkesi “Ya çıkarsa!” korkusu sardı bile çoktan...

Artık şeker ve tansiyonunun ölçülmesini reddettiğini canından çok sevdiğin kızın söylüyor. Başkası söyleseydi ihtimal bile vermezdim. Senin yaşaman lazım, inadına bir gün bile olsa bir saat bile olsa daha fazla yaşaman. Sen imkânsızlara diz çöktürmüş bir adamsın. Ümitsizliğin yanından bile geçemezsin.
‘Birdy’ romanını hatırlıyor musun? Hani son ziyaretimde getirmiştim sana... Güvercin sevgisiyle başlayan, kanarya sevgisiyle doruğa çıkan uçma tutkusunu anlatıyordu. Senin güvercin sevgin ve kanarya tutkunla örtüşen bir öykü... Filmini izlediğini söyleyince cidden çok şaşırmıştım.

Hiçbir şey senin sağlığından, özgürlüğünden ve ailenden daha değerli olmadı ve olamaz elbette... Ama ne Fenerbahçe seni bırakır, ne de sen Fenerbahçe’yi bırakırsın, bilirim...

Zaten unutma ki; Fenerbahçe’ye yaptığın veya yapabileceğin tek ihanettir, sağlığına dikkat etmemendir.

26 Nisan 2012, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Tanrı'nın eli!‘’

Bu derbi, tüm bir sezonun ‘karar’ maçıydı. Yani Fatih Terim deyimiyle “risoltante importantesonuç önemli” durumu! Çünkü yıllardır alışılageldiği üzere ligin sonlarına gelindiği her zaman sadece Fenerbahçe’nin maçları vardır. Fenerbahçe ile maçları yoksa, şampiyonluktaki rakiplerinin üçer puanları psikolojik olarak çoktan ceptedir. Henüz iddianame yüzü görmemiş “hatır-gönül şikesi çetesi” devreye girer. İşi de asla şansa bırakmaz.

Galatasaray maça “boğmaca” taktiğiyle başladı. Topla buluşan her Fenerbahçeli futbolcu, 3-4 rakip tarafından ablukaya alındı. Sert bir şekilde rahatsız edilip korkutulmaya, yalnızlaştırılmaya çalışıldı. Sarı-Lacivertliler maçın başındaki gole rağmen oyunu sakinleştirmeyi, rakibin aceleciliğinden fırsat üretmeyi başaramadı. Bunu beceremeyince kendisi paniğe girdi, bilinç kayboldu, sahasına hapsoldu. Bu dakikalarda sanki Volkan değil de, Maradona’nın meşhur ifadesiyle “Tanrı’nın eli”ydi sanki devreye giren.
Sow’un sakatlığı, en güvenilen isimlerin tanınmaz oluşu bir yana Fenerbahçe yenilmek adına verebileceği her pozisyonu verdi, yapabileceği her hatayı ve yanlışıyaptı. Sunabileceği her imkanı bonkörce sundu. Trabzonspor maçındaki takımdan, hırstan ve mücadeleden eser yoktu. Elbette Volkan da bir yere kadardı.

Fenerbahçe’yi ancak bu koşullarda geçebilirler, ancak bu koşullarda alt edebilirler, ancak bu koşullarda saf dışı bırakabilirlerdi. Onu bile yapamadılar. Ama tribünleri yenemedikçe asla yenemezler ve asla durduramazlar.

Bunu hepsi biliyor hatta Fenerbahçe’den ve Fenerbahçeli’den daha iyi biliyor.

Kim kimi alkışlar ya da alkışlamaz bilemem ama şampiyonluğun ev sahibi, bu maçtan sonra artık Kadıköy’dür.

23 Nisan 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Fener'in elinde‘’

Her şeye ve herkese rağmen evet bu tam da böyle... Özellikle iki Galatasaray maçı başta olmak üzere, Süper olduğu iddia edilen Final maçlarını kazanırsa, bu çıplak gerçekliği ne gözaltılar, ne tutuklamalar, ne toplu infazlar engelleyebilir. Ancak maç öncesi Cadde’de gerçekleştirilen büyük yürüyüş şampiyonluktan da, kupadan da çok daha anlamlı ve önemliydi. Aziz Yıldırım ya Metris’te “Başkan” olarak kalır ya da oradan “Başkan” olarak çıkar, işte o kadar. Her türlü ve çok yönlü provokasyonun ve ajitasyonun ortasında kalan gerilimi çok yüksek bir maçtı bu. Özellikle de ev sahibi açısından... Sahaya atılan bıçaklardan ve atanları koruyan ve onaylayan çok daha yaralayıcı demeçlerin gölgesindeydi çünkü... Daha maçın başında Sow’un affedilmez egoistliği ve gülünç acemiliği olmasa, Trabzonspor’un direnci o dakikada kırılabilir, maçın seyri değişebilirdi. Gökhan Gönül’ün muhteşem kavisli topu direkte patlayınca Fenerbahçeliler deja vu ve kabus senaryolarını dillendirmeye başladı. Trabzonspor stratejisini orta saha hakimiyeti kurmak, Alex’i boğup tecrit etmek ve dış şutlarla “üçlük” bulmak üzerine kurmuştu. Baroni’nin onları kendi taktikleriyle avlaması ironikti. Sow’un golünün 61’de gelmesi tarihe not düşülmüş bir başka ironiydi. Baroni golü, asisti, oyunu ve mücadelesiyle ‘gecenin çilingiri’ apoletini takan adamdı. Gökhan birkaç maçlık özlemin ardından dil ısırtan “maşallah” kontenjanına geçiş yaptı. Kupa isteyen sahada emeğiyle, yeteneğiyle, becerisiyle alır. ‘İnce ince’ çalışmalara, sinsice siyasilere yaltaklanmalara, operasyonlara, ithamnamelere, savcılara, hakimlere, federasyona, tezgahlara ve komplolara bel bağlamaz. Bu maç Fenerbahçe’nin şike yaptığını bir kez daha belgelemiştir. Sezonu şampiyon bitirirse nasıl bir kıyametin kopacağı şimdiden bellidir. Herhalde ikinci bir gözaltı dalgası ve iddianamenin hazırlığı şimdiden yapılmıştır.

16 Nisan 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Fener elense...‘’

Fenerbahçe için en kötü senaryo elenmek değildi. En kötüsü maçın uzatmaya gitmesiydi. Oldu. Ondan da daha kötüsü de hem uzatmaya gitmesi hem de kaybetmesiydi. Bu olmadı. Çünkü sürpriz yumurtadan çıkarılan ‘play-off’ öncesi, fiziksel ve mental yorgunluk ile sakat ve kart cezalısı vermek beterin de beteri olurdu. Kart cezası hariç hepsi oldu. Türk futbolu için en kötü senaryo ise Fenerbahçe’nin bu kupayı almasıdır.. O zaman bütün ve tek maddi değerini yitirir, manevi değeri dip yapar, madeni değerine indirgenir. Çünkü sponsor bile bulunamaz. O zaman da federasyon ve takımların önemli bir gelir kalemi kurur. Bu, bizim coğrafyada bebelerin bile bellediği saf bir gerçeklik. Yani sözün özü, varlığı kadar yokluğu da değer katıyor, anlamlandırıyor ve para kazandırıyor Fenerbahçe’nin... Süper -olduğu ileri sürülen- Ligi aşağılama pahasına pırtlatılan ‘play-off’ garabetinin çıkış noktası da aynı gerekçe değil mi zaten?
Maça gelince, tepeden tırnağa her şeyiyle hak eden ve isteyen takım Kayserispor’du. Fenerbahçe sahada fazlasıyla boğuşuyor ama kavga etmesini hiç bilmiyor. Ortaya bir isyan, bir direniş koyan futbolcu yok. Bacak kadar Stoch’un yarısı kadar savaşmayı göze alabilen kimse yok. Alex gibi gücü örgütleyip doğru yönlendirebilecek, efektif kullandıracak zeka ve yetenek zaten sahada değil. Hal böyle olunca karşısında helva gibi dağılan bir rakip buldu Kayserispor.
Orta sahayı rakibe terk eden Sarı-Lacivertliler’in ilk yarıdaki tek ciddi tehlikesi Sow’un boş kale yerine dışarı attığı kafa vuruşu... Gerisi fasa fiso... Amrabat ilk kez bir Fenerbahçe maçında kendisi için değil de takımı için oynayınca farkını gösterdi.
Önce kork, mücadeleden kaç. Rast gele top şişir, göz göre göre ikinci lig takımının yemeyeceği iki golü ye... Sonra panik atak nöbetine gir, harala gürele vites yükseltip karambole bel bağla. Bunu da üçüncü, dördüncü ve beşinciyi yemeyi göze alarak yap. Madem bu kadar ağır risk alabiliyorsun, o zaman bunu en baştan öyle yapacaksın. Sonraya bıraktığında ortaya çaresizce çırpınış çıkıyor ki; hele de şu özel zaman diliminde hiç yakışık almıyor.
Değil turu geçmek, kupa bile gelse bu defoları kapatmaya yetmiyor.

12 Nisan 2012, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI