‘’Mayıs sıkıntısı‘’
Serbest bırakılması sürpriz olurdu aslında... Dediği gibi de oldu. Çünkü bilerek konuşuyor.
Çünkü bu operasyon Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe operasyonuydu. En başından beri.. Son tahliye kararlarıyla bu tescillenmiş oldu. Fenerbahçeliler şikeyi kendi aralarında yapmış olmalı. Çünkü içeride onlardan başka kulüp yöneticisi kalmadı.
Ekranı parselleyen kalın bağırsak suratlı sözcüler şimdi de kısık ateşte ‘Ergenekon’ senaryoları pişiriyorlar. Bir insanın aleyhindeki en tehlikeli tanık kendi vicdanıdır. Tabii eğer varsa... Zaten asıl amaç Aziz Yıldırım’ı da o gayya kuyusunun içine atabilmekti. Bir şey bulamadılar, çünkü yoktu. E, bulamayınca başka bir kulp taktılar. Bunu sürecin en başından beri Aziz Başkan da biliyor, en başından beri de açık açık dillendiriyor.
Cihan Oskay’ın tanıklık ipine sarılmaları bu yüzden. Hele hele Kelebek Davası Dosyası’nı istetmek. Sükut-u hayale uğrayacaklar. Şimdiden söyleyelim. Çünkü o dosya tamamen Aziz Yıldırım’ın kimlerle ve nelerle mücadele ettiğinin ispatı gibi. Yani tamamen lehine tanıklık edecek konuşmalarla dolu.. Birlikte hareket ettiği iddia edilen kişilerin, O’ndan nasıl nefret ettiğini, O’nu devirip kulübü yeniden ele geçirmek uğruna ne sinsi katakulliler çevirdiğini açık açık ortaya koyuyor. Bilseler yanından bile geçmezlerdi herhalde.
Neden mayısı işaret ediyor Yıldırım? Çünkü Fenerbahçe’nin kongresi var. Fenerbahçe’den ne yaptılarsa koparamadılar ya, son çare “adaylık yolunu kapatırsak olur belki” umuduyla... Direniş destanı yazan Fenerbahçe camiasını aptal yerine koyarak yani... Genel Kurul toplanır, Aziz Yıldırım serbest kalana kadar kongreyi erteler, olur biter. Sokakta, sahada teslim olmayan, kongrede olur mu?
Taktik, strateji, hata, futbol hepsi bir yana... Bu futbolcular da etten kemikten. Herhalde milyonlarca taraftar gibi onlar da uyumadılar, onlar da Çağlayan’daki o gecede tutuklu kaldılar. Onlar da allak bullak oldular/edildiler. Lider tutuklu kaldıkça, takımın tutukluk yapması da çok normal.
Asıl maç Metris’te, Çağlayan’da... Sahada yenilsen ne olur? Öbür hafta yenersin. Ama tribünde yenilirsen, sokakta yenilirsen, kongrede yenilirsen ne sahada bir şey kalır, ne de Fenerbahçe diye bir kulüp!
‘’Fenerbahçe yenilmez!‘’
Bu ülkede ekmeği ayrıştırdılar, suyu ayrıştırdılar, milleti millet, vatanı vatan yapan unsurları ayrıştırdılar. Mustafa Kemal ile Cumhuriyet’i ayrıştırma cüretkarlığı ve gayretkeşliği de dört bir koldan tam gaz devam etmekte...
Bütün bunları yapanlar bir tek Fenerbahçe ile Fenerbahçeli’yi, Fenerbahçeli ile Aziz Yıldırım’ı, Aziz Yıldırım ile Fenerbahçe’yi ayrıştıramadılar. Bütün dayatmalara rağmen asla da ayrıştırmayacaklarının da farkına vardılar. Zaten bunu becerebilmiş olsalardı, bütün bu olan bitenler yaşanır mıydı?
Şükrü Saracoğlu’nda dün bir kez daha tekrarlanan muhteşem bilinç ve direniş manifestosu, sadece Fenerbahçe’nin değil, Türkiye’nin ve Cumhuriyet’in gurur tablosuydu. Aziz Yıldırım da işte tam da bu nedenle, yani geceli gündüzlü uğraşıyla yarattığı bu eser yüzünden en ağır bedeli ödüyor.
Bu Sarı-lacivert direniş ve isyan, aynı kararlılıkla sürdürüldüğü ve geri adım atmadığı sürece, taraftarları sevmekten yorulup pes etmediği sürece bozulmayacak, yerle bir edilmeyecek tezgah, dağıtılamayacak hiçbir abluka var mı? Tıpkı daha öncekiler gibi... Bunu da en iyi tezgahlayanlar ile iman etmiş yancıları biliyor. Zaten asıl kıran kırana mücadele de taraftarlarla, futbol dışı egemen unsurlar arasında sürüyor.
Bu camiadaki bu inatçı direnç kırılmadıkça, efendilerine kuyruk sallayan devşirilmiş ‘biatçı’ anlayış yönetimi ele geçiremedikçe Fenerbahçe yenilmez. Sahada farklı yenilse bile yenilmez. Amatör kümeye düşürülse bile yenilmez. Kulübün kapısına dayanıp ortaçağ kilitleri vursalar bile yenilmez. Tanklarıyla toplarıyla gelseler dahi yenilmez.
Cezaevindeki ilk ziyaretimde “Özgürlüğümüzü de verdik, bundan bir adım sonrası da ölüm olur herhalde” diyen Başkan Aziz Yıldırım eminim tribünlerdeki tabloyu ağlayarak izlemiştir. Skor 5-0 Sivasspor lehine bile bitseydi, çok iyi biliyorum ki; O bunu zerre kadar umursamazdı. Tıpkı yüzbinlerce Fenerbahçeli gibi...!
‘’Hayata dönüş‘’
O’nsuz iki haftanın ardından hayata dönüş, dünya işleri ile yeniden ve mecburen ilk temasım bu...
Fenerbahçe’sini O’nun yemyeşil, sürekli gülen ve ışıklı gözleriyle izledim bu akşam. Kulübünün düşürüldüğü duruma çok ama çok içerlemişti. Bir yanda bunun üzüntü ve acısını, diğer yandan camiadaki sarsılmaz direniş ve isyanın gururunu yaşıyordu O da... Biliyorum ki; bunu yapanlara hakkını helal etmedi. Onların yakalarına ilk yapışanlardan, ilk hesap soranlardan olabilmek için acele edip erken gitti. Şimdi orada nöbette ve bekliyor. Arayanlara, gelenlere, son yolculuğunda yalnız bırakmayanlara, acımızı paylaşanlara sonsuz teşekkürler. Nurlar içinde yatsın. Allah kimseye bunu yaşatmasın.
Sonra birilerinin kardeşlerinin, çocuklarının, babalarının üzerine acımasızca, taammüden, kör etmek, yakmak için meşale fırlatan teröristleri gördüm. İnsan hayatına kast eden bu lümpen güruha güzellemeler döktürenlerden iğrendim. Bu satılık beslemelere bol pankartlı ‘duyarlı anarşist’ makyajı yapan, süslü jargonlarla gaz veren sözde muhalif ‘kofti’ muhalif meslektaşlarımdan tiksindim. Üç kuruşluk popülizm uğruna bu rantiyelerle cilveleşmelerinden, onlara köçeklik yapmalarından dolayı, kusma hakkımı kullanmak istedim.
Genelkurmay Başkanı’na ‘teröristbaşı’ fezlekesi ile ağırlaştırılmış müebbet isteyen düzenin, bu tribün esnafı ve çeteleşmiş teröristlerle ilgili yıllardır gösterdiği sınırsız hoşgörüye bir kez daha hayret ettim. Bunlara hâlâ ‘taraftar’ demekte ısrar edenlerin, koruyanların, kollayanların, yemleyenlerin, palazlandıranların, varlığıyla dövünmesi gerekirken övünenlerin yaşadığı bir ülkede ve düzende yaşıyor olmaktan utandım.
Statları, salonları, kulüpleri ve sokakları teslim alan bu organize suç ve terör örgütleri temizlenmeden, onlara yardım yataklık yapan, tartışmasız işbirliği içinde olan gönüllü suç ortağı yöneticiler temizlenmeden, bu ülkede futbol falan temizlenebilir mi? Bunlara değil deplasman yasağı, tribünlere sokulmamaları lazım...
Bakalım bunları gözaltına alacak, fezleke hazırlayacak, ‘örgütlü terör’den dava açabilecek, taammüden adam öldürmeye teşebbüsten yargılayabilecek babayiğitler çıkabilecek mi?
‘’Alıştırıyorlar sakın alışma!‘’
Fenerbahçe’yi el birliğiyle, söz birliğiyle açıktan açığa şikeye davet ediyorlar. Neymiş; “58. Madde’ye ince ayar yapalım”mış, “küme düşme kalksın”mışmış... Meğer sezon başından bu yana Fenerbahçe’yi gazozuna oynatıyorlarmış. Aziz Yıldırım, Metris’ten gönderdiği manifestoyla tezgahı bozunca, hepsi paniğe kapıldı, hepsinin eli ayağına dolaştı. Kimi sessizliğe büründü, kimi paniğe kapıldı. “Biz senaryoyu kotarırız, Fenerbahçe’ye de figüran rolü veririz” oyunu geri tepti. “Ölümü gösterir, sıtmaya razı ederiz” taktiği sonuç vermedi. Karar sürecini uzatarak Fenerbahçeliler’i uyutmaya, uyuşturmaya, unutturmaya ve alıştırmaya çalışıyorlar. Karar sürecinin bu kadar uzatılmasının, sürüncemede bırakılmasının nedeni de bu. Gün aşırı medyaya üfürülen sözde UEFA eksenli idam fermanlarının nedeni de elbette bu... Testereyle ameliyat yapmaya kalkışıyorlar.
Fenerbahçe’nin ve Fenerbahçeli’nin onurunu, gururunu aşağılıyorlar, aklını ve hafızasını küçümsüyorlar. Timsah tebessümlü ‘ince ayarcılar’ saltanatlarını borçlu oldukları ezici ‘balık hafıza’ çoğunluğuna güveniyorlar. Ancak taraftar denilen varlığın fil hafızasına sahip olduğunu çok fena ıskalıyorlar. Çünkü 3 Temmuz’dan bu yana en çok güvendikleri şey, Aziz Yıldırım’ın kellesinin feda edilmesiydi. Sarı-Lacivert direniş kimyalarını bozdu. Strateji tutmayınca bu kez “alıştıra alıştıra” puan silmeye razı etme ucuzluğunu deniyorlar.
Fenerbahçe ve Fenerbahçeliler bu ‘silme’ denilen onursuzluğu kabul etmez, edemez. Hiç kimsenin oyuncağı olmaz. Hele hele soytarıların soytarısı hiç olmaz. Şerefsiz bir hayat sürmektense, şerefiyle ölmeyi tercih eder. Bu camia bunu ispatlamaya sonuna kadar kararlı. Bunu herkes görecek, herkes ezberleyecek.
Aslında Fenerbahçe’yi tamamen silme katakullisi yapanların tarihten silineceği dönem de elbet gelecek. Fenerbahçeliler olan bitenlere alışmadıkça, unutmadıkça, teslim olmadıkça bu süreç daha da hızlanacak.
‘’Lefter'in ahını alanlara...‘’
Yalnızlığının özel tarihine yakıştığı gibi, sadece olması gerektiği gibi...
Birileri yok etmeye çalıştıkça, o daha çok var oluyor. Birileri eksiltmeye çalıştıkça, o daha da çoğalıyor. Birileri kara çalmaya çalıştıkça, o daha da aklanıyor. Maçların sonuçları ne olursa olsun. İddianamede ne yazarsa yazsın. Küme düşürülsün ya da düşürülmesin. Devşirilmiş tetikçiler yaranmak için nerelerini yırtarsa yırtsın. Bu gerçek değişmiyor ve asla değiştirilemeyecek. Tarihin en ağır, en iğrenç, en acımasız çok müttefikli ablukasına rağmen... Düşmanlarına ve onların kucaklarında dansözlük yapan işbirlikçi hainlerine rağmen. Bu forma hiç teslim olmadı; teslim olmayacağını Okyanus ötesi de, görevlendirilmiş sözcüleri de ezberleyecek.
“Geldikleri gibi giderler” demeyi göze alabilen biriydi Cumhuriyet’in temelini atıp, bir ulusun ve bu ülkenin kaderini değiştiren. Fenerbahçe için bunu diyebilen yüzbinler var. Başkansız da bıraksalar, sezonu santrforsuz da geçirse, üstüne transfer beceriksizliği de binse, yanlışlarla hatalar üst üste toplansa, bütün maçlarını mağlup da bitirse, hayat veren bütün damarlarını da kesseler, dünyayı üstüne de kaldırsalar bunu kesinlikle beceremeyecekler.
Ordinaryüs Lefter’i canı gibi sevdiği Başkan’ından, hem son günlerinde hem de ölümünde ayrı düşürenler, hiç kimsenin acıtamayacağı kadar canını acıtanlar, ikisinin helalleşmesini bile hesaplaşma hırsıyla engelleyenler, “farkında olanlar” tarafından çoktan hafızaya kaydedilmiştir. Lefterler’i, Mehmetçik Basriler’i öldürmeden bu kulübü ne teslim alabilirsiniz ne de öldürebilirsiniz.
Bu da böyle biline...
‘’Sana dün bir 'Tepe'den baktım...‘’
Olan biteni, yapılanları, yazılanları, konuşanları, konuşturulanları, servis edilenleri, idam sehpanı kuranları, sandalyeni tekmelemek için birbiriyle didişenleri bir kenara yaz.
Devşirilmiş, görevlendirilmiş, seçilmiş ya da atanmış, mürekkepleri lağım kokan adamların, ellerine tutuşturulmuş, kişiye özel servis edilmiş iftiralarla nasıl kudurganca saldırdığını unutma... Ekranlardan, köşelerden ifrazat saçan yüzleri ve kalemleri hafızana dövme gibi kazı...
Köçekleşmenin ve köpekleşmenin kurgulanmış tarihini yazanları tek tek hayatına not düş. Almışlar ellerine iddianamaden seçilmiş tapeleri, misyonları gereği ‘tape tape’ kullanıyorlar. Henüz savunma hakkı bile verilmemiş bir adamı topluca linç etmeye, kanını içmeye çalışıyorlar. Kamuoyunun beynini iğdiş edip sinsi sinsi kemiriyorlar.
Tahrikçileri ve tahrifçileri bırakalım yine Ahmed Arif tarif etsin “Bunlar engerekler ve çıyanlardır,/ Bunlar aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır/ Tanı bunları, tanı da büyü... Bu, namustur/ Künyemize kazınmış,/ Bu da sabır,/ Ağulardan süzülmüş./ Sarıl bunlara/ Sarıl da büyü...”
Aziz Başkan’ı hiç bu kadar kendinden emin görmemiştim. Tutsaklık koşullarında bile şaşırtıcı derecede güçlü, moralli ve yüzü sürekli gülüyor... O yürek, o enerji o avluya sığar mı hiç? Gözleri çakmak çakmak “İddianame eklerini satır satır okuyup çalışıyorum, not alıyorum, soruşturma da, iddianame de baştan aşağı fiyasko, hepsini tek tek belgelerle çürüteceğim, çünkü zaten hiçbir şey yok ve asla olmadı” diyor. Yazılı ve görsel medyada çıkan haber ve yorumları çok büyük bir dikkat ve hassasiyetle takip ediyor.
Öyle bir yer ki orası; ziyaretçi olarak içeri adım atarken bile insanın kimyası yerle bir oluyor. Buna rağmen ziyarete gelenlere bile O moral veriyor. “Fenerbahçe için burayı da gördük, bundan sonrası da ölüm olur herhalde” diyor. Metris’te 6 ayda tam 10 kilo vermiş. Kötü günlerin tek iyi sonucu bu... Hiç olmadığı kadar sağlıklı görünüyor. Bir yanda bedeli ödenmemiş günahlar, bir yanda bedeli ödetilen sevaplar. Başkan’ın kurduğu veda cümlesi, mideye yumruk gibi iniyor. “Özgür kal” diyor, “Hep özgür kal..”
“Sana dün bir ‘tape’den baktım Aziz İstanbul” isimli Hırt Salak Müziği korosu ekranlardan, köşelerden kusmuk saçmaya devam etsin. Onlara inat Fenerbahçeliler Aziz Başkan’a, kalpleriyle bakıyor, akıllarıyla seviyorlar. Çünkü herkes her şeyin farkında... Düzene biat ve iman edenlere de son bir hatırlatma; evet Fenerbahçe ‘Cumhuriyet’tir, Cumhuriyet Fenerbahçe’dir.
‘’Bir umut sende anlıyor musun?‘’
Bunda da yerden göğe haklılar... Çünkü pislikler pislikle temizlenmez, bunu da en iyi onlar biliyorlar. Gerçi bin dereden su getirsen hikaye de, yıkanıp arınabilecekleri başka bir mecra da yok ki?
Bakın Galatasaray kongre üyesi bakan konuşuyor. Kupayı alıp Trabzon’a getireceklermiş. Hani şu eski TOKİ başkanı... Hani milletin arazisine devletin parasıyla stat yapmak için kendini yırtan adam. Bunu da açılışta ballandıra ballandıra anlatırken ortalığı karıştıran adam. Kupadan ziyade diğer dediklerine dikkat edin. Fenerbahçe’nin ne tür bir kuşatmayla karşı karşıya olduğunu, bundan daha açık hiçbir şey ve hiç kimse anlatamazdı. Hatta bir itirafçı bile bu kadar pervasızca yapamazdı... Yani rakip her kim olursa olsun, asıl maç Fenerbahçe’nin her zaman alışık olduğu gibi saha dışında... Şike hiç olmadığı kadar açıktan, topyekün ve tam saha pres devam ediyor. Beyinlerin kurutulduğu, kalın bağırsakların dile geldiği, Mustafa Kemal’in bile hain ilan edilmesine ramak kaldığı bir iklimde, bunlar vukuat-ı adiye bile değil...
Ahmed Arif’ten bir uyarlama ile bitirelim: Öyle yıkma kendini/öyle mahzun, öyle garip.../Nerede olursan ol/ İçerde, dışarda, derste, sırada,/ Yürü üstüne üstüne,/ Tükür yüzüne celladın,/ Fırsatçının, fesatçının, hayının.../ Dayan tırnak ile, diş ile,/ Umut ile, sevda ile, düş ile/ Dayan/ Rüsva etme Fenerbahçe’ni...
‘’Yerden göğe kadar haklı...‘’
Fenerbahçe’ye her alanda toplu linç uygulanıyor. Herkes estirilen bu rüzgarla yelkenini şişiriyor. Ya yaranmak için ‘aferin’ alma derdindeler ya da durumdan vazife çıkarıp işgüzarlık yapıyorlar. Nasıl olsa mevcut konjonktürde Fenerbahçe’ye sallamanın, katletmenin, küfretmenin hiçbir yaptırımı yok. Tam tersi ikbal bile sağlar. Yorumcusu da, hakemi de, siyasetçisi de, bakanı da, futbolcusu da, muhalifi de, rakip takımların yöneticileri de bu fırsatı kaçırmaz. TRT bile bunu bir devlet ya da hükümet politikası gibi benimsemiş ki; içinde zerre kadar zeka barındırmayan aptal bir çizgi filmi rahat rahat yayınlayabiliyor. Ülker Arena’nın açılış maçı öncesi TBF’nin verdiği ceza da bundan bağımsız değil...
Aykut Kocaman sürecin en başından bu yana en dik, en onurlu duruşu sergileyen adamdır. Sözleri yakınma değil, tam isabetli bir durum tespitidir. Bunda da yerden göğe kadar haklıdır.