‘’Var mısınız Sayın Aydınlar?‘’
Yani zat-ı âlilerine göre çok gereksiz, çok abartılı bir durum. Bu mesaj herhalde Aykut Hoca’ya bir salvo değil, olsa olsa kendisini o makama oturtanlara bıyıkaltı bir tebessüm.
Peki kim gergin olmalıydı Sayın Aydınlar? Malum tarihten bu yana olan bitene, icraatlarınıza, çelişkilerle dolu tutumunuza bir bakın. Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi hakkı gasp edildi. Aynı soruşturmada adı geçen başka bir takım gönderildi. Adı geçen bir diğer takıma Avrupa yolunu da yine siz açtınız; hem de örnek göstererek.
Yetmedi ligin genleriyle oynadınız. İnsanların kafasını allak bullak ettiniz. Sezonluk Play-Off’lar icat ettiniz. Kupanın statüsünü değiştirdiniz. İki futbolcusu tutuklu Göksel Gümüşdağ’ı Başkanvekili yaptınız. Aynı takımın teknik direktörünü Milli takımın başına getirdiniz. En azından Göksel Gümüşdağ’ın gözaltına alınma biçimi ile diğerlerini karşılaştırın da, kıyas mekanizmalarınız çalışsın. Belki o zaman Deniz Feneri ile Kadıköy Feneri soruşturmasındaki farkı uçurumunu da görebilirsiniz. Aziz Başkan’ın gönderilmesini tavsiye etmiştiniz, Gümüşdağ’a da aynı tavsiyede bulundunuz mu? Ya da TFF’yi kongreye götürmeyi düşünüyor musunuz? Bir yorum duymadık henüz sizden.
İşinize geldiğinde saklambaç, işinize geldiğinde ayar vermek olmaz. Ya ikisinde de susun, ya ikisinde de konuşun. Herkese mavi boncuk, herkese şirinlik muskası Fenerbahçe’ye kızılcık sopası olmaz. Birinin ağzına acı, birilerin ağzına badem olmaz. Gergin olmayıp da teslim mi olsunlar? ‘Biat’ modasına uyup huzura mı ersinler? Aşağılanmayı, lekelenmeyi, iki paralık kokan ağızlara malzeme olmayı kabul mu etsinler? Düzenin kalın bağırsakları köşelerden, ekranlardan kin kusarken, niyet okurken, kulaklarına üflenenleri gerine gerine üfürüp, ahkam keserken, alenen tehditler savururken hem de!
Peki madem bu kadar cesur ve yüreklisiniz. Bu ülkede şikenin, teşviğin, hatır şikesinin tarihini yazmış takımlara da bir dokunun. Devlet, derin devlet, siyaset, mafya, cemaat ve cemiyet eliyle kollanıp, desteklenmiş ve şimdi elbirliğiyle aklanıp pir-u pak sınıfına sokulmuş bir takım bu. Yandaşları, yoldaşları, paydaşları, yardım ve yatakçıları ile yaltakçıları ortalıkta, etrafınızda kol geziyor. Yönetmelik de, güç de elinizin altında. Sadece basit bir talimatınıza bakar her şey. İki dudağınız arasından çıkacak iki kelimeyle 20 yıl geriye doğru araştırılsın Süper olduğu ileri sürülen bu ligimiz. Zalad’lar, 131’ler, 8-0’lar ortaya saçılsın. Var mısınız?
‘’Yorgun savaşçılar‘’
Fenerbahçeli futbolcular bu sene omuzlarında “onur ve haysiyet savaşçısı” olarak mücadele ediyorlar. Bu kadar ağır yük kimini bedenen kimini de zihnen yormuş olmalı...
Sarı-Lacivertliler, Eskişehirspor gibi diri ve mücadeleci ekip karşısında golü erken bulmasına rağmen, bir türlü bitirici darbeyi indiremedi. Sonuca ulaştıracak paslaşma, oyunu rölantiye alan pas gevezeliğini tercih etti. Rakip 11 kişiyken de, 10 kişiyken de değişen bir şey yoktu. Maçı da diken üstünde tamamladı. Eee, kabus görmek istemiyorsan uyumayacaksın.
Emre’nin kontrolsüz öfkesi hem kendisine zarar veriyor, hem de kendi takımı için ciddi tehdit oluşturuyor. Gökhan ile girdiği gereksiz ve abartılı ağız dalaşı, sadece düşmanlarını güldürür.
O kadar provokasyondan sonra hala futbol oynayabilen, hâlâ ligde lider yürüyen oyunculara bu haller hiç yakışmıyor. Tam tersine saha içindeki ve dışındaki her türlü kışkırtma karşısında bile ‘sakin güç’ olarak kalabilmeliler. Yoksa onlar da Fenerbahçe’ye bedel ödetirler.
Tribünlerin deplasman yasağını protesto eylemine her şeyimle katılırım. Ancak Başkan Aziz Yıldırım’ın Metris tutsaklığı unutulmuş, daha da beteri kanıksanmış sanki. Uzun süredir devam eden “Fenerbahçeliler’i alıştırma ve uyutma” taktiği başarılı olmuş gibi. Sevgisi, tutkusu ve inancıyla herkesi korkutan tribünler şimdi, bir süredir “lay lay lom” havasında...
Bir Aziz Başkan’ın gözaltına alınma şekline bakın, bir de TFF baskınına ve Gümüşdağ’ın gözaltına alınma şekline... Sadece bu bile uykuya yenik düşenleri uyandırmaya yeter.
‘’Çok ve hiç‘’
Sezon başlamadan ‘töhmet enkazı’ altında bırakılmış, cendereye alınmış ve infaz edilmiş iki takımın karşılaşmasıydı dün geceki... Sivas’ta sıcaklık sıfırdı, Fenerbahçe’nin oyunu ise sıfırın çok altında.. Bu sezon belki de ilk kez kendi kimliğinden bu kadar uzak bir görüntüdeydi Sarı-Lacivertliler. Gereksiz ve saçma sapan bir telaşın içindeydi. Panikledikçe de zincirleme hatalar üst üste geldi. Ayakta durmakta, yardımlaşmakta, üç pası üst üste yapmakta zorlandı. Bunu aştığında da ikili sıkıştırmalara ya da taktik faullere takıldı. Eğer sahadaki futbol skora yansısa, ev sahibi takım tarihi fark yapardı. Fenerbahçe öyle bir ilk gol yedi ki; ofsayt olması bile, pozisyonun en başından en sonuna kadar yaşanan saçmalıklar silsilesini izah edemez. Fenerbahçe açısından dün gecenin tarifi top yekün bir kimlik bunalımıydı. En etkili ayaklar bile etkisiz elemana dönüşmüştü. Gol yersin, 3-4 gol de yersin. Bu kabul edilebilir ama o gollerin beşinci sınıf bir takım gibi yemek, her pozisyonda çuvallamak yenilir yutulur hal değil. İsyanın ve direnişin öteki tarihini yazan, hırsından topu ısırıp yemesi, kendini parçalaması gereken bir takıma, bu pasif, bu çaresiz, bu aciz, bu silik, bu kendini inkar eden görüntü hiç ama hiç yakışmadı. Futbolcularda hem fizik kondisyon, hem motivasyon ve konsantrasyon anlamında çok sert, çok bariz ve çok dramatik bir düşüş
yaşanıyor. Fenerbahçe milli maç arasında bu sorunu çözemezse, bu sorun Fenerbahçe’de çözülmeye yol açar.
‘’İyi ki varsın!‘’
Üst üste pazartesi-cuma mahkûmiyeti ve ardından gelen 6 puanlık kayıp (4’ü Kadıköy’de), sinirleri de, sabırları da, beyinleri de, kasları da iflas çizgisine kadar taşımıştı. Bu maçta galibiyet “olmazsa olmaz”dı Fenerbahçe için...
Karabükspor, geçen seneden ağır dersler çıkarmış besbelli. Bir daha sorgularla, polis-adliye koridorlarıyla muhatap olmamak, transferlerini tehlikeye atmamak için kendilerini yırttılar sahada... Tek eksiği kalecilerinin son dakikadaki taç atışında rakip ceza sahasına koşmamasıydı.
Hakem Aytekin Durmaz, düdüğüyle iddianame hazırlayan adam gibiydi. Bu ligin sicili en temiz adamı olan Alex daha 6. dakika dolmadan infaz edildi. O andan itibaren isyan ve diriliş ateşi yandı. Mehmet Topuz bir anda ‘Barbar Conan’a dönüşüp devleşti. İnsanüstü bir gayretle üç kişilik oynamaya başladı. En sakin kalması gereken adam Emre ise tam anlamıyla canlı bombaya döndü. Hakem oyunun kontrolünü de, şuurunu da, kartlarını da, düdüğünü de kaybetti. Ve sahada sinir harbi başladı. Fenerbahçe “keşke her maçta 10 kişi oynasa” dedirtecek kadar müthiş bir mücadeleye girişti. Topuz’un havan mermisini andıran müthiş aşırtmasına, gecenin en sarsak ve güçsüz ismi Bienvenu bile ihanet edemezdi, etmedi de... Farkı açabilecek fırsatlar ya direğe takıldı ya da santrforsuzluğa... Rakibe de gereğinden çok fazla top yapma şansı tanıyınca, yorgunluk da erken başladı. Her şeye rağmen lider, Metris’teki liderini selamladı.
Taraftar ‘tutsak’ Başkanı’na hayatının en güzel doğum günü hediyesini gönderdi. Can Yücel’in “Yalnızım benim, çoğul türkülerim” dizelerini, tribünde olabilecek en güzel şekliyle canlandırdı. ‘Biat’ kültürüne meydan okuyan sevgi ve inanç manifestosunu bir kez daha cümle aleme ilan etti.
‘’'Kazan kazan' formülü‘’
Fenerbahçe değil duraklamaya, duraksamaya bile tahammülü olmayan olağanüstü bir dönemden geçiyor. İnönü’ye ligin tek namağlup takımı unvanıyla gelmişti, iki kez yenik duruma düşmesine rağmen yine öyle ayrıldı. Kazanmaya daha çok ihtiyacı olan takım Beşiktaş’tı. Futbolun ve puan tablosunun gerçekleri Beşiktaş’ı, içinde bulunduğu moral atmosfer ise Fenerbahçe’yi kazanmaya mecbur kılıyordu.
Şampiyonluktaki rakiplerin beklenmedik puanler saçtığı haftada, maçın değeri 3 puandan çok daha fazlasıydı. Beraberlikte bile iki taraf da kazanacaktı.
Maçların yas ve gözyaşı ortamında oynatılmasının iler tutar hiçbir yanı yok. Hele perşembe dayatması apayrı bir konu. Son gün yaşanan taraftar yasağı komedisi tuzu biberi. Stada yapılan taraftar baskınının ucuz atlatılması ülkenin şansıdır. TFF bütün bu olan bitenler dolayısıyla, icraatıyla ne kadar övünse azdır. Fırat Aydınus’u bu derbiye atamak bile eskiden kalma bir ezber.
Simao Sabrosa’nın jenerik golüyle erkenden skoru yakaladı ev sahibi... Ancak Fenerbahçe bu şoka rağmen çözülmedi. Alex de Souza bu deplasmandaki alışkanlığını gösterdi ve yine boş geçmedi. Almeida’nın golünü Ziegler’e yazmalı... Baroni, Simao’ya nazire yaparken, takımını göçük altından çıkaran adamdı.
Sarı-Lacivertliler’de sahanın en iyisi Caner’di, Siyah-Beyazlılar’da ise Mustafa Pektemek. Ne hikmetse ikisi de oyundan erken alındı. Derbide futbol ve pozisyon üstünlüğü Fenerbahçe’de, mücadele ve hırs üstünlüğü Beşiktaş’taydı.
‘’Siyah makamı‘’
Fenerbahçe memleket gibi, memleket de Fenerbahçe! Ruh ikizi gibiler. Birinde hava nasılsa öbüründe de o! İkisinin üstünden de kara bulutlar hiç eksik olmuyor. Ancak onlara da hep kendisi davetiye çıkarıyor.
Teröre karşı gösterilen ortak tepki, şehitlerin adıyla yapılan yoklama müthişti. Tıpkı aylardır ele güne gösterilen inanılmaz direniş gibi... O kadar çok cephede birden mücadele edince, sahadaki mücadele unutabiliyor bazen. Halbuki ikisi de birbirinden farklı değil, ikisi de aynı önem ve anlamı taşıyor.
Aykut Hoca’nın Mersin fırçası zihinleri açmaya yetmemiş. Herhalde tel fırça gerekiyor paslanmayı gidermek için... “Memleket bir yandan terör, bir yandan depremle uğraşırken, bir de biz yüzde 50’yi üzmeyelim” havasındaydı Fenerbahçe...
Böyle giderse “Bize her yer Kadıköy” söylemi ve iddiası yakında “Bize her yer deplasman”a dönüşür kaçınılmaz olarak. Engizisyona ve cellatlarına karşı savunma böyle mi yazılır? İyi futbolu, göze hoş gelen oyunu, skoru bir kenara bırakalım tamam... Tamam da yardımlaşma, dayanışma, mücadele, meydan okuma, direniş, kavga, inat ve isyana ne oldu? Bu kelimeler 5 haftada kenar süsüne mi dönüştü? Tekmili birden bütün bu saydığım unsurlar bir an evvel hatırlanmaz ve çoğaltılmazsa, Fenerbahçe giderek azalır.
Sahadaki Sar-Lacivert ile tribündeki, sokaktaki, Kadıköy’deki ve Türkiye’deki Sarı-Lacivert arasındaki çelişki giderek derin uçurumlara dönüşüyor. Kendinden kaçak ve fikri firar haller yakışmıyor. Bu ağır çelişkiye yanıt bulacak olan da elbette Aykut Kocaman... Hem de hiç tereddüt etmeden ve çok geç olmadan!
‘’Oldu mu şimdi?‘’
Fenerbahçe bir maçından daha galip ayrıldı.Elbette şaibeve şike tarafı polisler ve savcılar tarafından ele alınacak, bir kez daha tapeler ortalığa saçılacaktır.
En başta Mersin’in iki kalecisi ile Bekir’in smaçını görmezden gelen Halis Özkahya bu galibiyetin baş zanlılarıdır. Metris’teki ‘çete reisi’ illa ki ve hala maçlara müdahale ediyor olmalı. Yoksa bu kadar kan kaybından, kanka ayıbından ve moral bozukluğundan sonra bu neyin nesi ola ki? Bu gereksiz ve anlamsız direnişle sonuna kadar düşürülmeyi hak etmiyor mu şimdi? Önümüzdeki senenin iddianamesinde neyin yer alacağını şimdiden ayan beyan şekilleniyor sanki.
Nurullah Sağlam’ı tebrik etmeli... Gerçekten ligin eskilerinden taş gibi bir takım oluşturmuş. Hamleli, mücadeleci ve istekli.. İki saçma sapan golle geriye düşmelerine, on kişi kalmalarına rağmen morallerini bozmadılar... Fenerbahçe iki rahat top yaptırmadıkları gibi sahayı da dar ettiler. Hatta maçın sonuna doğru golü de buldular.
Aykut Kocaman’ın futbolcuları Mersin’in yaptığını yapamadı.Onlar kadar mücadele edip, yardımlaşamadı.Top rakipteyken hamle üstünlüğü, adam ve alan paylaşımı konusunda orantısızlık ve ciddi bir sıkıntı vardı. Tartışmasız Büyük Usta Alex, Ziegler ve Mert galibiyete damga vuran isimler oldular. Her şeye rağmen Metris’e bir selam daha göndermeyi başardılar.
Fenerbahçe’nin son Türkiye Kupası’nı aldığı deplasman Mersin’di. Belli mi olur ? İleride bir de bakarsınız ki; bu üç puan da başka bir zaferin işaret fişeğiymiş. O yağmur yağarken, herhalde ‘tutsak’ başkan da Barış Manço’nun “gökler ağlıyor dostlar, ben ağlamışım çok mu?” dizelerini gözyaşlarına gerekçe yapıyordu.
Şimdi bu liderlikle perçinlenmiş isyan ve direnişin önünde en kritik iki haftaya gelindi. O maçlar savcılık iddianamesine karşı yazılacak en etkili savunma olacak.
‘’Metris Türküsü‘’
Fenerbahçe Kadıköy’deki ‘büyük vuslat’ gecesini olması gerektiği gibi taçlandırdı. Liderlik koltuğunu devralarak ‘tutsak’ liderine selam gönderdi. Dünyanın en kalabalık direnişçi korosu yine tribünlerdeydi.
İlk yarıdaki görüntü kavgadan ve isyandan olabildiğince uzaktı. Bariz bir şekilde kimlik bunalımındaydı. Sanki deplasmanda oynayan takımdı. Futbol değil saklambaç oynadı. Volkan’ın yediği goller bu yarıda kurtardıklarının zekâtı bile olamaz.
İkinci yarıda mücadelesini ve kendini hatırlayıp herkese de hatırlatan bir Fenerbahçe vardı. Sezer ve Bienvenu fitili ateşleyen ve her şeyi ters yüzen iki adam oldu. Haftalardır ortada görünmeyen Stoch kilitlenen maçı sonuna kadar açan ‘maymuncuk’tu.
Fenerbahçe 4 maçta tek gol yiyen İBB’ye tek maçta 4 gol attı. Artık kimler gözaltına alınır, kimler sorgulanır seneye bilemem. Saçmanın da ötesinde hatalarla peş peşe ikram edilen 2 gol apayrı konu. Gerginliği ve ecel terlerini sonlandıran da Baroni’nin final vuruşu oldu.
Fenerbahçe için skor çok çok sonraki iş. Bu sezon aslolan yırtıcı bir mücadele.. Rakipleri yıldıracak, bezdirecek kadar ölümüne mücadele... Gerisi yalan! Motivasyon ve konsantrasyon için bugünkünden daha geçerli koşullar olamaz.
‘Metris Türküsü’ isteği fazlasıyla yerine getirildi. En çok da “Bir tek seni sevdim, gerisi yalan/Senin hasretindir içime dolan” dizelerinin üstüne basa basa...
İçerde de dışarıda da “çubuklu direniş” sürüyor. Zulmün kaleleri tek tek yerle bir edilinceye kadar katlanarak, meydan okuyarak sürmeli. Kombinesiyle, Fenerium’uyla, Taraftar Kart’ıyla, Fenernet’iyle, birlik beraberliğiyle, hep destek tam desteğiyle...