Arama

Popüler aramalar

‘’Suskunlar Tekkesi!‘’

Bu kadar ağır badireler atlattığı halde, bu kadar sinirleri çabuk yıpranan / yıpratılabilen duygusallıkta bir camia olamaz.

Bu kadar dış ve iç saldırıların, dibe vurmuşlukların, ihanetlerin, tahakkümlerin altındayken bile, bu kadar ayakta kalabilecek direnci gösteren bir camia da olamaz. Murathan Mungan’ın Kırılgan şiirindeki gibi: “Bir yanı çılgın nar ağacı, bir yanı buz sarayı, bir yanı sarp uçurum, bir yanı çılgın dağ doruğu...”

Fenerbahçe, tarihinin en ağır suçlamasıyla, en iğrenç aşağılamasıyla karşı karşıya... Başkanı, yöneticisi tutuklanmış halde... Her gün ortalığa yeni tefrikalar saçılıyor. Birileri köşelerden üfürükçülük yoluyla gözdağı veriyor. Yönetim sus pus... Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Kimse konuşmuyor. Divan Kurulu hariç hepsi saklambaç, hepsi köşe kapmaca oynuyor.

Bu ülkenin tarihine paralel ne badirelere meydan okumuş 104 yıllık çınar tam anlamıyla ‘Suskunlar Tekkesi’ne dönüşmüş. Sanki sessizlik yemini edilmiş.

En kallavi çıkışlar ve itirazlar Aykut Kocaman’dan gelmişti ilk günlerde. Sonra Başkan’ın mektubu sonra da Yüksel Günay’ın manifestosu... Taraftarın da hakkını teslim etmeli elbette... Sonrası hiç! Kumarbazlar, şahbazlar, madrabaz, cambaz ve rant bülbülleri meydanı boş bulmuş koro halinde ötüyor.

‘Bu insaf dilenir gibi hal de neyin nesi’

Bu mudur yani? Her gün her gazetede, her televizyonda, köşe yazılarında spekülatif, manipülatif infazlar yapılırken yöneticiler neden susar? Her gün “o futbolcu gidiyor”, “bu branşlar küçültülüyor” haberleri çıkar, ekran baykuşları neşeyle öterken, bir Allah’ın kulu da taraftarlarını ciddiye alıp bir açıklama yapmaz mı? Propaganda bombardımanına karşı “dimdik ayaktayız” mesajı vermez mi? Birilerini kızdırmaktan mı ürküyorlar? Bu insaf dilenir gibi hal de neyin nesi? Yoksa korku dağları mı bekliyor?

‘İletişim sıfırın altında’

Suçlamalara dünden iman etmiş olanlar, bu suskunluk üzerinden “sükût-ikrar” tekerlemesiyle her gün iman tazeliyorlar zaten. Peki Fenerbahçeliler bunu neye yormalı? Kimse kusura bakmasın iletişim sıfır falan değil, sıfırın çok çok altında!

Yönetimin bu ‘kabullenmiş’ tutumu taraftarı yılgınlığa, bezginliğe daha da kötüsü tereddüde ve kuşkuya sürüklemekten başka hiçbir halta hizmet etmiyor. Kulubün radyosu ve televizyonu da sanki darbeyle ele geçirilmiş gibi. Hiçbir şey yokmuş havasında yayın yapmaya devam ediyor.

‘Yeter ki sen konuş Başkan’

Başkan Aziz Yıldırım’ın cezaevinden Ecem adlı taraftara gönderdiği mektup çok şey anlatıyor. “Fenerbahçe’ye sahip çıkın ve tribündeki rant gruplarına geçit vermeyin” diyerek, kulübün yağmalanması tehlikesine dikkat çekiyor. Kendisini “adaleti arayan adam” olarak niteleyen Aziz Yıldırım, Sokrat’ın “Bırakın konuşayım. Kendimi kurtarmak için değil, gerçekleri ortaya koymak için” sözlerini hatırlatarak, “Şimdi aynı sözleri bizler söylüyoruz. Fakat dinleyen yok!” diyor.

Yeter ki sen konuş Başkan! Olayın ilk gününden beri söylediklerini can kulağıyla dinlemeye hazır milyonlar var. Olan biteni anlamak için, büyük fotoğrafı görmek için kafa patlatan, kendini yırtan milyonlar var. “Dinleyen yok!” sitemi de nereden çıktı?

Çok daha keskin bir mektup...

Madem küçük bir taraftara “önemli olan sizlerin vicdanında aklanmış olmaktır” diyorsunuz, o halde “önemli olan sizlerin beni dinlemesidir” de diyebilmelisiniz.

Bir mektup da geride kalan milyonlara borçlusunuz. Elbette çok daha kapsamlı, çok daha kararlı, çok daha keskin bir mektup...

Naif bir sitemkârlıkla değil, itham ve iddiaları reddeden kararlı bir üslupla kaleme alınmış bir mektup! Yoksa bu suskun duruş hukuku hukuk yapmaya yetmez. Size de, Fenerbahçe’ye de çok ama çok yazık olur!

01 Ağustos 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Puan silmeye fit miyiz?‘’

Zaten folluktan gıdaklayan yazarları da kendi cemaatlerinin gazetelerinden “direnmenin anlamı yok, gücümüzü kabul edin, teslim olun, bitsin” mesajı yazıyorlar. Küstahça, pervasızca, dolandırmadan, açık açık. “Asla düşmeyen ve asla düşürülemeyecek tek kale” diye bir şey yoktur diyorlar. Malum; devir kargaların Mustafa’yı kovaladıkları devir. Kılavuzluk yapıyorlar bir nevi...

Yani ‘şike’ iddiasına çoktan iman edilmiş. Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım da şikeci. Artık tek dert “puan mı silsek, düşürsek mi” çelişkisi... “Siler misin, sabaha mı bırakırsın” aşamasındalar. Nedir puan silme? Akıllarınca Fenerbahçe’nin boynuna ‘şike’ halkasını takıp, fasulyeden oynatacak ve şehir şehir gezdirip teşhir edecekler. Vazgeçemedikleri Fenerbahçe değil, onun yokluğunun yaratacağı gelir kaybı. Hadi ordan be! Madem savcı ve hakim oldunuz, hüküm verdiniz, kırın kalemi olsun bitsin!
Peki ya Fenerbahçe cephesi?.. Bu kulübün yönetimi, camiası, taraftarı, futbolcusu hepsini geçtik de varoluş nedeni ve tarihi, puan silmeye fit mi olacak yani şimdi? “Oldu bitti nasıl olsa, bu sefer puan silinsin yeter” duruşu mu bu? Yoksa “İddialara inanmıyoruz ama kapatacaklarına bari puan silsinler” teslimiyetçiliği mi? Fenerbahçe’nin Kurtuluş Savaşı’ndaki, işgal yıllarındaki duruşu bu korkaklığı mı öğretti? Kendimizden memnun muyuz?

Köpekleşmenin ve köçekleşmenin tarihçesine not düşenleri, puan silme cezasına göbek atmaya, halay tutmaya hazır bekleyenleri ciddiye almaya bile gerek yok.
Eğer TFF’den şampiyonluğu geri alma ve puan silme kararı çıkar, camia, yönetim ve taraftar bu zulüm ve aşağılamaya razı olursa, işte asıl kıyamet budur. Çünkü 104 yıllık Fenerbahçe’nin asıl bittiği, battığı yer orasıdır. Öyle bir infaz yapılırsa insaf dilenmeyin, toplayın genel kurulu, kapatın bu kulübü gitsin! Nasıl olsa yok edemezler. ‘Siyah Çoraplılar’ın yeniden karanlığı yırtacağı bir dönem başlar.
Bugünleri hiç unutma Fenerbahçeli! Hepsini tanı, her sözü tek tek not düş. Bu tavır ve mücadele tarihe altın harflerle yazılacaktır. İddialar boş çıksa da bu böyle, ispatlansa da! “İnanılması en zor dedikodular, aptalların hafızasında en uzun süre kalanlardır” (Delavigny)

28 Temmuz 2011, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Başın öne eğilmesin!‘’

Maç yarıda kalmış, kalmamış ne gam. Zaten anlam kayması yaşamayan hiçbir şey kalmamışken... Ancak
destek de, mücadele de, protesto da böyle olmaz. Neyse biz asıl konuya dönelim... Sonunda suskunluğunu bozdu Aziz Yıldırım... Cezaevinden gelen ve muhtelemen gözyaşlarıyla ıslanmış
mektuptaki “ruhum, bedenim iflas etti ve tükendim” feryadı her şeyi yakıcı bir şekilde anlatıyor. Artık
“taşı da, ateşi de taşıyamaz hale” geldiğini itiraf edip, emaneti devredeceğini duyuruyor. “Beni eğip bükemeyenler, kendilerine benzetemeyenlerce kurgulanmış bir senaryoyla hayatımın en büyük
sevdasından koparıldım” diye devam ediyor. Fenerbahçe’nin yaşarken efsane olmuş lideri, camiasına,
“Hiç yanlış yola sapmadım, sapmak ve saptırmak isteyenlere asla müsaade etmedim” diyerek kendi camiasına namus ve şeref sözü veriyor. Ben, bu konulardaki tavrını, tarzını çok ama çok iyi bildiğim
o adamdan başka bir eylem de, başka bir açıklama da beklemiyordum zaten. Çünkü Fenerbahçe’ye zarar
verecek, leke sürecek bir şey yapmayacağına hep adım gibi emin oldum. Özgürlük ve itibarının
ardından canını da mı vermeliydi? Mahkemenin ve Türkiye Futbol Federasyonu’nun kararı ne olursa olsun, senin hesap vereceğin asıl mahkeme Fenerbahçe camiasıdır ve kendi vicdanındır Başkan! Eğer şu veya bu nedenle böyle bir kirliliğe ucundan kıyısından Fenerbahçe’yi bulaştırdıysan, kimsenin cesaret
edemediği ihaneti yapmışsın demektir ki; O’nun utancı sana verilecek en büyük, en ağır cezadır zaten.
Bütün bunlardan sonra Fenerbahçe’yi düşürmemek çok daha aşağılayıcı, lekeyi kabul edip puan silinmesine
rıza göstermek de rezilliğin en tarifsiz halidir. Ateşi gördük de bakalım ihaneti de görür müyüz?

22 Temmuz 2011, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Susma Başkan!‘’

Ülkenin içinde bulunduğu ahval ve şerait içinde, Aziz Yıldırım’ın gözaltına alınması, tutuklanması, itibarsızlaştırılması benim için zerre kadar sürpriz olmazdı ve zaten de olmadı. Beni şaşırtıp, hayal kırıklığına uğratacak tek şey; bu soruşturma dosyasından, şike ve teşviğe dair somut ve kesin delillerin
çıkması olur. Zaten öyle bir şey ortalığa dökülmedikçe benim için tek kriter Aziz Yıldırım’ın ne söylediği olacaktır. Bu şike ve teşvik işleriyle yıllarca uğraşmış, hatta hapis cezası kapsamına alınması için kendini yırtmış, futboldaki çete düzenini yıkmış bir adamdan söz ediyoruz. Hem de devlet-derin devlet-siyaset- derin siyaset-cemaatcemiyet- mafya-medya ittifakıyla oluşmuş çeteyi yıkan adamdan. Yıldırım’ın bunlarla uzlaşmayı reddeden inatçılığını, asla taviz vermeyen keskin tavrını en yakından bilenlerden biriyim. Bunun için hem kulübü hem de kendisi bedel ödedi. Zaten bunu da göze almıştı. Sağlığını, ailesini, işini ve hayatını hiçe saydı. Çok ıslandı ama uslanmadı ve sonunda da hepsini yerle bir etmeyi başardı. Kulübün eklem noktalarından kılcal damarlarına kadar işlemiş çeteyi, uzantılarını ve zihniyeti kapı dışarı etti. Şimdi, o uzantılardan ‘çete’ oluşturmakla suçlanıyor. Hem de ‘silahlı çete’... Necip Fazıl’ın dediği gibi. “Baba katiliyle baban bir safta” durumu... Etrafında olmasını eleştirdiğim bazı dalkavuk ve soytarılarla aynı dosyada adının geçmesi, bence hepsinden daha aşağılayıcı ve yakışıksız bir zulüm.. Bir Habur’dan gerilla kıyafetiyle girenlere yapılan muameleye, bir de Aziz Yıldırım’a reva görülene bakın ve kıyaslayın! Evraklardaki ‘adres’ hanelerini de ıskalamayın. Gelinen noktada Fenerbahçe cephesinde saçmasapan bir suskunluk var. Saçma çünkü O’nun suçluluğuna dünden iman etmiş olanlar bu duruma da “ikrar” diye iman ediyorlar. Beşerdir şaşar. Şike-teşvik işine karışmış da olabilir. En sevdiği, en çok hizmet ettiği şeye en büyük, en utanç verici kötülüğü de yapmış olabilir. Fenerbahçe camiası ve taraftarı günlerdir “Başkan ne diyecek” diye bekliyor. Ancak Aziz Yıldırım sanki onlara karşı da susma hakkını kullanıyor. 3-4 yöneticiye mektup göndermek yeterli değil. Bir yazılı açıklamayla bu olan biten her neyse onun adını kendisi koymalı... ...Ve zamanı çoktan geldi.

21 Temmuz 2011, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Akıllara zarar ama...‘’

Fenerbahçe camiası ve taraftarı dün sabahtan beri derin bir şokta... Aziz Yıldırım’ın gözaltına alınmasından çok, gözaltına alınma nedeni üzerinden hayal kırıklığı yaşıyorlar.

Benim için babamın oğlu olsa fark etmez. Kirliliğe bulaşmış ya da yol vermiş ya da ucundan kıyısından ortak olmuş ve kulübü alet etmiş kim varsa hesabını sonuna kadar versin. Hem de en ağır biçimde...

Ancak benim tanıdığım, bildiğim, inandığım ama asla iman etmediğim ve fakat aklımı da asla emanet etmediğim Aziz Yıldırım, yıllardır hem Fenerbahçe’ye hem de tribünlere hem de Türk futbolunun gırtlağına çöreklenmiş çetelere savaş açmış bir adamdır. Biat etmediği, icazet almadığı, meydan okuduğu bu çeteler hem O’na hem de Fenerbahçe’ye çok ağır bedeller ödetmiştir. Zaman zaman belaltı yıpratmalar nedeniyle yılma ve bırakma noktasına bile gelmiş, sonra inat edip yine mücadeleye ‘’devam’’ demiştir.
Kimse ateş olmayan yerden duman çıkmaz geyiği yapmasın.. Mevcut konjonktürde duman olmayan yerden ateş bile çıkarılabileceğini herkes çok iyi biliyor. Yıllardır Aziz Yıldırım nefretinden beslenenler için büyük gündür.

Bekleyelim, görelim. Bakalım dağ mı fare, fare mi dağ doğuracak. Bu arada da şike konuşmaları mahkeme dosyasına girenler devlet televizyonlarında yorum yapmaya devam etsin.

İnşallah bütün bu olan bitenler Yıldırım’ın “Fenerbahçe asla düşmeyen ve düşürelemeyecek son kaledir” sözlerinin rövanşı değildir.

Çünkü bu saatten sonra bundan somut bir şey çıkması, hiçbir şey çıkmamasından daha evlâdır.

2
04 Temmuz 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Tarihin döndüğü yer‘’

“Bir kez daha aynı travma tekrarlanır mı?” korkusu, ayaklarındaki ve zihinlerindeki en büyük prangaydı Fenerbahçe’nin... Bu öyle böyle bir yük değil... Adamın eli ayağı, dili damağı gemici düğümü olur. Yetmezmiş gibi bir de gök yarılıp, sağanak boşalmaz mı Mayıs sonunda! Bu şartlar altında Niang’ın sıyırtma rövaşatası ile başladı maç. Hemen peşinden Büyük Usta’nın topuk pası ve Santos’un ayak içiyle tokatlamasıyla golü buldu. Ardından Niang’ın seken topunda Alex salise ve santim farkla topu içeri itebilse sezon orada bitecekti. Sonra birdenbire kesildi Sarı-Lacivert rüzgar.. Ve Gökhan Gönül’ün sakatlığı geldi.
Bunu uğursuzluğa yoranlar ‘geçici bir süre’ haklı çıktı. Fenerbahçe takım halinde gaflet uykusundayken, Sivasspor’un beraberlik golü geldi. Sonra yine saldırıya geçti Sarı-Lacivertliler. Peş peşe ve kılpayı kaçırdığı goller geçen seneki Trabzonspor maçının fragmanı gibiydi. Ne yapsa olmuyor, sanki “eyvah eyvah” senaryosu bir kez daha tekrarlanıyordu. 4 Eylül Stadı’na ağır bir kasvet çökmeye başlamıştı ki; imdada yetişen Selçuk Şahin “kış kış cinler” dedi.
‘Büyük Usta’ ikinci yarının hemen başında, topu doksanın da doksanına perçinleyerek şampiyonluğu tescilledi. Eğer Yobo Hızır’a bağlamasa her şey sarpa sarabilirdi. Fenerbahçe foto-finiş ile şampiyon oldu ama kalın kalın derslerle dolu bir sezonu geride bıraktı. O da başka yazıların konusu...

23 Mayıs 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ver coşkuyu...‘’

Her türlü kışkırtmanın, gaz vermenin, yalanın, dolanın, bel altı salvoların, iftiraların, komplo teorilerinin ve sinir harbinin ortasında Fenerbahçe son maçına gidiyor. Dananın kuyruğu da, bilumum uzuvları da Sivas’taki o 90 dakikanın sonunda kopacak.

Bu kulüp son 7 yılda 4 şampiyonluğu eliyle rakiplerine sundu. İkisini son haftada, ikisini de son iki haftada olmak üzere hem de.. Şampiyon olduğunda da ikinciler puan rekoru kırıyor nedense... Gene de bunlar da yetmiyor. Hala ‘fenerasyon’ diye bağıran zavallıların gürültüsü de, gurultusu da, gulgulesi de bitmek bilmiyor. Nasıl bir hınç, öfke ve nefretse el birliğiyle paramparça etseler doymayacaklar.

Futbolda her maçta her ihtimal var. Maç bitmeden maç. lig bitmeden lig bitmez. Hiçbir maç da oynanmadan kazanılmaz. Muhallebi yerken diş de kırılabilir. Fenerbahçe elbette temkinli ve tedbirli olarak gidiyor bu deplasmana... Dört bir koldan yönlendirilen ağır provokasyonlara rağmen Aykut Hoca’nın sakinliği, yönetimin sükuneti, futbolcuların suskunluğu gayet yerinde...

Trabzonspor, tribünleri Bordo-Mavi pankart açan ve kendisinin lehine bağıran bir deplasmana gidiyor. Buna rağmen işi zor. Sanki onlar oynamadan kazanmış da, Fenerbahçe’yi bekliyorlar. Bir garip ama çok tanıdık hâl...

Bakın, Ertuğrul Sağlam Beşiktaş’ı suçlayıp “Son maça nasıl eksik kadroyla çıkarsın? Bu etik değil” diyor. Aynı takımın geçen sene, Mustafa Denizli önderliğinde kendi maçlarına kaç eksikle geldiğini sorguladığını duyan oldu mu? Peki bizim dışımızda bunu soran oldu mu? Olaylardan sonra Sinan Engin “Beşiktaş o maçta yürüye yürüye oynadı” diye yatıştırma mesajı verirken, siyah-beyazlı kalemler de “Beşiktaş düşmanlık gütse, Bursa şampiyon olabilir miydi?” diye alenen ‘ahlak’ incileri döktürüyor. Yani bir yıldır dilin altında tutulan baklalar bir bir ortalığa saçılıyor.

“Kötü kazanabilir ama üstün gelemez” demiş Joseph Roux. Fenerbahçe Sivas’tan şampiyon dönerse, işte siz asıl o zaman seyreyleyin gümbürtüyü...!

21 Mayıs 2011, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Usta işi‘’

İki pozisyon yarattı, iki penaltı üretti. İki ayrı kaleciyi, aynı köşelere yatırıp kötü ruhları sürgüne gönderdi. Kariyerine bir de penaltılarla ‘hat-trick’ ekledi. Bakkal’ın takımı geçen haftadan beri pehpehlerle pohpohlarla dört bir koldan dolduruşa getirilmişti. Hem ileride basıyorlar hem de kaptırdıkları her topta taktik faul silahına sarılıyordu. Bir yandan stress, bir yandan Trabzon’dan peşpeşe gelen gol haberleri Fenerbahçe’nin ayaklarındaki prangayı iyice ağırlaştırıyordu. Üstelik konuk ekip yürekleri ağza getiren tehlikeler de yaratıyordu.

Ev sahibinin hal ve gidişi durağandan negatife doğru seyrederken, dört dakikada her şey ters yüz oldu. Başrolde hep ‘heykeli dikilecek adam’ vardı. Bakkal’ın takımı 10 kişi kaldıktan, 2-0, 3-0 geri düştükten sonra bile inatla ve ısrarla ileride basmak için yırtınıp didinirken, Kocaman’ın takımı rölantide sabırla top dolaştırıp, rakibin gazını alma çabasındaydı. Kaderin garip cilvesi olsa gerek; Bekir İrtegün bile bu maçta golle buluştu. Pozisyonları başlatan da, bitiren de, perdeyi açan da kapatan da Büyük Usta oldu. Ve bu maçtan sonra her şey foto-finişe bırakıldı. Kadıköy’de değil tarihin tekerrürü, tereddüdüne bile tahammül yok artık.

16 Mayıs 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI