Arama

Popüler aramalar

‘’Kader anı !‘’

Emenike’siz Karabükspor, Niang’lı Fenerbahçe... Hedefsiz kalmış bir Karabükspor, şampiyonluğu göğüs farkıyla elinde tutan bir Fenerbahçe... Bir göz bir ekranda, diğeri öbür ekranda. Bir kulak Karadeniz’de, diğeri Ege’de.
Sarı kart sınırındakilerin çokluğu mu, sert zeminin azizliği ve kritik zamanın yüklediği stresten mi bilinmez, Sarı-Lacivertliler ilk yarı boyunca tanınmayacak kadar kötüydü. Orta saha çökmüş, sol kanadına felç inmiş, ileri uçtakiler de yalnızlığa terk edilmiş. “Emekçilerin takımı” ise koşuyor, yardımlaşıyor, takır takır top oynayıp pozisyon buluyor. İleri şişirdiği karambol toplarda bile tehlikeler yaratıyor. Volkan’ın ve şansın savuşturduğu teğet geçen musibetler bile Fenerbahçe’yi uyandırmaya yetmiyor. Varsa yoksa Gökhan Gönül bir de Mehmet Topuz.
İkinci yarı Alex’in ‘sağ’ yoklamasıyla başladı. Sonrası yine bıçak sırtı. Maçta her şey iyice ters gitmeye başlamışken, kritik maçların ve dakikaların iki kritik adamı Alex ve Lugano olmaz bir pozisyondan ‘kader golü’ üretti. Fenerbahçe rahatlamak yerine, geriye yaslanıp oyunu önce Rus Ruleti’ne çevirdi. Sonra kontrolüne aldı ama fırsatları da bozuk para gibi harcadı.
Bakalım haysiyet cellatları, bu hafta darağacına kimleri çıkaracak?

09 Mayıs 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Günah defteri‘’

Bitmez Allah bitmez. Söz konusu Fenerbahçe ne de olsa ! Doğruya doğru, adamlar haklı.. Bu kulüp ve bu camia bir günahkarlar topluluğudur. Onlar da yüzüne vuracak tabii ki... Neden mi? Madde madde açıklayalım... Devlet, siyaset, derin devlet, medya ve mafya eksenli ve dahi cemiyet-cemaat soslu ‘saadet zinciri’ düzenine biat etmediği, icazet almadığı, uzlaşmadığı ve külliyen reddettiği için... Bu ‘sinir itaatsizlik’ yetmiyormuş gibi en ağır bedelleri ödeme pahasına meydan okuduğu, deşifre ettiği, sarstığı ve nihayetinde yıktığı için...

Başka bir kulübün, bir başka kulübe karşı yaptırdığı “üçüz pankart”ın ucundan tutma figüranlığına asla yüz vermediği ve vermeyeceği için... O hafta maç yapacağı rakip kulubün başkanıyla, utanç sofralarında, kupa paylaşımı üzerine aleni
ittifak muhabbetine oturmadığı ve bunu da futbolcularına “yenilin” mesajı verir gibi dile getirmediği için... Hiçbir futbolcusunun x takımı düşürmek üzerine telefon görüşmeleri, çete davası dosyasına girmediği için... Tarihine bu kara lekeyi sürmüş futbolcu ve menajerleri ‘efsane’ gibi görmedikleri için... Sezona “filan takım şampiyon olmasın” hedefiyle başlamadıkları, bu uğurda rakibinden yarım saatte 4 gol yemedikleri, bunu yapanları da baş tacı etmedikleri için... “Filan takım şampiyon” olmasın diye takım kaptanı 5’e 2 yakaladığı pozisyonda topa basıp orta sahaya dönmediği için... “Filan takım şampiyon olmasın” diye şampiyonluğu belirleyecek deplasman maçına yarım yamalak kadroyla gitmediği için...
Başkanlık makamı için herhangi bir eski federasyon başkanının adı geçmediği, herhangi bir
federasyon başkanına minnet borcu olmadığı için... 4 sezonda tam 3 kez, üstelik ikisi de son maçta olmak üzere şampiyonluğu altın tepside rakiplerine sunduğu için... Stadını Başbakan ve Okyanus ötesi himmetiyle yapmak yerine taraftarının gücüyle yaptığı, milletin arazisi üzerine devletin hazinesini 747 milyon lira hortumlamadığı ve bunu da hak ve başarı gibi pazarlayamadığı için...

Bukalemungiller ittifakı karşısında asla pes etmeyip, rövanş
duygusuna bile kapılmadan “Ben şampiyon olamazsam kim olursa olsun” felsefesinden zerre kadar ödün vermediği için.. Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale yükseldiğinde bile “maçımızı erteletelim” ucuzluğuna sapmadan, 3 kulvarda da şampiyonluk kovaladığı için...
Onca ittifaka rağmen son 8 sezonun 7’sinde son saniyeye kadar şampiyonluk yarışının içinde kalabilen tek takım olduğu için... Madem ‘makyavelist’ yaklaşım yargısıyla toplu bir infaz var. Şu halde O’nun bir sözüyle noktalayalım yazıyı: “Namussuzların ortasında
tam anlamıyla namuslu kalmaya çalışan biri, er geç mahvolmaktan kurtulamaz” Yani, ne deseler az!

05 Mayıs 2011, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bir acayip zor yarış!‘’

Zor da, herhalde sadece Fenerbahçe için zor. En azından mevcut görüntü, işleyiş ve parametreler öyle gösteriyor. Lig sonuna kadar da bundan pek sapma olmayacak.
Türkiye çift televizyon önünde 4 hafta sürecek, ‘Şaşı bak şaşır’ mesaisinin ilk raunduna 3 dakikalık şehirlerarası sapmayla başladı. Fenerbahçe ‘Belalısı’ Büyükşehir Belediye karşısında maça inanılmaz bir iştah ve hırsla başladı.
Son 3 haftanın adamı Stoch daha maçın başında bu karşılaşmanın da adamı olacağını ilan etti. ‘Küçük Dev Adam’ topu iğne deliğinden geçirdi. Ardından rakibini ablukaya aldı. Ancak kıracak, en azından rahatlatacak ikinci gol bir türlü gelmedi. Bu arada öteki maçın skoru çoktan belli olmuştu bile...
Gol geciktikçe direnci ve morali artan Büyükşehir Belediye, top yapmaya, zorlamaya ve Fenerbahçe yoklamaya başladı. Sıkıntı ve kasveti dağıtan adam yine ‘Büyük Usta’ oldu. İlk yarının son dakikasında Gökhan Gönül’ün müthiş bindirmeli muz kesmesini, ‘kazı-kazan’ misali kafayla tabelaya yazdı.
İkinci yarıda daha çok Fenerbahçe olmak üzere iki takım da çok önemli pozisyonları harcadı. Gökhan Gönül ne kadar günündeyse, ‘Nöbetçi’ Semih o kadar gününde değildi. Ancak Sarı-Lacivertliler zorlu bir maçtan daha kayıpsız çıktı. Bin golden daha hayırlı ‘yarım’ puan avantajıyla liderliğini korudu.
Bakalım bu sene de ‘konfetili’ geciktirme operasyonları, ‘yarım yamalak’ kadro atraksiyonları, 5’e 2 yakalamışken, topa basıp geri dönmeler gibi rezaletler tekrarlanacak mı?
Şampiyonluk hala Aykut Hoca ve talebelerinin elinde. Yalnızca kendi işlerini yaptıkları ve kalan 3 maçtan da galip ayrıldıkları taktirde, bunu da kimse engelleyemez. Dünyanın bütün topları, tankları ve tüfekleri, ittifakları yan yana gelseler, Mayıs ayında erik ağacının çiçek açmasını engelleyebilirler mi?

02 Mayıs 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ya maç dönmeseydi ?‘’

Hiçbir maç oynanmadan kazanılmaz. Hiçbir maç rakipsiz oynanmaz. Hiçbir maç bitiş düdüğü çalmadan bitmez. Hiçbir lig son maç oynanmadan bitmez. Fenerbahçe İzmir’de çok ama çok ağır bedel ödemekten güç bela kurtuldu. Maç dönmese koca bir sezon orada bitebilirdi. Hem de düşmesi hemen hemen kesinleşmiş bir takım karşısında, farklı mağlubiyete, daha doğrusu hezimete uğrayarak.

Havaya girmek başka havalara girmek başka işte. Havaya girmek nasıl Fenerbahçe’yi olmaz denilen yerden liderliğe taşımışsa, havalara girmenin de bedeli budur. Biri okyanusu geçirir, öbürü derede boğar. O akşamdan futbolcular, yönetim, camia ve taraftar büyük bir ders çıkarmadıysa, korkulan musibet tereddüt bile etmeden yeniden tekerrür eder. Çünkü herkes maçı aldık, hatta kalanları da aldık ve şampiyon olduk havasında... Rakibini inkar eden, kendini inkar eder.

Bucaspor karşısındaki tuhaf ve garabet durumun, motivasyonsuzluğun, konsantrasyonsuzluğun, şaşkınlığın, dağınıklığın ve “nasıl olsa alırız” gevşekliğinin, kalan 4 haftada bir daha asla ve asla tekrarlanmaması gerekiyor. Bir sefer mucize oldu, bir daha bekleyen de avucunu yalar. Bedeli çok ağır olur. Kalan maçların hepsi Bucaspor maçından çok daha zor. İttifakçılar, yandaşları ve yancıkları her hafta sonu, her ekranda engizisyonlar kuruyorlar. Fenerbahçe’nin yendiği takımı da, hocasını da, yönetimini de infazlıyorlar. Haysiyetlerine, namuslarına saldırıyorlar. Bu çok tuttuğu defalarca tescil edilmiş oyunu yeniden sahneye koyuyorlar. Sonraki rakiplere de bu yolla gözdağı veriyorlar.

Hakikaten kimin kime karşı nasıl ve ne kadar oynadığını merak eden varsa gösterge belli. Aynı takımın Fenerbahçe ve Trabzonspor maçlarındaki faul, sarı kart, kırmızı kart sayısına bakın. Bir de agresyonuna ve açık-kapalı oyununa...

Herhalde bunun ahkamını kesecek olanlar da Fenerbahçe’nin şampiyon olmaması için yarım saatte 4 gol yiyenler, adı açıktan şike skandalına bulaşanlar, şampiyonluk maçına 14 futbolcuyla gidenler, utanç sofralarında ‘üleşme’ yapanlar olamaz. İcazetle, biatla yola çıkanlar, okyanus ötesinden himmet bekleyenler olamaz.Bütün bu ‘örtülü’ gerçeklere, görmezden bilmezden gelmeye yemin ve iman etmiş gibi davranan, kavram sahtekarlığı yapan güruh da olamaz. İtirazımız buna...

Neymiş ? “Futbolu rahat bırakın!”mış. Bunun açılımı da “İlişmeyin işte, tezgahımız yürüsün biz de baronluğumuzu yapalım, üfürüp şişirdiğimiz balonlarla borumuzu ve borazanımızı öttürelim. Yandaş koro ile birlikte, kulüplere başkan, federasyona başkan, oraya menajer, buna antrenör tayin edelim.” Hadi canım oradan!

Asıl siz rahat bırakın futbolu, siz düşün yakasından!

30 Nisan 2011, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’'Buca' Juniors‘’

Fenerbahçeliler için ise ‘deja vu’ ötesi ‘deja vu’ydu. Bunu bir de Gaziantepspor ile yaşamışlardı. Kulüp genetik tüzüğü bu, öldürmeden asla güldürmüyor. Kim şampiyonluğa oynuyor, kim düşmeme mücadelesi yapıyor belli değil. Sahada da, tribünde de hem Sarı-Lacivertler birbirine karışmış. Can derdinde olan, et derdinde olanı, dar alana hapsetmiş sağlı sollu bindiriyor.

Fenerbahçe sanki Bucaspor ile değil de, Boca Juniors ile oynuyor. Oyunu açmak için gerekli çilingir bir türlü bulunamıyor. Derken İzmir’in Sarı-Lacivertliler’i, Musa’nın özgüven çökerten golüyle ilk şoku yaşatıyor.
Hem de ancak ve ancak amatör bir takımın yiyeceği bir pozisyonda ve de ilk tehlikeli gelişinde..
Sahanın her yerinde kelepçelenen Fenerbahçe bocalama içinde silikleşmişken, Emre’nin güdümlü füzesiyle nefes alıyor. Buna rağmen iki dakika önce yaşadığı azaptan ders çıkaramıyor. Önce Musa, yine amatörce ikram edilen bir pozisyonda bomboş halde Volkan’a takılıyor.
Ardından Abdülkadir ikramı geri çevirmiyor. İkinci yarıda ‘diriliş, silkiniş’ bekleyen Fenerbahçeliler, tuhafça yenen 3. golle şoke oluyor. Sonra 12 dakikalık bir fırtına ve karanlıktan çıkış. Maç bir anda 4-3 Fenerbahçe’nin lehine dönüyor.

Ne gariptir, örtülü penaltı ambargosu Bünyamin Gezer ile kırılıyor. Galibiyet golü de Güiza’dan geliyor. Rus Ruletine dönen maçı koparan da Santos oluyor. Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe taraftarına 7/24 ücretsiz hizmet verecek Kardiyoloji Kompleksi inşa etmesi de artık mutlak bir şart haline geldi.

25 Nisan 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Köçekleme‘’

Fenerbahçe göz göre göre provokasyona geldi. Kamikaze dolduruşuna getirilmiş rakibi karşısında sinirlerine hakim olamadı. Maç daha en başında Alex’in pozisyonuyla çığırından çıktı. Kontrolü kaybeden Göçek resmen ‘göçük’ altında kaldı.

Bununla da yetinmedi Göçek. Niang kaleciyle karşı karşıyayken apaçık bir çelmeyle düşürüldüğünde penaltı ve kırmızı vermek yerine, ‘aldatmak’tan sarı kart çıkardı. Yani Fenerbahçe’yi iki kez cezalandırdı. Hatta Niang’ın cezalı duruma düştüğünü de düşünürseniz tam
3 kez.

Kavga, dövüş, kargaşa, boğuşma ve sinir harbi şeklinde geçen bol kartlı ilk yarıda, Fenerbahçe adına akılda kalan iki pozisyon vardı. Gökhan Gönül’ün direkte patlayan şutu ve Semih’in kale ağzından dışarı vurduğu top. Lugano’nun oyundan atılmak ister gibi ‘taammüden’ ayağa basması, mutlak kırmızı kart gerektirirdi.

İkinci yarıda ilk tehlike Olcan’ın direkte patlayan vuruşuydu. Fenerbahçe’nin rakibi ablukaya aldığı anlarda, ‘Nöbetçi’ Semih’in kale ağzından Dani’ye nişanladığı top, kendi klasını inkar etmek gibiydi. Fenerbahçe’nin hırs ve kontrolü dengeleyemediği anlarda, kaleci Volkan ‘1 dakika içinde 2 hayati hamle’ ile skoru ellerinde tutan adamdı.

Sonrası sinir harbinin tavan yaptığı, ellerin ayakların dolaştığı, kalp düşmanı bir 15 dakikaydı. Aykut Hoca, Dia ve Stoch değişikliğiyle takımı biraz daha ileri itti, ama bu hamleyle orta saha direncini yumuşatma riskini de üstlendi.

Bir türlü açılamayan kilit, ‘Gökhan-Stoch-Santos’ üçlemesi ile kırıldı. Fenerbahçe çok zorlu bir rakipten, çok kritik bir hafta, çok kötü bir hakem yönetimi altında, çok çok önemli 3 puan aldı. Bundan sonra provokasyon dozunun en üst seviyeye tırmandırılacağı da bir sır değil.

17 Nisan 2011, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Gökkuşağı‘’

Mesele renk seçmekte değil, renklere anlam verebilmekte, o renklere de her koşulda sahip çıkabilmekte, sadık kalabilmekte... Türkiye’de futbol hayli uzun zamandır denk güçlerin mücadelesi şeklinde değil de, renk güçlerin mübadelesi ve müdahalesi şeklinde geçiyor. Bir yanı Sarı-Lacivert, diğer yanı Gökkuşağı Karması... Bir de onların utanma duygusunu aldırmış, susmak bilmez korosu...

Renkler öyle sapıtmış ki; pantone tutmaz hale gelmiş. Şiddet ve şirket yasaları tamam da, bir de şirret yasasına acil htiyaç var. Malum ‘Anonim Şirret’ almış başını yürümüş, her yanı iyiden iyiye sarmış. Bu Gökkuşağı Karması, renklerin hızla kirlendiği, seçilemez hale geldiği dönemin ürünü... İbreler, yakında formalaşıp, bayraklaşabileceği yönünde... Kimileri renklerini unutmak bir yana hatırlayamaz hale gelmiş de, bir tek Sarı-Lacivert’i silip atamıyorlar hafızadan. Varsa yoksa o ‘malum’ renkler. O’nun o haftaki rakibi kimse, onların takımı da o! Rengarenk ve Renkahenk arasında artık bu mücadele... Memleketin her alanında olduğu gibi, bu mecrada da anormallik normalleşti, sıradanlaştı, kanıksandı, benimsendi. Varsın, olsun. Herkes halinden o kadar memnun ki; kendi takımlarının ve kulüplerinin düştüğü/düşürüldüğü hal de artık onları ilgilendirmiyor.

Takımlarının şampiyonluğuna bile Fenerbahçe şampiyon olamadığı için sevinir haldeler. Bu kadar patolojik bir endekslenme; takım tutmayı, taraftarlığı, formayı, armayı ve tuttuğun takımı bundan daha fazla aşağılamak ve inkar etmek olabilir mi? Ne önemi var; “maksat Fener şampiyon olmasın” Ne eksen kalmış artık ne de yörünge ! Galatasaray düşme hattının hemen üstünde, tarihinin en kötü sezonunu geçiriyor. Bir kısım taraftarlar “15. mağlubiyet bizi üzmez, sizi affetmemizi istiyorsanız bu maçta da yenilin” manifestosu çakıyor medya üzerinden. Her yenilgiden sonra futbolculara ve yönetime küfür kafir saldırmak için örgütlenen lümpen güruh bile bu hafta mesaiye ara verdi. Çünkü onlar da dahil, üzülen tek bir adam yok ki !

Dert Fenerbahçe çünkü,Galatasaray değil. Şunun şurasında 6 hafta kaldı. Kadıköy’ü ya da deplasmanı fark etmez bu maçların hepsi zor, çok çok zor. Hatta sadece Fenerbahçe için zor. Aykut Hoca ve talebeleri sadece kendi işlerine baksınlar, ellerinden gelenin en iyisini yapsınlar, ‘çubuklu’yu hakkıyla taşısınlar yeter. Yeter ki Sarı-Lacivert, gökkuşağına iltica ve biat etmesin de, şampiyonluklar ve kupalar kimin olursa olsun

12 Nisan 2011, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Afili yalnızlık‘’

Sonra ‘Fren’bahçe... Kırılgan ve tuzaklı zeminde gururlu yürüyüşüne devam ediyor Fenerbahçe... İhtişamlı, görkemli, cakalı ve coşkulu yalnızlığıyla... Gürültülü ve çaresiz müttefiklerin kuşatmasını yara yara yürüyüşünü sürdürüyor. Batuhan’ın göstere göstere gelen golünün ardından, Caner ‘çubuklu’ forma altında en efektif hareketini yaptı. Ardından Niang’a ince hesaplanmış bir pasa, ince bir vuruş yaptı. ‘Büyük Usta’ iki kafa vuruşunda da Ivesa’ya takılmasa skor ilk yarıda tescillenirdi. İkinci yarıda skoru korumanın dayanılmaz hafifliği hakim oldu Fenerbahçe’ye...

Kazaya uğrama gerginliğiyle durgunlaştı. Eskişehirspor’un rahat rahat pas yapmasına izin verdi. Buna rağmen fırsatları da buldu. Niang iki pozisyonda önce asist ve vuruş çelişkisiyle tutukluk yaptı. Maç Sarı-Lacivertliler için giderek korku filmine döndü. Davet çıkarılan bela 75’te Batuhan’la yoklama çekti. O topun direkten dönüşü de, Volkan’ın sırtından çarpıp boş kaleye girmemesi de, katmerlenmiş bir şanstı. Tabii Türkiye’nin yarısı için bunun tam tersi.

Maçı ellerinde tutan adam Ivesa, Caner’in füzesinde bir kez daha devleşti. Fenerbahçe’nin azılı belalısı Ümit Karan’ın estetik röveşatası ayağına oturmayınca, ‘bertaraf’ edilmesi de kolay oldu. Sonra ‘Büyük Usta’ yine sazı eline aldı. Beyinleri bile terse yatıran bir dokunuşla başlattığı pozisyonu, ‘Semih Wesson’ da ayağının tersiyle tabelaya yazdırdı. Fenerbahçe’nin kalan hiçbir maçı, bu maçtan daha kolay olmayacak.

10 Nisan 2011, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI