Arama

Popüler aramalar

‘’Savaşmadan olmaz!‘’

En azından sorgulayan da yok, yargılayan da, ceza kesen de. Lehinde en küçük bir hata yapsan gözaltına bile gidebilirsin. Sarı-Lacivert düşmanlığı hiç olmadığı kadar yükselen değeri...
Bu nasıl maç matematiğidir. Bu nasıl fikstür aritmetiğidir. Kaç güne, kaç eziyet, kaç deplasman, kaç sakatlık denk düşüyor? Kurgulayanlara da vurgulayanlara da madalya verilmeli.
Aykut Hoca ve futbolcuları uzun bir sırat köprüsünden geçiyorlar. Hem de zebanilerin çullanmaları ve dürtmeleri altında... Onları futbol üzerinden infazlamak elbette çok gaddarca olur. Tamam ama ‘Çubuklu’yu giyiyorsan, her şeysiz olur da, ‘mücadelesiz’ asla olmaz.
Adam paylaşımı, alan paylaşımı, doğru koşular ve yardımlaşma bu kadar mı kötü, bu kadar mı acemice yapılır? Kulüp topyekün bu kadar omurgalı bir mücadele içindeyken, sahada bu kadar mı omurgasız ve şuursuz bir görüntü olur? Yobo, Alex ve Volkan dışında ne yaptığını bilen tek adam yok. Maç resmen kaderine terk edilmiş. İsteyen değil, bekleyen bir Fenerbahçe!
Skor, bu sezon Fenerbahçeliler’in umrunda bile değil. Onlar sahada direnen, isyan eden, meydan okuyan, farkında ve cesur savaşçılar istiyor. Metris’e bir kez daha selam olsun!

24 Eylül 2011, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’On binlerce selam...‘’

Şükrü Saracoğlu tribünlerinde kadınlar ve çocuklardan oluşan müthiş koro “Keşke Fenerbahçe’ye bütün sezon seyircisiz oynama cezası verseler” dedirtecek kadar muhteşemdi. Zaten Metris’teki Başkan, böyle tribünler oluşturma hayali uğruna esaretin bedelini ödüyordu.

Dört bir yandan abluka altına alınmak, topa tutulmak, saldırıya uğramak, ihanetlere maruz kalmak Fenerbahçe’den hiçbir şey eksiltemediği gibi O’nu her zamankinden daha çok Fenerbahçe yaptı. Birileri yok etmeye çalıştıkça, kadınlar ve çocuklar bile var etmek için çırpınıp direniyor. Neredeyse bütün Fenerbahçeliler “yeniden doğur beni” diye yalvaracaklar annelerine.. Bakalım yıkılan ‘son kale’ mi olacak yoksa zulmün kaleleri mi?

Tribünlerdeki direniş ne kadar üst düzeydeyse, sahadaki mücadele o kadar çelişkideydi. Fenerbahçe’nin ‘mıknatıslı’ ayakları sakatlanınca, görüntü bam güm. Eee, malum, bir yanda da gözaltına gitme korkusu... Rakip 10 kişi kaldıktan sonra bile baskı yiyen taraf Fenerbahçe’ydi. Bu kulübe Pendik hezimetleri bile yakışıyor da, korkaklık, teslim olmak, mücadeleden kaçmak, yılgınlık ve mazerete sığınmak hiç yakışmıyor. Hele tarihinin en ağır koşulları altındayken...

‘Ofsayt bilmez’ denilenler cümle alemi ofsayta düşürdüler. Son saniyede iptal edilen golle de hakemler ofsayta düştü. Futbolcular Metris’e bir selam daha gönderemedi ama tribünlerden on binlercesi ve çok daha anlamlısı gitti.

21 Eylül 2011, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sevmek bile yasak‘’

“Arma namusumuz, forma kefenimiz, alnımızın teri bizim şerefimiz” diye bir pankart hazırlamış Gaziantepli Fenerbahçeliler... Polis ‘sakıncalı ’ görüp içeriye almamış... Üzerine yorum yapmaya bile gerek var mı? Bu neyin öcüdür, nasıl bir hınçtır, ne tür bir kindir?
Pazartesi maç yapmış bir takımın, ikinci maçını deplasmanda ve Cuma günü oynaması da tasarlanmış, kurgulanmış tesadüfler zincirinin başka bir parçası... Yoruma gerek bile yok!
Garabete bakın ki; şike ve teşvik teşebbüsüne dahi küme düşme cezası öngören talimatname maddesinin kaldırılması için diğer kulüpler imza toplarken, Fenerbahçe’nin Başkanı bu girişime Metris’ten keskin bir rest çekip, açıktan veto eden ‘tek isim’ oluyor. Herhalde dünya tersine döndü; diğerleri Fenerbahçe dostu oldu, o ise Fenerbahçe düşmanlığı yapıyor!
Polisler kadar, rakipler de, hakemler de durumdan vazife çıkarmayı biliyor elbette... Gözaltına alınma, adliyelere düşme, hapse girme korkusuyla ya da aferin alma kaygısıyla gol yememek, penaltı vermemek için herkes kendini yırtıyor. Fenerbahçe aleyhine olacak tartışmalı pozisyonlarda tereddüt bile edilmiyor. Cesaret tavan yapıyor. “Maksat Fener’e gol olsun” hesabı...
Fenerbahçeli futbolcular şunu çok iyi bilsinler ki; bu yıl bütün maçlarda asla skor üzerinden değerlendirilmeyecekler. Ancak mutlaka mücadele olarak değerlendirilecekler. Kendilerini sahada ölümüne paralamaya, meydan okumaya, hırsları ve istekleriyle rakipleri yıldırıp, bezdirmeye hiç olmadığı kadar mecburlar. Eksik gibi değil, çok fazlaymış gibi hissetmeleri ve hissettirmeleri şart. Emeklerini aşağılayanları, ancak böyle aşağılayıp rövanşlarını alabilirler. Zulmün kalelerini tek tek yıkmanın tek yolu da bu!
“Şikeci Fener” Metris’e ikinci selamı da Gaziantep’ten gönderdi. İki Alex bir Bienvenu... Kaldı mı 32 selam?

17 Eylül 2011, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Her maç bir eylem‘’

Kadere bakın ki; hem 12 Eylül, hem Ordu hem de seyircisiz... Bir yanda baskılar, bir yanda tribünlerde sıkıyönetim ama her yanda her yerde devrilemeyen ‘tutsak’ bir başkanın posterleri...

Diğer yanda işgale karşı direnen milyonların sesi olmak için mabedi kuşatan direnişçiler, susmayanlar, susturulamayanlar ve asla susturulamayacak olanlar... Bariz bir şekilde eylem koyuyorlar. Kulüp tarihinin en anlamlı eylemini... Yok edicilere karşı var etmek için nümayişteler.

Kadıköy Fener’i ne de olsa! Kendi kendini yazan bir tarih. Varoluş gerekçesi işgalcilere ve işbirlikçilerine meydan okumaktan ibaret. Çünkü genlerinde var bu... Yakında Kurtuluş Savaşı’nda silah kaçırmanın da hesabını sorup, rövanşını almaya kalkışanlar bile olabilir. Bunu da biliyorlar. Öyle bir maç ki; futbol dışında her şey. Öyle bir maç ki; futbol yazmak futbola ihanet. Resmen bir ‘namus günü’ ayaklanmasıydı bu... Bundan sonra her maç günü de işgalin kaleleri mahşeri bir yüzleşmeye tâbi olacak. Yalakalık düzenine biat edip, şimdiden milyonları ihbar ediyorum. Bakarsınız bu ‘Şikeli ’ birinci haftayı da toptan iptal ederler.

Başkumandan Aykut Kocaman ve gözükara stratejisti MareşAlex önderliğinde emeklerini, alın terlerini gasp edenlere ve kirletenlere karşı her hafta onur savaşı verecekler. Bütün satmışları, satılmışları, yancı ve kıyakçı ‘hatır köçekleri’ni eze eze dize getirmeleri gerektiğinin de sonuna kadar farkındalar.

Metris’e ilk mesaj ‘Nöbetçi’nin işaret fişeği Baroni’nin dokunuşuyla gönderildi. Dolayısıyla gözaltına alınıp sorgulanmaları da artık elzemdir. Eskiden yargılama bitene kadar herkes masumdu. Artık ‘iddianame hazırlanana kadar’ diye düzenlendi TFF tarafından ama olsun... Fenerbahçe ve Fenerbahçeli söz konusuysa eğer, masumiyetini bizzat kendisi ispat edene kadar hepsi suçludur. Metris’e 33 selam daha kaldı. Gerisi fasa fiso!

13 Eylül 2011, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’İşte şikenin belgeleri!‘’

1-Adını ‘gizli’ koyduktan sonra, belgeleri, konuşmaları, manipülatif ve spekülatif şekilde devşirilmiş gazetecilere ve seçilmiş gazetecilere servis etmek bariz bir şike değil mi?
2-Sorgu bile başlamadan, sağlık kontrolüne gönderilen birinin evrakındaki adres bölümüne “Metris Cezaevi” yazmak şikenin sancak sallayanı değil mi?
3-Gözaltına alınış görüntülerinin, fişleme fotoğrafının apar topar medyaya servis edilmesi şikenin dik alası değil mi?
4-Alakasız bir adamdan alınan ruhsatsız silahların, Aziz Yıldırım’ın gözaltına alınışı sırasında polis kameralarıyla çekilmiş görüntülerle servis edilmesi şikenin önde gideni değil mi?
5- Organize suç iddiasıyla gözaltına alınmış insanları, şike suçlamasıyla tutuklamak, bu tutuklamaları ilgili mahkemenin değil de Özel Yetkili Mahkeme’nin yapması ne tür bir şike?
6-‘Atanmış’ TFF Başkanı’nın Fenerbahçe’ye “olağanüstü kongreye gidin” yani mealen “Başkanınızın kellesini verin, kulübü kurtarın” şeklindeki ‘ahlaksız’ teklifi, şikenin ağa babası değil mi?
7-TFF’nin Aziz Yıldırım ve diğer yöneticilere tedbir koyup temsil yetkisini elinden alması, ancak Fenerbahçe’ye de tedbir koyup ligden düşürmemesi, Play-Off dayatması şikenin katmerlisi değil mi?
8-Peki TFF’nin Fenerbahçe’nin “bizi tedbirli olarak küme düşürün” isteğine, “yazılı olarak başvurun” yani dolaylı olarak “Başkanınızın şike yaptığını kabul edin, peşin olarak mahkum edin, savunma ve tazminat hakkınızdan da vazgeçin” demek kurnazlık şikesi değil mi?
9-Bir müstemleke ülkesinin kurumu gibi davranan TFF’nin apar topar UEFA’dan bir görevli davet etmesi, TFF Başkanı’nın da gelir gelmez O’nu yamacına alıp savcıya götürmesi şikenin en çirkin yüzü değil mi?
10-Savcının ‘gizli’ diye belge göstermediği bu “müstemleke komiseri”ne Boğaz’da yemek ısmarlanması ve o gün Fenerbahçe’nin Avrupa’dan men edilmesi tesadüfün iğne deliği şikesi mi?
11-Aynı gün aynı soruşturmada adı geçen Trabzonspor’un, Fenerbahçe’nin yerine alınması, aynı gün Sadri Şener’in yurt dışına çıkış yasağının kaldırılması ‘hatır’ şikesi değil mi?
12- Aynı soruşturmada yöneticisi ve teknik direktörü tutuklanan Beşiktaş’a Avrupa engeli çıkmaması ‘sıfır tolerans’ şikesi değil mi?

Bu olan biteni her yönüyle anlamak için iki Fener arasındaki farka bakın yeter. Biri Deniz Feneri, diğeri Kadıköy’ün Fener’i... İkisinde de soruşturmanın yürütülme şekline, gizli olanın aleni, aleni olanın gizli yürütülmesine, zanlıların, sanıkların gözaltına alınış şekline, polis ve savcının birindeki hoyratlığına diğerindeki naifliğine, birindeki gürültüye, diğerindeki sessizliğe bakın... Görevden bir günde el çektirilen savcılara bir bakın ve şikenin nerede, kimler tarafından ve ne için yapıldığını görün! O kadar abarttılar ki; aklımıza ve vicdanımıza da ‘şike’ teklif ediyorlar...

03 Eylül 2011, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçelilik neymiş gösterin!‘’

Yönetim, kongre üyeleri, Divan Kurulu ve taraftarlar, yani topyekun bütün camia bu maskaralığa el birliğiyle son vermeli. Fenerbahçe’yi üç kuruşluk adamların oyuncağı ve ‘denek’ maymunu olmaktan bir an evvel kurtarmalı... Kulübün bütün spor faaliyetleri derhal dondurulmalı, durdurulmalı... Bütün branşlardan elini
ayağını bir süreliğine çekmeli... Şefaat bekleyenler, merhamet, hukuk ve adalet bekleyenler fena halde yanılıyor. Artık bu süreci uzatmak, kabullenmek ve teslim olmak, engizisyona boyun uzatmak Fenerbahçe’ye, O’nu var eden tarihine ve Fenerbahçeliliğe yapılacak en büyük ihanettir. ‘BİAT’ Holding’in şehvetli linç ayinlerine bu kulübü yem edenleri tarih hiçbir zaman affetmeyecektir. Çünkü sırf yola devam
etmek uğruna onurunu ve gururunu bu düzene rehin bırakan, ipotek eden, teslim olan bir Fenerbahçe’den
geriye kalsa kalsa iğrenç ve kokuşmuş bir posa kalabilir, o kadar! Düzen belli, tezgah belli, kurgu belli, senaryo belli, başı belli, sonu belli... Aktörler devşirme, figüranlar icazetli... Hâlâ adalet ve hukuk bekleyenler, tedavilik derecede saf olduklarını tescilliyorlar sadece. Fenerbahçe tarihinin en ağır, en travmatik ve en dramatik sürecinden geçiyor. İşgal kuvvetleri bile, istibdad sultanları bile bu kadar cesur olamamıştı. Kulübün kaderi hep ülke tarihine şaşırtıcı bir paralellikle yürümüştü ve bugün de öyle... Ey Fenerbahçe camiası! Bütün faaliyetlerini durdurmak ve dondurmak bir fedakarlık değil, olmazsa olmaz bir gerekliliktir artık. Ülke için bu gerekiyorsa, bin tane daha Fenerbahçe, bin kere daha feda olsun. Yeter ki kendini oluşturan değerlerini, onurunu ve şerefini, renklerini ve ‘çubuklu’yu bu düzene cirolamasın, virman
yapmasın. Onlarla kol kola girmiş, secde etmiş, dizine kucağına alışmış yağmacılara yem olmasın. Yani tıpkı o şarkıdaki gibi “Bir ince pusudayım, yolumun üstü engerek, beni vur, beni onlara verme” diye bas bas bağırıyor Fenerbahçe! ...Ve şimdi vakit tam da o vakit! En ağır meydan okumak da işte budur. Ne bu sevda burada biter ne de bu öykü. Her şey yıkılıp yerle bir olsa bile tarih ve gelecek,yerli yerinde durur. Fenerbahçe bu vitrin düzenleyicilerin iddialarıyla kirlenmez. Hatta bu bir onurdur. Ancak kurallarına boyun eğerse eğer, işte o zaman lekelenmiş olur. Vebali de korkakların omzunda kalır. Haydi, hemen, şimdi!

26 Ağustos 2011, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Tatmin oldun mu Fenerbahçeli?‘’

Etik kurulu, tetik kurulunu bir süreliğine alt etti. Linç şehveti yarıda kaldı, kesintiye uğradı ya. Vah ki vah! Dövüne dövüne kedi miyavlamasına benzer bir tonda ağlaşıp duruyorlar. Yeni gelin gibi sarıldıkları abuk söylem de “koskoca emniyet teşkilatı, koskoca savcı, koskoca mahkeme haksız mı?” zavallılığı... Bu karar “onların iradesine saygısızlık”mış.

Yani bu ‘ileri’ mantıkla mahkemeye, üst mahkemeye, Yargıtay’a, Danıştay’a, ceza dairelerine, hukuk dairelerine hatta hakime ve avukata ne gerek var? Polis ve savcı yeter de artar bile... Adnan Menderes’i, Deniz Gezmiş’i, Erdal Eren’i asan da hukuktu. Vatan hainliği suçlamasıyla idamla yargılananları yıllar sonra serbest bırakan da hukuk... Yargılayanları yargılayıp, yargılananlara iade-i itibar yapan da hukuk. Mustafa Kemal de birilerine göre ‘vatan haini’ydi. Hatta “görüldüğü yerde öldürülmesi” için fetva bile çıkarılmıştı hakkında... Daha derine inmeye gerek de yok.Neyse işte bu ‘ileri demokrasi, ileri hukuk, ileri ahlak, ileri millet, ileri vatan, ileri zeka’ hasletleriyle yanıp tutuşan velveleci topluluğu ayinleriyle baş başa bırakalım. Aslında olup biten neymiş, ona bir de birlikte bakalım.

Burada verilen ‘kararsızlık kararı’ falan değil. Bariz bir karar var. Aziz Yıldırım’ın başkanlık sıfatı ‘tedbir’ gerekçesiyle infazlanarak elinden alınmıştır. Bu çok ağır bir karardır. Dahası Fenerbahçe için bundan daha ağır bir karar verilemezdi. Hem lekelendi, hem de bir kez daha kaotik ve tartışmalı bir sürecin içine çekildi. Fitil bir daha ateşlendi.

Bu karara asıl ve en çok şiddetle itiraz etmesi gerekenler bizzat Fenerbahçe ve Fenerbahçeliler’dir. Ancak son ayların moda deyimiyle karardan ‘tatmin olmuş’ ve hatta bunu savunmaya geçmiş, darağacından nar ağacına yatay sıçrama yapmış Fenerbahçeliler varsa onlara da sadece acil şifalar diliyorum.
O toplantıyla birlikte bu operasyonun Aziz Yıldırım operasyonu olduğu bir kez daha, çok farklı bir skorla tescillenmiştir. Memleketin genel ahval şeraitine bakarsak Aziz Yıldırım’ın ceza alması yetmez en az “ağırlaştırılmış müebbet” almadan; Fenerbahçe’nin düşürülmesi de yetmez tarihten silinmeden. En azından korkuyle biat etmeden bu hesaplaşma ve rövanşlaşma da asla kapanacak gibi görünmüyor. Yani her şey yeni başlıyor.Tatmin olanlara, olmuşlara, olacaklara ve kronik tatminsizlere hayırlı olsun!

18 Ağustos 2011, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bak şu konuşana!‘’

Birdenbire ortaya çıktı hazretler... Tekmili birden hem de! Nöbetleşe ‘bir demeç tiyatro’ sergiliyorlar. Aziz Yılmaz bir yanda, Hakan Bilal Kutlualp diğer yanda...

Bir kere bu camiaya akıl verecek adamlar siz olabilir misiniz? Bugüne kadar sizin peşinizden gidenlerde, himmet ve hikmet arayanlarda, boncuk bulma hevesiyle kurcalayanlarda tek hücreli canlı kadar akıl ve şuur var mıdır?

Bu camia ve kulüp zor günler geçirdiğinde, siyasilerin ve ittifakın saldırısına uğradığında bu zat-ı muhteremlerin bir tanesini ortalıkta görebilir misiniz? O zaman topyekun saklambaç oynarlar. Lâl kesilirler. Kabadayılıkları ancak kendi camialarınadır hepsinin. Dirsek temasları, göz temasları, söz temasları da su götürmez bu arkadaşların.

Biri Fenerbahçe’den Ali Şen döneminde kaptığı yerde eskiden dansöz oynatırdı, sonra kumara döktü işi. Diğeri şampiyonluk maçında rakip takımın tribününde, rakip takımın Yeşil-Siyahı’na bürünür. Ve hâlâ Sarı-Lacivert üzerine ahkam kesmeye devam ederler. Fenerbahçeli’yi aptal yerine koyar, aklını aşağılarlar. Konuşmaya bile değmezler.

Bir de bunların başka renkli versiyonları var. Elinde kalem, yazar babam yazar. Hazır ortalık karışmışken, karambolde kalabalığın üzerine bombayı atar kaçar. Mesela bunlardan biri, uyuşturucu kullanmaktan birkaç kez yargılandı. Son gözaltına alındığında jandarmada verdiği ifadesini bizzat okudum. Kullandığını, başkasını yönlendirdiğini, aracılık ettiğini bizzat kabul ediyor ve imzalıyordu. Bana ısrarla karakolda korkutulduğunu ve o yüzden imzaladığını söylüyor, çocuğunun üzerine yeminler ediyordu. Nitekim yargılandı ve daha yeni beraat etti. Ancak İbrahim Akın “korkutuldum”, Ümit Karan “aşağılandım” dediğinde de, bununla kafa buluyor.

Bu şahsiyetin şahsiyetsizliğini ibretle izliyorum ilk günden beri. Adından emin değil Fenerbahçe’nin şike yaptığından emin olduğu kadar. Süngerleşmiş beyniyle aşağılıyor, dalga geçiyor, alay ediyor ilk günden beri. İşine gelince kazan doğurabiliyor ama işine gelmeyince kazan ölemiyor.

Takma bunları Fenerbahçeli! Hiçbirini asla ve asla unutma! Yeri geldiğinde hatırlatmak üzere...

Utanmalarını ve yüzlerinin kızarmasını sakın bekleme... Ne de olsa konuşana değil konuşturana bakmayı öğreneli çok oldu. Bu noktaya gelmişken ikinci baskı olacak ama Hz. Ali’nin muhteşem sözünü yine hatırlatalım: “Her derde deva bulunur. Lakin ahlâksızlık illetini iyi edecek bir ilaç yoktur.”
Evet, Aziz Başkan, herkes sırasını fazlasıyla savdı. Baykuşundan bülbülüne, yancısından hancısına hepsi midesinden, karnından, burnundan, kursağından, bağırsağından koro halinde konuştu. Artık sıra sende...

Şimdi bir şeyler söylemek lazım !

08 Ağustos 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI