Arama

Popüler aramalar

‘’Bir terslik var!‘’

Heykel açılışıyla kısmen de olsa dağılan kasvetli havanın, güzel bir futbol ve kıran kırana mücadeleyle tam anlamıyla aydınlanması umudunu taşıyorlardı. Marsilya sınavına sadece birkaç gün kalmıştı çünkü... O da ne! Rakip daha ilk atağında serbest vuruştan golü bulmasın mı. Hem de herkesin izlemek için merakle beklediği yeni transfer Meireles’in kafasından... Malum, Fenerbahçe kendine gol atmayı sever ne de olsa!
Bir şeyler bir türlü oturmuyor. “Bir şeyler” dediğimiz de futbolun en temel en basit doğruları... Fenerbahçe kendi evinde oynarken bile rakiplerine baskı kuramıyor, onların oyununu kabul ediyor. Korkutmak bir yana kendisi korkuyor.

Çünkü çok koşmak yetmez, doğru koşmak lazım... Çok pas yapmak yetmez, efektif pas yapmak lazım. Alan savunması yapacaksan topa, adam savunması yapacaksan adama bakacaksın. Fenerbahçe ikisini de yapmıyor, yaptığında da ters yapıyor. E, alanı da, adamı da daraltamazsan, kendini daraltırsın.

Mehmet Topal’ın son dakika dokunuşuyla beraberlik gelmese ikinci yarı çok daha sıkıntılı olabilirdi. Fenerbahçe’de tat tuz yok. Top şişirme hastalığına bir de keskin nişancılık gerektiren uzun pas hastalığı eklenmiş. Bu takım futboldan ne keyif alıyor, ne de keyif veriyor. Oynarken kendisi acı çekiyor ve taraftarlarına azap çektiriyor. Bu da zaten yüzlerine bile yansıyor.

Baroni’nin olağanüstü golü bu defoların hiçbirini örtemez. Bu saçma hastalıklara çare bulunmadığı sürece kimi transfer edersen et, Süper Lig’de ya da Avrupa’da, Kadıköy’de ya da deplasmanda her rakip Fener’e Barça’dır!

17 Eylül 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bu mudur?‘’

Yazmaya başladığım ilk günden beri altını çiziyorum. Binlerce kez tekrarlasak yine fayda etmeyecek ama yine de söyleyelim: “Fenerbahçe’nin en tehlikeli, en korkucu, en belalı rakibi hep kendisi olmuştur.”
Durduk yerde, abuk sabuk, saçma sapan krizler üretmek, duman olmayan yerden ateş çıkarmak, sonra kendi kendini yuvarladığı uçurumun dibinde debelenip durmak, üç kuruşluk ağızlara malzeme vermek bu kulübün genetik defosu... Herkesi ve her şeyi yense de kendine yenilmekten bir türlü kurtulamıyor. Kendine hükmen mağlup!
Bu hali rakipleri için, kulübün pusudaki parazitleri için, medyadaki patolojik kalemşörler için tadından yenmez bir durum. Sen malzemeyi onlara kendi ellerinle verince, onlar da kaşıdıkça kaşıyor. Kanırttıkça kanırtıyor. Bu sarmal başlayınca da Fenerbahçe kendi yarattığı gayya kuyusunda debelendikçe debeleniyor. Enerjisini boşa harcıyor, camia ekseninden ve hedefinden sapıyor.
Elbette bu durumdan acı çeken, kulüplerinin alay konusu yapılmasına içerleyen, umudunu ve coşkusunu yitiren Fenerbahçeliler haklı olarak onlara değil de malzemeyi verenlere kızıyor. Böyle olunca da tabandan yayılan o huzursuzluk ve gerginlik, zincirleme bir şekilde her şeye sirayet ediyor. Herkes herkesle kavga etmeye hazır bir halde fırsat kolluyor.
Daha geçen sene yaşanılanlardan hiçbir ders alınmamış, sanki o müsibetler yaşanmamış gibi sezon başlar başlamaz koca kulüp, insanı hayrete düşüren ve utandıran bir kavganın içine düştü. Ortada fol yok yumurta yokken. Medya ve sosyal medya üzerinden inceden hesaplaşmalar, göndermeler ve imalar. Kimse kusura bakmasın ama bu kavgayı Fenerbahçeliler çıkardı, sorumlusu da bizzat kendileri. Taraftarlar ikiye bölündü, zihinleri büküldü. Türkiye’de medya tarafından aşağılanmaktan bıkmış, zerre kadar itibar görmemiş Daum bile bir anda medyanın gözdesi oldu. Kocaman’ı hedef göstersin diye ayağına kadar gidiyorlar.
İddianameler, ithamnameler, idamnameler, suçlamalar, tetikçiler, sinsi kalemler bile bu kadar tahrip edici olamadı ve olamazdı. Öbüründe bir onur kavgası vardı, bunun onur kırıcı utandıran bir yanı var üstelik. Ne yutabiliyorsun ne yutkunabiliyorsun.
Yahu idam sehpalarına çıkarılmış, haysiyet cellatlarınca defalarca infaz edilmiş Fenerbahçe’nin sorunu Alex midir? Fenerbahçe’nin sorunu Kocaman mıdır? Çalınmış, gasp edilmiş bir sezondan geriye kalan, kavgadan, direnişten arta kalan bu mudur? Yoksa futboluyla, yatırımıyla, transferiyle, mücadelesiyle, hırsıyla, yardımlaşmasıyla, direnişiyle, inadıyla, isyanıyla sahada bütünleşmek ve geçen senenin hesabını sormak mıdır? Bu mudur yani?

13 Eylül 2012, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Çok sarfiyat az ışık‘’

Fenerbahçe’nin en büyük sorunu elindeki öldürücü silahlara rağmen hiçbir rakibi korkutamaması, sindirememesi, oyununu ve üstünlüğünü kabul ettirememesi.. Adam ve alan paylaşımında yaptığı komik hatalar yüzünden kendinden korkan rakipleri de cesaretlendirmesi..

Sadece Alex’in değil, a’dan z’ye tüm camianın kafası karışık. Karışık demek yetmez; karma karışık. İlk kez bu kadar diri ve istekli başladı bir maça... Maç boyunca da diri kaldı. Buraya kadar tamam. Çok koştu, çok çabaladı buna da tamam. Peki kaç pozisyon üretebildi, kaç organize atak yapabildi, kaç ribaunt top toplayabildi? Ya da şöyle soralım bu kadar efora rağmen, Sivasspor ile arasında kalite ve üretkenlik açısından ne kadar fark vardı?

Fenerbahçe gücünü efektif kullanamıyor, doğru koşular yapamıyor, doğru yardımlaşamıyor. Yırtıcı ve yıpratıcı bir kararlılık sergileyemiyor. Üç pas üst üste yapamıyor,
debelenip duruyor. Hal böyle olunca hem fazladan yoruluyor hem daha çabuk demoralize oluyor. Bu takımda orta saha yok. İştah yok, coşku yok, organizasyon yok. Ateşleyicisi ve isyancısı yok.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi nereden ve nasıl ortaya çıktıysa bir de havadan oynama illeti başladı. Sanki ileri uçta oynayanlar şakır şakır kafa topu toplayan adamlarmış gibi... Varsa yoksa şişir ileri... Bir yere varmayan merdiven misali...

Ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum ve de anlamıyorum. Fenerbahçe kendini kısır bir döngünün ve çıkmaz bir sokağın içine soktu. Hem de hiç olmaması gereken bir zamanda ve tarihi kadar önemli bir süreçte... Mevcut görüntüsüyle de sadece şampiyonluktaki rakipleri için umut olabilir, sadece onların yüzünü güldürebilir. Galatasaray Başkanı Aysal “Sezon sonunda çok büyük puan farkıyla şampiyon oluruz” sözünü bu kadar kolay ve gözleri ışıldayarak sarf ederken kendi takımından çok Fenerbahçe’ye güvenerek söylüyor. Bence de bu bir iddia değil isabetli bir tespit!

03 Eylül 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Baş belası Alex!‘’

Taraftarlar daha Emre’nin bıraktığı boşluk ve gitmesine niçin izin verildiği konusunda keskin biçimde ikiye bölünmüş haldeyken, 9 kısım tekmili birden başka bir gerilim hortlatıldı. Bu aptal-saptal tartışmalar arasında Devler Ligi de heba oldu. Bu da her şeyin üzerine tüy dikti.

Üç seneden beri bütün sezonlara sorunlu başladı bu takım. Artık bu sezon da bu tartışmalarla, gerilim dolu tribünlerle sürer gider. Birileri de hazır damarı bulmuşken kanırtıncaya kadar kaşır kaşır durur. O yara da kolay kolay iyileşmez.

Doğru, Alex bir baş belasıdır. Geldiği günden beri öyledir. Golleriyle, asistleriyle, olmaz zamanlarda gitti denilen maçları çeviren Allah vergisi yeteneğiyle, olmaz vuruşlarla maçı koparması, duran topları, frikikleri ve kornerleri öldürücü bir silaha dönüştürmesiyle, ezeli rakipler karşısındaki istatistiği ve yüreklerine saldığı korkuyla tam bir baş belası... İnanmayanlar rakamlara bakabilir ve herkese sorabilir.

Saha içi ve saha dışında sorumluluk almasıyla, antrenman kaçırmamasıyla, maç ahlakıyla, en çok marke edilen, gaddarca tekme atılan adam olmasına rağmen kolay kolay sakatlanmamasıyla da baş belası... Devamlılığıyla, kitleleri okşayan becerileriyle, özel yaşantısıyla 8 yıldır bu ülkedeki bütün futbolculara kriter teşkil ettiği için de tam bir baş belası...

Kulübü ve başkanını yok etme, ikisinin de onurunu iki paralık etme tezgahı ortadayken, oradan buradan yeni ve daha sinsi tezgahlar kotarılırken geçen sene verilen mücadele ortadayken Fenerbahçe de onlara hizmet ediyor. Öyle saçma sapan bir kriz üretti ki; diğerlerinin yaptığından bin kere daha can yakıcı, daha yaralayıcı hatta daha öldürücü...

Kim ne derse desin bu birilerini başka yerleriyle güldüren, hepsine sezon sonuna kadar yetecek malzeme veren saçmalıkta herkesin payı var. Alex’in de, Kocaman’ın da, yönetimin de... Ve elmaya kurt girdi bir kere...

Kavga bitti zannedip sevdasıyla ölümüne dalaşan camiaya Bakunin’in sözüyle bir hatırlatma yapalım; “Hukuk, iktidarların fahişesidir!”

02 Eylül 2012, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Yine kendine yenildi‘’

Spartak Moskova da kendi liginde çok gol atan ama çok da yiyen, her takımın canını yakabilecek hızlı ve tehlikeli ekipti. Yediği gollerin çoğunun da duran top zafiyetinden kaynaklandığını zaten istatistikler söylüyor. Ancak onların bu zayıf yanından vuracak ayaklar yedek kulübesinde...

Fenerbahçe’den başka bir taktik, başka bir strateji, başka bir diziliş, başka bir mücadele umanlar, maç başlar başlamaz yanıldığını gördü. “Yakın tarihin en önemli” sınavı öncesi ev ödevi hiç de iyi çalışılmamıştı. Yine geri yaslanan, pısırık, orta sahasız ve ne yaptığını bilmeyen bir takım. Sürekli kucakta oynayan ve yüzünü kaleye dönemeyen hücum hattı, panik halinde ve ısrarla top şişiren defans.. Tekmeye kafa sokan Kuyt dışında ne yaptığını bilen ve farkında olan tek adam yok gibiydi...

Rakibin ilk atağında yenilen şok golde defansın haline ve dağınıklığına bakıldığında, Mert’e fatura çıkarmak çok büyük haksızlık hatta insafsızlık olur. Sarı-Lacivertliler daha maçın başında yenik duruma düşmesine rağmen, koca ilk yarıyı yarım yamalak tek pozisyon yaratamadan, tek korner atarak kapattı.
Maçın başında yapması gerekenleri, sonuna saklamıştı her zamanki gibi... İkinci yarı bambaşka bir Fenerbahçe’ydi sahaya çıkan.. Nitekim direkten ve kaleciden dönen topların dışında, pozisyonlar üretti ve golü de buldu. Rakibi sahasına mahkum etti, korkan değil korkutan taraftı. Alex’in oyuna girmesi hem takımı hem tribünleri ateşledi. Kornerler bile öldürücü silaha dönüştü. Ancak fırsatları acele yüzünden değerlendiremediler.

Fenerbahçe hem Spartak Moskova’yı, Devler Ligi biletini hediye etti hem de ezeli rakibi Galatasaray’ın transferlerinin parasına hibe etti.

30 Ağustos 2012, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kavganın ekseni kaydı‘’

Sarı-Lacivertli kadınlar ve çocuklar asıl kavgayı hatırlatmak, hafızaları tazelemek, saçmalıkları yüzlere vurup “yeter” diye isyan etmek üzere bir aradaydı.

Hem de 21.45 saçmalığına rağmen. Hem de belki de bu ülke statlarında ilk kez ‘saygı duruşu’ denilen şeyin hakkını sonuna kadar vererek. Bunu da eski bir Galatasaraylı futbolcu rahmetli Metin Kurt için yaparak...

Geçen sene herkese ders veren camia, takım, taraftar ve futbolcular, bu sene kendini zora düşürmek, üç kuruşluk ağızlara sakız olmak ve kendini lig ve Avrupa kulvarının dışına itmek için çırpınıyor.

Sanki her şey yolunda da “O mu oynasın bu mu oynasın?” tartışması eksikti. Maçın ortasında Aziz Başkan’a anons yaptırtacak kadar bir mayın serpildi tribünlere durduk yerde.

Bunca tantanadan, gerilimden, küskünlükten sonra ne değişti peki? Fenerbahçe çok mu cevvalleşti? Rakipten daha fazla mı gol pozisyonu üretti? Daha fazla mı topa ve rakibe bastı? Daha mükemmel mi mücadele etti?

Sarı-Lacivertliler oyunun büyük bölümünde kopuk ve kekeme futbol oynadı.

Top şişirme, havadan adam eksiltmeye çalışma, kaleciye geri pas ve top rakipteyken seyre dalma hastalığı yine yerli yerindeydi.

Orta sahasında ise yeller esiyordu yine.

Selçuk Şahin o bölgede kendini yırtan, çarpışan, en dinamik, en verimli oynayan ve kendini de aşan adamdı. 90 dakikanın özeti: orta sahasız ve ölüp ölüp dirilen bir Fenerbahçe. Topal’ın ağır aksak (el dahil) 3 taksitte attığı gol.

Kalesinde 5 yüzde yüz gol pozisyonunu bertaraf eden Mert. Sonrasında Sow, Kuyt ve 3 puan.

Soru şu: bu futbol Spartak Moskova karşısında turu kurtarır mı?

26 Ağustos 2012, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bu nasıl futbol?‘’

Bu görüntüyle Bank Asya 1. Lig takımlarından herhangi birini bile geçebilmesi çok zor. İçeride ya da dışarıda hiç fark etmez. Ne adam paylaşımı, ne alan paylaşımı, ne beceri, ne yardımlaşma, ne oyun ne de pozisyon zekası var ortalıkta... Elbette ve tartışmasız bir tek Kuyt istisna...

Doğru dürüst iki pas bile üst üste yapamadı yine Fenerbahçe... Bir şey yapmaktan çok, rakibe yaptırmamaya çalışan “küçük takım” acizliği içindeydi. Top rakipteyken rölantiye geçip, top ayağındayken ağır çekime geçen bir takım.

Hani bu kafayla, bu oyun anlayışıyla gol atsan ne olacak? Kadıköy’de yine perişan olup hezimet yaşayabilirsin. Spartak Moskova’yı da bir şekilde geçtin diyelim o zaman da grupta “0” çekmeye şimdiden adaysın. Maddi kaybı kurtarırsın ama manevi hasarın telafisi hiç kolay olmaz.

Allah’tan rakip takım, Fenerbahçe’yi kendi futbolcularından çok daha fazla ciddiye almıştı da çok fazla üzerine çullanamadı. Yoksa durum vahim olurdu. Sarı-Lacivertli ekip rakip kim olursa olsun her bölgede baskı yiyor, resmen kucakta oynuyor. Ama rakiplerine de Konya Ovası kadar geniş alan bırakıyor, rahatsız bile edemiyor.

Fenerbahçe’ye transfer olmaktan, hayali para saymaktan “zanlı ve sanık” Emenike’nin pürüzsüz vuruşuyla öne geçti ev sahibi ekip. Sonrası garabet bir panik dalgası. Ardından Kuyt’tan tertemiz bir vuruşla gelen eşitlik. Sonra yine panik atak ve kornerden bomboş voleyle gol yeme ucubeliği...

Emenike’nin golüne rağmen performansı, oyunu taammüden terk edişi ve pervasızca Aykut Kocaman’ın elini öpüşü, Rus savcıların dikkatinden kaçmadıysa şimdiden bir kez daha yandı Fenerbahçe, o da ayrı konu!

22 Ağustos 2012, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Karma ile karışık‘’

Nasihati umursamamak bir yana müsibetlerden bile ders çıkarmayan, çıkaramayan bir camia Fenerbahçe... Daha bu takımın kaç maç cezası var, evinde taraftarıyla buluşana kadar kaç hafta geçecek, bu cezanın bedeli ne olacak ne anlayan var, ne de düşünen.Ö yle olsa yarım puanlık kayba bile tahammülü olmadığını sahada ve tribünde gösterirdi.

Hiçbir şampiyonluk son maçta kaybedilmez de, kazanılmaz da... Şampiyonluğu getiren de götüren de son maça kadar oynanan maçlardır. Yani bu ilk maç da olabilir, yedinci maç da, onaltıncı maç da.. Lige böyle başlamaz, her maçı final olarak görmez, her karşılaşmaya derbi motivasyonu ve konsantrasyonu ile çıkmazsan hüsran hep kapıdadır. Her şeyi rakiplerinin eline ve insafına bırakırsın. O puanları da çok ararsın.

Sahada sözde ev sahibi ile özde ev sahibi var. Biri lige yeni çıkmış ‘karma’ bir takım. Diğeri olağandışı koşullarda olağanüstü bir mücadeleyle şampiyonluğu son ana kadar kovalamış, üstelik takviye de yapmış ‘karmakarışık’ bir takım. Sahadaki oyuna bakınca arada pek bir fark görünmüyor. Hatta ‘karma’ Elazığ daha organize..

Fenerbahçe ise 80’lerden nostaljik futbol örnekleri sunuyor. Hem ağır çekim hem de ‘doldurma’ ile ‘şişirme’ arasındaki farkı bile bilemez bir halde. Rakip kim olursa olsun ürkütemiyor, korkutamıyor, ısıramıyor, basamıyor, sindiremiyor ve oyununu kabul ettiremiyor; hatta rakibi 10 kişi kaldığında bile.. Önce kendini saçma sapan hallere düşürüp, sonra panik atak halinde yuvarlandığı kuyudan çıkmak için çırpınıyor. Başta yapması gerekeni sonunda yapmak zorunda kalıyor.

Koca gecenin özeti iki estetik vuruş, karşılıklı iki gol.

İyi bayramlar!

19 Ağustos 2012, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI