Arama

Popüler aramalar

‘’Futbolumsu‘’

Fenerbahçe’den beklenen de Almanya deplasmanındaki gibi bir baskın. Üstüne gidebilse Rum ekibi fena halde paniklemeye müsait bir takım. Ancak Fenerbahçe üç pas üst üste yapamaz halde... Orta saha mefhumunu lugatinden tamamen silmiş halde.

Pozisyon üretemediği gibi bir de rakibe ikramlarda bulunuyor. Takımda Volkan ve Kuyt hariç görevini ve ne yaptığını bilen bir Allah’ın kulu yok. Ne bir strateji var göze çarpan ne bir taktik ne de bir sistem.

Bu darmadağanık ve 10 dakika çullansa 3 gol atacağı Rum takımını seyretmekle yetiniyor bizim Sarı-Lacivertliler. Saha kenarından Aykut Hoca elbette... Onlar da ellerini kollarını sallayıp pozisyona giriyorlar, vuruyorlar. Sow rakip defansa, takımın kaderi de Volkan’ın ellerine terk edilmiş.
Koca ilk yarıda bir tek cılız şutu var rakip kaleye Fenerbahçe’nin o kadar. Öyle bir ilk yarı ki bu, iki takım da öyle kötü ki; sanki 45 değil de 245 dakika oynandı. Kasvet bastı resmen.

İkinci yarıda değişiklik bekleyenler yine yanıldı. Aynı tas aynı hamam. Yine seyrediyor, olmaz pozisyonlar veriyor. Yine futbolu, takım oyununu, formayı, armayı, misyonu ve vizyonu inkar eden eğri büğrü sözde futbol.Sıradan bir Süper Lig takımının evire çevire kevgire çevirebileceği bir takım karşısında ecel terleri dökmek geleceği Volkan’ın elleri ile Egemen’in kafasına bağlamak eksiklerle sakatlarla değil olsa olsa vurdumduymazlık ve çapsızlıkla açıklanabilir.

Ve son bir şeye dün akşamki Selçuk ve Caner’e babaları bile 5 dakika tahammül edemezdi. Casus olsalar rakibe ancak bu kadar çalışabilirlerdi.

26 Ekim 2012, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Eksik‘’

Tarihindekileri alt alta koysan bir kütüphane doldurursun. Sahada tabelaya yansıyanlar bunların en masum ve en anlaşılır olanları...
Gelelim asla anlaşılmaz ve kabul edilemez olanlara...
Fenerbahçe neden kendi sahasında kolayca baskı yer de rakibin sahasında bir türlü basamaz? Son iki maçta semeresini gördüğü halde neden oyuna baskıyla başlamaz ?
Fenerbahçe forvetlerinin yüzü rakip kaleye döndürülmezken, rakiplerin forvetleri nasıl bu kadar kolay, rahatsız bile edilmeden hem de göstere göstere Fenerbahçe kalesine iner ?
Fenerbahçe’nin defansı ve varlığı yokluğu belli olmayan orta sahası neden rakiplerinkinden daha çok koşup yardımlaşmaz ? Neden forvet oyuncularından çok Volkan’la paslaşırlar ? Neden bu takımı ayaklardan çok Volkan’ın elleri taşır?
Fenerbahçe’nin forvetleri neden rakip kaleciyi ve stoperleri doğru dürüst rahatsız etmez ? Ribaunt topların çoğunlukla rakip oyuncularda kalması tesadüf müdür ?
Rakip oyuncular daha yırtıcı, ısırgan ve mücadeleciyken Fenerbahçe neden daha kırılgan ve edilgen haldedir ? Neden kendini zorla kabul ettirmek yerine kolayca kabullenmeyi seçer ?
Eğer ‘eksik’ lafının arkasına sığınacaksak, eksiklik kadroda değil bu soruların yanıt bulmamasındandır. İdeal kadro bile olsa bu unsurlar olmadığında hep eksiktir.
Aslında şöyle bir aforizmayla bağlayalım; Fenerbahçe saha dışında kendi kalesine gol atmadığı ve yukarıdaki sorular cevabını bulduğu sürece her zaman ve her koşulda fazladır. Hem de çok fazla!

21 Ekim 2012, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Gönül gecesi‘’

Kim ne derse desin Kadıköy’de gecenin en güzel yanı yine tribünlerdi. Bu, öyle zengin bir güzellik ki; hiçbir galibiyetle ölçülmez ve hiçbirine değişilmez. Fenerbahçe onlara ne kadar teşekkür etse az. Futbolun ruhunu inkar eden boş tribünleri tarihten silip bu uygulamayı hayata geçirenlere de bir kez daha sonsuz teşekkür.

Fenerbahçe, hafta içi yorgunluğuna rağmen yine diri, kararlı ve mücadeleci bir anlayış içindeydi. Beşiktaş da elinden gelenin en iyisini yapmak için çırpındı. Ancak Kanarya, Beşiktaş’a fazla top yapma şansı verdi. Bunda Fernandes’in sinir bozan olağanüstü soğukkanlılığı ve liderliği büyük etkendi.

Sow’un yarım rövaşatası muhteşemdi. Hep direklere ya da kaleciye takılan Gökhan sonunda müthiş bir vuruşla şeytanın bacağını kırdı. Pozisyonun gelişimi de çok estetikti. Sonra yetinmedi öbür bacağını da kırdı. Caner bir kez daha kendini parçalayan adamdı.
Aykut Hoca’nın çözmesi gereken en temel meselelerden biri, hakemin verdiği ya da vermediği pozisyondan sonra takımın dikkatinin dağılıp dalgınlık yaşaması.. Almanya rüzgarının ardından gelen bu galibiyet, savaş rüzgarlarını bir süre dindirecek. Ancak bundan sonra her galibiyet ya da mağlubiyette mutlaka Alex tartışması yaşanacak.

08 Ekim 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Çok şaşırtıcı!‘’

Belki de galibiyete hiç bu kadar ihtiyacı olmamıştı.Maçın başlamasıyla birlikte görenler gözlerine inanamadı. Sanki sihirli değnek dokunmuş gibiydi Fenerbahçe. İlk kez bu kadar cesur, bu kadar diri, bu kadar cevval görüntü sergiledi. Sonra yine çıkarılamayan bir toptan De Jong’un bıngıldağından attığı basit bir gol. “Herhalde işte buraya kadar şimdi eski Fenerbahçe ortaya çıkar” diye düşünenler bir kez daha yanıldı. Uzaktan güdümlü füze gibi vuran iki gol. Buna rağmen daha fazla gol için M’Gladbach’ı daraltıp panikleten kararlı ataklar.

Kadıköy’de en zayıf takımdan bile kalesinde baskı yiyen ve sürekli geriye kaçan takım gitmiş, Avrupa maçında hem de dış sahada rakibin kalecisine de defansına da illallah dedirten bir takım gelmiş. İzaha muhtaç bir hırs, mücadele, kondisyon ve fizik sıçraması. Peki normale dönüşün olması için bütün o anormaliklerin mi yaşanması gerekiyordu?

Fenerbahçe ikinci yarıda biraz daha kontrollü ve bekleyen bir havadaydı. Yine de üçüncü golü buldu. Tam rakibi çökertmişken, yine olmaz zamanda, hiç olmaz bir kademe hatasıyla golü ikram edip rakibi umutlandırdı. Buna rağmen paniklemediği gibi, son dakikaya rakip ceza sahasına pres uyguladı. Baroni ikinci golüyle maça noktayı koyan adamdı.

Kızgınlıkların, kırgınlıkların ve protestoların arasında boğulan Fenerbahçe deplasmanda 4 gollü galibiyetle hem moral buldu hem moral verdi. Hem nefes aldı hem de camiaya nefes oldu.

05 Ekim 2012, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bunu nasıl becerdiniz?‘’

Dünya üzerine kalkıştı, linç edildi, gelirleri gasp edildi, aşağılandı, başkanı cezaevine atıldı, kadronun yarısı gitti. Motivasyonun, konsantrasyonun dibe vurduğu bir sezonda, umudu son saniyeye kadar taşıdı o takım. Bin yıllık kupa geyiklerine de son verdi. Dünyanın kendisine yapamadığını, Fenerbahçe kendi kendisine yapmayı bir kez daha becerdi. Tarihi de zaten bununla ve türevleriyle dolu.

Geçen sene adliye önünde, Metris’te, soğukta, yağmurda bekleşen, cop ve biber gazıyla itilip kakılan, buna rağmen inanılmaz bir inatla direnen, kulübünü var etmek için Fenerium’lara akın eden taraftarın bu sene beklentisi neydi; Fenerbahçe’ye bunları yaşatanları, meydanı boş bulanları, tabut çakanları, kefen biçenleri, idam sehpası kuranları sahada tek tek dize getirmek.

Hoca aynı, moral motivasyon sıkıntısı yok, dünya starları transfer edilmiş, Başkan esaretten kurtulmuş ama karşımızda bir Aragones tablosu var. Prematüre gibi oynayan, fizik kondisyonu yerlerde, mücadeleden firar etmiş, formayı, formanın anlamını, sezonun önemini ve futbolu tamamen unutmuş garabet karması..
Şimdi kadroyu, eldeki değerleri ruhsal bir enkaza çevirmeden yanlışlardan dönme zamanı. Yönetiminden, futbolcusuna, hocasına herkesin birbirleriyle garip hesaplaşmaları bırakıp kendisiyle acımasızca hesaplaşma zamanı. Hem de hiç vakit kaybetmeden.

Yoksa tamamen tüketilmiş tahammül marjları nedeniyle onarılmaz bir tahribat yaşanacak. Bu vebalin altından da hiç ama hiç kimse kalkamaz.

01 Ekim 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Zırva‘’

Hocası gönderilmiş ve iç meselelerle boğuşan Kasımpaşa... 3. Lig takımı İstanbulspor, kupa maçında bu takımı perişan etti; ta ki, 1-0 galipken bir topları da direkten dönene kadar. O İstanbulspor’un yaptığının yarısını bile yapamadı Fenerbahçe... Amatör Niğdespor, Beşiktaş karşısında bile bu hallere düşmedi. Bu takviyeli Fenerbahçe, geçen sene olağanüstü koşullarda direniş destanı yazan yarım takımın karikatürü bile olamıyor. Yahu elinizden bir şey gelmiyorsa bari bu takımı fabrika ayarlarına geri döndürün. En azından iki doğru top yapar, sonuna kadar mücadele eder, aciz, çaresiz ve komik durumlara düşmez. Taktik belli değil, strateji belli değil, görev belli değil, kimin ne yaptığı belli değil, organizasyon sıfırın altında. Fenerbahçeli futbolcular yüzünü rakip kaleye dönemiyor, kucakta oynuyor. Ancak karşısındaki her rakip elini kolunu sallaya sallaya pikniğe gider gibi Fenerbahçe’nin kalesine geliyor. Sanki tek taraflı bir ateşkes imzalanmışçasına... Dolayısıyla kimle başlasan fark etmez, kimi çıkarsan fark etmez, yerine kimi koysan yine fark etmez. Kimya nasıl bozulmuş, nasıl tahrip edilmişse artık ne yapsan dikiş tutmuyor. Kolay kolay da düzelecek gibi durmuyor. Üstelik bunu Fenerbahçe’ye kimse yapmadı. Ne yaptıysa kendisi yaptı. Tahammüller de marjlar da tükendi. Camia durduk yerde patlamaya hazır bir barut fıçısına döndü.
Artık Fenerbahçe’nin her maçı deplasman, her maçı kabûstur. En korkulu deplasmanı Kadıköy’dür. M’Gladbach maçını da hiçbir Fenerbahçeli düşünmek bile istemiyordur.

30 Eylül 2012, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Zemin de kötü oyun da!‘’

Fenerbahçe orta sahası yine ve hâlâ rakibe çok top yaptırıyor. Baskı yapamadığı için kendisi baskı yiyor. Oyun kurmakta zorlanıyor. Çoğalması gereken yerde ya yığılıyor ya geri kaçıyor. Alex adam eksiltmese Fenerbahçe pozisyon yaratmakta ve üretmekte zorlanıyor. Hamlelerde ya erken davranıyorlar ya da geç kalıyorlar.

Trabzonspor cephesi bu maç sürecinde herhalde futbolcuları motive etme gayesiyle ortamı gerecek her şeyi yaptı. Bir ‘demeç’ tiyatro sergilendi hafta boyunca.. Neyse ki zürriyet düşmanı Zokora’ya bu kez hadım etme görevi verilmemiş en azından. Camiası, yönetimi, futbolcusu, taraftarı varsa yoksa bütün motivasyonları Fenerbahçe.. Her sezon sadece iki maçları var zaten..

İki takım da tam anlamıyla yorulup orta sahalar iflas edene kadar, ağır çekim bir futbol vardı sahada... Buna rağmen direklerden ve çizgiden dönen toplar vardı. Volkan’ın kurtardıkları, Olcan’ın kaçırdıkları şeklinde özetlenebilir bu karşılaşma... O kadar. Fenerbahçe üzülmeyi aklından bile geçirmesin, bence aldığı bir puana da sevinmeli... Bamba’nın Sow’u indirdiği penaltı pozisyonu da, çok sevdikleri iddianamenin çileği olsun artık.

Zaten bir türlü sistemini oturtamayan ve sinir katsayısı giderek yükselen Fenerbahçe’nin bir başka tehlikeli rakibi de Şükrü Saracoğlu’nun giderek berbatlaşan zemini. Kendi kreatif ayaklarını imha ediyor, gerisi de rakibe kalıyor zaten.

25 Eylül 2012, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bir de kendine inansa...‘’

Önce beden dilinden başlayalım. Fenerbahçeli futbolcuların yüzünden kararlılıktan çok endişe, gözünde hırstan çok özgüvensizlik okunuyor. Herhalde bunu rakipleri de çok tercüme ediyor.

Hastalıklar demiştik; açalım. Topu çok zor kazanıyor, çok çabuk ve hatta abuk kaybediyor. Rakibe kendi elleriyle kendi hatalarıyla pozisyonlar sunuyor. Rakibin defansına ve kalecisine hiç basmıyor ama kendisi defansta sürekli baskı yiyor. Sow ya da bir başkası, santrforlar yalnızlığa terk edildiği için bir kişi eksik oynuyor. Defanstan amaçsız savrulan toplar, sürekli başına bela oluyor. Olur olmaz kaleciye geri pas sendromu da aynen sürüyor.

Şurası çok açık, Fenerbahçe kendi oyununu oynamaya çalıştığında rakibi ürkütüp sindiriyor. Ancak rakibinin oyununu kabul edip seyre daldığında da başına gelmedik kalmıyor. Bu müsibetleri gördükleri ve yaşadıkları halde davetiye çıkarmakta ısrar ediyor.

Meireles ve Topal alışma evresini bitirdiğinde çok daha faydalı olacaktır. Yobo tartışmasız bu takımın sigortası. Alex’in kafasındaki bulutlar dağıldığında kramponlarında da güller açıyor. Caner’in golünde başlatıcı ve tasarlayıcı rolü üstlenen adaşım Hasan Ali özgüven sorununu aşabilse kendini ıslıklayanları utandıracaktır. Volkan ellerinin tersiyle bile “1 numara”...

Belki de sorun hiç büyütüldüğü gibi değil. Bir düğmeyi yanlış iliklediğinizde, bütün düğmelerin de yanlışa yönlemesi gibi bir durumdur. Yani tek doğru bakış ve dokunuş her şeyi ters yüz edip, her anlamda takımı sıçratabilir.

Yeter ki Fenerbahçe kendine inansın, kendini yemekten vazgeçsin. Yeter ki camia kendi gerçeklerine ve hedeflerine ‘Fransız’ kalmasın!

21 Eylül 2012, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI