‘’Katliam mı olsun!‘’
Sonunda tribündeki çocuklar da, sahadaki oyuncular da onlara şirin görünmek için her fırsatta koroya dahil oluyor. Abuk subuk demeç yarışına en abartılı perdeden onlar da dalıyor. Dünkü hale bir bakın. Fenerbahçeli futbolcuların başına çuval geçirseler, o kalabalık da taş yağmuruna tutup recm etse yine de yatışmayacak bir nefret ve öfke, bir histeri nöbeti var ortalıkta... Tribünde ve sahada bunlar olurken, gevrek gevrek gülüp, gevşek ve pişkin demeçler hazırlıyorlardır bu sözde nüktedan adamlar. Bakalım şimdi ne yumurtlayacaklar?
Maça gelince aptalca bir şekilde atmosferi yükseltilmiş ve en başından provoke edilmiş bir maçtı. Fenerbahçe için maçı alıp almamak, kazanıp kazanmamak değil, “istifadan önce ve istifadan sonra” ne değişti testiydi.
Görüldü ki; sarı-Lacivertliler aynı tas aynı hamam. Değişen hiçbir şey yok. Aynı sıkıntılar, aynı arızalar aynı yerlerinde durup duruyor. Sadece Salih Uçan farklı. O kadar.
Takımın oyun anlayışında, hırsında, yardımlaşmasında, kondisyonunda, motivasyonunda, fizik gücünde, konsantrasyonunda, organizasyonunda ne ilerleme var ne de bir gerileme.. Yine de her tür provokasyona rağmen nefret vaizlerinin ağzına kilit vurduğu için hepsini tek tek tebrik etmeli.
‘’Yedekliği sevmişler‘’
Yani basketbol futbola, gerçek heyecan da suni heyecana galip gelmişti. İki maçı da aynı saate koyma becerisini gösteren, bu vesileyle misyonu, vizyonu ve zekasıyla bir kez daha hepimize parmak ısırtan iki federasyonun yöneticilerini tek tek kutlamak gerek.
Derbide moral darbesi yemiş Fenerbahçe’nin, Sivasspor maçına bu kadar konsantre ve diri başlaması herkesi şaşırttı. Ancak 20 dakika sonra her şey aslına rücu etti. Oyunun kontrolü rakip takıma terk edildi. İdeal takımdaki “lidersizlik” sorunu, rotasyon kadrosunda da aynı şekilde devam ediyor. Çok rahatlıkla bunu üstlenip taşıyabilecek isimler var da, yükün altına girmek isteyen tek bir futbolcu yok.
Bulmuşsun fırsatı yırt kendini, parçala ve kap formayı değil mi... Ne gezer? Herkes idare-i maslahat peşinde! Sadece tecrübesiyle bile bunu yapabilecek adamlar, gencecik Salih kadar yürekli olamıyorlar. Mehmet Topuz ve Semih Şentürk güçsüz bir hayalete dönmüş. Bir de oyundan çıkarılırken memnuniyetsiz halleri yok mu? ‘Efsane’ Krasiç düşmeye ve kendi atmaya programlanmış. Ne top sürecek, ne de hamle yapabilecek mecali var. Pire gibi Stoch da arkasından ağıt yakılacak halde...
Fenerbahçe kendi evinde çaresizlik ve kabızlık içinde kıvranıp dururken, Galatasaray maçının “kayıp” adamı Baroni’nin oyuna girer girmez tabelayı değiştirmesi, ardından ikinci golü bulması gecenin en ilginç yanıydı.
Özgür Yankaya’nın performansı da Fenerbahçe’nin performansından beterdi. MHK kendisine bu maçı 3-4 kez izleme, çaldığı anlamsız düdüklerle yüzleşme ödevi versin.
‘’Korktu ve başına geldi‘’
Hamit’in direkte patlayan şutu bile Sarı-Lacivertliler’i kendine getirmeye yetmedi. İki takımın da pozisyona girmediği yarıda kilit adamı Albert Rieria’ydı. Çünkü ilk iki golde hem Bekir’e hem de Hasan Ali’ye asist yapan isimdi. Bekir bir kez daha çok konuşulacak ve hiç unutulmayacak bir gole imza attı. Hasan Ali’yi ‘gerçek Fenerbahçeli’ yapanın sağ ayağı olması da ilginçti. Fenerbahçe’de ilk yarıda Kuyt dışında sorumluluk üstlenen, Sow dışında ölümüne mücadele eden bir başka adam yoktu. Baroni ve Meireles hayal kırıklığıydı. Mehmet Topal da gölge boksu yapıyordu. Selçuk’un golünde ‘aslan payı’ anlamsız yerde anlamsız ötesi bir faul yapan Brezilyalı futbolcunundu.
İkinci yarıda, daha skora itiraz eden, tabelayı değiştirmeyi kafasına koymuş farklı bir Fenerbahçe bekleyenler yanıldı. Aynı tas aynı hamam; skora rağmen hâlâ isteyen bir Galatasaray, hâlâ bekleyen bir Fenerbahçe... Her şeye rağmen çarpışıp didinen ve gedik vermeyen Yobo ve arkadaşları... Oyundan çıkanlar ve onların yerine girenler de sahadaki görüntüyü etkilemeye yetmedi. Çünkü Fenerbahçe yalnızca futbol değil motivasyon, konsantrasyon, organizasyon, yardımlaşma, mücadele, hırs ve istek anlamında ezeli rakibinden eksikti. 1461 Trabzonspor kadar bile yürekli olamadı. E, bu kadar eksinin ‘artı’ sonuç vermesi de ancak ‘mucize’ ile mümkün olabilirdi. O da en azından bu maçta olmadı.
Maçın tek cümleyle özeti şu: Fenerbahçe kazanmak için hiçbir şey yapmadı, bir derbiden ve 3 puandan daha fazlasını kaybetti!
‘’Sezer resitali‘’
Belli ki, olan bitenler Fenerbahçe’yi de ürkütmüştü. Aykut Hoca hem rotasyon meselesini abartmamış hem de kötü bir sürpriz yaşama endişesiyle olabildiğince kontrollü oynamayı seçmişti. Bu da oyunu durgunlaştırıp kısırlaştırdı. Sarı-Lacivertliler bu yarıda ne gol pozisyonu üretebildi ne de rakibe pozisyon verdi. Sezer’in başlangıcı ofsayt olan pozisyon sonrası attığı ilk golden sonra maç iyice kısırlaştı. Ancak ikinci yarıda her şey ters yüz oldu.
Kuyt’ın oyun zekası sahanın her yerindeydi. Ancak dün gece iki gol, bir asistle yıldızlaşan Sezer’in gecesiydi. Kayıp bir sezonun hıncını çıkarmaya yeminli gibiydi. Verdiği harika pasla Krasiç’e de kendini hatırlattı. 3-0’dan sonrası haklı olarak yeniden rölanti..
Salih’i, Recep’i kazanmak, özgüven aşılamak istiyorsan skorun rahatladığı maçlarda oyuna sokacaksın. İşte Recep o rahatlıkla ilk resmi golünü de attı. Serdar Kesimal’ın sarsak müdahaleleri ve anlamsız sarı kartları çok ciddi sorun. Kart görülür de böyle görülmez. Kayseri’deyken acı gücü ve inadıyla herkesi hayran bırakan Mehmet Topuz’un güçsüzlüğü, iştahı ve becerisiyle Nedved’in veliahtı olarak görülen Krasiç’in dokunsan düşecek halleri bir garip. Kendini atmak için fırsat kollaması ise ayıp ötesi ayıp. Orhan Şam’ın güzelim saçlarını “şekil” uğruna emanet bir ucuz peruğa çevirmesi de apayrı bir konu!
‘’Her maç ayrı bir kabus‘’
Ligde ilk yarı bitmek üzere, diğer kulvarlarda bir dünya maç oynanmış ama sezon başından beri süregelen bu hastalıklarda iyileşme belirtisi bile yok. Kadıköy’e gelen her takım ev sahibi gibi baskı koyarken, ev sahibi Fenerbahçe deplasman takımı gibi korkuyor. Orta sahası yolgeçen hanı olduğu için hiçbir takıma şuurlu ve organize bir baskı kuramıyor, defansını ve kalecisini rahatsız bile edemiyor.
Sarı Lacivertliler’de hırs, inanç, inat ve kararlılık eksikliği bariz bir şekilde sırıtıyor. En etkili ayaklarını yalnızlığa terk edip, kendi eliyle ‘etkisiz eleman’a çeviriyor. Bu takım sadece ve sadece Fenerbahçeliler’i ürkütüp korkutuyor, o kadar. Federasyon da hakemler de rakipleri de artık zerre kadar ondan çekinmiyor.
Bu maç da Anti-kahraman Bekir sayesinde kurtarıldı kurtarılmasına da Galatasaray maçına dair herhangi bir umut sinyali verdi mi? Ya da sezon sonunda şampiyonluğa bir inanç kırıntısı... O kadar acı o kadar sıkıntı boşuna çekilmiş besbelli.
Fenerbahçe de Fenerbahçeliler de “3 Temmuz” sürecinden hiçbir ders çıkarmamış. Birbirlerinin dışında hiç kimseyle hesapları ve rövanşları kalmamış. Kadro ve kasa zenginliğine rağmen mücadele, yürek ve bilinç fakirliği ancak böyle açıklanabilir çünkü...
‘’Ağır çelişki‘’
Eğer hedefin Avrupa ve eğer meselen “hedefte istikrar” ise topladığın çeyrek puan bile çok önemli değil mi? “Gruplarda en çok puan toplayan takım” unvanını geliştirme şansı avucunun içindeyken, yabancı ekipler karşısında kazanma alışkanlığını bir tık öteye taşımak varken bu ne tür bir fantezi arayışıdır? Böyle bir maça yarım kadro çıkmak neyin nesidir?
Eğer mesele rotasyon ise bu maçın yedekler ve gençler üzerindeki tek ‘olumlu’ tesiri nedir? Onların test edileceği karşılaşma bu mudur? Fenerbahçe’nin bundan çıkaracağı ya da elde ettiği kazanç nerededir? Bunu yapacaksan içerideki kupa maçlarında yaparsın olur biter! Hele hele kırılgan ve gergin bir dönemden geçerken neresinden bakarsanız bakın bunun iler tutar hiçbir yanı yok!
Önce defansın ikramını geri çevirmeyen Tolga klasik bir ‘Stoch’ golü atıyor. Ardından rakip ceza sahasında görünmeyen ‘hayalet santrfor’ Bienvenu kendi ceza sahasında halı sahada yapılmayacak düzeyde bir penaltı ikram ediyor. Maç da zaten bir halı saha golüyle sona eriyor.
Fenerbahçe’de ayakta kalan, didinen, ne yaptığını bilen tek adam Stoch, bunun bedelini de oyundan alınarak görüyor. Oynuyormuş gibi yapanların arasında çok göze battığı için herhalde. Peki kadro tercihiyle en baştan “önemsiz ve gereksiz” damgası basılmış bu maçı çevirmek için Kuyt ve Baroni’yi oyuna almak yaman bir çelişki değil de nedir? Yorumlamak ve anlamaya çalışmak bile o kadar yorucu ki; yağmur, soğuk demeden tribünlere koşanlara gerçekten büyük sabır versin.
‘’Karavana düellosu‘’
Bu sezon herkesi hayal kırıklığına uğratan ev sahibi ise sükseli bir galibiyetle yeniden kendine gelip, yeniden çıkışa geçme arzusundaydı. Sarı-Lacivertliler ise çalkantılı ve gergin süreci geride bırakıp zirveye puan olarak da ortak olma hesabındaydı. İkisi de olmadı.
Fenerbahçe ilk 45 dakikada rakibe bastı, sahada yardımlaştı, mücadele etti, koştu, şut attı, gol pozisyonu üretti. Ancak bu pozitif yanlarını ilk yarıda bir türlü gole tahvil edemedi. Hatta neredeyse soyunma odasına bir ofsayt gol yüzünden boyun eğerek gidecekti.
“Olmazları olduran” adam Baroni, biri ilk yarıda 3 yüzde yüzlük pozisyonda “kaçmazları kaçıran” adam olarak geceye damga vuran isim oldu. Sonuncusunun ardından oyun ‘Rus Ruleti’ne döndü. Gol kaçırma yarışına Kayserispor da dahil oldu. Bazen son vuruş beceriksizlikliğine bazen de Volkan’ın becerisine takıldılar.
En sonunda ‘eski belalısı’ Bobo sahne alıp cetvel gibi kusursuz bir vuruşla Fenerbahçe’ye aradığı ve arandığı dersi verdi. Sonra aynı anda sahanın her yerinde ve her pozisyonun içinde olabilen adam Kuyt takımını ipin ucundan aldı. Sow 90 dakikanın yalnızlığa terk edilmiş ismiydi.
İki takımı da tebrik edelim etmesine... Ancak Fenerbahçe’nin şampiyonluk ve Avrupa hedefi olduğuna göre özellikle ikinci yarıda verdiği görüntü çok sıkıntılı. Hem harcadığı hem de verdiği pozisyonları tekrar tekrar izlemelerinde fayda var. Bunu yaptıktan sonra rakip oyuncularla kariyerlerini, tecrübelerini ve performanslarını bir kıyaslasınlar.
‘’Ne anlamı vardı?‘’
Kadrolar belli olduğunda ve maç başladıktan sonra görüldü ki; 13 yıl önce müsibeti yaşayan Fenerbahçe olmasına rağmen dersi çıkaran Pendikspor olmuş.
Fenerbahçe’nin hazırlık maçı muamelesi çekeceği, yedekleriyle macera arayacağı, risk alacağı ve sırf bu nedenle ecel teri dökeceği karşılaşma bu mudur? Olası bir yenilgi, o ilk maçtan da, 3 Temmuz sürecinden de daha büyük bir kırılmaya yol açabilecekken risk alınacak maç bu mudur? Öyle bir sonucun altından kim kalkabilirdi? Sen bu faktörleri bu kadar hafife alırsan, sahaya sürdüğün yedeklerin de maçı ancak o kadar ciddiye alır! Kaldı ki, o yedeklerin en ucuzunun Pendikspor’un tamamından daha maliyetli olduğunu da buradan yüzlerine vuralım.
Kura çekildiği andan bu yana gaza getirilmiş, motivasyonu ve konsantrasyonu belki de tarihinin en üst düzeyinde olan Pendikspor, daha maçın başında Kadıköy’ü Fenerbahçe’nin başına yıkabilirdi. Maçın başında 6 dakika arayla iki yüzde 100 gol pozisyonuna girdiler. Birinde Serkan’ın parmak uçlarına, diğerinde de direğe takıldılar. Uçurumun kenarından iki kez dönmek bile uyandırmaya yetmedi Sarı-Lacivertliler’i... Tek pozisyon üretemeden, şut bile atamadan geldikleri 37. dakikada kalelerinde çok ciddi bir gol tehlikesi daha yaşadılar. Sonra bir an için kendini hatırlayan Semih’in asistiyle de soyunma odasına nefes alarak gittiler. İkinci yarıda da Sezer’in direkten dönen iki şutu o kadar.
Pendikspor alkışı takım halinde alkışı hak etti. Fenerbahçe de Serkan ve Salih dışında hak eden kimse yoktu.