Arama

Popüler aramalar

‘’Taraftarına ve kendine rağmen‘’

Fenerbahçe bu; rakip kim olursa olsun, hangi kulvarda, hangi aşamada maça çıkarsa çıksın, aslında hep kendisine karşı oynar. En büyük, en acımasız, en korkulu, en çok ve en farklı yenildiği rakibi hep kendisidir.
Çeyrek final için çarpıştığı rakip takım oyunuyla ve kontratak silahıyla buraya kadar yükselmiş bir ekip. Yani kendi sahasından daha çok deplasmanda etkili ve korkutucuÖ Fenerbahçe’nin skor bulmaya gideceğine skoru tutmaya oynaması orta sahayı da kaderine terk etmesi Rus ruleti oynamaktan farksızdı. Mehmet Topal’ın en etkili maçını oynarken sakatlanmasının “kader anı” olması da ironik bir tesadüf. Salih Uçan oyuna girdiği andan itibaren yaptıklarıyla ve attığı golle herkesi büyüledi. O ana kadar “saklambaç” oynayan Cristian’ı da utandırıp kendine getirdi.

Skoru yeterli görme gafleti ikinci yarıda da devam edince ve ele geçen fırsatlar değerlendirilemeyince sonunda olan oldu ve herkesin uyuduğu bir anda Plzen’i diriltip kamikazeye çeviren beraberlik golü geldi. Avantaj hala Fenerbahçe’deydi ama şartlar rakibin lehine döndü. Yani durduk yerde kendi kendini zora düşürüp ecel terleri dökme geleneği sahne aldı. Nitekim Limbersky’nin çok kritik bir dakikada güdümlediği füze direkte patlamasaydı, Fenerbahçe’nin Avrupa planları büyük olasılıkla orada imha edilmiş olacaktı.

Tüm unsurlarıyla gelgitleri, yanlışları, hataları, çalkantıları, savrulmaları bol olan bir sezonda bu takımın kendine ve taraftarına rağmen üç kulvarda birden hala devam ediyor olması mucizenin öteki adıdır.

15 Mart 2013, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’İşte bu!‘’

Hem de yine kendisi “alın atın” diye ikram ederek. Neyse ki bu soğuk duşa rağmen şoka girmedi, paralize olmadı. Tam tersi o andan itibaren sahaya inat, inanç ve direnç koydu. Bu isyanın ateşleyicisi Emre Belözoğlu “Messivari” bir golle skorda dengeyi kurarken, şapka çıkarttırdı. Ancak o sakatlanınca Fenerbahçe’nin oyundaki üstünlüğü sona erdi. Güçler yine eşitlendi.

Yönetim bu Volkan’a mutlaka nazar boncuğu takmalı. İkinci gol dışında varlık gösteremeyen güçsüz Semih’e de, Topuk Yaylası’nda ballı-pekmezli acımasız bir terapi kampı ayarlanmalı. Ama reçeteyi de formülü de mutlaka Kuyt vermeli. Fenerbahçeliler müthiş dokunuşu direğe takılan Kuyt’a artık bir “kurşun döktürme zamanı” geldi diye düşünürken, O 75. dakikada şeytanın bacağını yine müthiş bir dokunuşla kırdı. Uzun zamandan beri Fenerbahçe’nin olumsuz anlamda ‘kader adamı’ olan Meireles’in nihayet beyaz bir yumurta yumurtlayıp maçı çeviren adam olması da enteresandı. Skorun ve gollerin dışında hem tribündeki taraftarlar hem de ekran başındaki futbolseverler kıran kırana müthiş mücadeleye, futbola ve heyecana doydular. Fenerbahçe çok önemli bir rakip karşısında önemli sakatlarına ve maça yenik başlamasına rağmen çok net bir galibiyet aldı. Zirvedeki rakipleri puan kaybettiği için değil, ortaya konulan inat, direniş ve hırs nedeniyle Fenerbahçe’nin kazancı 3 puandan çok daha fazlasıdır.

11 Mart 2013, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bir öyle bir böyle‘’

Bu istikrarsız, oradan oraya keskin savrulmalar ve iniş çıkışlardan oluşan durum, camianın ruh haline aynı şekilde etki ediyor. Gözleri de, gönülleri de, beyinleri de yoruyor ve acıtıyor. İşin garibi bazen yenildiği ya da beraberliği zor kotarabildiği maçlarda rakibinden daha çok koşup daha çok mücadele ediyor, daha çok yoruluyor. Ancak doğru koşu, doğru yer, doğru hamle yapmadığın zaman bu, takım halinde oyundan düşmekten, rakibe avantaj sağlamaktan başka hiçbir şey ifade etmiyor.

Doğru soruları sormaya çalışalım:

1-Valencia’da Fernandes’i yedek bırakan ve gözden çıkarılmasına neden olan Mehmet Topal, Fenerbahçe’de neden ikinci bir Selçuk görüntüsü sergiliyor?

2-“Barbar Conan” gibi parmak ısırtan acı bir kuvvete sahip olan Mehmet Topuz’un bu dokunsan düşecek halleri nedir?

3-Attığı deparlarla, harcadığı güçle sahanın her yerini parselleyen Kuyt, neden gol üretemez hale geldi?

4-Güçsüzlüğü yüzünden hamlelerinde hep kalan Semih Şentürk, Kuyt’ın yarısı kadar bile neden koşamaz ya da koşmaz?

5-Baroni’nin yazı-tura halleri ne olacak? Bir maçta coşuyor ve bir maçta ortalarda yok. Bir maçta sazı eline alıyor, bir maçta da sahada saklanıyor. Caner’in durumu da O’nun birebir kopyası... Bir zirvede bir dipte!

6-Hadi sahada düşmekten başka bir şey yapamayan Krasiç’ten umudu kestik. Stoch gibi tıkanmış bir çok maçta “çilingir” görevi görmüş, puanı kopartmış önemli bir silah nasıl ve neden kulübeye terk edilir?

7- Yobo olmasa şu defansın Allah’a emanet halleri ne olacak? Meireles’in Mehmet Topal’ı aratan hallerini kim nasıl izah edecek?

8- Olağanüstü iştahla oynayan Sow ve her pozisyonun içine gözü kara dalan Webo gibi gibi iki güçlü ve becerikli golcüye rağmen Fenerbahçe ne zaman rakip kaleciye ve defansa baskı yapacak?

9- Bu takım doğru adam ve alan paylaşımını, gücünü efektif kullanıp oyununu rakibe kabul ettirmeyi ne zaman ezber haline getirecek?

10-Fenerbahçe ne zaman rakipten korkan bir takım olmaktan sıyrılıp, rakipleri korkutan bir takım haline dönüşecek?

11-Fenerbahçe’nin yediği gollerin çoğu rakiplerin ürettiği pozisyondan değil, kendi kendine durduk yerde ikram ettiği karambollerden geldi. Bu saçma sapan ikram yarışı ne zaman sona erecek?

09 Mart 2013, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Gol değil altın‘’

Plzen’in en önemli yıldızı kilodan tombikleşmiş 40’a merdiven dayamış Horvath. En büyük silahı da Fenerbahçe’nin artık lugatından çıkarıp attığı “takım oyunu”...

Plzen, Fenerbahçe’yi, Fenerbahçe’nin yönetiminden de, hocasından da, futbolcusundan da, taraftarından da daha fazla ciddiye almış. Napoli’ye yaptığı gibi pervasızca üstüne gidemedi. İlk yarıda yüzde yüzlük golü kaçıran Kuyt’a kızmaya hiç kimsenin hakkı yok. Adam toplu topsuz her pozisyonun içinde ruhen, bedenen, aklen, fikren, zeka, beceri ve mücadele olarak var. Hem de kendini yırtarcasına var. Belki de kariyerinin hiç olmadığı kadar var. O’nun neredeyse yarı yaşında olup, çeyreği kadar çaba göstermeyenlere ne demeli?

38. dakikada Fenerbahçe’nin durduk yerde kendi kendine yarattığı kaosta, direk bile gole itiraz etti ama Sarı-Lacivertliler yemek için her şeyi yaptı. O top gol olmadıysa, bir tek açıklaması olabilir “topun canı” istemedi.

İkinci yarıda oyunun hakimi Fenerbahçe’ydi. Hem rakibe pozisyon vermedi hem de rakip kalede tehlikeler yarattı. Ancak bulduğu güzel pozisyonlar da kaleciye takıldı. Ta ki Webo’nun altın vuruşuna kadar. O golde de aslan payı yine “acı kuvvet” taşıyan Sow’a aittir.

Bu kadar güzel bir galibiyetten sonra yeri değil diyebilirsiniz ama “cezalı Meireles”in bile yer bulduğu kadroya, Stoch gibi çok çok önemli bir silah, nasıl olur da alınmaz?

08 Mart 2013, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hak eden kazandı‘’

Beşiktaş’ın hem motivasyonu daha fazlaydı hem de kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Şu ana kadar ortaya koyduğu performans ve topladığı puan bile beklentilerin çok üstündeydi çünkü. Trabzonspor deplasmanından sakin orta saha üstünlüğü sayesinde 3 puanla dönüp beni de çok şaşırtmıştı Fenerbahçe. İnönü deplasmanında da orta saha üstünlüğü elindeydi. Bu kritik derbiye deplasmanda çift santrforla çıkma cesaretini de gerçekten kutlarım. Avrupa maçları hariç kalan tüm maçlarda olması gereken budur.

Gayet güzel oynarken, sayılmayan gole rağmen golü de bulmuşken, Beşiktaş’ın üzerine gidip çökertmeyi deneyeceğine, anlamsız bir durgunluğa teslim oldu Fenerbahçe. O bocalama ve yaslanma döneminde de duran toptan golü yedi. Zamansız gidişiyle Fenerbahçeliler’in canını yakan Niang, yeni formasıyla attığı golle kendisini özleyenlerin bir kez daha canını yaktı ve Beşiktaş’ı 2-1 öne geçirdi. Fenerbahçe bu gole anında tepki gösterip karşılık veremese daha erken çözülebilirdi.Beraberlik halinde gecenin galibi Galatasaray olacaktı. Ancak Fenerbahçe rakip kalede gol ararken ikram ettiği son saniye golüyle buna izin vermedi.

04 Mart 2013, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kulüben kadar güçlüsün!‘’

Caner’in golü gelene kadar Fenerbahçe tek bir pozisyon bile üretememişti. Oysa 1461 Trabzonspor’un verilmeyen bir penaltısı, direkten dönen topu ve kaleye şutları vardı. Yani maç bir anda konuk takım lehine 2-0 olabilirdi.

İkinci yarıda Serkan Kırıntılı’nın sayısız kurtarışlarını ve Fenerbahçe kalesini sıyıran vuruşları ve direğin dibinden dönen ters kafa vuruşunu da hatırlatalım. O zaman ev sahibin içine düştüğü durum daha iyi anlaşılır. Nitekim bir ara öyle bir ablukaya girdi ki Sarı-Lacivertliler’in kalesi, beraberlik golü bağıra bağıra geldi. Galibiyet golü gelmeseydi o kadar emeğe gerçekten yazık ve ayıp olurdu. Hakem her iki yarıda da iki takım adına çaldığı ve çalmadığı düdüklerle fecaatti. Fenerbahçe adına olumlu tek gelişme, biraz güçlenmiş olan Krasiç’in iştahlı ve sorumluluk üstlenen görüntüsüydü. O da fazla sürmedi. Serkan dışında geri kalan herkes kayıptı zaten!
Mesele yenmek ya da yenilmek değil. Gol yiyip yememek hiç değil. Yedek ya da değil hiç fark etmez; Fenerbahçe takımını oluşturan futbolcuların, alt kümeden bir rakip karşısında bu kadar bocalaması, kendi ceza sahasında bu kadar baskı yemesi, rakibe oyununu kabul ettirememesi kabul edilebilir bir hal değil. Hele hel 60’tan sonra sahadaki güçsüzlük, hastalıklı ve çaresiz görüntü çok yakışıksız.

Dün gecenin herkesin yüzüne bir kez daha acımasızca vurduğu gerçek şu; en fazla yedek kulüben ve oynayan futbolcuların kadar güçlüsün. Ve o kadar takım olabilirsin!

27 Şubat 2013, Çarşamba 22:00
YAZININ DEVAMI

‘’Anlayan beri gelsin‘’

Her maçını ‘olmak ya da olmamak’ maçına dönüştüren Fenerbahçe, hâlâ akıllanmamış. Çeyrek puan kaybı bile sezona mal olabilecekken hâlâ fantazi arayışında..

Musa Sow ve Baroni niye yoktu? Stoch nasıl oldu da birdenbire hatırlandı? Fenerbahçe bu maçta niye çift santrfor oynamaz? Niye kendi sahasında baskı yer de bir türlü baskı kuramaz? Niye kendi ceza sahasına gömülüp bam güm futbolu oynar? Bunlar hâlâ cevap arayan en basit ve en ilkel mantık sorularıdır!

Kabus, düdükle beraber başladı Kadıköy’de... Hadi penaltıya “talihsiz bir iş kazası” diyelim. Sonrasını kim nasıl anlatacak? İlk yarının son 5 dakikasına kadar hiçbir yere varmayan topluca saçmalama ve debelenme yarışı. Fenerbahçe de sadece “saçmalama” konusunda kusursuz bir takım olabiliyor zaten. Tam, bir şeyler düzelmeye başladı zannediyorsun, ertesi hafta kanırta kanırta tekzibi yiyorsun. Sanki Samandıra’da bir casus var da, her önemli maç öncesi yemeklere aklı ve bilinci zaafa uğratan, güçten düşüren bir iksir katıyor çaktırmadan.. Futbolcuları, takımı tanıyan ve anlayan beri gelsin!

Sow’un özel yeteneği ve son dakika penaltısıyla 3 puan geldi ama belli ki bu azap ve eziyet katlanarak sürecek. Çünkü hiç kimsenin, yaşanan hiçbir müsibetten hiçbir şekilde ders almadığı çok açık.

25 Şubat 2013, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hedef kupayı almaksa...‘’

Onların dertleri takım değil ranttır, çıkardır...Yüzlerinin kızarma özelliği yoktur, zaten hiçbir zaman da olmamıştır. Fenerbahçe Yönetimi, kulübe bu kadar zarar veren hainlere dava açıp zararın tazminini talep etmediği sürece onların suç ortağıdır. Bunu yapmadığı takdirde açıklamaların, kınamaların samimiyeti de, inandırıcılığı da geçerliliği de yoktur.

Fenerbahçe için her açıdan zor bir maçtı. Hem gol yememeye hem de gol atmaya mecbur olması ‘kontratak takımı’ Bate için bulunmaz nimetti. Ancak 20. dakikada 10 kişi kalınca, ilk maçtaki senaryo tersine döndü.Fenerbahçe biraz dikkatli biraz da şanslı olsa ilk yarı turu garantileyebilirdi. İnanılmaz bir golü kaçıran Sow, hemen peşinden kişisel gayreti, kuvveti ve oyun zekası sayesinde penaltıyı kazandırdı.
Yobo savunmanın aklıydı. Volkan 46. dakikada turu parmaklarının ucuyla getiren kader adamıydı. Salih birkaç hata dışında mükemmel oynadı. Oyundan çıkarılışı kadar, tercih edilen değişikliği anlamak da zor. Kuyt enerjisiyle, toplu ve topsuz oyunuyla şapka çıkarılacak bir futbol emekçisi.


Fenerbahçe skoru yükseltemeyince bir türlü rahatlayamadı. 60 ve 70. dakikalar arası 10 kişi kalmış rakipten büyük baskı yedi ve ciddi tehlikeler atlattı. Maçın sonu yaklaştıkça gerilim arttı. Sonunda zor da
olsa istediğini aldı.Şimdi soru şu; hedef gidebildiğin yere kadar gitmek mi, yoksa kupayı almak mı? Eğer ikincisi ise bu performans yetmez, çok daha fazlası lazım.

22 Şubat 2013, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI