‘’Ezber bozan rotasyon‘’
Sanki kader Fenerbahçe’yi zorla kupa finaline itiyor. Her şey ve tüm şartlar aslında Eskişehirspor’un lehineydi. Aykut Kocaman takımın en etkili silahlarını dinlendirmek, diğerlerinin de durumunu görmek için cesur ve geniş bir rotasyona gitmişti. Yani düpedüz ciddi bir risk almıştı.
İşte bu rotasyon Fenerbahçe’den çok Eskişehirspor’un oyun dengesini altüst etti. Lig maçında as kadrosuyla Kadıköy’de ecel terleri döktürdüğü rakibini, yedek kadrosuyla çok rahat geçeceğini düşünüyordu ev sahibi ekip. Ancak karşısında defans ve orta sahada sarsak olsa da, ileride hiç korkmadan basan, kalecisini sürekli rahatsız eden başka bir Fenerbahçe bulunca ne yapacağını şaşırdı. Maçın başında Sarı-Lacivertli defansın ikram ettiği gole rağmen oyuna ağırlık koyamadı. Mehmet Topal’ın beraberlik golünden sonra da maçta dengeler değişti. Uzun zamanlar sonra nihayet Selçuk Şahin Fenerbahçe’nin en iyisiydi. Neredeyse kusursuza yakın oynadı. Elbette Bekir’i ıskalamak ayıp olur.
Ersun Yanal nasıl bir motivasyon uygulamışsa, futbolcuları kendileri lehine verilmeyen her pozisyona elle, kolla, dille, topluca itiraz etti. Taç, aut, faul hiç fark etmez. Necati’nin Fenerbahçe maçlarındaki halleri yazı değil kitap ve hatta araştırma konusu. Neyse ki Caner rakibinden yediği uçan tekmeye rağmen sarı kart yiyerek kurtuldu. Ya Veysel küfretseydi? Herhalde bu sefer de kırmızıyı görür, PFDK ve Tahkim işbirliğiyle sezon sonuna kadar cezayı yerdi.
Aykut Kocaman bu rotasyondan bedeli ne olursa olsun rövanş maçında da asla vazgeçmemeli. Çünkü lig maçında as kadrosuna rağmen rakibin oynamasına izin veren bizzat Fenerbahçe’nin kendisiydi.
‘’Şimdi ne olacak?‘’
Fizik ve mental açıdan bakıldığında yıpratıcı, konsantrasyon ve motivasyon olarak da sinirleri ve sınırları zorlayıcı bir durum. Çünkü üç kulvarda da kalan maçların hepsi artık çok kritik. Hepsi olmak ya da olmamak maçları. Bir kulvardaki yol kazası, sakatlık ya da ya da kart cezası, domino etkisi yaratıp, diğer kulvarları da allak bullak edebilir.
Tam da bu nedenlerle kadrodaki oynayan-oynamayan bütün futbolcuların iyice silkelenip kendilerine gelmeleri şart. Bu saatten sonra sahada her şeyiyle kendini maça vermeyen, ölümüne mücadele etmeyen, sahada saklambaç oynayan, yalan markajlara veya deparlara sığınan, bir hafta var bir hafta yok futbolcular, Fenerbahçe için rakip oyunculardan çok daha tehlikelidir. Ödettikleri bedel de çok ağır ve telafisiz olur.
Aykut Kocaman ne yapar, ne düşünür, nasıl formüle eder, nasıl üstesinden gelir bilmem. Ancak bu üçlü sarmalın çok ciddi bir rotasyon istediği de bal gibi ortada. Mevcut durumda ligden ve UEFA’dan vazgeçmek anlamına gelebilecek bir riski üstlenmek anlamsız olur.
Çünkü lig, seneye Şampiyonlar Ligi vizesi demek, kulübü rahatlatacak çok ciddi gelir demek. Doğrudan katılamazsanız, alacağınız parayı da ezeli rakibinize hibe etme olasılığınız çok yüksek. Tıpkı son yıllarda hep olduğu gibi. UEFA Avrupa Ligi’nde de kupaya uzanmaya ve tarihi yeniden yazmaya 3 maç kalmışken onu da riske etmek çok büyük hata olur. Bu durumda ciddi rotasyonun yapılabileceği tek kulvar Ziraat Türkiye Kupası’dır. Risk alınabilecek ve bunun yarattığı olumsuzluğun tolere edilebileceği tek mecra da orasıdır. Zaten Fenerbahçe’nin geçen yıl kazanmasının ardından marka değeri tekrar dibe vurmuş, bunun dışında bir değeri olmadığı ve aslında kimsenin umurunda olmadığı da kabak gibi ortaya çıkmıştır. Artık sadece UEFA Avrupa Ligi’ne katılmanın en kestirme yoludur bu kupa, sadece o kadar.
Aykut Hoca’nın final dahil olmak üzere takımın en önemli silahlarını fizik ve mental açıdan diri tutabilmek için biraz dinlendirebileceği, olası sakatlıklardan ve yorgunluklardan saklayabileceği, yedek oyuncuları da hazır tutup motive edebileceği tek şans yine bu maçlardır. Kupa için asıl hedefleri riske atmaya değmez ama diğerleri için kupayı riske
atmaya değer.
‘’Çin işkencesi gibi‘’
Sanki rakip Eskişehir değil de Milan, sanki Şükrü Saracoğlu değil de San Siro. Maç başlar başlamaz işin rengi belli oluyor. Es-Es her şeyi yapıyor, Kanarya seyrediyor. Konuk ekip bastırıyor, ev sahibi karşılamaya çalışıyor. Misafir takımda şut, pozisyon, mücadele, yardımlaşma her numara var, Sarı-Kanaryalar’da hiçbir numara yok. Egemen’in iki şut denemesi dışında her şey yalan. Sahadakiler ıstırap çektikçe, tribündekilere de işkence çektiriyor. Volkan olmasa daha ilk 15 dakikada şampiyonluk yarışı bitecek. İlk 45’in özeti böyle..
İkinci yarı tribünler gaz veriyor. Ofsayttan da olsa Webo’nun kaleye gönderdiği top, biraz olsun Fenerbahçe’nin hafızasını tazeler gibi oldu. Herkesin “neden hâlâ sahada” diye isyan ettiği Baroni, kenarda Salih’i görünce, utancından aslına rücu etti. Önce bir gol attı, sonra kaleyi sıyırdı, iyi ve iştahlı oynamaya başladı. O’nun aklı başına gelince, Fenerbahçe’nin de oyununa ‘akıl’ geldi. Meireles de normale dönünce bir anda her şey yoluna girdi. Sonra “taktik faul” dehası ve dahisi Ersun Yanal’a rüyasında göremeyeceği bir kıyak yapıldı. Baroni kulübeye çekilip, Selçuk ile Krasiç sahaya sürüldü.
Fenerbahçe, taraftarlarına kurdeşenler döktürdüğü, ruh sağlıklarını ve kalp ritmlerini bozduğu bir maçtan yine kayıpsız çıktı. Eğer hatalarını görmezse bir daha çıkıp çıkamayacağı meçhul.
‘’Roma'da eşik aşıldı‘’
Sow’un oynamaması rakibi iyice rahatlatan ve cesaretlendiren bir etken oldu. Her iki kulüp de ‘seyircisiz’ kararını, protokol maskesiyle delmiş, gizli tribün oluşturmuştu. Bu mini tribünlerde hem çoğunluk hem de tezahürat üstünlüğü Sarı-Laciverliler’deydi.
Fenerbahçe maça gayet iyi başladı, iyi paslaştı, oyunu sete çevirip olası bir baskın girişimini boşa çıkardı. sonra bir şey oldu ve aniden durdu. Resmen belayı kendi kendine aradı. İlk yarının son on dakikası korku filmi gibiydi. Anlamsız dağınıklık ve şuur kaybı ikinci yarıda da devam etti. Orta saha iyice çöktü. Sonunda Lazio zincirleme ikramı affetmedi. Sonra yine ölüm kalım ölüm kalım savaşına başladı. Baroni yine ‘Baloni’ modundaydı, yine kaçaktı. Geçen maçın kahramanları Caner ve Meireles tanınmaz haldeydi. Rakibin golünde büyük payı olan Caner’in aynı zamanda onların umudunu söndüren adam olması gecenin belki de en ilginç yanıydı. Roma’da bir eşik geçildi. Artık Amsterdam’a 2 kupaya 3 maç kaldı. Sadece 270 dakika!
‘’Kurtarıcı melek‘’
Lazio maçının yorgunluğu, Galatasaray’ın galip gelmesi, rakibin düşme potasında oluşu Fenerbahçe’yi bayağı bir ürkütmüş. Bu koşullar altında galibiyete mecbur olmak sinirlerini hayli germiş.
Maçta daha ilk 3 dakikada ev sahibi ekibin 4 pozisyonu vardı. Volkan iki yüzde yüzlük pozisyonu elleriyle savuştururken, Kuyt kaleye giren topu kafayla kurtardı. Fenerbahçe uzun süre sahada sürklase oldu. Ne mücadele edebildi ne de oyuna müdahale edebildi. Sadece rakibi seyretmekle yetinip, atakları savuşturmak için fazladan çaba harcadı. Şampiyonluk yarışında “olmak ya da olmamak” maçında asla kabul edilemeyecek bir görüntüydü.
Fenerbahçe’de orta sahada oyun kuracak, topa basacak ve oyuna yön verecek bir ayak, bir akıl ve bir becerinin yokluğu bariz bir şekilde sırıttı durdu. Hadi şu veya bu nedenle bunlar yoktu. Peki direnç, mücadele ve yardımlaşma neredeydi? Sarı-Lacivertliler maça bir türlü ağırlık koyamadı. Oyunu da sakinleştiremedi. Maçı tırnak yiyerek izleyen Fenerbahçeliler kara senaryolar yazmaya başlamışken Salih Uçan sahneye çıktı, bulutları dağıtıp onları gülümsetti.
İkinci yarıda yine cesaretle ve kararlılıkla saldıran bir Orduspor vardı. Ancak karşısında ilk yarıdaki şuursuz Fenerbahçe yoktu. Sonra Salih bir kez daha çıktı ortaya hem de çok fiyakalı çıkış. Haftalardır kaçak oynayan Baroni abisine hem “sorumluluk alma” dersi verdi, yine O’na nazire yapan bir vuruşla maçı
2-0’a taşıdı.
Fenerbahçe için üç puan ve galibiyet her şeydi. Öyle ya da böyle istediğini de aldı. Ancak sonraki maçlara dair soru işaretleri ve kaygılar hala yerli yerinde duruyor.
Salih uçmazsa uçurur...
Müthiş bir kumaşı var. Tekniği, mücadeleciliği, yardımlaşması, oyunu okuyuşu çok iyi. Sağ ayağını da sol ayağını da çok iyi kullanabiliyor. Gözü kara ve inatçı. Bu çocuk, kurtarıcı olarak oyuna sürüldüğü maçta, bu forma altında ilk golü kendi kalesine atmıştı üstelik. Bu şanssız başlangıca ve çok genç yaşına rağmen soğukkanlılığıyla bunun üstesinden geldi. Kritik maçlarda, kritik anlarda gol ve asistlerle Fenerbahçe’nin kurtarıcısı oldu. Orduspor’a attığı gollere bakın. İlkinde topu önüne düşürmesi, sol ayağıyla kaleciyi çaresiz bırakan noktaya adreslemesi on numara iş. İkinci golde topu alışı, bakışı, görüşü ve boş köşeye şandellemesi de usta işi... İnşallah medya pohpohlamalarıyla ayakları yerden kesilmez. Uçarsa balon olur, yalan olur, bir ibret öyküsü olur. Ancak uçmazsa hem Fenerbahçe’yi hem milli takımı uçurur.
UEFA mı, lig mi?
Tamam her şey iyi güzel gidiyor. Final yolu da kupa yolu da açık. Ancak UEFA için ligden vazgeçmek, yani rotasyon anlamında risk almak seneye Şampiyonlar Ligi’nden vazgeçmek demektir. UEFA mücadelesi için risk alınacak tek bir mecra varsa o da Ziraat Türkiye Kupası’dır. Zaten Fenerbahçe’nin kazanmasından sonra marka değeri de, önemi de kalmamıştır.
Lazio’ya da böyle oynarsan...
Fenerbahçeliler Lazio galibiyetini maç kazanmış gibi değil de tur atlamış gibi kutlamışlardı Bağdat Caddesi’nde.. Bu abartılı kutlama çok yadırgadığım bir görüntüydü. Neyse ki Aykut Kocaman ve futbolcular onlar gibi değil daha mantıklı davranıp konuşuyorlar. Eğer Fenerbahçe Lazio deplasmanında Ordu’da oynadığı gibi oynar ve orada verdiği pozisyonları verirse yandı gülüm keten helva... Beklentiler ve hedefler, hezimet ve bozguna dönüşür. Orduspor’un kaçırdıklarını onlar asla affetmez.
Orduspor ve Cuper
Orduspor gayet güzel futbol oynuyor. Başında da futbolun yaşayan efsanelerinden, dünyanın saygı duyduğu, ömrünü futbola adamış bir teknik direktör olan Hector Raul Cuper var. Bence hoca da takımı da ligde hiç de hak etmedikleri bir yerde.. Bu çaba, bu emek ve bu futbolun hak ettiği sıralama bu değil.
‘’Ne çektin be..!‘’
Başarısı ve performansı dillere pelesenk olan ve öcü halinde lanse edilen Lazio’yu da 2-0 ile geçip çok büyük bir avantaj yakaladı. Artık Roma’da ipler tamamen Fenerbahçe’nin elinde olacak. Zaten taraftarı sayesinde “seyircisiz” oynamaya alışık, hatta sessiz statlarda daha iyi ve rahat oynuyor. Yani Fenerbahçe ya yarı finale çıkacak ya da kendine yenilecek.
Kadıköy’de ilk yarı konuk ekibin istediği gibi ikinci yarı Fenerbahçe’nin istediği gibi sonuçlandı. Öyle ki; Meireles ve Caner bile dirilmişti. Biri hayalete dönen, diğeri geçen hafta ıslıklanan bu iki isim maçın kader adamları oldular.Kuyt doksan dakika boyunca sahayı nakış işler gibi gezip, oyunu dantel gibi ören adamdı. Attığı golde takibi, gelişi ve vuruşu futbolculuğu gibi on numaraydı. Webo 3 al” yatırımı gibi. Bonservis bedelini de, alacağı parayı da şimdiden amorti edip 3 kat kâr ettirdi bile..
Artık finale 3, kupaya da yalnızca 4 maç kaldı. Fenerbahçe bu maçla birlikte ciddi bir özgüven biriktirdi. İtalya’dan yarı finalist olarak dönerse inancı da motivasyonu da keskinleşir. Şekil şemal her anlamda pozitife dönüşür. Kupayı almanın, UEFA Avrupa Ligi Şampiyonu olmanın önündeki tek engel Fenerbahçe’nin bizzat kendisidir. En korkulu ve ürkütücü rakibi bizzat kendisidir. Yoksa başka hiçbir engel yoktur.
Bu kadar çalkantılı ve savrulmalı bir sezonda 3 kulvarda birden hala ilerliyor olmak da yine bu kulübe özgü açıklanamaz ilginç bir durumdur.
‘’Üç puan tamam da...‘’
Fenerbahçe’de yine orta saha yoktu. Akhisar orta sahaya 3 tane korkuluk dikse, bu bile orta saha üstünlüğünü ellerine geçirmeye yetebilirdi. Çünkü Baroni yine saklambaç oynadı. Hiç sorumluluk üstlenmedi. Caner ve Meireles’in varlıklarının yokluklarından hiçbir farkı yoktu. Gölge ne kadar etkiliyse Mehmet Topuz da o kadar etkiliydi. Bu koşullar altında bırakın Emre’yi, gencecik Salih’in bile yokluğunu fazlasıyla hissetti Fenerbahçe..
Rakiplerden çok Fenerbahçe’nin yorduğu ve etkisizleştirdiği Musa Sow’un Oğuz’dan seken bir vuruşu ile çizgiyi 40 santim geçtiği verilmeyen golü dışında bir şey yoktu bu yarıda.. Silik ve tanınmayacak haldeydi. Milli maç arasını yan gelip yatarak geçirdiler herhalde.
İkinci yarıyla birlikte Sarı-Lacivertliler biraz kıpırdanınca üst üste tehlikeler yaşattı. Geldiğinden beri Fenerbahçe’yi sırtlayan adam Webo bir kez daha bitirici yerde son dokunuşu yaptı. Sonraki pozisyonları değerlendiremeyince de yine tribünlerine ecel terleri döktürmeye başladı. Ta ki 84. dakikada güç gösterisi yapan Sow ‘kişiye özel’ bir gol atıncaya kadar.
Tamam Sarı-Lacivertliler kritik bir 3 puanı daha öyle ya da böyle cebine koydu. Bu kadar zayıf, moralsiz ve stresli bir rakip karşısında bile neden, nasıl ve niçin zorlandığının yanıtını bulamazsa, Galatasaray
Kadıköy’e şampiyonluğu garantilemiş olarak gelir.
‘’Bir sakatlık var!‘’
Fenerbahçeli futbolcular ya iyi antrenman yapmıyor ya da tam iyileşmeden sahaya sürülüyor. Oyunun içinde zırt pırt sigorta teli lifleri atıyorsa, bu işte gerçekten bir sakatlık var.
Üç kulvarda da her şeye ve hatta kendine rağmen zirveye oynayan bir takımda Emre Belözoğlu’nun alternatifi Selçuk ise o işte de bir sakatlık var.
Şampiyonluk yolunda bütün opsiyonlarını har vurup harman savurarak tüketmiş bir takımda orta saha yoksa, böyle kritik bir deplasmanda da gencecik Salih’ten daha fazla sorumluluk yüklenen yoksa bu işte çok çok ciddi bir sakatlık var. ‘Yalnız adam’ Musa Sow kendini yırtarcasına rakip kaleciye ya da defansa baskı yaparken, takım arkadaşları O’nun bu çabasını desteklemek yerine, hiç yüzleri kızarmadan seyrediyorlarsa bu işte sakatlığın da ötesinde bir vehamet var.
Fenerbahçe böylesine kritik bir haftada, böyle bir deplasmanda erken ve şok bir gol bulmuşken maçı koparmak için yükleneceğine topu rakibe terk edip seyre dalıyorsa, bu hastalık yüzünden dağıttığı onca puana rağmen hala ders çıkaramamışsa bu işte akli melekelerle ilgili bir sakatlık var.Bir takım sezon başından bu yana üç gün ya da bir hafta arayla geceyle gündüz kadar birbirinden uzak ve taban tabana zıt görüntü sergiliyorsa bu işte sakatlıktan da öte sakatlıklar var.
Fenerbahçe hala ve hala evinde ya da deplasmanda, en zayıf ekipler karşısında maçı kazanırken bile taraftarlarına ömürlerinden, ruhsal ve fiziksel sağlıklarından kaybettiriyorsa bu işte orantısız bir sakatlık var. Bu kadar sakatlık yetmezmiş gibi hala başka sakatlıklara davetiye çıkarmak ve hatta bunun için yırtınmakta, her türlü izahtan ve izandan muaf kronik bir sakatlık var.
Bravo Salih!
İnşallah şımarmaz, yolundan sapmaz, Fenerbahçe’ye, Türk futboluna ve Ay-Yıldızlı takıma uzun süre hizmet eder. Oyunu çok iyi okuyor, ayakları son derece düzgün ve çok soğukkanlı. Tek eksiği özgüvendi, o da yavaş yavaş oturuyor. Fenerbahçe’ye Avrupa’da turu getiren golü başlatan da bitiren de, Antalya’da maçı rahatlatan adam da Salih Uçan’dı. Eğer medyanın ve çevresindekilerin gazına gelir de ‘Ben oldum’ havasına girerse orada biter. Kendisine de, kulübüne de, Türk futboluna da çok ayıp eder.
Selçuk ve Caner’in halleri
İnsanın aklı sırrı ermiyor. Fenerbahçe’ye geldiği günden beri geri giden, en iyimser ihtimalle de yerinde sayan iki adam. Neredeyse on yıldır bu formayı giyen Selçuk hala pas şiddetini bile ayarlayamaz, topu oyuna sokamaz durumda. Eskiden en azından atak keser top kazanırdı. Şimdi o da kalmadı. Caner de pek farklı değil. Kuyruklu yıldız gibi bir görünüyor bir yok oluyor. Bir Fenerbahçe’nin en büyük silahı oluyor, bir geri tepen bir silaha dönüşüyor. Vasatı yok, bir tavan yapıyor bir dipte geziyor. Bu nasıl bir şuur zorlayan savrulmadır? Bu “var mısın yok musun” hallerine anlayan beri gelsin. Peki bu ikilinin sahadaki varlıkları rakipten çok Fenerbahçe’yi tehdit ederken bile onlara tahammül göstermek kulübedekileri inkar etmek ve aşağılamak değil midir?
Conan sağ olsun!
Mehmet Topuz’da neredeyse insanüstü acı güç vardı. Kayseri’de üç büyüklere sahayı dar ederdi. Tarih öncesi kahraman Conan gibi kuvvetliydi. O’na faul yapmak bile zordu, çünkü çarpan yere düşer o yıkılmadan devam ederdi. İki yıldır içler acısı bir halde. Dokunsan düşecek kadar güçsüz. Bunu ne soran var ne sorgulayan. Saçlarıyla Herkül kadar güçlüyken, saçları kesilince çocuk kadar güçsüzleşen mitolojik kahraman Samson’un öyküsü gibi sanki...