Arama

Popüler aramalar

‘’Denizli'den yanıt geldi‘’

Sayın Denizli, şampiyonluğu belirleyecek olan Bursaspor deplasmanına neden PAF takviyeli bir kadroyla gittiğini o zamandan beri ilk kez açıkladı. Kadroya alınmayan futbolcuların sakat olduklarını, en azından sakat olduklarını beyan ettiklerini ve “sakatım” diyen adamları zorla kadroya alamayacağını beyan etti. Yani Beşiktaş’ın İstanbul’da kalan oyuncularına kendisi tarafından izin verilmesi veya sakatlıkları olmadığı halde maç kadrosuna almaması söz konusu değildi.

Buraya kadar eyvallah. Sayın Denizli’nin bu beyanına ya da futbolcuların “sakatım” beyanına inanıp inanmamakta herkes hür. Ben şahsen Denizli’ye inanırım. Ancak bu kez de şunu sormadan duramam: Son maç Fenerbahçe ile olsaydı, o futbolcuların “sakatım” iddiasına bu kadar kolay inanır mıydı kimse? Gerçekten sakat olsalardı bile son ana kadar maça yetiştirilmeleri için sağlık kurulu seferber edilmez miydi?

Emenike’nin sakatlığı kulüp doktoru raporuyla belgelendiği halde sırf Fenerbahçe’ye karşı oynamadığı için başına gelenleri gördünüz. Üstelik aynı Emenike, Trabzonspor maçında da aynı gerekçeyle oynatılmadı. Anında önce şüpheli, sonra sanık oldu. “Para sayarken çekilmiş” meşhur görüntüleri ise hala sır.
Sayın Denizli’yi gıyabında sevenlerdenim. Adı Fenerbahçe ile anıldığı şu günlerde camiaya hedef göstermek gibi sinsice bir alçaklığın içine de asla girmem. Ancak kendisine bu soruyu defalarca sorduğum halde ciddiye bile almayıp, şimdi tam tersi tutumla savunmaya geçmesi ve yanıt vermek için yanıp tutuşması da bana çok ilginç geldi.

Eğer bu soruya tatmin edici bir yanıt vermeden Fenerbahçe’nin başına getirilseydi, kendisinin de yönetimin de çok ciddi başı ağrıtılırdı. Çünkü bu Fenerbahçe taraftarlarının merak ettiği bir sorudur. Keşke çok daha önce yanıtlamış olsaydı.

Webo ne olacak?


Fenerbahçe’nin Nobre’den sonraki en faydalı en efektif transferiydi Webo. Sarı-Lacivertliler onu eski takımındaki kadar bile etkili kullanamadı. Buna rağmen olmaz zamanlarda gitti-bitti denilen maçların kilidini çözerek, skoru ters yüz ederek Fenerbahçe’yi yarışın içinde tuttu. Elinden gelen her şeyi yaptı. Varlığı Musa Sow’un etkisini performansını da ikiye katladı. Şimdi Cardozo gelirse böyle bir adam yok pahasına satılacak mı? Bu vefasızlık olmaz mı?

Arıboğan ve Helvacı’nın başarısı


Fenerbahçe’nin ve Beşiktaş’ın UEFA Disiplin Kurulu’na sevk edilmesi Lütfi Arıboğan ile İlhan Helvacı’nın başarısıdır. Hem Mehmet Ali Aydınlar hem de Galatasaray camiası bu eşsiz başarılarından ötürü onlarla büyük gurur duyuyor olmalılar. Fenerbahçe ceza alsın diye UEFA Müfettişi Cornu’yu nasıl yanılttıklarını, yönlendirdiklerini bilmeyen kalmadı herhalde... Hem de dönemin Futbol Federasyonu Başkanı Aydınlar’ın gözlerinin içine baka baka...

Arıboğan’ın gökten zembille iner gibi durduk yerde nasıl ortaya sürülüp yüksek maaşla TFF’ye genel sekreter yapıldığı hala sır. Ancak Galatasaray yönetimine niçin ve neden alındığı asla sır değil. Bu bir ödüllendirmedir. Hakkını teslim etmedir. Yarın bir gün 3 Temmuz sürecini başlatanları da yönetimde görürsek hiç sır olmaz. Neden mi? Doludizgin giden o Fenerbahçe bir de Emenike vs gibi transferlerle güçlenmiş olsaydı, Devler Ligi’nden alacağı 45 milyon lirası gasp edilip başka bir takıma ciro edilmeseydi, Galatasaray değil üst üste iki şampiyonluk ikinciliği bile zor görürdü. Şimdi herkes keyfini çıkarsın. En başta da Arıboğan ve Helvacı elbette.

En önemli transfer


Fenerbahçe’nin kadrosu bu sezon kendi gerçek kapasitesinin yüzde 40’ı kadar bile futbol oynamadı. Yüzde 30’u kadar bile mücadele etmedi. İki parametrenin yüzde 50’ye yaklaştığı maçlarda rakiplerini ezdiler, top yüzü göstermediler, bunu yaparken pozisyon da vermediler. Fenerbahçe’de en temel sorun futbolcuların güçsüzlüğü, mücadeleden kaçan halleri ve yardımlaşma eksikliğiydi. Sahada güçsüzlükten aciz duruma düşen, saklanan, düşmek için fırsat kollayan, ikili mücadelelerde anında pes eden, dermansızlıktan komik fauller yapan futbolcular görmek farklı yenilgi görmekten daha can yakıcı bir durum Fenerbahçeliler için. O yüzden Alves’den Cardozo’dan bilmemkimden önce bu takımın çok iyi bir kondisyonere ihtiyacı var. Bu kişi futbolculara hem güç hem de hırs yükleyecek biri olmalı.Her bir futbolcu için ayrı ayrı, kişiye özel bilimsel programlar oluşturulmalı. Bunlar da şaşmaz bir kararlılıkla ve acımasızca uygulatılmalı.

13 Haziran 2013, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ne Denizli ne de Yanal!‘’

Fenerbahçe’nin Mustafa Denizli ya da Ersun Yanal’dan biriyle anlaşması her şeyden önce kendine ağır hakaret olur, kulübün ve taraftarının hafızasını aşağılamak anlamına gelir. Ersun Yanal’ı hatırlayın; hani Ankaragücü teknik direktörüyken Fenherbahçe’nin O’na talip olduğu dönemi. Kulüp Başkanı Cemal Aydın, “Sözleşmemiz var” diyerek Yanal için bir nevi bonservis bedeli istiyordu. Yanal da sözleşmesi olduğunu iddia ediyordu. Medyaya yansıdığı kadarıyla Fenerbahçe’den istenen para 2 milyon Dolar’dı. Pazarlık tıkandı ve Yanal Ankaragücü’nde kaldı. Peki ya sonra? Sonra şu oldu. Fenerbahçe işi yatınca Ersun Yanal sıfır maliyetle Gençlerbirliği’nin başına geçti. Yani Ankaragücü’ ne tazminat ne de bonservis bedeli ödendi. Yani ortada herhangi bir sözleşme olmadığı ortaya çıktı. Var olan sadece sözleşme imzalanabileceğine dair bir taahhüttü o kadar. Cemal Aydın’ın Federasyon’a yaptığı itiraz da reddedildi.

Özetle Ersun Yanal ve Cemal Aydın’ın Fenerbahçe’yi “sözleşme” masalıyla yolma oyunu suya düştü ve patladı. Fenerbahçe’nin başına geçmesi teklif edilen Yanal “sözleşmesi var” yalanına niçin kasten sessiz kaldı? O sorunun yanıtı yıllardır hala yanıt bulmadı. Mantıklı ve ikna edici bir yanıt gelmedikçe bu iş olmaz, olmamalı!

Gelelim Mustafa Denizli’yeÖ! Bursaspor’un şampiyon olduğu sene o son maçları hatırlatalım tekrar. Fenerbahçe-Trabzonspor, Bursaspor-Beşiktaş.Trabzonspor İstanbul’a sakatları dahil tam kadro geliyor. Olması gerektiği gibi, futbol ahlakının gerektirdiği gibi. Ancak Beşiktaş Teknik Direktörü Mustafa Denizli Bursaspor deplasmanına 14 kişilik kadroyla gidiyor. Bobo gibi formda golcüleri ve zinde yabancılarını İstanbul’da bırakıyor. Denizli hala bu sorununun yanıtını vermiş değil. Neden böyle yaptığını söylemiş değil. “Son maçları Bursaspor ile değil de Fenerbahçe ile olsaydı gene 14 kişi gelebilir miydi?” sorusu hala delikanlıca bir cevaba muhtaç. O cevap gelmeden O’nun Fenerbahçe’ye getirilmesi de ağır ihanet olur!

Çare Joachim Löw


Fenerbahçe’deki iç çekişmelerin, dinamik diye adlandırılan dinamitlerin kurbanı olmuştu. Elindeki kısıtlı kadroyla nasıl futbol oynattığını her Fenerbahçeli bilir. Yaşadığı talihsizliklere rağmen elde ettiği başarının hakkı teslim edilir. Löw, Fenerbahçe ve Fenerbahçeliler için yarım kalmış bir öyküdür. Bugünlerde her Fenerbahçeli’nin aklından ve gönlünden geçen isim Löw’dür. 2014 Dünya Kupası meselesi transferini zora soksa da imkansız bir durum değil. Hem Fenerbahçe hem Alman milli takımını çalıştırma formülüyle de düğüm çözülebilir. Eğer olmazsa Löw’ün önereceği bir teknik adamla 1 yıllık sözleşme yapılıp, 2014’ten sonra da takımın başına Löw getirilebilir.

Orta saha zaafı


Fenerbahçe iki sezondur ne çektiyse orta sahasından çekti. Orta saha iyi ve doğru çalışmayınca defans ve forvetin kimyasını da bozdu. Orta saha direnç koyamayınca defans fazla yükten dağıldı, forvetler top alabilmek için geriye koşmaya başlayınca fazladan yoruldu. Meireles bir var beş yok. Emre bir var üç yok. Mehmet Topal hem var hem yok. Baroni ve Mehmet Topuz ne var ne yok. Bu ezberin bozulması hatta yerle bir edilmesi gerekir. Alper Potuk yetmez yanına mutlaka Gökhan İnler gibi bir futbolcu lazım.

Fenerbahçe’nin hedefi ne?


Seneye ligde şampiyonluk mu, yoksa Devler Ligi’ne mutlaka katılmak mı? Hedefin ne olduğunu yapılan transferlerin kalitesi ve kalibresi ortaya koyacak. Bana sorarsanız bir numaralı hedef Şampiyonlar Ligi’ne kalmak, orada mücadele etmek olmalı. Lig Şampiyonluğu için de kadro genişliği ve derinliği oluşturulmalı. Çünkü kulüp öyle bir noktada ki; Avrupa için ligden vazgeçebilecek durumu yok.

10 Haziran 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Mutlu musunuz!‘’

Şimdi Letonya maçından sonra Avcı’nın ne gibi bir önlem aldığını, ne gibi bir taktik ya da strateji değişikliğine gittiğini gören ya da anlayan var mı? Yani herhangi bir ders çıkmış mı, çıkarılmış mı? Bir değişim var elbette de negatif bir değişim. Letonya karşısında en azından bol bol pozisyona giren bir takım vardı. Burada karambolden ya da duran toptan birkaç yoklama o kadar! Rakibin olmadığı zamanlarda kendi yarı sahanda pas gevezeliği ama ileriye çıkmada ve pozisyon üretmede tam bir kabızlık. Neredeyse maç 5-0 gibi farkla bitecekti.

Kim gelirse gelsin, kim giderse gitsin, kim çağrılırsa çağrılsın milli takımın kaderi değişmiyor. Bir sürü afra tafra, bir sürü kibir ve böbürlenme, bir sürü süslü ve hamaset yüklü söylem, eşek yüküyle prim ama sonuç hep aynı. Şu zayıf rakip karşısında görülen sarı kartlardaki çaresizliğe ve zekasızlığa bir bakın. Faul ya da penaltı almak için kendini yerlere atanlara bakın. Yazık çok yazık!

Şimdi bu hazırlık maçlarından turistik gezi ve milli forma istatistiği dışında geriye kalan nedir? Anlayan, hisseden, algılayan bi kardeşimiz varsa bana da bir anlatsın. Tabii ki dinleyeceğim kişi Avcı, yardımcı teknik ekip ve futbolcular dışında biri olmalı. Çünkü onların beni ve kamuoyunu ikna edebilmesi mümkün değil.

01 Haziran 2013, Cumartesi 20:00
YAZININ DEVAMI

‘’Şaka mısınız?‘’

Üç yıldır şok üzerine şok yaşayan, bu sene bu konuda dibi gören Fenerbahçeliler, tam artık her şey yoluna giriyor derken bir sarsıntı daha yaşadı.

Aykut Kocaman’ın istifa bombası bir anda ortalığı alt üst etti. Ortada fol yok yumurta yokken durduk yerde birdenbire bu nasıl, neden ve niçin yapıldı? Herhalde tıpkı bu sezon olduğu gibi gelecek sezonu da şimdiden Galatasaray’a hibe etmek için. Olası Şampiyonlar Ligi gelir payını da geçen sene olduğu gibi yine ezeli rakipleri tek başına alsın diye... Yani Devler Ligi’ne kalma olasılığını şimdiden bertaraf ederek, tıpkı geçen sene olduğu gibi bu sene de Galatasaray’a sponsor olmak için... Bu, altından kolay kolay kalkılmayacak, hesabı asla verilemeyecek, bedeli hiçbir zaman ödenemeyecek bir vebaldir.

Her zaman, her platformda net bir şekilde dile getirdiğim gibi Fenerbahçe’nin en büyük, en acımasız, en tehlikeli ve en korkutucu düşmanı kendisidir. Bu, bir lanet gibi hiç değişmeyen kısır bir döngüdür. Kim ne yaptı, ne oldu, nasıl gelişti bilmem ancak Aykut Hoca’nın da, Başkan’ın da, yönetimin de çok açık ve net bir şekilde Fenerbahçeliler’e açıklama yapma zorunluluğu vardır.

Sebebi her kim ve her ne olursa olursa olsun ‘zamanlama’ itibariyle bu yapılanlar ihanete eşdeğerdir. Çünkü adım gibi eminim ki; bu işin altında bir sezon muhasebesinden, bir özeleştiriden çok kişisel meseleler yatmaktadır.

Peki o halde Sayın Kocaman; madem bırakıp gidecektiniz bu kadar transferi neden yaptırdınız? Alex dahil gönderdiğiniz adamları niye gönderdiniz? Bir kez daha tekrar edeyim: Fenerbahçe’nin bir yılda kendine verdiği zararı 3 Temmuz süreci, sürecin tetikçileri ve yardakçıları bile verememişti. O adamlar şimdi bir kenarda farklı uzuvlarıyla kahkaha atıyorlardır Fenerbahçe’nin bizzat kendi evlatları tarafından içine düştüğü/düşürüldüğü duruma...

“Kocaman umutların sahibi”nin nasıl olup da ‘Koskocaman bir problem’e dönüştüğünü birileri en çıplak şekilde açıklamak zorunda! Buna mecbursunuz!

30 Mayıs 2013, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Aynı nakarat!‘’

Buraya kadar her şey tamam. Peki eğer bu gerçekten adı gibi bir ‘hazırlık maçı’ ise, bu gençler elemelerdeki kritik maçlarda da kadroda ve sahada görmemiz gerekir. Yani en azından medyadan aferin almak ya da futbol piyasasına mavi boncuk dağıtma gibi bir kaygı yoksa, bu böyle olmalı. O halde olabilecek en düz mantıkla en basit soruyu soralım. Bakalım kritik grup eleme maçlarında bu çocukların kaçı kadroya çağrılacak? Çağrılanların da kaçı sahada oynayabilecek?

Malum Letonya faciasından bu yana yıllar geçti. Demek ki bizim futbol hastalıklarımız hakikaten genetik. Yediğimiz goller hala rehavet, dalgınlık ve toplu uyuma seanslarından kaynaklanıyor.Teknik ekip de, futbolcular da, jenerasyon da, federasyon da değişse kronik kolay gol yeme hastalığı hiç değişmiyor. Bu kadar zayıf bir rakibe karşı rahat rahat farklı kazanması gereken bir maçı iki kez iki farkla öne geçtiği halde berabere bitirmenin başka bir izahı yok çünkü!

Abdullah Avcı’nın elinde çok önemli bir şans var. Yıllarca çeşitli saçmalıklarla, anlamsız tercihlerle milletle arasına mesafeler sokulan, bu yüzden de forması dışında her şeyi tartışılır hale gelmiş milli takımı yeniden herkesin sevip desteklediği bir milli takım yapmak. Sadece gurbetçileri değil tüm Türkiye’yi heyecanlandıran bir takıma dönüştürmek. Bakalım bunu becerebilecek mi?

Bu maçın çok iyi ve ciddi bir şekilde analiz edlip edilmediğini, gerekli dersin çıkarıp çıkarılmadığı, üzerinde çalılıp çalışılmadığı Slovenya maçında kendini belli eder.

29 Mayıs 2013, Çarşamba 20:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sinsi provokasyon!‘’

O pankart da masum bir pankart değildi. Bir inanç da değildi. Sadece bir provokasyondu. Samimi ve sahici olan tek şey Trabzonsporlu futbolcuların gönülden alkışlarıydı. Galatasaray’ın şampiyonluğu onları her zaman en az Galatasaraylılar kadar mutlu etmiştir. Dolayısıyla bu maça el ele kol kola çıkmaları bir centilmenlik gösterisi değil, yılların özlemidir.
Fenerbahçe ile Galatasaray’ın çekiştiği bir başka sezonda Trabzonspor tribünlerinde Sarı-Kırmızı bayrak açıldığı herkesin malumudur. İlk yarım saatte 3-0’lık skor avantajı sağlamak, maç sonunda da “Galatasaray şampiyon olamadığı için” üzüntülerini beyan etmek de onların işidir.

Malum pankartların açılacağı sosyal medyada 2-3 gün öncesinden de belliydi. Kesinlikle eminim ki, o pankartların parasını ellerine tutuşturulanlar değil, yönetici ağabeyleri verdi. Yani içeriğinden de, açılacağından da herkesin haberi vardı. Daha öncesinde hani herkesin hemen meşhur bir üçüz pankart vakası vardı. “Temiz bir lig istiyoruz” diye bir pankart açılmıştı. Dönemin Beşiktaş yönetimi tarafından Siyah-Beyaz, Sarı-Kırmızı ve Bordo-Mavi versiyonu yaptırılmış ve üç takımın maçında da açılmıştı. Her konuda bülbül gibi şakıyan “Şakayla karışık Sadri Bey”in nüktedan yorumlarını bu konularda da dinlemeyi çok isterim.

Oldu olacak Volkan’a küfreden pankart da açılsaydı. Neden engellediklerini hiç anlayamadım doğrusu.. O atmosferin ruhuna gayet uygundu ve de fevkalade güzel yakışırdı. İki kupanın da aslında sergilenmesi gereken yer Çağlayan Adliyesi’dir. Konuşana değil konuşturana bakacaksın. Onlara bu küstahlıkları yaptıranlar Fenerbahçe’dir. Hepsini 10-15 yıl susturacak fırsat elindeyken, cayır cayır konuşturan da Fenerbahçe’dir. O ittifakı unutup rehavete bürünen, kendi kendisiyle dalaşan, iç kavgalara tutuşan bir camia bunları duymayı da, görmeyi de sonuna kadar hak etmiştir. Sahici savaşları unutup sahte barışlara inananlardır.
Ne diyordu meşhur söz; “Bugün size göz açtırmayanlar, dün göz yumduklarınızdır.”
Nokta!

20 Mayıs 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sezonun özeti‘’

O sürecin ‘yürü ya kulum’ dediği takımları dize getirecek bir kadro kurmak, balyoz benzeri yumruk gibi enselerine inmek yerine kendi kendini yenmek için uğraştı durdu. Her şey olmuş bitmiş, her şey sona ermiş gibi bir yanılgıya kapıldı.

Transferler zamanında yapılamadı, eldeki iyi adamlar ya yok oldu ya da kapasitelerinin yarısı kadar oynayamadı. Kimi de cezayı alışkanlık haline getirdi. Tribündeki rantçı güruh çok iyi tanınan birileri tarafından Aykut Kocaman’a karşı yönlendirildi. Futbolcular bir hafta tavanda bir hafta diplerde gezindi durdu. Saçma sapan sakatlıklar ve kart cezaları alışkanlık oldu. Alex travması yaşandı.

Fenerbahçe kendine rağmen, bir sezonda en çok maç oynama rekorunu kırdığı halde UEFA‘da finalin eşiğinden döndü. Şampiyonluğu Kadıköy’de kaybettiği puanlarla bizzat kendisi ikram etti. Fenerbahçe kazandıktan sonra anlamı kalmayan kupada da finalde...

Galatasaray’ın bu sezonki şampiyonluğunda Fenerbahçe’nin payı onlardan bile daha fazladır. Yönetimiyle, taraftarıyla, futbolcusuyla, teknik direktörüyle, Alex’i de harcayan sinsi ve bel altı muhalefetiyle hepsi elbirliğiyle Sarı-Kırmızılılar’ı şampiyon yapmak için yarıştılar.

Bu sezondan çıkarılması gereken hayati önemdeki dersler çıkarılmaz ve yıllardır tekrarlanan benzer hatalar tekrarlanırsa, seneye de hiçbir şey beklemenin anlamı yok. Lig biter bitmez de her şey hemen kendini gösterecektir. Herhangi bir hazırlık yapılıp yapılmadığı, bir transfer politikası oluşturulup oluşturulmadığı, Devler Ligi’ne ve gelecek sezona dair bir strateji olup olmadığı önümüzdeki birkaç haftada ortaya çıkar. Ya da önümüzdeki sezon da hibe ve heba edilir. Bakalım ne olacak!

19 Mayıs 2013, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Katliamın gölgesinde derbi‘’

O halde tribünleri terörize eden, maça gelen insanların ve rakip taraftarların hayatlarına kast eden rant çetelerine ve futbol teröristlerine soruyorum; Reyhanlı’da ölen ve yaralananların ailelerine ‘ezeli rekabet’ ya da ‘renk aşkı’ anlatabilir misiniz? Hangi şampiyonluk, hangi galibiyet, hangi maç bir hayata denk ya da üzerinde olabilir?

Kadıköy’deki prestij derbisi işte bu katliamın ve acıların gölgesi altında başladı. Kupa yorgunu Fenerbahçe, kutlama yorgunu Galatasaray’a göre üstün olan taraftı. Elini kolunu sallayarak en rahat şampiyonluğunu kazanan Galatasaray’ın en az onun kadar önemli hedefi, Kadıköy’de galibiyet alabilmekti. Fenerbahçe’nin hedefi ise en azından bu psikolojik üstünlüğü muhafaza edebilmek.

Sarı-Lacivertliler maça çok baskın başladı. Ancak rakibinin dağınık ve sinmiş halinden bir türlü skor üretemedi. Sonunda ceza sahasına şişirilen bir topta Gökhan’a çalınan yüzde yüz yerinde bir penaltıyla da geriye düştü. Ancak sinirlenmesine rağmen moral üstünlüğü rakibine bırakmadı. ‘Suskun adam’ Webo 3 dakika içinde önce kendi hazırladığı pozisyonda eşitliği, hemen ardından da galibiyeti getirdi.

İkinci yarı da başlar başlamaz görüldü ki; değişen pek bir şey yok. Fenerbahçe yine baskın olan ama bunu pozisyona dönüştüremeyen takımdı. Galatasaray ilk kornerini 80. dakikada kullandı. Meireles’in kullandığı 4 kornerden biri bile tehlike yaratamadı. Drogba boş kaleye giden topu çevirerek 3. golü engelleyen kader adamıydı. Muslera da 85’te Kuyt’ın vuruşunu çıkararak Drogba’ya nazire yaptı.

Uzatma dakikalarındaki çirkinlikler çok yakışıksızdı. Her şey Fenerbahçe’nin istediği gibi giderken bu saçmalığa Volkan Demirel gibi kaptanlık bandını taşıyan bir adamın imza atması hiç affedilir bir şey değil.

13 Mayıs 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI