Arama

Popüler aramalar

‘’Kim bu avukat?‘’

Öncelikle Sayın Hakkı Kurtuluş’tan çok özür diliyorum. Şifahen diledim ama buradan da dilemek boynumun borcudur. Ayrıca bir süre firarda kaldığı malum davada beraat etmiş olduğunu da hatırlatmıştı, onu da buradan duyuruyorum.
Gelelim Akın’ın anlattığı o avukata... Akın’ın ifadesine göre “Savcının istediklerini söyle kurtul” diye telkinde bulunup O’nu imza atmaya ikna eden ama mahkemeye çağrıldığı halde gitmeyen avukat. Bu avukatın adı Mehmet Ali Bilen. O’nu İbrahim Akın’ı savunsun diye görevlendirdiği ileri sürülen kişi de, aynı davanın sanıklarından İstanbul BŞ Belediyspor’un o sezonki başkanı ve TFF’nin henüz birkaç günlük Başkanvekili olan Göksel Gümüşdağ... Akın’ın ifadelerini okuyunca avukat mı savcı mı karıştırıyorsunuz. Akın’a göre kafadan “Anlat” diye giriyor söze. Sonrasında mükevekkilinin değil savcının yanında yer alıyor. Akın’a “Bak tutuklayacak seni, ne istiyorsa yapalım” diye baskı yapıyor. Akın da avukatına “Tamam, siz ne isterseniz yazın ben imzalayayım” diyor ve imzalıyor. Daha sonra Akın’ın avukatlığını Hakkı Kurtuluş devralıyor.
Bu fahiş bir hukuk skandalıdır. Savcının baskı ve korkutması hukukun sınırlarını zorlasa bile, asıl vahim olan malum avukatın yaptığıdır. Eğer Akın’ın anlattıkları doğruysa (ki bu coğrafyada ve mevcut iklimde Aziz Yıldırım aleyhine söylenen yalanlar bile mutlak doğru, mutlak gerçekler ise külliyen yalan kabul edilir) ortada fahiş bir durum vardır.
Peki Savcı Mehmet Berk’i HSYK’ya şikayet eden İbrahim Akın, avukat Mehmet Ali Bilen’i neden baroya şikayet etmedi? Eğer Akın’ın sözleri yalansa Berk ile Bilen neden açıklama yapmıyor? Ya da Akın’a neden dava açmıyor?
Peki sayın Göksel Gümüşdağ bu ifadeler ve avukat Bilen’in tutumu hakkında ne düşünüyor? Ve bu bahsettiğim isimlerin hepsi, bu röportajın cemaatin dergisinde yayınlanması konusunda ne düşünüyor?
Son olarak İbrahim Akın transferde Galatasaray ile anlaştığını itiraf ediyor. Her konuda konuşmayı pek seven Ünal Aysal’dan ‘çıt’ yok. Peki bu durumda Beşiktaş niye ceza aldı?

23 Kasım 2013, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Şike mi dediniz!‘’

İbrahim Akın’ın Aksiyon Dergisi’ndeki ibretlik açıklamaları Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe aleyhine sonuç doğursaydı günlerce manşetlerden inmez, spor programlarının da değişmez tefrikası olurdu. Mal bulmuş mağribi gibi herkes üzerine atlardı. Ne güzel hukuk değil mi? Herhalde bu da “ileri hukuk” olsa gerek. İbrahim Akın en başından beri “Savcı beni çocuklarımla tehdit etti ‘istediğim cevapları verirsen buradan tıkır tıkır çıkar gidersin’ dedi” diye anlatıyor. En sonunda bu baskıdan bunalarak “Tamam ne istiyorsanız yazın getirin dedim ve getirdikleri şeyi okumadan imzaladım, neye imza attığımı bilmiyorum” diyerek “Bu davada beni kullandılar” itirafında bulunuyor. Şike ayan beyan ortada değil mi?

İstedikleri her şeyi yapıyor ancak dedikleri gibi olmuyor, tıkır tıkır eve gitmek yerine, tıpış tıpış cezaevine gönderiliyor. Akın’ın bu sözlerine bugüne kadar Savcı Mehmet Berk tarafından hiçbir yalanlama ya da itiraz gelmedi. Oysa Aziz Yıldırım’a nasıl yanıt verme telaşına düştüğü herkesin malumu...

Bu davaya en büyük dayanak olarak gösterilen İbrahim Akın meselesi aslında davayı çökerten ve nasıl mesnetsiz olduğunu gösteren en büyük dayanaklardan biridir. Akın röportajının Cemaat’in yayın organında yayınlanması da olayı ilginç kılıyor”

İbrahim Akın’ın Aksiyon Dergisi’ndeki ibretlik açıklamaları Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe aleyhine sonuç doğursaydı günlerce manşetlerden inmez, spor programlarının da değişmez tefrikası olurdu. Mal bulmuş mağribi gibi herkes üzerine atlardı. Ne güzel hukuk değil mi? Herhalde bu da “ileri hukuk” olsa gerek. İbrahim Akın en başından beri “Savcı beni çocuklarımla tehdit etti ‘istediğim cevapları verirsen buradan tıkır tıkır çıkar gidersin’ dedi” diye anlatıyor. En sonunda bu baskıdan bunalarak “Tamam ne istiyorsanız yazın getirin dedim ve getirdikleri şeyi okumadan imzaladım, neye imza attığımı bilmiyorum” diyerek “Bu davada beni kullandılar” itirafında bulunuyor. Şike ayan beyan ortada değil mi?

İstedikleri her şeyi yapıyor ancak dedikleri gibi olmuyor, tıkır tıkır eve gitmek yerine, tıpış tıpış cezaevine gönderiliyor. Akın’ın bu sözlerine bugüne kadar Savcı Mehmet Berk tarafından hiçbir yalanlama ya da itiraz gelmedi. Oysa Aziz Yıldırım’a nasıl yanıt verme telaşına düştüğü herkesin malumu...

İddia makamına yardakçılık

Burada asıl ilginç olan İbrahim Akın’ın avukatının durumu. “Mahkemede beni desteklemedi” dediği avukat hayli tanıdık bir isim: Hakkı Kurtuluş. Sedat Peker’in avukatı. Hani Peker davasından hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarılan uzun süre firarda kalan avukat. Savcı, İbrahim Akın’a kendi istediği doğrultuda ifade vermesini dayattığında, “Ne istiyorsa yapalım ancak öyle çıkarsın” diyerek o da baskı uyguluyor. Şikenin bir başka boyutunu da görüyor musunuz? Avukat, iddia makamına yardakçılık ve yancılık yapıyor.

Bu dava baştan sona hukuk fiyaskosudur. En başından söylediğim gibi bir “Dreyfus Davası”dır. Bu, bir şike davası değildir. Öyle olsa şikeyi kimin ve kimlerin yaptığı ayan beyan ortadayken, şikenin asıl mağduru olan camianın başkanı cezaevine girmezdi. Bu, bir Aziz Yıldırım operasyonudur, geri kalan herkes ve her şey bu ameliyatın narkozudur.

Bu bir hukuk şikesidir

Bu davaya en büyük dayanak olarak gösterilen İbrahim Akın meselesi aslında bu davayı çökerten ve nasıl mesnetsiz olduğunu gösteren en temel göstergelerden biridir. Çünkü bu futbolcunun “şike” ile suçlandığı maçlarda ortaya koyduğu performans ortadadır. Akın’ın ne feryatlarına itibar edilmiştir, ne de itirazına kulak veren olmuştur. Buna HSYK da dahil. Evet, en baştan en sona, ortada bariz bir şike var; bu şike hukuk şikesidir. Tarih bunu yapanları, bu yargılamayı yapanları elbet yargılayacaktır.

Bu röportajın Cemaat’in yayın organlarından olan “Aksiyon Dergisi”nde yayınlanmış olması da olayı ayrıca ilginç kılıyor. Ancak aynı soruyu onlara da soruyorum: Eğer İbrahim Akın bu röportajda Aziz Yıldırım’ı suçlamış olsaydı, derginize kapak olur muydu, olmaz mıydı?

Burada asıl ilginç olan İbrahim Akın’ın avukatının durumu. “Mahkemede beni desteklemedi” dediği avukat hayli tanıdık bir isim: Hakkı Kurtuluş. Sedat Peker’in avukatı. Hani Peker davasından hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarılan uzun süre firarda kalan avukat. Savcı, İbrahim Akın’a kendi istediği doğrultuda ifade vermesini dayattığında, “Ne istiyorsa yapalım ancak öyle çıkarsın” diyerek o da baskı uyguluyor. Şikenin bir başka boyutunu da görüyor musunuz? Avukat, iddia makamına yardakçılık ve yancılık yapıyor.

Bu dava baştan sona hukuk fiyaskosudur. En başından söylediğim gibi bir “Dreyfus Davası”dır. Bu, bir şike davası değildir. Öyle olsa şikeyi kimin ve kimlerin yaptığı ayan beyan ortadayken, şikenin asıl mağduru olan camianın başkanı cezaevine girmezdi. Bu, bir Aziz Yıldırım operasyonudur, geri kalan herkes ve her şey bu ameliyatın narkozudur.

Bu bir hukuk şikesidir

Bu davaya en büyük dayanak olarak gösterilen İbrahim Akın meselesi aslında bu davayı çökerten ve nasıl mesnetsiz olduğunu gösteren en temel göstergelerden biridir. Çünkü bu futbolcunun “şike” ile suçlandığı maçlarda ortaya koyduğu performans ortadadır. Akın’ın ne feryatlarına itibar edilmiştir, ne de itirazına kulak veren olmuştur. Buna HSYK da dahil. Evet, en baştan en sona, ortada bariz bir şike var; bu şike hukuk şikesidir. Tarih bunu yapanları, bu yargılamayı yapanları elbet yargılayacaktır.

Bu röportajın Cemaat’in yayın organlarından olan “Aksiyon Dergisi”nde yayınlanmış olması da olayı ayrıca ilginç kılıyor. Ancak aynı soruyu onlara da soruyorum: Eğer İbrahim Akın bu röportajda Aziz Yıldırım’ı suçlamış olsaydı, derginize kapak olur muydu, olmaz mıydı?

20 Kasım 2013, Çarşamba 09:55
YAZININ DEVAMI

‘’Direnişin zaferi‘’

Kim ne derse desin o günden bugüne Fenerbahçe için her maç derbidir, her maç 6 puanlık maçtır. Şu anda iki takım arasındaki puan farkı da Kadıköy’ün destansı direnişinin zaferidir.
“Fenerbahçe, Galatasaray’ın tel tel dökülen defansını hallaç pamuğu gibi atar” diye düşünenler terse yattı. Konuk ekip ilk 10 dakikada Drogba ile kaleye iki füze gönderirken, ev sahibinin ilk şutu 20. dakikada Gökhan’dan geldi.
Mancini’nin Caner’i durdurma ve defansa hapsetme taktiği çok iyi sonuç verdi. Mücadelede kaybolan Caner’in ilk ofansif girişimi de penaltıyı getirdi. Fenerbahçe’nin uzun paslaşmaları son derece riskli, sonunda başına çok ciddi iş açacak. Sürekli ileriye rastgele top şişirme taktiği maçı ‘havan topu’ savaşına çevirdi.
Fenerbahçe’nin forvetleri Burak’ın ‘ofsayt kariyeri’ni herhalde tek maçta yerle bir etmeyi başardı. Ya o Volkan’a olur olmaz geri pas verme hastalığı yok mu; adamı rakip forvetlerden çok kendi arkadaşları zor duruma düşürüyor. Kasığından sakatlanıyor, nefes bile alamadan peş peşe atılan zehirli pasları savuşturmaya çalışıyor.
Tek gol averajla şampiyonluk kazanmış bir takım olarak 2-0 öne geçmişken oyunun son
10-15 dakikası neye güvenerek ezeli rakibe terk edilir? Neye güvenerek top ve inisiyatif onlara hibe edilir? Edersen hem fazladan yorulursun, hem rakibi diriltirsin hem de kalende gol, penaltı dahil her türlü melaneti görürsün. Haftada bir maç oynayan Fenerbahçe’nin kondisyon ve mücadele gücünün bunun en az iki katı olması gerekirdi.
Yeri gelmişken gol atmış olsa bile şu Baroni’nin yerine Holmen oynayamaz mıydı?

11 Kasım 2013, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Vuran top‘’

Bursaspor, orta sahayı hiç zorlanmadan geçmesine rağmen ilk anlarda ileride hiç etkili olamadı. Fenerbahçe ise rakip orta sahaya takıldı. Onları aşabildiği birkaç birkaç pozisyonda da sarsaklıktan bir şey yapamadı. İlk 15 dakika karşılıklı ‘peşrev’ şeklinde geçti.
Sonra Batalla’nın başlattığı ve olgunlaştırdığı pozisyonda Ferhat’ın golü geldi. O golden sonra tabeladaki üstünlüğün yanısıra psikolojik üstünlük de Bursaspor’a geçti. Ev sahibi ekip cesaretlendikçe Fenerbahçe korktu ve sindi.
Oyun, mücadele, hırs ve istek anlamında bir hafta önceki Fenerbahçe’den eser yoktu. Tam 40 dakika boyunca rakip defansı ve kaleciyi hiç rahatsız etmediler. Daha doğrusu Emenike ve Sow gibi silahlarına rağmen rahatsız edemediler. Organize atağı falan bir yana bırakın, yarım şut bile çekemediler, çeyrek orta bile yapamadılar. İlk yarı 1-0 bittiyse Fenerbahçe bunu da Volkan’ın ellerine borçludur. Bu futbolsuz futbola rağmen soyunma odasına bu skorla girmek büyük şanstır.
Hani son haftalarda Fenerbahçe’nin en iyi adamı, taşıyıcı kolonu olan Caner’in zaman zaman silikleştiğine şahidiz, ama öyle bir ilk yarıydı ki Kuyt bile ilk kez kötüydü.

Webo özel bir adam

İkinci yarı “Ersun Yanal orta sahaya mutlaka takviye yapar” diye düşünenler ve temenni edenler ters köşeye yattı. Niyeyse bunu ancak 15 dakika geçtikten sonra yaptı. Emre ve Webo girer girmez gol geldi. Webo hem oynatan hem de oynatan tepeden tırnağa bir futbol emekçisi. O’nun varlığı arkadaşlarının performansını ikiye katlıyor. Nobre’den sonra Fenerbahçe’nin en efektif , en etkili ve en faydalı transferi…
Fenerbahçe erken bulduğu beraberlik golüyle Bursaspor’u 3-5 dakika sendelett,i ama oyun üstünlüğünü yine ele geçiremedi. Buna rağmen “son dakika” adamı Emenike ile kafa golleri istatistiğinin artı hanesine bir çentik daha attı.
Galibiyetin üzerine yatmak gibi ‘aciz’ bir taktiğe sığınınca, uyutmak isterken uyuyunca ‘ucuz’ bir gol yedi. Fenerbahçe’nin dün geceki nöbetçi ‘Hızır’ı Egemen’di. Saha içindeki bu kadar yanlışa rağmen, böyle zorlu bir deplasmanı kayıpsız geçmesi büyük beceri… Mesele son 10 dakikada yaptığını neden ilk 10 dakikada yapmadığın ya da yapamadığındır.

02 Kasım 2013, Cumartesi 23:40
YAZININ DEVAMI

‘’İşte bu...‘’

Korkak, sinik ve ürkek değil, korkutan ve sindiren... Skordan bağımsız, mücadelesi, hırsı ve iştahıyla taraftarına “helal olsun” dedirten, ayakta alkışlatan... Öpülmek için yanağını uzatan değil, “ısıran” bir Fenerbahçe.. Demek ki isteyince oluyormuş!

Böyle yardımlaşır ve “takım” anlamında “tamam” olursan, kim oynarsa oynasın, kadroya kim girip kim çıkarsa çıksın asla “eksik” olmazsın, asla “sakat”a gelmezsin. Beden ve yürek sağlam olunca kafa da çok iyi çalışıyor. Bu kadar hafta bu kadar üst üste kafa golü var mı bilmem Sarı-Lacivert istatistiklerde.. Ahkam kesmeden işi ehline yani Tamer Bağlan’a havale edelim. Eldeki kadronun futbol, mücadele ve skor kapasitesi tartışmasız bu maçtakinin en az 2-3 katıdır. Yeter ki kendilerinin, giydikleri formanın ve mensup oldukları camianın “farkında” olsunlar. Böyle oynadıkları sürece yenilseler bile alkışlanırlar. Göze çarpan tek eksik, oyunu çok iyi okuyacak ve yönlendirecek yetenekli
ve bitirici bir 10 numara... Alper kendini bulmaya başladı. Caner ‘şuur’ sorununu halletmek üzere.. Kayseri’deyken “acı kuvveti” ile rakiplerini pes ettiren ve kasırga gibi esen Topuz, “meltem” şiddetinde de olsa esmeye başladı. Darısı Valencia’daki oyunuyla Fernandez gibi yeteneği sürgüne gönderen Mehmet Topal’ın başına diyelim. Sarı-Lacivertli taraftarlar gol attıkça gol yemiş gibi iştahlanıp hırslanan, gücünü, mücadelesini, kondisyonunu ve takımdaşlığı son düdüğe kadar en üst boyutlarda ortaya koyan, direnen, isyan eden ve asla teslim olmayan bir Fenerbahçe istiyor. Tıpkı 3 Temmuz sürecinde kendilerinin ortaya koyduğu sarsılmaz irade gibi..

26 Ekim 2013, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kendinizden memnun musunuz?‘’

Bir maç “galiba bir şeyler değişiyor” hissine kapılıyorsun, ertesi hafta değişen hiçbir şey olmadığı gerçeğini herkesin yüzüne tokat gibi çarpıyorlar. Bu ne tür bir savrulmak, ne tuhaf bir yalpalamak? Bir hafta “maşallah” dedirten futbolcu, ertesi hafta hayalete dönüyor. Bu böyle nereye kadar gider?

Geçen seneki oturmuş kadrosuna çok ciddi takviyeler yapmış Fenerbahçe’nin, lige yeni çıkmış toplama ve eksik bir takım karşısında ürettiği/üretebileceği futbol bu mudur? Sanki Kayseri Erciyesspor ile değil de Inter’le oynuyormuş gibi bir kısırlık. Buna rağmen golü bul, üstüne gidip maçı koparmak yerine rölantiye al. Sonra golü ye paniğe kapıl. Bir de kalende kabus gör. Sonra doldur-boşalt ilkelliğinden medet ummaya başla..

Bir bakıyorsun daracık alanda paslaşma rekoru kırma yarışması, bir bakıyorsun sahanın bir ucundan öbür ucuna güdümlü pas gönderme çabaları... Kimse kalkıp “Gökhan Gönül, Alves eksikti” edebiyatı yapmasın, gerçekten komik ötesi olur. Kayseri Erciyesspor ne yapsın peki? Kart cezalısı adamları da oynasaydı kim bilir neler olacaktı.

Gecenin kahramanı Jorgacevic’tir. Çünkü harika kurtarışlarla set çektiği Fenerbahçe’ye “zaman geçirmek” isterken maça 1 dakika eklettirmiş, Emenike’nin golü de uzatmanın uzatmasında gelmiştir.

21 Ekim 2013, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’“Şike” desen başın ağrımaz!‘’

“Adalet, temizlik” kavramlarını sık sık kullananların, Engizisyon isteyenlerin, mesela 7 öğrencinin hunharca katledilmesine nasıl baktığını da bilsek de biraz rahatlasak. Hatır şikesine, yatıp kalkmalara, ön açmalara, birilerinin birileri için oynamalarına nasıl baktığını da elbette...

Neyse, biz insanları birbirlerine kırdırma odaklı provokasyonları sahipleriyle baş başa bırakıp maça dönelim. 5 dakikalık bir Fenerbahçe baskınının ardından dengelenen ve kısırlaşan bir ilk yarı izledik. Trabzon’un 45 dakikalık sürede rakip kaleye tek şut atmaması da bence şaibelidir. İkinci bir fezleke hazırlanıyorsa lütfen kayıt düşülsün. Gerçi şikeyle şampiyon olduğu iddia edilen sezonda da maç boyunca orta sahayı bile geçmeye bile teşebbüs etmeden yenilmişti ya... Neyse!

Fenerbahçe’de Alper, Mehmet Topal, Sow ve kısmen de Holmen “Etkisiz eleman”dı. Caner “Yarım performans”la bile takımın en iyisiydi. Tek hedefi ‘yenilmemek’ olan Bordo-Mavililer’in kendi sahasında çakılı oynaması, ‘yor-kaç’ taktiğinden ödün vermemesi de bunda büyük etkendi.

Ersun Hoca’ya geçen hafta sorduğumuz sorulara dair en küçük bir yanıt kırıntısını bile sahada göremedik. O zaman çok kolay bir soru daha ekleyelim. Yorgun ve üstüne gelmeyen bir Trabzonspor karşısında, bu kadro zenginliği ve üst düzey bir morale rağmen, Akhisar Belediyespor kadar bile üretken olamamanın gerçekten, geçerli ve mantıklı bir yanıtı olabilir mi? Hem de 6 puanlık bir maçta!

07 Ekim 2013, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Rölanti hastalığı neden?‘’

Kenar yönetimi de bunu öylece seyrediyor. Ersun Yanal’a ve futbolculara şiddetle tavsiyem 2-0’dan sonraki Fenerbahçe’yi hep birlikte izleyip amatörce kaç pozisyon verdiklerini, bu pozisyonların nasıl başlayıp geliştiğini tekrar tekrar izlemeleri. Sonra da mertçe özeleştiri yapsınlar. En sağlıklısı bu. 4-0 kazanılmış bir maçtan sonra bile bunları konuşuyorsak durum hala sıkıntılı. Fenerbahçe maçı neden ve niye rölantiye alır? Bu kulübün futbolcularıyla ‘rölanti’ anlaşması mı var? Ya da kondisyonları ve fizik güçleri yarım saatlik mi? Veya yönetimden ve Yanal’dan “golü atınca yatın” diye kesin emir mi var? Yoksa bu hal nedir? O kadar müsibetten, yediğin onca tokattan hiç mi ders alınmaz? Şampiyonluk iddiasındaki bir takımın orta sahası bu kadar kolay geçilemez, geçilmemeli. Holmen orada dururken Baroni icadı da nereden çıktı?

Musa Sow’a tribün yaramış. İnşallah “twitter’ gevezeliği yerine golleriyle konuşmaya devam eder. O’nun hat-trick şovuna rağmen Fenerbahçe’nin en iyisi Caner ve Kuyt’tı. Son saniyeye kadar aynı konsantrasyon ve motivasyonla hep oyunun içindeydiler. Onlar son düdüğe kadar aktif/pasif “dinlenme” diye bir şeyi akıllarından bile geçirmediler.

“3 Temmuzcu”ların piyonluğuna soyunan tribün esnafı, tribündeki icazetli terör eylemlerine devam ediyor. İhaleyle kiralanan tembihli tetikçiler saldırılarına devam ediyor. Tribünde çıkar karşılığı siyasi pankartla yalakalığın dibine vuranlar, “siyasi slogan atıyorsunuz” diye Fenerbahçeliler’e saldırıyorlar. Ancak gerçek Fenerbahçeliler “Sevdan davamızdı, davan sevdamız oldu” manifestosuyla bu rant güruhuna gereken yanıtı çoktan vermişlerdi.

22 Eylül 2013, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI