Arama

Popüler aramalar

‘’Böyle olmaz!‘’

Sonra Fenerbahçe’nin şampiyonluk yarışındaki rakiplerinin tamamı ikişer puan kaybetti. Sonra ikinci yarının ilk maçı ve kendi sahanda oynuyorsun.
E, Allah’ını seven söylesin, yukarıdaki olaylardan daha fazla bir takıma motivasyon, konsantrasyon ve hırs dopingi yapacak ne olabilir ki?
Ağzını açan “bizim için her maç final” diye konuşuyor da, pratikte bunu gösteren yok. Dün gece Konyaspor’un yarısı kadar mücadele etmedi Fenerbahçe... “Nasıl olsa bir şekilde alırız” gibi boş bir safsataya inanmanın bedelini çok ağır ödeyecekti.
Peki ama bu kaçıncı, hiç ders alan olmaz mı?
Emenike ve Sow döküldü. Baroni idare-i maslahata sığındı. Bütün çabalarına rağmen Kuyt gibi cengaver bile doğru dürüst bir şey yapamadı. Konyaspor biraz becerikli ve şanslı olsa maç bir anda 3-1 ya da 4-1 Fenerbahçe’nin aleyhine dönebilirdi.
Sarı-Lacivertliler ne doğru dürüst pozisyon üretebildi ne de organize bir atak yapabildi.
Webo, “hayalet adam” Meireles’e feda edilip üstü çizildiğinden, kulübede “kurtarıcı” da yoktu. Golcüleri ile orta sahasının çuvalladığı maçta, Fenerbahçe’yi iki stoperi kurtardı.
İyi ama işler her zaman bu kadar yolunda gitmezse ne olacak? Ya da şans tersine dönerse..
Bu Fenerbahçe’nin Antalya’da ne çalıştığını ve nasıl çalıştığını gerçekten benim kadar herkes merak ediyor herhalde!

28 Ocak 2014, Salı 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ben Aziz Yıldırım olsam...‘’

Emniyette ve savcılıkta yaşanan diyalogları kimlerle ne konuşmalar geçtiğini, açık seçik isim isim ortaya koyar, kamuoyuna ifşa ederdim.
Ben Aziz Yıldırım olsam...
Cezaevindeyken ve yargı sürecinde oradan, buradan gelen ve gönderilen dolaylı-dolaysız, örtülü-örtüsüz tüm mesajları ve sahiplerini tek tek kamuoyuna açıklardım.
Ben Aziz Yıldırım olsam...
CAS sürecinde davanının neden çekildiğini, sözde ‘milli çıkarların gerektirdiği’ bu hamlenin, kimler tarafından, niçin ve hangi sözler karşılığında talep edildiğini ve sonra neler olduğunu ortalığa saçardım.
Ben Aziz Yıldırım olsam...
Bana ve kulübüme bu zulmü yapanları, neden yaptıklarını, niçin yok etmek istediklerini, bunların kıblelerinin yönünü, şeyhlerini, imamlarını, polislerini, savcılarını, yargılarını, sempatizanı oldukları renkleri, okyanusun ötesini berisini liste halinde futbol kamuoyunun hafızasına çakardım.
Ben Aziz Yıldırım olsam...
“Bu kararı tanımıyorum” sözünü Yargıtay’dan önce daha mahkemede kalem kırıldığında söylerdim. Günümüz Türkiye’sinde yaşanan zulüm ortadayken, yargılamaya ilişkin açıklamalarımda, “Yüce Adalet” ve “Güveniyoruz” sözcüğünü asla kullanmazdım.
Ben Aziz Yıldırım olsam...
3 Temmuz olup bittiğinde ve camia benim kellemi vermediği için hesaplar ters yüz olduğunda, politik korkudan, aracılarla gönderilen, “Biz yapmadık, kedi yaptı” mesajlarını zerre kadar ciddiye almazdım.
Ben Aziz Yıldırım olsam...
O süreçte kimlerin “Herkesten daha çok Fenerbahçelilik” yaptığını ve bunun ölçüsünün ne olduğunu madde madde sıralar, insanlara kıyaslama ve o iddiayı yanıtlama fırsatı verirdim.
Ben Aziz Yıldırım olsam...
Tarihe not düşecek keskin, sert, berrak cümlelerle, Cumhuriyet’e meydan okuyanlara gözü kara bir şekilde meydan okuyan manifesto yayınlar, cezaevine yüzbinlerce kişiden oluşan bir konvoyla girerdim.
Ben Aziz Yıldırım’ın olsam...
Bu Fenerbahçe’ye kefen biçen güruha karşı, ‘hainler ve işbirlikçiler hariç’ tüm Fenerbahçeliler’i maddi-manevi seferberliğe davet ederdim. Fenerbahçe’ye gününü göstermek isteyenlere, okyanusun ötesi de dahil, dünyanın kaç bucak olduğunu göstermelerini isterdim. Fenerbahçe’yi yıkmak isteyenlerin başına, dünyaları yıkardım.

Puan farkı meselesi

Fenerbahçe Teknik Direktörü Ersun Yanal, geçen gün yaptığı açıklamada, “Puan farkı hiç yokmuş gibi oynayacağız ve ipi göğüsleyeceğiz” dedi.
Yargıtay’ın gündemi değiştiren kararından sonra artık bu da yetmez. Çünkü futbolcuların kafası şimdiden karmakarışık. Üstelik kulübü bir olağanüstü kongre süreci bekliyor. Dolayısıyla artık, tüm maçlara puan farkı yokmuş gibi değil, “8-10 puan gerideymiş gibi” asılmak gerekiyor.
Bizzat bu ülkenin Başbakanı’nın açıkça ifade ettiği Yargı ve Emniyet içine yerleşmiş kirli çete, Fenerbahçe’nin şampiyonluklarını çaldı. Hak ettiği kazançlarını ve unvanlarını gasp edip, ona buna hibe etti. Şimdi de aynı oyunun ikinci perdesi başladı. Bu sefer heveslerini kursaklarında bırakmak bütün Fenerbahçeliler’in boyun ve namus borcudur.
O yüzden yönetim, Yanal, futbolcular ve taraftarların topluca ant içme zamanıdır. Bu sezon sonuna kadar içeride ya da dışarıda her maça bir derbi maç ve hatta Şampiyonlar Ligi finali oynar gibi motive ve konsantre olmak zorundalar. Kışkırtmalara, sataşmalara, polemiklere kulaklarını tıkayıp görevlerini en üst düzeyde yerine getirmek zorundalar.
Bu şampiyonluk, kulüp ve ülke tarihi açısından “Harrington” zaferinden bile en az 10 kere daha anlamlı ve daha kutsal çünkü...

Sakın oyuna gelme Fenerbahçeli!


Yürüyüşte size saldıran sözde Fenerbahçeli tribün esnafı güruhuna asla yüz vermeyin. Onların bu savaştaki yerleri ve safları bellidir. Tek kıbleleri rant ve güçtür. Anında her şeyi satıp biat etmeye hazırdırlar. O yüzden bu vandal, yağmacı ve lümpen takımının her türlü provokasyonuna karşı hazırlıklı olun!
Şu andan itibaren başlayan ‘ikinci yarı’ değil, yeni bir sezon olacak. İşte tam da bu nedenle Fenerbahçe’nin sahasını kapattıracak her hareket Fenerbahçe hainliğidir. “3 Temmuzcular”a uşaklık etmek, onlarla işbirliği ve suç ortaklığı yapmak demektir. O yüzden gaza gelip ona buna küfretmek, kırıp dökmek yerine sadece ve sadece takımınıza destek olun yeter.
Sizin sevginiz, öfkenizden çok daha korkutucu ve diz çökertici çünkü.. Bunu ben söylemiyorum, bizzat onlar söylüyor!

20 Ocak 2014, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Adresi: Metris‘’

Fenerbahçe’ye tarihinin en ağır lekesi çalındığında kalemlerinden pislik kusanlar, ekranda böğüre böğüre linç naraları atanlar nerede? Dilleri nereye kaçtı, neden sustular?

3 Temmuz sürecinde ‘F Tipi’ polislerin ellerine tutuşturduğu metinleri canlı yayında edindikleri ‘haber’miş gibi okuyan ekran bülbülleri nereye kayboldular?

Fenerbahçe’ye ve Aziz Yıldırım’a bu zulmü yapanlar, A’dan Z’ye bugün Başbakan Erdoğan’ın “Kirli çete, kumpas, tuzak, çirkin örgüt, haşhaşi” diye tarif ettikleri adamların bizzat kendileri... “Delil üretmek, yetkisini aşmak, yasa dışı dinleme yapmak”la suçlanan operasyonel kadronun tamamının Pensilvanya bağlantılı olup, ezici kısmının da aynı takım sempatizanı olması da sadece ilahi bir “Tesadüf” olsa gerek. Öyle kaotik “Algı” kirliliği yaratıldı ki; başkasının ruhsatlı silahı bile Aziz Yıldırım’ın ruhsatsız silahı gibi kurgulanıp görüntülü halde medyaya servis edildi. Tıpkı Ergenekon’da ve Balyoz’da yapılanlar gibi... “Yargı’nın İmamı, Emniyet’in İmamı” yapısı deşifre edilirken, Yargıtay’daki bazı dosyaların “Ne karar verelim” diye Pensilvanya’ya götürüldüğü de ortalara saçıldı. Bunu eski Adalet Bakanı söylüyor “Delili de elimde” diyerek.

Aziz Yıldırım’a daha adı soyadı bile sorulmadan, sağlık muayenesi sevk evrakında adresi hanesine “Metris” yazmıştı o polisler. Ama bu “Sehven” değil, bilerek, isteyerek “Taammüden” yapılmıştı. Çünkü bunu yapanlar sonucunu da biliyorlardı. Daha gözaltına alınmadan sorgulama, yargılama yapılmış, hüküm verilmiş, kalem de kırılmıştı.

Eski İçişleri Bakanı kendi emrinde olması gereken polisi “Delil üretmek” ile suçluyor. Konuşmalarda “Kes yapıştır” yapıldığını, alakasız konuşmanın alakasız bir başka konuşmayla tek konuşmaymış gibi dosyaya konulduğunu söylüyordu. Eminim bunu da hatırlamışsınızdır.

Aziz Yıldırım mahkemede herhalde en az 10-15 kere “O tapeleri dinletin, bütün Türkiye duysun” diye haykırdı. Ancak mahkeme gargaraya getirip o haykırışı hep boğdu. O da alakasız konuşmaların “kes yapıştır” yöntemiyle birbirine eklendiğini ve suç varmış algısı yaratıldığını söylüyordu.

Ve bir diğer konu. Bir bakan diyor ki, “Madem orada rüşvet için para alış verişi vardı, neden suçüstü yapmadın kardeşim. Polisin suça göz yumması da suçtur!” Eh, naçizane bin kere yazıp dile getirdim ama cinnet kutlamalarının arasında davulcu yellenmesi kadar bile ses çıkarmadı.

3 Temmuz Operasyonunu tezgahlayanlar ile 17 Aralık darbesini tezgahlayanlar aynı kişiler, aynı isimler, hepsinin ortak noktası kıblelerinin Pensilvanya olması... Taparcasına biat ettikleri şahsiyete ülkenin Başbakanı, “Taşeron örgüt lideri” diyor.

Fenerbahçeliler bu süreci herkesten daha dikkatli ve keyifle izliyor. Devlet içindeki çete tam anlamıyla çökertildiğinde görün bakın daha neler ortaya çıkacak!

“Puan farkı” geyiği


Fenerbahçe bu puan farkı geyiğinden bir an önce vazgeçmez, bu yöndeki zokalara sazan gibi atlayıp cevap yetiştirmeye çalışırsa şimdiden geçmiş olsun.

Bu kelimenin sezon bitene kadar yönetimde ve futbolcular arasında kesinlikle yasaklanması lazım. Çünkü puan farkı dediğin şey palavra... Daha dünyanın maçı var.

Üstelik Fenerbahçe bütün büyük maçlarını deplasmanda oynayacak. Ligin dişli ekipleriyle de deplasmanda karşılaşacak. 3 maçta her şey allak bullak bir anda ne olduğunu şaşırırsın, çırpındıkça daha da
dibe gidersin.

Şurası kesin; Fenerbahçe için ikinci yarıdan itibaren her maç bir derbi, her maç bir final. Eğer her maça şampiyonluk maçıymış gibi hırsla asılmazlarsa büyük bir hüsran daha kapıda demektir. Daha önce örnekleri var da oradan biliyorum.

Bu bir uyarı değil, sadece hatırlatma!

Galatasaray’ı kim şampiyon yaptı?
Ünal Aysal mı, Fatih Terim mi, Muslera mı, Burak mı, Drogba mı? Ben açık açık söylüyorum bunların hiçbiri değil. Galatasaray’ı şampiyon yapan bugün Başbakan Erdoğan’ın “Devlet içinde çete” dediği o yapıdır. Fenerbahçe’ye o kumpas kurulmasaydı bu ülkede en az 4-5 yıl kimse kimseyi şampiyon yapamazdı. Tabii ki Fenerbahçe kendi ayağına dolanma hastalığına kapılmadığı sürece...

Herkesin aklında kalan çok önemli simge bir görüntü var. Galatasaray-Fenerbahçe arasındaki neredeyse şampiyonluk maçını savcı Zekeriya Öz de locadan keyifle izliyordu.

Herhalde “Galatasaray’ı kim şampiyon yaptı” kavgası Zekeriya Bey’e inanılmaz derecede absürd ve komik geliyordur. En doğru yanıt kendisinde çünkü...

16 Ocak 2014, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sen açıkla Rıdvan!‘’

Bu söylediklerin “Şike”ye nasıl iman ettiğini ortaya koyuyor. Bizzat Başbakan’ın “Çete”, “ihanet örgütü” ve “Paralel devlet” diye suçladığı, “Orduya komplo kurmakla” suçlanan polis ve yargıdaki malum yapılanmanın Fenerbahçe’ye yaptıklarını “Haklı” bulduğunu gösteriyor.

Yani sana göre Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım kesinlikle “Şike” yaptı ama Başbakan’ın “Kıyak” geçmesiyle kurtarıldı, öyle mi? Bunlar vahim iddialar, yenilir yutulur şeyler değil. Hazmedilebilir yanı da yok. O nedenle ne biliyorsan açıklamak zorundasın, buna mecbursun. Bunu kamuoyuna Aziz Yıldırım değil sen anlatmak zorundasın.

Senin bu yaptığın dosyayı karara bağlamak üzere olan Yargıtay’ı da manipüle etmektir. Büyük suç işliyorsun. Hem de Yargıtay’daki bazı dosyaların Mehmet Ali Şahin’in de açıkladığı gibi “Nasıl bir karar verelim” diye Pensilvanya’ya götürüldüğünü söylemesine rağmen.

Nedir bu kıyaklar? Fenerbahçe camiasının “Şike” ile damgalanması mı? Başkan’ın 1 yıl boyunca Metris’te “Tutsak” edilmesi mi? Kulübün borsadaki kayıpları hariç en az 200-250 milyon Doları’nın gasp edilip başkalarına aktarılması mı? Taraftarların biber gazı ve cop manyağı yapılması mı? Öyle zile basıp kaçmak yok! Nedir söyle de bilelim, herkes bilsin ve gereği neyse yapılsın.

O dönemde “Bizi küme düşürün” diye federasyona bas bas bağıran da, manifesto koyan da Fenerbahçe camiası değil miydi? “Aziz Yıldırım’ı kurtarma hamlesi” diye lanse edilen malum maddenin değiştirilmesine karşı çıkan sadece ve sadece Fenerbahçe değil miydi? O yasa ve o yönetmelik çıkarılınca Aziz Yıldırım mı kurtarıldı, yoksa başkaları mı?
Durumdan mı vazife çıkardın, talimatla mı konuştun bilemem. Kime, neden, ne maksatla yaranmaya çalıştığını sadece sen biliyorsun. Bu açıklama, bu sözler kelimenin tam anlamıyla rezalettir. Doğruysa da rezalettir, değilse de rezalettir. Neresinden bakılırsa bakılsın her yönüyle skandaldır.

Şimdi madem bu kadar “Delikanlılık” yaptın gerisini de getir. Yarım adamlık olmaz, dökül bakalım, dökül de kimin ne mal olduğu ortaya çıksın. Kim şeytan, kim melek ortaya çıksın, tartışmalar da sona ersin.

Şeytanın bile aklına gelmeyecek oyunları sergileyip, şeytana pabucunu ters giydirenleri hepimiz iyice görelim. Hadi görelim seni!

Rıdvan Dilmen ne demişti?

“Ben Fenerbahçeliyim. İnsanlar bana gönül koyabilir ama başbakanımızın şahsına karşı yapılan tezahüratları kınıyorum. 3 Temmuz sürecinde Sayın Başbakanımız Tayyip Erdoğan, herkesten fazla Fenerbahçelilik göstermiştir. Bildiğim için söylüyorum. Bu ayrıntıların hepsini sayın Aziz Yıldırım biliyordur ve konuyla ilgili açıklama yapmasını bekliyorum. Bir Fenerbahçeli olarak gerçekten çok üzüldüm. Çok ciddi hizmetleri olan ülkenin başbakanına haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Neden haksızlık yapıldığını da Yıldırım’ın açıklamasını bekliyorum. Beğenmeyebilirsiniz, oy kullanmayabilirsiniz. Zaten Fenerbahçe Kulübü’ne siyasetin karışmaması lazım. Sayın başbakan herkesten fazla Fenerbahçelilik yapmıştır, hiç hak etmedi.”

31 Aralık 2013, Salı 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hezimetten kurtuldu‘’

Ağır farklı bir yenilginin daha doğrusu hezimetin eşiğinden döndü. Fenerbahçe ’nin forvetlerini bir kez rakip kaleciye ve stoperlere yalandan bile olsa baskı yaparken, korkuturken gören oldu mu? Maç boyunca hamle üstünlüğü hep Karabükspor ’da oldu. Arayan, isteyen ve cesur olan ev sahibi ekipti. Fenerbahçe çaresizce ve acizce seyretmekle yetindi. Hezimeti Volkan’ın elleri ve ayakları önledi.

En baştan beri söyledim söylüyorum. Verdiğin pozisyon kadar takımsın. En fazla en zayıf yanın kadar güçlüsün. Bu maçta Volkan’dan sonra en iyisi Caner’di, o da uzaya giden topa penaltı yaptırdı. Diğerleri ortada bile yoktu. Tanınmayacak haldeydiler.

Millet gazı veriyor, bunlar da gerçek zannedip gaza geliyor ve havalara giriyor. “Uzak ara şampiyon ”, “Fener bu işi bitirdi” masalları Ersun Hoca ’yı da futbolcuları da uyutmaya yetmiş de artmış bile.. Kabus görmek istemiyorsan ya uyumuyacaksın ya da uyanacaksın. O yüzden “9 puanlık fark falan palavra, 15 puan fark olsa ne yazar” dedik ve demeye de devam ediyoruz.

Fenerbahçe’nin en büyük rakibi kendisi, en kudretli rakibi de rehavet. Ve maalesef futbolcular artık oynamadan da kazanabileceklerine inanmış. Mesele skor değil, yenilmek değil, 3 puan kaybetmek hiç değil. Mesele mücadelesizlik, disiplinsizlik, sahadaki Fenerbahçe ’nin koşmayı, duracağı yeri ve ne yapacağını bilmeyen acemi ve sarsak hali...
Fenerbahçe’ye köşelerden ve ekranlardan egolarına okşaya okşaya rehavet gazını veren bilgeler dün akşamki görüntü karşısında ne de eğlenmişlerdir ama...

23 Aralık 2013, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Puan farkı 15 olsa ne yazar?‘’

En azından Fenerbahçe bu söylemi haklı çıkarmak adına elinden geleni yapacak gibi görünüyor. Rize’de son birkaç dakika hariç, ilk yarıda ortaya koydukları manzara, gelecek adına iç karartıcı. Ev sahibi ekip ilk 13 dakikada bir anda 3-0 farkı yakalayabilirdi. Şampiyonluk kovalayan, üstelik haftada sadece tek maç yapan “büyük takım” bu kadar ‘saçma ötesi’ goller yemez, yiyemez.

Havaya girmek yerine havalara girmeyi tercih edenlere, Fethiyespor’un tarihi ve okkalı tokadından bile ders çıkaramayıp rehavet denizinde yüzenlere şunu hatırlatalım: Fenerbahçe’nin ikinci yarıdaki Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor ve Eskişehir gibi çok önemli maçları deplasmanda...

Yanal “son dakika galibiyetleri tesadüf değil” derken yüzde yüz haklı. Ben de tesadüf olmadığını gördüğüm için “Neden bu işi hep son dakikaya bırakıyor bu takım” diye soruyorum. Neden birinci dakikadan itibaren maça asılmak yerine gol yemeyi bekler, hatta bunun için özel çaba gösterir? Bu sorular yanıtını bulmadıkça, puan farkı 9 değil, 15 olsa ne yazar? Palavradan övgülerle şişinirken, üst üste iki mağlubiyet alırsın, tribünler de, top şansı da aleyhine döner, o stres altında çözülür gidersin.

Bir de şu Webo meselesi var. Yazık. Emenike’den de, Sow’dan da çok daha faydalı ve efektif bir golcü. O oyundayken bu ikisini de rahatlatıyor, çünkü ileride sırtı dönük oynayabilen tek adam. Suçu herhalde onlardan daha ucuz olmak. Başka hiçbir mantıklı açıklaması yok.

Haftalardır kendinden bile firarda olan Baroni’nin bir gol bir asistle 3 puanı kurtaran adam olması da herhalde bir Karadeniz ironisiydi.

08 Aralık 2013, Pazar 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şımarıklığa okkalı şamar!‘’

PTT 1. Lig’in en dibinde yer alan takım Fethiyespor. 14 maçta 11 mağlubiyet, 3 beraberlik ve 1 galibiyeti var. 32 gol yemiş, 14 gol atabilmiş ve averajı -18.
İşte maç başına 2,5 gol yemiş bu takım karşısında ilk 45 dakikada doğru dürüst tek pozisyon üretemeyen, oyununu bir türlü kabul ettiremeyen bir Fenerbahçe vardı. Sarı-Lacivertliler’in yaptığı faul, Fethiyespor’un 3 katıydı. Ya maç Fethiye’de oynansaydı!
Fenerbahçe’nin yedek kulübesine bile giremeyip tribünde oturttuğu tek adamın maliyeti bu takımdan fazla değil mi? Peki, PTT 1. Lig’in dibindeki takımla Süper Ligi’in en güçlü şampiyon adayı Fenerbahçe arasında, kalite ve çap farkı görebilen var mıydı dün akşam?
Peki bunu neye bağlayalım? Fenerbahçe forması taşıdığının farkında bile olmayan adamlara mı? Küskünlüğe mi, vurdumduymazlığa mı, “iki dönüm tarla bostan, yan gel yat oğlum Osman” felsefesine mi? Hal böyleyken varlığı yokluğu belli olmadığı halde oyundan alından Baroni kapris yapıp doğrudan soyunma odasına gidebiliyor. Demek ki kendinden çok memnun. Tek bir olumlu hareket yapmadan 90 dakika sahada kalmaya alıştırılmış çünkü.
Futbol, ukalalığı kaldırmaz, affetmez. “Bu Fenerbahçe’ye ibret olsun” diyeceğim ama ders almayı bilmiş olsa, aynı müsibetler 3-5 yılda bir tekerrür eder miydi?

05 Aralık 2013, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kasım şampiyonu mu?‘’

Fenerbahçe küçük takım korkaklığıyla ne zaman skorun üzerine yatmaya kalksa hepsinde de futbolun şamarını yedi. 1-0’ı geçtik, 2-0’ın üstüne yattığında bile neler olduğunu ligin başında Konya’da gördüler. Sonra kaç maçta son dakikalarda direkten döndüler ama hâlâ akıllanan yok. Bu, hem rakip takıma da kendi formana saygısızlıktır. Antalya’da 8 dakikada 3-0 olması gereken maçın 90 dakikası 1-1 bittiyse, Diarra’nın golündeki defans ikramı ya da sonrasındaki komik ‘ofsayt’ çırpınışlarını konuşmanın anlamı yok. Burada sorgulanması gereken şey, gayet güzel oynayıp hemen her atakta gol pozisyonu üreten Fenerbahçe’nin maçı ‘rölantiye’ alma acizliğidir. Temel ve değişmez kural şudur: Kabus görmek istemiyorsan uyumayacaksın.
Ersun Yanal’a bir kez daha ısrarla ve inatla soruyorum bu kadar yırtıcı, patlayıcı, hızlı ve bitirici golcüleri olan bir takım neden rakip takımların defansına ve kalecisine baskı yapamıyor? Rakiplere oyun kurarken dokunmamak, rahatsız etmemek üzerine tek taraflı anlaşması mı var Fenerbahçe’nin? Bunu yapabilmek adına herhangi bir çalışma içinde misiniz? Haftada sadece bir maç oynayan bir takımın kondisyon, fizik ve mücadele açısından zıpkın ve fişek gibi olması gerekmez mi? Alper ve özellikle Baroni’de gereksiz ısrar Holmen ve Salih’e onlardan çok daha mühimi de Fenerbahçe’ye çok büyük ayıp değil mi? 11 puan geriden gelip şampiyonluğu alan, 9 puan öndeyken şampiyonluğu sunan Fenerbahçe, mevcut puan farkının (en azından şimdilik) hiçbir şey demek olduğunu bütün takımlardan daha iyi bilmek zorunda..

Aksi takdirde Sayın Ünal Aysal’ın da pek yerinde buyurduğu tespitle “Kasım Şampiyonu” olursunuz. Mayıs’ta bayram yapanları da uzaktan izlemekle yetinirsiniz.

25 Kasım 2013, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI