Arama

Popüler aramalar

‘’Müthiş ikili‘’

Bu maçın iki yarısı arasındaki fark da yazı-tura farkı kadar keskin.

Bu takım çok zor gol üretebildiği halde hem ilk golü yemeyi hem de her maçta gol yemeyi neredeyse alışkanlık haline getirdi. Üstelik yenilen bu goller ya çok amatörce ya da resmen rakibe ikram. Bunu yaşamadan da normale dönmüyor. Yani en başta yapması gerekeni mecbur kalınca yapıyor.

Sarı-Lacivertliler pozisyon üretmekte, topu rakip kaleye taşımakta hâlâ büyük güçlükler çekerken, rakipleri onun sahasına rahatlıkla gelip, bol bol pozisyon buluyor. Çünkü orta sahada herhangi bir direnç yok. Defans ve forvetteki savrulma ve kopuklukların nedeni de bu. Yani omurgada sorun olunca bu sonuç kaçınılmaz. Rakipler Fenerbahçe’den korkacağına Fenerbahçe rakiplerinden korkuyor.

Gençlerbirliği ilk golden sonra yakaladığı çok önemli birkaç fırsatı gole çevirebilse Fenerbahçe çok büyük sıkıntı yaşayabilirdi. Kadıköy’de kasveti dağıtan ve olası kâbusu sona erdiren yine Kuyt&Sow A.Ş. oldu. Zekaları, becerileri ve yürekleri ile son saniyeye kadar aynı dikkat ve istekle oyunun içindeler.

Aykut hoca kâbus görmek ve yaşatmak istemiyorsa yedekleri dahil bütün takımın motivasyon, konsantrasyon, hırs ve mücadele seviyesini bu ikilinin seviyesine çıkarmak ve orada tutmak zorunda... Her maça final havasında çıkmazsa ülkenin mevcut atmosferinde Fenerbahçe’nin işi çok ama çok zor.

26 Kasım 2012, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bekir'in gecesi‘’

Fenerbahçe de her maçta olduğu gibi orta sahaya binbir güçlükle çıkabildi. Bakalım bu durum ne zaman tersine daha doğrusu olması gerekene doğru dönüşecek.

Fenerbahçe tipik deplasman takımı gibi soğukkanlı bir şekilde atak karşıladı. Defansta hiç az adamla yakalanmadı. Yine sakin ve dikkatli bir şekilde en uygun anı kollayıp, uzun toplarla pozisyon üretmeye çalıştı. Milimetrik paslar atan Meireles’in sakatlık sonrası ayak ayarı biraz bozuk. Pasın yönü ve şiddeti konusunda sıkıntı yaşıyor. Herkes ilk yarının başladığı gibi bitmesini beklerken Bekir, Sow’a nispet yaparcasına röveşataya kalktı ve belki kariyerinin golünü attı. Marsilya ikinci yarıya kelimenin tam anlamıyla baskınla başladı. Amaç Fenerbahçe’nin dikkatini dağıtmak, panik atağa sürüklemek ve bu kaostan erken bir beraberlik golü bulup çökertmekti. Ancak Sarı-Lacivertliler’in bu kez ikrama hiç niyeti yoktu. Baskın taktiğini önce sükunetle paslaşarak kırdı, sonra da Volkan’ın müthiş konsantrasyonuyla eritti.

Kuyt dün gece iştahıyla, becerisiyle, hırsıyla, mücadelesiyle, yüreğiyle, tecrübesiyle ve zekasıyla yine sahanın her yerindeydi. Defansta, orta sahada ve forvette bütün pozisyonların içinde şapka çıkarılacak adamdı.

23 Kasım 2012, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kuyt'ın aklı‘’

Fenerbahçe, aslında özgüvenle başlamıştı maça. Bu da Es-Es’in olası saldırısını baskıladı. Fakat Caner’in ‘muamma’ şekilde oyundan atıldığı 27. dakikaya kadar ne bir şut çekti, ne bir pozisyon üretebildi. O dakikadan sonra ev sahibi daha bir cesaretle çıkmaya başladı. Zaten orta sahada onları rahatsız edecek hiç kimse de yoktu. Sonra Hasan Ali’nin gecikmeli hamlesine Kamara kurnazca ayağını taktı. O hareket Musa Sow’a yapılsa Aydınus bu kadar cesur, kararlı ve tereddütsüzce çalabilir miydi düdüğü acaba?

Volkan’ın kurtardığı, Gökhan’ın savuşturduğu yüzde yüzlük gol pozisyonlarına bir bakalım. Bunların tamamı rakibe yapılan ikram.. Buna mukabil Fenerbahçe’nin girdiği ilk yarım yamalak pozisyon ve çektiği ilk şut dakika 52’de... Kuyt’ın yoktan var ettiği pozisyonda Sow’un atletik meziyetiyle attığı gol, bir organize atağın değil tamamen kişisel zeka ve becerinin ürünü...

Fenerbahçe için mesele 10 kişi, 11 kişi oynamak değil. Mesele bir bütün halinde ve takım gibi hareket edememek. Mesele pozisyon takibindeki eksiklik ve kopukluk. Bunlar olmazsa Fenerbahçe sahada 12 kişi, Eskişehirspor 10 kişi oynasa görüntü yine değişmez. Toplu ya da topsuz oyunda Kuyt dışında rakibi rahatsız eden tek bir adam yok. Hadi O’na Sow’u da ekleyelim.

Eskişehirspor yüzde yüzlük ikramları değerlendiremeyebilir ancak Avrupa maçlarında hiçbir rakip kolay kolay affetmez. En zayıf halkan kadar güçlü olabileceğine göre girdiğin değil verdiğin pozisyon kadar takımsın.

18 Kasım 2012, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Eksiklik ve sakatlık‘’

Yenilse bile sahada ölümüne mücadele eden, hırsıyla, inancıyla, inadıyla rakipleri ezen bir takım hayal ediliyordu. Fenerbahçe’ye yapılanların hesabını sahada soracak, bütün eziyetlerin rövanşını alacak, saha dışındaki yıkılmaz direnişin aynısını sahada sergileyecek bir takım rüyası kuruyordu.
Fenerbahçe, sisteme ve kurguya meydan okumak için takviyelenmek yerine, kadro yapısı ve oyun sistemiyle oynamanın derdine düşünce, yedi düvelin yapamadığını yaptı kendine.. Kavga ekseninden saptı. Dış zulüm bitti, iç zulüm başladı. Mesele değişimse eğer o sene, asla bu sene değildi. Zamanlama tepeden tırnağa yanlıştı. Bu saçmalıklar, savrulmalar, kırgınlıklar ve kızgınlıklar yaşanmamalıydı.
Olanlar oldu. Gelelim şimdiki meselelere... Bu takım en iyi maçında bile yüzde 30 kapasiteyle oynuyor. Bu dediğim sadece futbolu kapsamıyor. Hem beceri hem fizik gücü hem motivasyon hem konsantrasyon hem yardımlaşma hem de mücadele anlamında...
Takımın fizik gücü zayıf
1-Fenerbahçe bir türlü rakip defansa basamıyor, basmıyor. Ama tüm rakipleri Kadıköy’de ve deplasmanda bunu Fenerbahçe’ye yapıyor. Rakipler Fenerbahçe forvetlerini döndürmezken, Fenerbahçe rakip forvetlere 2-3 hamle yapma ve rahat rahat paslaşma olanağı tanıyor.
2-Orta saha var mı yok mu hâlâ belli değil, rakipler elini kolunu sallayarak rahat rahat geçebiliyor. Ayrıca ya ileri çıkmıyor, ya çıktığında geri gelmiyor, ya da hiçbir mücadeleye girişmeden, hamle teşebbüsünde bile bulunmadan anında geri geri kaçıp rakibi seyretmekle yetiniyor.
3-Takımın fizik gücü kötü ve dikkati de son derece zayıf. Herkesin Sow kadar kuvvetlenip, Kuyt kadar dikkatli ve oyunun içinde olması şart. Çalınan veya çalınmayan düdüklerden sonra takım 3-5 saniye oyundan tamamen kopuyor. Bu sırada atı alan da Kadıköy’ü geçiyor. Bu tuhaf sorunu çözmek de Aykut Hoca’nın en temel ve olmazsa olmaz görevi...
4- Fenerbahçe gol yedikten sonra panikliyor, gol attıktan sonra da duruyor ya da geri yaslanıyor. Oyunun en başından itibaren rakibe basmak varken, gol attıktan sonra maçı koparmak için saldırmak varken, ancak gol yedikten sonra panik atak halinde şuursuzca çullanıyor.
5-Defans, orta saha ve forvet hattı arasında uçurum kadar mesafe var. Her hat, ayrı bir takımmış gibi oynuyor. Öyle olunca Fenerbahçe hem üretken olamıyor hem fazladan yoruluyor. Topu çok zor kazanıp çok kolay ikram ediyor. Kabus da, müsibet de kaçınılmaz oluyor.
Fenerbahçe taraftarı maçtan yenik ayrılsa bile mücadelede açık farkla galip gelen, ayakta alkışlanmayı sonuna kadar hak etmiş, “helal olsun” dedirten bir takım istiyor.

13 Kasım 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Yetmez ama evet‘’

Çünkü bu saydıklarımı her takım her yerde Fenerbahçe’ye çok rahatlıkla yapabiliyor. Ligin ‘deplasman özürlü’ iki takımının karşı karşıya gelmesi ilginç bir tesadüftü. Kadın ve çocuklardan oluşan tribünleri neredeyse aşağılama yarışına girenler, dünkü tribünler için ne düşünüyorlar acaba? Onlar en azından tiz sesleriyle de olsa maçı ve pozisyonları yaşıyorlardı. Bunlar tribünde kendi maçlarını yapıyorlar. Maçla alakaları olmadan, arabeskten devşirme nağmelerle futbolcuları da kendilerini de uyutuyorlar.

Fenerbahçe başıboş bıraktığı ribaunt toplar konusunda bu kez daha dikkatliydi, çoğunu da topladı. Ayrıca diğer maçlara göre rakibe pek pozisyon da vermedi. Ancak top rakipteyken seyretme ve ikili mücadelelerdeki güçsüzlük problemi aynen yerli yerinde. Maçın başında ‘yalnız adam’ Musa Sow’un yoktan var ettiği golle öne geçti. Rakibi sersemletmişken üstüne gidip maçı koparmak yerine vitesi boşa atıp 15-20 dakika rölantide idare etti. Tekrar normale döndükten sonra da yakaladığı gol pozisyonlarını ve attığı şutları tabelaya yansıtamadı. İki kere de direkler engel oldu. Volkan’a elbirliğiyle golü yedirmeseler ayıp olurdu. Bu takım futbol, mücadele ve beceri anlamında gerçek kapasitesinin hâlâ en fazla yüzde 30’u ile oynuyor. Rakiplerinden daha çok mücadele edip, onlardan daha çok yardımlaşıp koşmadıkça, her maçta kabus görmeye abone olur. Kazandığı maçta bile taraftarına ikrah ettirir, burnundan getirir.

12 Kasım 2012, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Fener topukladı‘’

Meireles ’in orta sahadaki, Yobo’nun defanstaki varlığı bariz bir şekilde hissedildi. Sow’daki istekliliğe Kuyt’ın oyun zekası ve bitiriciliği de eklenince maç ilk yarıda koptu. Gollerin ikisinin de topuk pasından gelmesi estetik bir güzellikti. 79 ’da üst üste direkten dönen top Fenerbahçe için şanssızlıktı ama, aynı zamanda futbol denilen büyülü oyunun bahsettiği bir güzellikti.

Rum ekibi dersini ve Fenerbahçe’nin zaaflarını çok iyi çalışmış... Orta sahayı çok rahat ve çok çabuk geçtiler. İlk maçtan çok daha mücadeleci bir oyun sergilediler. Daha maçın başında iki pozisyona girdiler.

Fenerbahçe bu maçta derli toplu görüntü sergiledi ama, üretkenlik konusunda yine sıkıntılıydı. Rakibe çok pas yaptırıp seyre dalma hastalığı yine yerli yerindeydi. AEL elini kolunu sallayarak sahasından çıkarken, Sarı-Lacivertliler kendi ceza sahasından çıkmakta zorlandı. AEL, Fenerbahçe’nin kendi sahasında rahat taç kullanmasına bile izin vermedi. Defansı, orta sahayı ve hatta Volkan’ı bile sürekli baskı altında tuttu. Ancak kendileri bu konuda hiç rahatsız edilmedi. İşte bunlar olmadan, yani bir bütün halinde hareket etmeyi ezber haline getirmeden takım olunmuyor, olunamıyor. Halbuki bu temel eksikler tamamlansa, takım hem daha az yorulacak hem daha üretken olacak hem de korku yaşamak yerine korku salacak.

Kapasitesinin çok altında oynayan Fenerbahçe için asıl zorlu sınav gruptan çıktıktan sonra telafisi olmayan maçlarla başlayacak. Taraftarın tek beklentisi Almanya deplasmanında 4-2 galipken 90+4’te bile rakip kaleciye 4 kişi basarak bunaltan takımın bütün maçlarda görebilmek. En zor şartlar altında bile yapılabileceğini, olabildiğini gösterdiler çünkü...

09 Kasım 2012, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ya sonra?‘’

Doğal olarak bir baskın, bir hırs, bir mücadele patlaması uman Sarı-Lacivertli taraftarlar hayal kırıklığına uğradı. Bu maçta bile ilk golü yiyen yine Fenerbahçe oldu. Hem de ne gol. Volkan rakip forvetlerden çok kendi arkadaşlarından gol yiyen adama dönüştü. Schumacher gibi bir devin kevgire dönüp gol yeme rekoruyla mundar olduğu o sezon düştü birden aklıma...

İsteyen istediği kadar kızsın, kırılsın, darılsın. Kalemimizi de aklımızı da eğip bükmeyiz. En başından beri yazdığımız da, söylediğimiz de skordan, puandan, tabeladan tamamen bağımsız. Farklı yenerken de öyle, farklı yenilirken de! Fenerbahçe için asıl tehlike görmezden ve bilmezden gelenlerdir. Ondan daha vahimi goygoyculardır.

Fenerbahçe’de bırakın bir takım havasını, bunun emaresi bile yok. Çünkü her futbolcu kendi havasındaÖ Hepsi mücadeleyi diğerinden bekliyor. O zaman o arma, o forma, o bonservis bedelleri, o kariyerler, o büyük hedefler, o dillere destan direniş mücadelesi ve onun birikimi olan keskin bir rövanş ve hesaplaşma duygusu da karikatürleşiyor.

Sonuç olarak çok önemli bir UEFA sınavı öncesi geçici bir moral buldu. Fenerbahçe için bu gerçekten de çok önemliydi. İstediğini de aldı. Ancak bu, durumun vehametini örtmeye, perdelemeye yetmiyor.

Fenerbahçe sahada futbolun en temel ve en basit kurallarını yerine getirmediği, hatta inkar ettiği için en zayıf rakip karşısında bile ecel terleri döküyor. Bu garabet bas bas bağırırken eksikliği kadroda, sakatta, adaptasyonda arayanlar ya fena halde yanılıyor ya da alenen kafa buluyor.

04 Kasım 2012, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Zavallı ve aciz‘’

Futbolcular inanılmaz güçsüz, hepsi dokunsan düşecek halde ve hemen pes etmeye, oyundan ve pozisyondan düşmeye meyilli. Möchengladbach ve Beşiktaş maçları haricinde tüm maçlarda utanç verici bir edilgenlik ve akıllara zarar pasiflik içindeydi. Tıpkı dün gece olduğu gibi. Antalyaspor sanki kendi PAF takımıyla antrenman maçı yapıyor. Ayıp!

Rakip kim olursa olsun, maç nerede olursa olsun futbol oynamanın yanında Fenerbahçe ile oyuncak gibi oynuyor. Çünkü Fenerbahçe’nin kendi oyunu yok, rakipler nasıl isterse onlar da öyle oynuyor. Ne bir kararlılık var, ne bir inat. Ne bir direnç, ne de bir isyan. Ne top, ne rakip, ne de pozisyon takibi var. Orta saha zaten boş arazi. Bunlar olmayınca dünya karması bile kursan dünyanın en eksik takımısın.

Koca ilk yarıda birkaç cılız şut dışında tek pozisyonu yok Sarı-Lacivertliler’in. Buna mukabil Antalyaspor iki gol atıyor. Kaleye çektiği şut sayısı da sekiz. Fenerbahçe seyretmeye devam ediyor. Fenerbahçe’nin yediği goller de evlere şenlik. Hele ikinci golde

5 Fenerbahçeli ile kedi fare gibi oynuyor Diarra... Kontrol ediyor, geçiyor, düzeltiyor ve vuruyor. Pes!
Bu Fenerbahçe’ye “kadınları ve çocukları futboldan, taraftarlıktan soğutmak”tan dava açılsa tek celsede hüküm giyer.

İkinci yarı biraz kıpırdanır gibi oldu ve çok kritik bir dakikada önemli bir gol de buldu Fenerbahçe. Sonrası panik atak karamboller üretmek. Şuursuz kamikazeliğin bedeli de rakip kalede gol ararken kendi kalende gol görmek işte.

Böyle giderse Kadıköy’de yenememezlik serisi hatta beraberlik kutlamaları bile başlar.

30 Ekim 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI