‘’Tehlike büyük‘’
Hal ve gidiş çok yönlü anlamda iyi değil. Başkan’ın tahliyesinden sonra camia da, taraftar da, futbolcular da “bu iş bitti” havasına girdi ki; tehlikenin en büyüğü de bu... Hiçbir şey bitmedi, kolay kolay da bitmez. Hatta bütün yaşananların sadece “bir başlangıç” olma ihtimali daha yüksek. Adım gibi eminim birileri rövanş için kuytularda başka sinsi planları devreye sokmak için çalışıyor. Deviremedikleri, teslim alamadıkları, biat ettiremedikleri ve asla korkutamadıkları Aziz Yıldırım’ı “itibarsızlaştırmak” için ellerinden geleni yapacaklar. Başına yeni yeni çoraplar örecekler. Sonunun ve sonucun ne olduğunun hiçbir önemi yok çünkü...
3 Temmuz sürecinde müthiş bir direniş ve dayanışma gösteren taraftarlar, tahliyeden sonra olan biten her şeyi unutmuş gibi... “Varsa yoksa transfer, varsa yoksa futbol” havasındalar. Kombine satışlarının geçe seneye göre düşmesi de bu gafletin işareti. Onlar da mücadeleyi unuttular. Önemli bir kısmı verdikleri destekten dolayı herkesi borçlandırmış gibi, takıma da, hocasına da, yönetime de hoyrat ve acımasız davranıyor. Yaşadıkları sıkıntının öfkesini ve acısını Fenerbahçe’den çıkarmaya çalışıyorlar.
Yönetim “geçen sene Başkansız, yarısı dağıtılmış kadroyla, o moral bozukluğuyla, o konsantrasyon sorunuyla ligi sonuna kadar sürükledik, bu sene takviyelerle haydi haydi bitiririz bu işi” yanılgısına kapılmış. Onlar da her şey yeterli ve tamam zannediyor. Futbolcular ve Aykut Hoca da benzer bir halet-i ruhiye içinde...
Oysa bu sene hem sahada hem de saha dışında geçen senekinden çok daha büyük bir mücadele verilmesi gerekiyor. Türkiye’yi biraz tanıyan, konjonktürü biraz süzebilen ve analiz edebilen herkes bunun böyle olacağını ezbere bilir. Fenerbahçe’nin topyekün silkinmeye ihtiyacı var. Yoksa atı alan okyanus ötesine geçmiş olur.
Mesele Emre ya da Appiah meselesi değil. Bu takımın orta sahası yok, yani omurgası kırık. Hal böyle olunca hem forvet hattı doğru dürüst işlemiyor hem de kalesinde gereğinden fazla gol tehlikesi yaşıyor. Orada kilit taşı gibi bir adam eksik. İçerden mi çözüm üretilir, transfer mi yapılır bilmiyorum. Ancak bunu görmezden, bilmezden, anlamazdan gelmek Devler Ligi’ni de, sezonu da en baştan ıskalamak ve gözden çıkarmak demektir. Bunun da maddi-manevi bedeli telafisiz derecede yüksektir.
Şu ana kadarki görüntüsüyle Fenerbahçe korkutmuyor, korkuyor. Baskı kuramıyor, baskı yiyor. Hapsedemiyor, hapsoluyor. Oynayamıyor, oynatıyor. Paslaşamıyor, pas yaptırıyor. Yardımlaşamıyor, rakibe yardım ediyor. Gol pozisyonu üretemiyor, rakibe pozisyon ikram ediyor. Güven vermiyor, rakiplerine özgüven pompalıyor. Büyüklüğünü inkar eder gibi oynayınca rakipleri büyütüyor. Her maçta deplasmanda oynayan küçük takım görüntüsü veriyor.
Yani tehlike zannedilenden daha büyük, daha vahim ve çok yönlü! Kabus görmemenin en kestirme yolu da hiç uyumamaktan ya da bir an önce uyanmaktan geçiyor.
‘’Cesaret Hapı‘’
Fenerbahçeli futbolcuların hafızaları silinmiş, ezberleri yok edilmiş gibiydi. İlk yarıda doğru dürüst sayılabilecek tek atak yapabildiler. Pozisyon üretemediler, pres yapamadılar, rakibe basmak bir yana rahatsız bile etmediler. Acemi birliği gibiydiler.
Sarı-Lacivertiler korkak oynayıp dirençsiz orta sahasıyla birlikte kendi sahasına hapsolurken, Galatasaray belki bir derbi maçta hiç olmadığı kadar cesurdu. Fenerbahçe’ye defansta top şişirmekten, ileride de ‘karambol’e bel bağlamaktan başka yol bırakmadılar. Fenerbahçe neyi yanlış yaptıysa, onlar onu doğru yaptılar.
Sarı-Kırmızılılar daha iyi yardımlaşan, daha iyi çoğalan, çok daha gözü kara mücadele eden ve daha çok ısıran takımdı. Fenerbahçe’nin “al da at” diye eliyle sunduğu pozisyonları değerlendirebilseler ikinci yarıya gerek bile kalmayabilirdi.
Mert daha ısınmaya fırsat bulamadan Umut Bulut’a “gerçek Galatasaraylı” apoletini taktı. Alex de uzatmalarda Cüneyt Çakır’ın verdiği cezayı iki taksitte Galatasaray’a fatura etti. Yani ilk devre pozisyonsuz iki bedava golle berabere kapandı.
Kuyt’ın bariz bir şekilde indirilmesine ‘devam’ diyen Cüneyt Çakır, Umut’un ikinci golünde en az Selçuk kadar, Kuyt’ın “gerçek Fenerbahçeli” olduğu pozisyonda da en az ofsaytı bozan Umut kadar pay sahibiydi.
Galatasaray eksik kaldığında bile mücadelesiyle fazlaymış gibi oynayan, korkan değil korkutan taraftı. Fenerbahçe orta sahasızlığı yüzünden rakibinin bu zaafını bırakın kullanamayı hissedemedi bile.. Nitekim Caner’in ‘intihar eylemi’ gibi penaltısıyla yeniden yenik duruma düşüp, kupayı ikram etti.
Aykut Hoca bu orta sahasız futbola nasıl bir ilaç bulacak bilmiyorum, ancak bu sorunun cevabını bulana kadar futbolculara ‘cesaret hapı’ kullandırsa hiç fena olmaz. Tabii kendisi de içmek kaydıyla...
‘’Yorucu usulü‘’
Telafisi olmayan maddi ve manevi bedeli ağır, ‘olmak ya da olmamak’ rövanşıydı. Sahaya birinci maçın ikinci yarı kadrosuyla çıktı Sarı-Lacivertliler. Acele ve olmazsa olmaz bir gole ihtiyaçları vardı. Karşılaşmaya hızlı girip Caner’le de istediğini aldı. Bunu da ancak 2 dakika koruyabildi. Önce rüzgar dindi, sonra da şiddetli bir şekilde tersine döndü. Fenerbahçeli futbolcularda resmen ‘algıda geçicilik’ başladı. Vaslui sağdan, soldan, ortadan, havadan, rahat rahat gelmeye başladı. 30’da Volkan inanılmaz bir refleksle turu avuçlarında tutan adamdı.
Rumen ekibi hep yapışık oynarken, Fenerbahçeli futbolcular onları genellikle rahat bıraktı, rakibine üst üste hamle olanağı verdi. Birinci yarının son diliminde bir ara Vaslui ablukası, Fenerbahçe’de umut kıran, kimya bozan bir çaresizlik yaşattı.
İşlemeyen ayaklara inat, Volkan’ın elleri 54. dakikada yine yeni yeniden sahnedeydi. Sonrasında Kuyt bu jesti karşılıksız bırakmadı. Önce turu getirdi, sonra kremanın üzerine çileği dikti. Moussa Sow’un golü ise gecenin son güzelliğiydi.
Fenerbahçe, orta sahasına güçlü, yırtıcı ve atletik bir futbolcu transfer etmediği takdirde, kaleye ikinci bir Volkan transferi şart gibi görünüyor. Bir sonraki turda rakip daha dişli olacak ama Fenerbahçe de bu Fenerbahçe olmayacak. Elbet de gereken dersler çıkartılıp, yeni transferler takıma oturduğu takdirde.
‘’Sıkıntı çok!‘’
Eskiler hafızaları silinmiş gibi, birbirlerini unutmuş gibi oynuyor. Yani ışıltı yok, yani yine alacakaranlık...
Bu takımın orta sahası ve forveti yırtıcı, yıpratıcı ve korkutucu hale getirilmeli. Bunun lamı cimi yok. Vaslui’yi böyle saf dışı bıraksan ne olacak? Sonraki turda karşına iki gömlek daha üstün bir takım çıkacak. Hadi onu da eledin diyelim, gruplardaki rakipler çok daha dişli olacak.
Dün gece Kadıköy’de Sarı-Lacivert ayaklar körelmişti ama Volkan’ın elleri bir kez daha ‘bela savma’ nöbetindeydi... O olmasa ‘ön eleme’ maçı daha ilk yarıda ‘ön elenme’ maçına dönüşebilir, rövanşa bile gerek kalmayabilirdi.
Bizim mahallede çok küçümsenen, alaycı bir ifadeyle dudak bükülen Vaslui çakı gibi dipdiri, hazır, organize, saat gibi işleyen dengeli bir takım. Dersini de çok çok iyi çalışmış. İlk yarıda bir dünya pozisyon veren Fenerbahçe sadece bir pozisyon buldu. Onda da Dirk Kuyt’ın vuruşu kornere gitti.
Sarı-Lacivertliler ikinci yarıya daha diri, daha istekli başladı. Rakibe baskı kurdu ama bu kez de sahada sonuca gidecek bir santrforu yoktu. Sonunda da neredeyse kendi ayağıyla rakibe yaptığı gaflet asistisle de yenik duruma düştü. Sürpriz golcü Bekir son dakikada beraberliği kurtardı.
Rumen temsilcisinin kendi sahasında daha özgüvenli ve cesur oynayacağını düşündüğünüzde, Fenerbahçe’nin işi zor; hem de çok çok zor. Ya gerekenler yapılır ya da Devler Ligi macerası başlamadan biter.
‘’Hoş geldin!‘’
Her şeyden ve hepsinden önemli olan senin özgürlüğüne kavuşmandı. Sonrası ve kalanı teferruat bile değil. Bu dava şike davası değil. Bu dava hukuk davası hiç değil. Bu dava Fenerbahçe davası değil. En baştan en sona ispatlandı ki, bu dava Aziz Yıldırım davasıdır. Yani asıl şike hukuk üzerinden yapılmıştır. Hem de sürecin öncesinden şimdisine ve muhtemel ki, sonrasına kadar büyük bir pervasızlıkla kotarılmıştır.
İhlallerle, ihmallerle, hukuk skandallarıyla örülü tam 365 gün. Asıl istedikleri seni Ergenekon’a irtibatlamak ve gayya kuyusuna yuvarlamaktı. Olmadı, tutacak kulp bulunamadı. Ama öyle ama böyle sembolik olarak da olsa ilk duruşmada Silivri’yi gösterdiler. Bu tesadüf müydü?
Meclis’te yeni yasa görüşüldüğü gün iddianamenin açıklanması, Cumhurbaşkanı’nın önüne gittiği gün iddianamenin mahkemece kabul edilmesi, o yasanın herkesi kurtarıp sadece Fenerbahçeliler’i içerde bırakması da tesadüf müydü? Buna inanmak için aptal olmak, o da yetmez aklı ve vicdanı öldürmek lazım.
Bu komploda ölüm-sıtma denklemini iyi kurdular. Sen hak ettiğini, haksız yere elinden alınan özgürlüğünü geri aldın, onlar da istediklerini... Bir tek şeyi yapamadılar; korkutamadılar, sindiremediler, yalnızlaştıramadılar, yozlaştıramadılar.
Ama itibarını ve onurunu zedelediler. Ayaklar altına alıp üzerinde tepindiler. Üç kuruşluk ağızlara sakız yaptılar. Sonunda sabıka hükmünü de verdiler. Bu karar Yargıtay’dan dönmese AİHM’den dönecektir. Ama ne fark eder ki? Bu süreç yıllar alır. Gördüğün maddi-manevi zararın yanında çekirdek parası bile sayılmayacak bir tazminat öderler, olur biter. “Ödedik parasını, içerde yatırdık” deyip eğlenirler. Nasıl olsa bu para onların ceplerinden değil, devletin kasasından çıkmıyor mu? Taş attılar da kolları mı yoruldu? Aziz Yıldırım’a bunları yaşatmaya değmez mi o kadarcık para hem!
Yargıtay bu kararı onarsa ve iç hukuk yolları tükenirse AİHM süreci başlayacak. Ancak bu arada sen Fenerbahçe Başkanlığı’ndan yasal zorunluluk gereği koparılacaksın. O sabıka yüzünden de ihalelere girmen engellenecek. Bunlar ihtimal ama çok çok kuvvetli ihtimal.
Çünkü Adnan Menderes’i asan da hukuktu, Deniz Gezmiş’i asan da hukuk. 12 Eylül’deki de hukuktu, Deniz Feneri’ndeki de hukuk. Şimdiki de hukuk. Gün olur bunu yapanlar için de devran döner. O zaman tüm gerçekler aydınlanır. Senaristler, başroldekiler, figüranlar dımdızlak ortaya dökülür. Her şey ters yüz olur.
Sonuç ne olursa olsun bu dava Türkiye’nin Dreyfus Davası olarak tarihe geçmiştir. Konjonktürel bir Engizisyon’dur. Fakat tarih bu direnişe ve başkaldırıya da apayrı bir sayfa açacaktır. Bu ülkede ekmeği, suyu, dini, dili, inancı ayrıştıranların Fenerbahçe ile Fenerbahçeli’yi, Fenerbahçe ile Başkanı’nı ayrıştıramadığını not düşecektir.
Artık geldiği/getirildiği nokta itibariyle bu ülkede Aziz Yıldırım portresi ile Fenerbahçe bayrağı ve arması, terör örgütü elebaşının posteri ve bayrağından çok daha vahim sonuçlar doğurabilir. Polisin ikisi karşısındaki tavrı da bunu belgelemektedir.
Neyse; sen aydınlığa hasrettin, Fenerbahçeliler de sana.. Şimdi vuslatı kutlama ve tadını çıkarma zamanı... Artık misyonun başkanlığın çok çok ötesinde... Darısı ülkenin de başına!
‘’İyiye işaret değil‘’
Fenerbahçe Kulubü’nden yapılan son açıklamanın şifrelerini çözdüğünüz zaman ortaya bir tek sonuç çıkıyor. Muhtemelen UEFA’nın verdiği hüküm daha açıklanmadan belli!
Bizim gazetemizin sıcağı sıcağına attığı başlıktaki tespit doğrulandı. Yani “UEFA açıklamadan, Fenerbahçe açıkladı”. Yani yönetim, kulübün başına gelecek olanı peşinen ilan etti. Ne olacağı artık biliniyor.
Daha CAS davasınının neden geri çekildiği konusu kocaman ve anlaşılmaz bir muamma olarak ortada dururken, taraftarlar buna gerekçe olarak gösterilen ‘devlet çıkarları’nın ne olduğu yanıtını alamamanın ve bulamamanın öfkesini yaşarken şimdi bir bilmece daha çıktı.
Keşke kulüp dolaylı ve üstü kapalı bir dil yerine, taraftarlarına saygı gereği doğrudan ve net bir dil kullansaydı. Mesela “Türk futbolunun feda edilmesi” ne demektir? “Pazarlıklar” kimlerle kimler arasında yapılmıştır? “Gereğini kendileri yapmadıkları takdirde kamuoyuna sunulacak” isimler kimlerdir?
Atı alan Üsküdar’ı geçti, Fenerbahçe’ye karşı doğrudan ve çok cepheli bir savaş açılmış, her yandan saldırılar sürüyor, kulüp hâlâ “Bak yaptıklarınızı da, adınızı da kamuoyuna açıklarım” diye parmak sallıyor. Üstü kapalı mesajlar yolluyor.
Hem “Fenerbahçe Spor Kulübü kendisine karşı hukuk dışı yolları tercih edenlerle, her yerde ve her tür bedeli göze alarak savaşmaya hazırdır”, “Daha son sözümüzü söylemedik” diye sert cümleler kurup, hem de olan bitenleri açık seçik camiayla paylaşmak yerine naif göndermelerle tepki koymak garip bir durum. Kaldı ki bu tavrın hiçbir faydası olmadığı da sürecin en başından beri bariz bir şekilde ortada...
O yüzden “Bugüne kadar bu kavgadan kaçınmamızın tek nedeni, Türk Futbolunun uğraması muhtemel zararlardır” demek, özür dilerim ama çok komik kaçıyor. Daha ne olması ve ne yapılması gerekiyor ki? Korku insanı yozlaştırır.
Şurası çok açık ki; PFDK’nın verdiği Tahkim Kurulu’nun onadığı karar son derece aşağılayıcı ve lekeleyicidir. Aziz Yıldırım ile Fenerbahçe’yi birbirinden koparmak üzere tasarlanmış “çok ince ayarlı” bir hükümdür. Ve alenen sergilenen bu oyunda artık sona gelinmiştir. Dönülmez yola girilmiştir. Muhtemelen tasarlayanların ve dizayn edenlerin istediği şekilde sonuçlanacaktır.
Bir kez daha açık açık söyleyelim; bu bir “ele geçirme” değil yok etme, bitirme ve silme hareketidir. O halde sürece dair her ne biliniyorsa ve içinde kimler yer almışsa, en azından Fenerbahçe kamuoyu ile paylaşılmak zorundadır. Çünkü diğerlerine yani “iddianameye iman etmişlere” zaten bir şey anlatmak mümkün değildir.
Tabii ki önce CAS’taki davanın neden çekildiğini ve araya hangi hatırlı kişilerin girdiğini anlatmakla başlayarak..!
Fenerbahçe ne demişti?
’Kamuoyu görecektir ki birkaç gün içerisinde önceden tasarlanan pazarlıklar ve bunun sonucu olan süreç an be an hayata geçirilecektir. ‘Fenerbahçe’ adı altında Türk Futbolu feda edilecektir’
‘Sayın Başkanımızın ve Yönetim Kurulumuzun defalarca anlatmaya, uyarmaya çalıştığının aksine, mevcut yasalarla günü kurtarmaya yönelik değişiklikler yapanlar; Fenerbahçe taraftarına şirin gözükme pahasına Fenerbahçe’yi ve Türk futbolunu lekelemeye kalkanlar, bir gün mutlaka kamuoyu ve yargı önünde bunun hesabını vereceklerdir’
‘Kulüplerle kişileri ayırmak gibi spor hukuk ilkeleriyle bağdaşmayan çözüm önerilerinin neden süratle hayata geçirildiği aşikardır. Gelinen noktada; yöneticilerimiz savunmasız bırakılmış, lekelenmiştir’
‘19 maçta şike ve teşvik olduğu iddialarının, neden ve nasıl 3 maça indiğini ve 3 maçın da hangi pazarlıklar sonucunda olmazsa olmaz şeklinde hayata geçirildiği açıklanmalıdır’
‘Sayın Başkanımıza, yöneticilerimize ve taraftarımıza yönelik bu eylemi ve tasarrufları yakında takip etmekteyiz. Açıkça ifade etmeliyiz ki, sabrımız taşmak üzeredir. Unutulmamalıdır ki Fenerbahçe darağacında değildir; unutulmamalıdır ki Fenerbahçe son sözünü henüz söylememiştir’
‘’Biber gazını hak ettiniz!‘’
İşte o gizemi bir türlü çözemedik. Artık “ikinci gözaltı dalgası başlar da, belki silinmeden önce tapelerden okuma şansı bulabiliriz” diye ummaktan başka çaremiz kalmadı. Yoksa hakem ile Allah arasında sır olarak kalacak bu kartın gerekçesi... Sahi, acaba Alex ve Samet, Vederson’u aramışlar mıdır maç öncesi?
Daha maç başlar başlamaz Emre için bir kez daha “vur emri” çıkarıldığı apaçık belgelendi. Belli ki tüyoyu da, gazı da almış ve konjonktürün rüzgarından yelkeni sağlam şişirmiş birileri...
“Bilmemkaçyıldıralamıyor” gerekçeli sanal maddi ve manevi değeri de çöktü gitti buhar oldu kupanın... Hadi şimdi bul bakalım sponsor bulabilirsen! Bir büyük darbe daha vurdu Fenerbahçe Yüce Türk Futbol’una... Başkan’ı tahliye edecekleri varsa da etmezler artık! En az birkaç duruşma geri atar.
Kramponlarıyla şiir yazan ‘Büyük Usta’ büyük farkını bir kez fark ettirdi. Yönlendiren, dinlendiren, hazırlayan, başlatan, sonlandıran yani yayın ve yapımın her aşamasında imzası olan yine O’ydu. Bir nevi organize suç örgütü lideriydi. Tepeden tırnağa her şeyiyle 10 numaraydı.
Şampiyonluk da, kupa da bu seneki direnişin yanında en fazla kenar süsü olabilir. Ben Fenerbahçe yönetiminin yerinde olsam bu kupayı tereddüt bile etmeden “kupam da kupam, ille de kupam” diye siyasilere ağlaşanlara postalarım... Hem de iadesine, taahhütüne bile bakmadan. Sezon başından beri “ince ince çalışanlar” da biraz dinlenebilsinler diye...
Ne yapsalar, ne deseler boş; bu Fenerbahçe’nin akıllanacağı falan yok. Bir teselli oyuncağını daha elinden gasp etti milletin! Eğlencesine, söylencesine kan doğradı. Cop da, biber gazı da, tazyikli su da, ceza da yetmedi.
Demek hâlâ akıllanmadınız; o zaman seneye görürsünüz siz!
‘’Bu bir direniş destanıdır!‘’
Büyük bir kurgunun gönüllü figüranlarına karşı, kendi yazgısının başrolünü üstlenerek ve savunarak meydan okudu. Abluka ittifakı tarafından korkutulmak, sindirilmek isterken, korkuyu salan, dizleri titreten kendisi oldu.
Galatasaray haklı olarak beraberlik avantajının üstüne yatmaya çalıştı. Öyle ki; ilk yarıda top kullanma istatistiği uzak ara Fenerbahçe lehine yüzde 70-yüzde 30 gibi orantısızlığa ulaştı. “Çubuklular” golü bulamayınca “parçalılar” ilk yarıyı şampiyon kapattı.
İkinci yarıda Sarı-Lacivertliler yine arayan ve zorlayan, Sarı-Kırmızılılar pusuya yatan ve oyalayan taraftı. Dia’nın amatörce kırmızı kartı rakibe verilmiş bir hayat öpücüğüydü. Böyle bir maçta rakibe bundan daha iyi bir kıyak yapılamazdı.
Fenerbahçe’yi bu da durdurmadı. Elinden ve yüreğinden geldiğince yüklendi ama olmadı. Giden bu şampiyonluk diğerleri gibi travmatik ve dramatik değildir. Kadıköy’de yazılan onurlu bir başkaldırı efsanesidir. Fenerbahçeliler bu kadroyla,bu hocayla bu futbolcularla ne kadar gurur duysalar azdır. Yönetime düşen taraftarlarla ortak bir kalkışma yaparak, kadro kalitesini 2-3 katına yükseltmektir.