Arama

Popüler aramalar

‘’Sadri Şener'in stratejisi...‘’

Hatırlayalım, Mehmet Ali Aydınlar henüz adaylığını bile açıklamamışken Sadri Şener’in adayı olmuştu. Başbakan’ın da adaylığını desteklediği düşünülen Aydınlar’ın herkesten önce desteklenmesi hamlesiyle Sadri Şener, yeni kurulacak federasyon yönetimi ve kurullarına dilediğince üye verebileceğini, kendi değimiyle ‘müdahil olacağını’ sanmıştı.
Aydınlar’ın yönetime iki değil bir tane Trabzonsporlu yönetici alacağını söylemesi Sadri Şener’le arasındaki iplerin gerilmesine yol açmış ve Trabzonspor’un önerdiği isimler listeye girmeyi reddedince, Aydınlar, Trabzonspor kanadından Erdal Atalay’ı yönetime almıştı. Sadri Başkan’ın ‘Ya Erdal Atalay istifa eder ya ben’ restinin hemen ardından
şike operasyonu patlak vermiş ve olay farklı bir boyut kazanmıştı.
Sonrasında yaşanan kaos, Mehmet Ali Aydınlar’ın istifa kararı almasına yol açmış ancak kendisini istifadan vazgeçirmeye çalışan ilk kişi yine Sadri Şener olmuştu. İki gün sonra Aydınlar’ın kararını yeniden değiştirerek istifa etmesi sonrası başkan, federasyon seçim sürecine müdahil olamadığını, hatta bu yüzden seçime girmediğini ve yaşanan gelişmelerin kendisinin haklılığını ortaya çıkardığını söylemişti.
Yeni seçim sürecinde Sadri Şener öncekinden farklı bir strateji izliyor. ‘Özerk’ Futbol Federasyonu seçiminde Başbakan’dan gelecek işaretin beklendiği bu dönemde Sadri Şener de işaret gelene kadar kimseye açık destek vermeyecek ve işaret edilen adayın listesine öncekinden daha temkinli bir şekilde müdahil olmaya çalışacak. Bu sayede müdahil olunamama durumunda federasyonla açık bir polemik yaşanmayacak ve Trabzonspor Yönetimi yıpranmayacak.

21 Şubat 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’İki tür insan‘’

Birincisi kendini Trabzonspor’un sahibi zanneden, ikincisi de Trabzonspor’a parasıyla başkan olabileceğini zanneden insan.
Maalesef ki birinci tür insandan mevcut yapıda bolca bulunmakta. Bu türün birtakım özelliklerine daha önceki yazılarımda değinmiştim... Önce bu iki tür arasındaki farklardan bahsedeyim:
Birinci tür genelde Trabzonspor’a geçmişte önemli hizmetlerde bulunmuş kişiler arasından biridir. İçindeki Trabzonspor sevgisi zamanla yerini iktidar hırsına bırakmıştır.
İkinci tür Trabzonspor’a ya sayılı hizmetlerde bulunmuş ya da daha önce hiç hizmet etmemiştir.
Birincisi kişisel olarak zengin değildir, ikincisi ise mutlaka zengin bir iş adamıdır.
Birinci tür ya yönetimde bulunmak ister ya da yönetimin mutlaka kendisine yakın insanlardan oluşmasını sağlamaya çalışır. Önemli olan başarılı olabilecek olanın seçilmesi değil, kullanılabilecek olanın seçilmesidir.
İkinci tür ise o kadar büyük bir Trabzonspor taraftarıdır ki; ya başkan olmak ister ya da yönetime girmez.
Birincisi bugüne kadar hiç eksik olmamıştır, ikincisi ise ya kongre ya da kriz zamanlarında ortaya çıkar.
Şike operasyonunun başından itibaren 6 ay geçmişken birileri kalkıp da röportaj verir, sadece eleştiri yapar ve yol göstermek, yardımcı olmaya çalışmak yerine ‘Ya kupayı alın ya da çekilin gidin’ derse, o işte bir iş var demektir. Bu kişi Trabzonspor taraftarını hiç anlayamamıştır. Ya da anlamak işine gelmemiş, eleştiri yapıyorum görüntüsünde niyet belli etmiştir. Dikkat etmekte fayda var...

Taraftar ne istiyor?

Trabzonspor taraftarı için hep sabırsız ve sonuç odaklı yakıştırması yapılır. Sabırsızlık zaten bölge insanının yapısı ancak, emeğe ve gösterilen mücadeleye karşı Trabzonspor taraftarı kadar saygı duyan ve sabır gösteren az sayıda taraftar vardır. Pek çok maç vardır ki Trabzonspor yenilmiş ancak sahadan alkışlarla ayrılmıştır. Yine pek çok maç vardır ki rakip, Trabzonspor’u yenmiş ya da yenilmiş ancak, gösterdiği mücadele neticesinde Avni Aker’den alkışlarla uğurlanmıştır.
Trabzonspor taraftarı yanlışlar içinde gelen başarılar sonrasındaki başarısızlıklara karşı sabırsızdır. Ve bir de mücadele etmeden kaybetmeyi hazmedememiştir geçmişten beri. Bu saha içinde de, dışında da hep böyle olmuştur.
Trabzonspor Yönetimi’nden bu süreçte beklenen, mücadeleyi elden bırakmamak ve doğru adımları atmaktır. Bir şampiyonluğu ikinci kez kazanma ihtiyacı doğmuştur. Bu sürecin sonunda taraftar, sonuç kadar verilen mücadeleye de dikkat edecektir.

06 Ocak 2012, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Karara saygılı olmak!‘’

Dava sonunda kimin beraat edeceğini kimin ne kadar ceza alacağını ise şimdiden bilmeye imkan yok. Ceza davalarında yüzde yüz şüphe de olsa, yüzde yüz kanıt olmadan herkes masumdur diyor hukukçular... Demek ki işin bu tarafı şüphelerden ve düşüncelerden çok kanıtlarla alakalı...

Sezon sonunda açıklanacak olan Federasyon kararı ise kulüpler ve Türk futbolunun geleceği açısından daha önemli. Bu soruşturmanın diğerinden farkı ise Federasyon’un, yüzde 1 şüphe olması durumunda dahi kulüplere ceza verme yetkisinin olması. Yani işin bu tarafı Federasyon’un düşünce ve kanaatleri ile alakalı...

Burada lobicilik devreye giriyor. Peki nedir bu lobicilik? Siyasi karar alma mekanizmasını etkilemek. Bu soruşturmada siyasi karar alma mekanizması federasyon olduğuna göre lobicilik;

Kulüpler Birliği’ni toplayıp, Fenerbahçe küme düşerse yanarız düşüncesini benimsetmek demektir. 400 sayfalık iddianamede 200 sayfa Fenerbahçe aleyhinde iddia varken, toplasan 10 sayfalık Trabzonspor aleyhinde olan iddialar karşısında, tam sayfa Fenerbahçe’nin suçlandığı iddiaları yayınlatırken tam sayfa da Trabzonspor’a yöneltilen suçlamalara yer ayırtma gücünü gösterebilmek demektir. Ben suçluysam herkes suçlu korkusunu yayabilmek demektir. Yönetim olarak yaptığın basın toplantılarıyla, çoğu suçlu olduğunu düşünse de, milyonlarca taraftarının başını öne eğmesini engellemek demektir. Gücünü göstermek, gücünle karar alacak olanları etkilemek demektir.

Peki, lobicilik ne değildir? Lobicilik, suçlandığın bir davada, ne kadar ak olduğunu düşünsen de susup; ‘Verilecek kararlara saygılıyız’ demek değildir. Hakkını yendiğini düşünen taraftarına, susarak, bekleyerek, acaba bir sıkıntı mı var endişesi yaymak değildir! Taraftarını, iddianameyi okuyup kulübüyle ilgili bölümleri kendisinin yorumlaması zahmetine sokmak demek değildir. 5 aydır devam eden davada ilk defa bir hafta önce, Kaya Çilingiroğlu’nun zoruyla ‘Geçen sezonun şampiyonu Trabzonspor’dur’ demek değildir.

Sürecin başından itibaren lobicilik faaliyeti yürütebilenler ve yürütemeyenler sayesinde gelinen nokta; Küme düşmenin de kaldırılmasının tartışmaya açılması olmuştur. Bundan sonra da ‘Kupa Fenerbahçe’de mi kalacak yoksa lig tescil edilmesin mi’ tartışması alevlenir. Trabzonspor verilecek olan kararı saygıyla bekleyedursun!

14 Aralık 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Benden söylemesi...‘’

Aslında etrafta olup biteni iki kelimeyle çok da güzel özetlese de kullanıla kullanıla esprilerde daha çok yer almaya başladı globalleşen dünya... Dünya globalleşince futbol da endüstriyelleşti haliyle... Endüstriyel futbol da pek sevildi. Başarılı bir tanım olmasına rağmen onu da her yerde kullanılmak yıprattı, önemini yitirmesine sebep oldu... Endüstriyel futbol olur da onun bir marka değeri olmaz mı? Tabii ki olur... Bu mu marka değerimiz, marka değerimiz yükseliyor, düşüyor, tavan yaptı, marka değerine yakışmadı falan derken onu da laçkalaştırdık sonunda...

20 sene önce, globalleşme yeni yeni filizlenirken, futbol daha endüstriyelleşmemiş marka değeri hayatımıza girmemişken yani ‘Paralı başkan’ dönemlerinde transfer nasıl yapılırdı? ‘Paralı Başkan’ gider bir futbolcuyu alır gelirdi. Yabancı bir futbolcu alınmış ve ona iyi de bir para ödenmişse taraftar olarak daha da heyecanlanır daha da iddialı olurduk... Sezon başlar ve futbolcu bekleneni veremez ise yuhalar, aldığı paranın hakkını vermiyor diye uçağa koyar yollardık... Sezon sonunda takım başarılı olamamış ise sırasıyla önce yönetim hocayı yollar, sonra taraftar yönetimi yollardı...

Biz dalga geçsek de dünya globalleşti, futbol endüstriyelleşti... ‘Paralı Başkan’ dönemleri geride kaldı. Yani? Her giden futbolcunun ardından küfür etmek yerine, neden ve nasıl gittiğini araştırır olduk... Bizim de gözümüz açıldı tabii; ‘Paralı Başkan’ dönemi de bittiğine göre, kulübümüzün parasınının nasıl harcandığına daha çok dikkat eder, ‘Futbolcu iyi fakat, verdiğiniz para babanızın parası mı?’ diye sorgular olduk... ‘Artık biz bile futbolcu takip edebilirken, siz nasıl olur da takip etmeden Jaja’yı alırsınız?’ diye eleştirir olduk.

Yaşadık öğrendik; ‘Filan futbolcu bana söz verdi, merak etmeyin bir yere gitmez...’ lafına inanmaz olduk. ‘Her seferinde aynı menajerle çalışma ısrarınız nedir?’ diye merak eder olduk...
Yani? Devir değişti, doğrular ve yanlışlar da çağa ayak uydurdu... Taraftar da öyle... Artık saha sonuçları belirlemiyor yönetimlerin kaderini, yönetim tarzları da bir o kadar önemli... İşte tam da bu yüzden, tarihinde ilk defa, sportif olarak çok da başarılı olan Trabzonspor’da yönetim bu kadar eleştiriliyor... Globalleşen dünyaya ayak uyduran ve endüstriyelleşen futbolda, olup biteni sorgulayan taraftar, yönetimden de daha fazlasını bekliyor... Benden söylemesi...

17 Kasım 2011, Perşembe 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Şakacı Başkan...‘’

Bursaspor beraberliğiyle Trabzonspor ise geçen sezonun ilk yarısında kaybettiği toplam puana ulaşmış oldu; 9... Mevcut durumu Sadri Şener’e sorsak Burak’ın ulaştığı gol sayısından ne kadar memnun olduğunu dile getirir. Şenol Güneş ise kaybedilen puanlara vurgu yapar. Çünkü biri için durum her zaman toz pembe, diğeri ise elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor.
CSKA Moskova maçı öncesi yapılan açıklamalarda Başkan; ‘Lider gidiyoruz, lider döneceğiz...’ demişti. Şenol Güneş ise en başından beri, “Grupta sonuncu da olabiliriz lider de bitirebiliriz” diyor... Sonuç malum; Trabzonspor lider gitti üçüncü döndü ama, hala lider de bitirebilir sonuncu da olabilir...

Trabzonspor, Bursaspor maçında 1 oyuncu değiştirebilmek için iki değişiklik yapmak zorunda kalıyor çünkü, anlaşılan, başkan Bursaspor’a kendilerine karşı oynatmama sözü vererek almış Volkan’ı. Durum Sadri Şener’e sorulduğunda, taraftardan tepki görmemesi için oynamayacağını söyleyip ‘Ben de Galatasaray’ın yerinde olsam Selçuk’u Trabzon’da oynatmam’ diyor. Başka bir deyişle topu taca atıyor. Maç bitiminde Volkan’ın neden oynamadığı Şenol Güneş’e sorulduğunda kendisinin de durumdan rahatsız olduğu anlaşılıyor.

Sadri Şener’in her uzatılan mikrofona yerli yersiz espri yapma eğilimi camiada rahatsızlık yaratmaya başladı. Özellikle muhalefetin en büyük kozlarından birini bu durum oluşturuyor. Haksız da sayılmazlar. Saha içinde gerçekte ne gibi sorunlar yaşandığını Şenol Güneş’ten en doğru şekilde öğrenebiliyoruz. Peki saha dışındaki gelişmeleri nasıl takip edeceğiz? Söylenenlerin doğru olmadığı sonradan ortaya çıktığında ya da şans eseri. Başkan’ın ‘imzalamadığım’ dediği belgeye imza atmış olduğu öğrenildiğinde, kulüpten, ‘O imza bir madde içindi’ şeklinde garip bir açıklama yayınlandı. Bu sonradan ortaya çıkanlardan.

Bir de benim şans eseri öğrendiğim bir gelişme var... Hatırlayın Trabzonspor’un HES Projesini... Hani Başkan’ın gururla bahsettiği, Trabzonspor’un geleceği dediği HES Projesi... Satılmış!

25 Ekim 2011, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Doğru adımlar‘’

Aradan on yıllar geçmiş olsa da akıllarda kalan bir kaç maçtan biri de Trabzonspor-İnter maçıdır. 28 yıl sonra yine 14 Eylül’de gelen bir İnter galibiyetiyle Şampiyonlar Ligi’ne ilk adımı atmak, hem geçmişi anmamızı hem de geleceğe daha umutlu bakmamızı sağladı. Trabzonspor taraftarlarının çoğu 28 yıl önceki kadroyu ezbere bilir. O zamanın şartlarında alınan galibiyet, Şampiyon Kulüpler Kupası kazanmayla eş değer bir başarıydı şüphesiz. Çarşamba akşamı alınan galibiyet ise, sadece bir başlangıç olmalı.
28 yıl önce alınan galibiyetin devamının getirilebilmesi zamanın şartlarını da hesaba kattığımızda zaten imkânsıza yakındı diyebiliriz. Peki ya şimdi? Bu sene en azından gruplardan çıkmak, seneye yine Şampiyonlar Ligi’ne katılmak, her seferinde bir adım daha ilerlemek bu galibiyeti abartmak mı olur? Hayır. Önemli olan sadece doğru adımları atabilmek...
En parlak zamanında yakalamamış olsak da, İnter galibiyetiyle, gruptan çıkmanın ihtimal dahilinde olduğunu daha net görmüş olduk. Bu aşamada Trabzonspor’un geniş sayılabilecek kadrosunun ve çokça tartışılan Play-Off sisteminin avantajlarını daha net görmeliyiz. Trabzonspor bu sezon iki kulvarda da değişik rotasyonlarla oynayabilecek bir kadroya sahip. Muhtemelen sadece bu sezon uygulanacak olan Play-Off sistemi ise ligde oluşabilecek kazaları, ligin sonunda telafi etme imkânı sağlıyor. Bu durum Trabzonspor’un bu sezonki en önemli şanslarından biri olarak görülmeli. Şenol ve Ünal hocalar bu durumun stratejik avantajlarından faydalanacaktır.
Trabzonspor alt yapısını güçlendirebildiği sürece her sezon bir öncekinden daha güçlü bir yapıya kavuşacaktır. Çarşamba akşamı sahanın tartışmasız en iyisi, takım kaptanı Tolga Zengin, ne yazık ki , Trabzonspor’un ilk onbirde forma giyen tek alt yapıdan yetişmiş futbolcusu. Bu durumun düzeltilmesi adına uzun vadeli adımların şimdiden atılması ise yönetime düşen en büyük görev.
Geçen sezonun devamı olarak bu sezon Trabzonspor için yeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Farkında olmalı, doğru adımlar atılmalı. Başarıyı alışkanlık haline getirmek de, on yıl sonra bu günleri anmak da Trabzonspor’un elinde...

17 Eylül 2011, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Benim yorumum‘’

Trabzonspor’a gelmeden önce belirtmekte fayda var; Fenerbahçe’nin aleyhine alınmış olan Şampiyonlar Ligi’nden men kararı sonrası federasyonun yüklü bir tazminat ödeyeceğini düşünüyorum. Bu, Fenerbahçe’nin suçlu ya da suçsuz olmasıyla alakalı bir durum değil, büyük bir hukuki hata.

Trabzonspor’un Şampiyonlar Ligi’ne alındığının açıklanması sonrasında Fenerbahçe camiasının “Trabzonspor da şüpheli değil mi? Madem öyle onlar şampiyonaya nasıl katılabiliyorlar?” sorusunun da haklı gerekçeleri yok değil. Tabi bunlar Trabzonspor’u değil federasyonu bağlayan eleştiriler...
Bunlar işin Fenerbahçe ile ilgili olan tarafları. Gelelim Trabzonspor’a...

Şampiyonlar Ligi’ne katılma hakkının verilmesi Trabzonspor camiasında haliyle sevinçle karşılandı. Devler Ligi’nde ilk kez mücadele edecek olmanın yanında ekonomik gelirler de Trabzonspor açısından çok önemli. Trabzonspor yönetiminin, ekonomik gelirlerin de rahatlığıyla, iki kulvarda birden yarışacak olan takıma takviyeler yapmak için kısıtlı bir zamanı oldu. Ve bütün mesai bu yönde harcanıyor. Hazırlıklar tamamlanıp da takım Şenol Güneş’e emanet edilir edilmez yönetimin önemle üzerinde durması gereken konu yine şike soruşturması olmalıdır.

UEFA’nın aldığı karar camiada ‘aklandık’ şeklinde yorumlandı. Trabzonspor yöneticilerinin ifadelerinden çıkardığımız sonuç da Trabzonspor’un suçsuz olduğu. İfadelerin de ötesinde operasyonun başladığı tarihlerde Sadri Şener’in yaptığı, “Biz şike konusunda önce taraftarımızdan ve camiamızdan korkarız” açıklaması da son zamanlarda kendisine en çok katıldığım açıklamasıdır. Zaten öyle de olmalı... Ancak bütün bunlar Trabzonspor’un hala şüpheli olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

Trabzonspor’un Şampiyonlar Ligi’ne katıldığının UEFA tarafından açıklandığı dakikalarda Federasyon Başkanı canlı yayındaydı. Malum soru kendisine sorulduğunda, “Haklısınız UEFA’ya onu da sorarız” şeklinde bir cevap verdi. Ali Koç da aynı konu hakkında federasyon yetkilileriyle yaptıkları görüşmede onlarında şaşırdıklarını Ali Koç’a ilettiklerinden bahsetti. Bütün bunları neden anlatıyorum?

Davanın ağırlığından olsa gerek, federasyonun son iki ayda bir çok tutarsız davranışına şahit olduk. Bunların sonucunda, “Orada 4-5 adamımız olsa böyle olmazdı...” yorumu da Sadri Başkana ait. Bütün bu tutarsızlıkları düşündüğümüzde, küçük bir ihtimal de olsa şüpheli olmanın getirdiği ceza alma riskine karşı, şike soruşturması başından sonuna kadar takip edilmelidir. Ayrıca belirtelim ki orada bir de şampiyonluk yatmaktadır...

31 Ağustos 2011, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hak mı hukuk mu?‘’

Dikkat ettiniz mi konuşurken hukuktan hiç tek başına bahsetmeyiz, hakkı da yanına yamacına yerleştiririz mutlaka. O yüzden bunları yazmam gerektiğini düşündüm. Bugün bir Trabzonsporlu olarak değil, herhangi bir takımın taraftarı olarak yazıyorum.

‘Şike olur da şikenin belgesi olmaz’ lafını defalarca duymuşuzdur çeşitli ağızlardan.

Şikenin belgesi olmazdı doğru, çünkü federasyonun ne telefon dinleme ne de polisin yürüttüğü operasyon büyüklüğünde operasyonlar yürütme yetkisi var. Maçlarda güvenliği sağlamak amacıyla bulunan polislerin masrafları kulüpler tarafından karşılansın tartışmaları devam ederken, federasyonun talebiyle polisin, yönetici ya da futbolcuları takibe almayacağı da gayet net bir durum. Sporda şiddet yasasının çıkması ve bu eylemlerin suç sayılması dolayısıyla biz de şikenin, teşvikin belgesini görür olduk nihayetinde...
Konu bu kadar büyük olunca ülke olarak komple tartışır olduk haliyle. Disiplin kurulu maddeleri gayet net, belgeler de gelince bu durumdan hangi kulüplerin ne ölçüde etkileneceğini hep birlikte göreceğiz.
Gayet net olan diğer maddeler de sporda şiddet yasasında belirtilenler. Asıl şiddetle tartışılması gerekenler de işte bu maddeler... Şike yapan bir kişinin 5 yıldan 12 yıla kadar ceza alması, bunu yapan yönetici ise cezanın yüzde elli oranında arttırılması caydırıcı mıdır? Evet. Peki, ne kadar mantıklıdır?
Katilin tecavüzcünün 5 bilemedin 15 sene yattığı ülkemde, suçlamalar doğru ise bir kulüp başkanı en az 60 sene ile yargılanacak. Bu size mantıklı geliyor mu? Her taraftarın tuttuğu takımın yöneticisinin de bulaşmış olması muhtemel bu şike ya da teşvik illeti yüzünden bugün bir kaç kişinin bu kadar ağır cezalar alma ihtimali sizleri de rahatsız etmiyor mu?

Şöyle düşünelim;

Türkiye kupası veya şampiyonluğu elinden alınan ya da şike yüzünden takımı küme düşen taraftar olabilirim. Bütün bunlar bir kenara, oynadığım bahis kuponu şike yapılan bir maç yüzünden tutmamış bir futbolsever de olabilirim. Bir sabah uyanıp bütün bu olayları görüyor sinirleniyorum, hakkımı aramak istiyorum... Cezaları öğreniyorum... Sonra düşünüyorum; Bütün bunlara değer mi? Ben hakkımı alayım diye başkalarının hayatları hapishane koğuşlarında geçecekse ben kazandığım hakkıma sevinebilecek miyim?

İlk önce tartışılması gereken konu hukuki cezalardır. Sonra diğer her şey halledilir. Ben vicdanım rahat bir şekilde suçlular cezasını çeksin diyemeyeceksem ne anlamı var haklı olmanın?

21 Temmuz 2011, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI