Arama

Popüler aramalar

‘’Siz tahmin edin!‘’

Futbolun beşiği derler ya; Evet orası... İki hafta önce lider bir ara 2-0 mağluptu. Ama pes etmedi. Ard arda kazanılan gollerle, kritik mücadeleyi lehine çevirmeyi bildi: 4-2 kazandı. Aynı dakikalarda lig ikincisi kendi seyircisi önünde 2-1 önde götürüyordu karşılaşmayı; Ama olmadı, tribünlerde ağlayanlar vardı; Maç 2-2 sona erdi. Bir hafta sonra ise lider kazandı, takipçisi bir gün sonra yine puanları ikram ederek yarışa pes etti. Hakemler mi? Kimse onlardan bahsetmedi. Lig ikincisinin hocası şampiyonu tebrik etti, sadece “Rakibimize yardımcı olanları da kutluyorum” dedi... Evet bildiniz, burası İngiltere...***Gurbetçilerimizin yıldızlaştığı bir lig; Haftasonu yine büyük sürprizler yaşandı. 2 hafta önce lider kaybetti, sonrasında takipçileri kazandı; Şampiyonluk yarışı iyice kızıştı. Aynı zamanda bir dev de kendi evinde yine hüsrana uğradı ama sezon zaten bu ekip için hüsranla sona erecekti. Geçen hafta da kritik maçlar oynandı. 3 ekibin de şansı hala devam ediyor. Kimse hakemleri konuşmuyor. Kendi takımlarıyla ilgileniyorlar. Çünkü şampiyon olmak istiyorlar. Rakiplerin ne yaptığı onları hiç ilgilendirmiyor. Yani disiplin var, yaygara yok. Evet, doğru tahmin ettiniz burası Almanya!***Dünya yıldızlarının boy gösterdiği bir lig; 33. haftada inanılmaz bir yarış sergilendi. Kıyasıya maçlar, müthiş bir gösteri. 3 takımın iddiası var, hatta dört... Lider son hafta kazandı, ikinci ve üçüncü sıradaki devlerin kapışması müthişti. Avrupa Ligleri’nin bu sezon tartışmasız en çok eleştirilen hocası herşeye rağmen takımını potaya soktu. O ülkede sadece bu konuşuluyor ve tartışılıyor. Birbirlerine sataşma yok. Hakemlerin üzerine fazla gidilmiyor. Herkes bu yarıştan zevk almaya çalışıyor. Konuşan, ağzından çıkanı biliyor, çizme aşılmıyor... Futbolu sahada konuşuyorlar... Bravo, burası İspanya!***Avrupa’da altyapıya en çok önem veren ülke. Bir çok dünya starı yetiştirdi futbol arenasında; Dananın kuyruğu son haftada koptu. 3 takım da aynı puana sahipti. Maçlardan önce en az favori olan takım, 1 gol averajla mutlu sona ulaştı. Buna rağmen ne hakemlere sataşıldı, ne de takımlar ve yöneticiler Fair - Play çerçevesinin dışına çıktı. Sadece bir oyuncunun teşvik priminden bahsettiği konuşuldu, sonra “şaka yaptım” dedi ve kimse aldırmadı. Teknik direktörler meslektaşlarını tebrik etti, başkanlar ve yöneticiler konuşmadı, kimse tahrik olmadı, spor ahlakının dışına çıkılmadı. Aslında zor değil bu ülkeyi tahmin etmek. Burası Hollanda...***3-5 yıl öncesine kadar Avrupa’da kalitesi en çok yükselen lig olarak gösteriliyordu; Önce kupa yarı final maçları oynandı. Kıyamet koptu; Ligin dibinde yer alan ekip, ülkenin 4. büyüğünü eledi. Diğer yarı final ise 2. dünya savaşını andırıyordu. Lig lideri ve ikincisinin arasındaki düello, kalite olarak üst düzeydeydi ancak son 5 dakikada herkes tekme tokat birbirine girdi. Kavga, soyunma odası koridorlarında devam etti, kardeş kardeşi, yandaş yandaşı tokatladı... Çünkü ülkenin büyük bir takımı elenmişti, kupadan. Bu mücadeleden sonra kimse futbolu konuşmadı. Ne mi konuşuldu; Şerefsizler ve Hırsızlar ön plandaydı... Devleti yönetenler ve futbolu yönetenler... Ardından aynı ikili bu defa ligde kozlarını paylaştı. Hakeden kazandı ama 90 dakika sonra yine bahaneler arandı. Ülkenin bir diğer devi, aynı hafta kendi seyircisi önünde puan kaybedince, şampiyonluk yarışında devre dışı kaldı. Bu takımın başkanı bir kez daha istifaya davet edildi, yönetim binasının girişindeki cam çerçeve aşağı indirildi. Kimse ders almıyor, bu düzende olayların sonu gelmeyeceğe benziyor. Bu çirkinliklerin hangi ülkede olduğunu söylemek istemiyorum! İçim sızlıyor! Siz tahmin etmişsinizdir...

09 Mayıs 2007, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Verelim coşkuyu...‘’

98 Dünya Kupası Elemelerinde Hollanda’yı ilk kez kendi sahamızda mağlup ediyoruz. Günlerden cumartesi, yer Bursa... Portakallar penaltı bile kaçırıyor. Ama ardından ne oluyor; Günlerden çarşamba yer İstanbul, Ali Sami Yen’de Belçika 3-1’lik skorla A Milli Takımımız’ı güzel bir rüyadan uyandırıyor. Bir diğer çarpıcı örnek ise EURO 2000 Elemeleri’nden; yine bir dünya devi Almanya’yı Bursa’da ağırlıyoruz. Yine Panzerler karşısında 1-0’la galip gelip o zafer sarhoşluğumuzla 4 gün sonra İstanbul’da Finlandiya 3-1’lik skorla boyun eğiyoruz... 2 şok yenilgi sırasında takımın başında Mustafa Denizli’nin olması mutlaka bir tesadüf...Gelelim bu dönemin senaryosuna. Macarlar’ı tarihimizde ilk kez yeniyoruz. Hem de Budapeşte’de. Peki yarın? Aman beyler! Sakın ha yapmayın! Bu defa rakip Moldova olsa da, tribünler boş olsa da, kadroda sıkıntımız, fazla sakat oyuncumuz olsa da! Aman ha!***Bir de Fatih Terim meselesine değinmek istiyorum. İstanbul’daki basın toplantısında bir meslektaşımızı şöyle güzel bir “haşlamasına” rağmen ona destek vermeliyiz. Kendisi istiyor da ondan. Aslına bakarsanız destek istenmez, alınır... Ben yine de verelim diyenlerdenim.Terim, “Nuri benim prensim, takımın beyni olacak. Korkmayacağım en önemli maçlarda onu sahaya süreceğim” dedikten sonra takımında oynamıyor diye Macaristan karşısında 18’e bile almamasına rağmen vermeliyiz...Terim, takımında yine oynamayan Can Arat’a milli takım formasını teslim ederken “Kendi takımında oynaması beni ilgilendirmez. Ben ona güveniyorum, o yüzden de formayı veriyorum” dedikten sonra yine genç oyuncuyu yedeğe çekmesine rağmen vermeliyiz...Gerçekten vermeliyiz, vermeliyiz ki coşkuyu, milli takımımız EURO 2004 ve Almanya 2006’yı es geçmesinin ardından EURO 2008 trenini kaçırmasın. İsviçre ve Avusturya’da yine Türk’ün gücünü göstersin... Ülkemiz için vermeliyiz! Hep destek tam destek...

10 Ekim 2006, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sadece galibiyet!‘’

İlk yarının son 5 dakikasına dek ne bir organize atak, ne bir gol pozisyonu, kocaman bir hiç... Ama rakip geldi 1 kez, hem de tam geldi. Torghelle, Gökhan Zan’ı ekarte ettikten sonra ortasıyla Gera buluştu, ama şutu üstten auta çıktı.Yüreğimiz ağzımıza geldi derken kulübede de hareketlilik vardı. Meğer Fatih hocayı saniye saniye görüntüleyen kameraman kablolara takılıp düşmüş. Sonra kalktı, ama yaygara devreye kadar sürdü!Sessiz sedasız bir ilk yarı derken gol geldi. İyi ki geldi. Aurelio’nun ortasına Hakan’ın kafa pası ve Tuncay’ın basketbol tabiriyle akrobatik Tip-İnn’i... Off! Nihayet!Buna gerçekten ihtiyacımız vardı. Hele bir de Gökdeniz, Kiraly ile karşı karşıya kaldığı pozisyonda farkı 2’ye çıkarsa, tam rahatlayacağız. İkinci yarıda, sanki oyuna daha hakimdik. Daha çok pozisyon bulduk, ama 2. golü atamadık. Macarlar’ın bir topu direkten döndü.Kalite açısından iyi bir mücadele değildi. Tamam, herkes iyi futbol bekliyor, göze hoş gelen oyun seyretmek istiyor, ancak şu an Ay-Yıldızlı ekibin sadece galibiyete ihtiyacı var. Özellikle de Macaristan gibi grupta normal şartlarda rakibimiz olamayacak ülkeler karşısında...Evet; dün istediğimizi aldık. Euro 2008 yolunda 2. maçımızda 6. puanımız. Çarşamba günü de Moldova’yı geçip 3’te 3 yaparsak, yolu yarılamış oluruz. Bu nedenle hani Terim istiyor ya, Milli Takımımız’ı desteklemeye devam edelim.

08 Ekim 2006, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’İstanbul is wonderful‘’

Ev sahibi takım tam 5 maçtır Devler Ligi’nde gol atamıyordu. Adalılar dün hemen bizimle bu orucunu bozdu. Karşılaşmada sadece 8 dakika geçmişti ki, Galatasaray defansının yaptığı basit hata yüzünden çok korktuğumuz o ilk gol malesef geldi.Liverpool, Galatasaray’ın üstüne gelerek, belki de bazı tecrübesiz oyuncuların da hatalarından faydalanarak farkı 2’ye çıkarmıştı. Aslında Galatasaray kötü oynamıyordu. Ama istediğimiz varyasyonları bir türlü yapamadık. Daha beterinden korkulduğu için defans sağlama alınmış, bir türlü orta sahada yardımlaşma yapılamıyordu. Bu nedenle de forvet gerektiği kadar desteklenemiyordu.İngiliz taraftarlarının arasında 3. gole de şahit olduk. Hem de ne gol. Düşünün; 2 metrelik bir adam, havaya zıplıyor ve yarım voleyi çakıyor... Eric Gerets galiba hatasını anladı, yalnızları oynayan Hakan Şükür’e destek olarak ikinci yarıda Ümit Karan ve Hasan Şaş’ı oyuna aldı. Sanki birden maç dönüverdi. Karan üst üste golleri atmaya başlayınca, Liverpool taraftarları ‘Come on’, ben ise ‘Karan’ diye haykırıyordum. Öylesine iyi oynuyordu ki Galatasaray, sanki beraberlik de gelecekti. Ama olmadı. Kale arkasında yaklaşık 2 bin 500 Sarı-Kırmızılı taraftara yazık oldu.Liverpool taraftarının maçtan önce ‘You will never walk alone”, maçtan sonra ise ‘İstanbul is wonderful’ şarkıları kulağımıza öyle hoş geliyordu ki, onları uyarmak zorunda kaldık. Çünkü Liverpoollular şimdiden “İstanbul’da olmaktan büyük zevk alacağız” diyorlardı. Ben de onları uyardım: Sakın arabayla gelmeyin!

28 Eylül 2006, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zeki, çevik ahlaklı...‘’

H H HBu defa yolu Başkent’ten geçmiş. Geleceğini parlak görenler ona çok güvenmiş, olağanüstü yetkilerle görev vermiş. Gerçekten de oynattığı futbolla alkış almış. Ancak evinde teşvik primi dağıtıp dibe batmış.H H HPara uğruna, Ankara’nın diğer bir takımı Gençlerbirliği’ne yatay geçişle uzanmış. UEFA Kupası’nda Avrupa’ya ismini duyurmuş. Camsız ekmek arabasıyla randevuya götürülüp, Fenerbahçe koltuğu için pazarlık yapmış.H H HBir Anadolu ekibine şampiyonluk tattırmak üzereyken “Federasyon önümüzü kesti” sözlerinin hemen ardından milli takımla sözleşme imzalayıp “Kazanınca üzüleceğimiz, kaybedince sevineceğimiz bir takım yaratacağız” demiş.H H HAvustralya kampı sırasında medyaya hoş görünmek için “Hakan takımın yıldızı, ondan asla vazgeçmeyeceğim” demesine rağmen, sadece 1 ay sonra “Sistemime uymuyor” açıklamasını yapıp, kadroya Ersen Martin’i almış.H H HSık sık Avrupa’da maç izlemiş. Hatta İnter’i o kadar çok seviyormuş ki, Emre’nin sakat olduğu dönemde bile Milano’daymış. Vefasızmış da! Münih gecelerini kendisine tanıtan Türk dostunu bir daha aramamış.H H HYardımcılarını hiç dinlemezmiş. Kadroyu kendisi kurar, oynatacağı futbolcuları her dönemde kendisi belirlermiş. Bu yüzden dostları da onun gerçek yüzünü görüp, bir süre sonra yalnız bırakmış.H H HAma o yılmamış, büyük bir markaya sırtına dayayıp, devlere kök söktürmeye devam etmiş. İsmi ön plana çıktığında sert çıkışlarını tekrarlamış, sanki geçen yıllar ona hiç ama hiç bir şey öğretmemiş.H H HUnutmadan...Ulu Önder Atatürk ne demiş: Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklasını severim...

21 Eylül 2006, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zidane'ın hediyesi‘’

Hele bir de yaşlı kurtun oynamadığı maçta Horozlar’ın Togo’yu 2-0’la geçmesi yıldız oyuncuya düşman olanların ekmeğine yağ sürmüştü. Zidane, ikinci sarı kartını görüp oyundan alındığında eminim kendisi de Fransa’nın finale kalacağını hiç aklına getirmemişti. Peki ya, finalin uzatmalarında rakibine kafa atıp kırmızı kartla kariyerini noktalayacağını.Zidane’ın Almanya’daki önlenemez yükselişi dünkü final gecesinde de sürmüştü. Tecrübeli futbolcu oyunu o kadar iyi yönlendiriyordu ki, penaltı gölü bu performansın yanında gölgede kaldı. Zaten Materrazzi’nın mükemmel kafa şutu durumu eşitleyince ister istemez bir mucize daha bekliyordu futbolseverler ondan: Son bir kez daha Zizou maça ağırlığını koydukça, Fransa İtalya’nın üzerine gidiyordu. Özellikle ikinci yarıda İtalya tamamen kendi sahasına çekildi ki, bu Çizme’nin işi uzatmaya götürmek istediğinin işaretini veriyordu. Yine de çeyrek final ve yarı final karşılaşmalarına nazaran, dün iki takım da sahaya futbol oynamak için çıkmıştı. Kısacası her iki ülke futbolcuları da gol atıp, işi 90 dakikada bitirmek için ellerinden geleni yaptı.Fransa’da Abidal sol kanattan yaptığı bindirmelerle yıldızlaşırken, Ribery orta saha ve forvet arasındaki köprüyü iyi kurdu, zaman zaman inanılmaz kişisel becerileriyle kaleci Buffon’a zor anlar yaşattı. İtalyan ekipte ise 100. maçına çıkan Cannavaro 90 dakikayı yine hatasız tamamlayıp Henry’ye adım attırmazken, bu turnuvada dörtlü defansın önünde sigorta görevini üstlenen Gattuso ikili mücadelelerdeki inatçılığıyla rakibin belası oldu.Ama daha önce de dedik ya, Almanya 2006 pozitif futboldan uzak, sönük bir şampiyona olarak tarihe geçecek. Dünkü finalin de uzatmalara gitmesi bunun en önemli göstergesiydi.Uzatmaların ilk 15 dakikasında Zidane’ın şahane kafa vuruşu ve Buffon’un aynı güzellikteki kurtarışı dışında pek fazla aksiyon göremedik. Sanki bu Avrupa derbisi de penaltılarla sona erecekti. İkinci uzatma dakikalarında Zidane’nın milli kariyeri maalesef bir skandalla sona erdi. Şimdi Zizou gibi bir adam, kendisine küfür edildiğinde rakibine kafa atıp, ülkesinin menfaatlerini bir saniyede kenara atabiliyorsa söylenecek başka bir şey yok. Penaltı atışlarında İtalya, kaledeki kahramanı Buffon ile daha avantajlı gözüküyordu. Çünkü Barthez bu konuda tecrübeliydi ancak Zidane, Vieira ve Henry gibi üç usta penaltıcsı kenarda olan Fransızlar birden ağır yükün altına girmek zorunda kaldı.Evet bana göre İtalyanlar’ın kupayı kazanmasında iki önemli faktör daha vardı. Birincisi, Fransa Teknik Direktör Domenech, dünkü basın toplantısında Çizme’yi o kadar çok gerdi ki şu cümleleriyle: “Bu maç bizim için bir final değil. Evet, önemli bir maç ancak en fazla diğer oynadığımız maçlar kadar önemli. Bu yüzden maçımızı oynayacağız ve sessizce tatile gideceğiz!İkinci olay ise genel af; İtalya Hükumeti, Dünya Kupası’nı kazanacağını düşündüğü takım oyuncularına genel bir af getirmek istiyordu. Herhalde bu zaferden sonra Juventus skandalı da bir afla hasıraltı edilecek, takım kupa sevincini doyasıya yaşayacak.

10 Temmuz 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ders almalıyız‘’

Futbol açısından birhayli sönük geçen bu şampiyonanın ardından bizlerin bazı konularda ders alması gerektiğini düşünüyorum.En önemlisi futbolun bir eğlence, bir oyun olduğunu artık iyice öğrenmeliyiz... Bu turnuvada hak etmediği halde veya inanılmaz hatalar sonucu çok önemli futbol ülkelerinin elendiğine şahit olduk. Ev sahibi Almanya, İtalya’ya son dakika golleriyle boyun eğdiğinde stadı dolduran binlerce seyirci ellerinde bayraklarla onları kahramanlar gibi uğurladı. Üzüldüler, ağladılar, sonucuna katlandılar. Kısacası yenilenler, elenenler gözyaşlarıyla veda etti, rakipleri tarafından teselli edildi. Bir tek maç sonunda kavga çıktı, ona da FIFA el koydu, kavgacıları cezalandırdı. Evet, sonuç ne olursa olsun artık kavga (!) etmemeliyiz mağlubiyeti içimize sindirmeliyiz.2006 Dünya Kupası, kuşkusuz müthiş hakem hatalarıyla da tarihe geçecek. Rus Ivanov, Hollanda-Portekiz maçında şov yapayım derken maçı, tabiri caizse sarı kırmızıya boyadı. Ardından ülkesine dönüş biletiyle ödüllendirildi! İtalya, Avustralya karşısında uzatmalarda kazandığı tartışmalı penaltı ile yoluna devam ederken, bu pozisyonda hakemin önünde meydana gelen yanıltma, futbol otoritelerince ayıplandı. Demek ki dünyanın neresinde olursa olsun, hakemler ne kadar kritik maç yönetirse yönetsin, hata yapabiliyorlar. Çünkü onlar da insan... Demek ki, biz de Türkiye’de bu gibi hataları hoşgörüyle karşılayıp hakemlerimizin üzerine fazla gitmemeliyiz, onları rahat bırakmalıyız...Bu şampiyonada en önemli göze batan olay ise yıldızların ön plana çıkmamasıydı. Takımlarını bir üst turlara kadar sürükleyecek, hatta final oynatacak performanslarıyla göz doldurmaları beklenen süperstarlar hayal kırıklığı yarattı. İlk akla gelen isim ise Ronaldinho. Herkes sambacıdan harikalar beklerken, o bir an bile parlamadı. Barcelona formasıyla adeta bir sihirbaz olduğunu kanıtlayan yıldız oyuncu, burada bir mum gibi söndü adeta. Demek ki hep iyiler kazanmıyor. Doğrusu iyi bir takımın varsa, takım oyunu oynuyorsan kazanıyorsan. Kişisel becerilerle bir yere kadar, ancak takım halinde mücadele ediyorsan başarı kendiliğinden geliyor. Tıpkı İtalya ve Fransa gibi. Yaş ortalaması en yüksek iki ülke oyuncuları bu takım oyununun örneklerini o kadar iyi ortaya koydular ki, kimse onların bileğini bükemedi...Evet bizlerin önünde 2008 Avrupa Şampiyonası Grup Eleme maçları var. Bu turnuvadan umarım bir çok ders almış oluruz ve tıpkı 90’ların sonu ve 2000 yıllarının başında olduğu gibi yeni ve savaşan bir jenerasyonla Türkiye, Dünya Futbol Arenası’nda başarıyla temsil ederiz.

08 Temmuz 2006, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tecrübe gerek!‘’

Grubunda Togo’yu zor mağlup eden, Güney Kore ve İsviçre ile berabere kalan Horozlar tam bir takım örneği göstererek bileğinin hakkıyla Berlin vizesini aldı. Gerçi ilk yarı final karşılaşmasından çok daha iyi bir karşılaşma izlemedik, ancak inanan taraf yine Fransa’ydı ve tecrübesiyle rakibini alt etmeyi başardı. Burda tabii yine Zidane ön plana çıktı. Çünkü takımını o yönlendiriyordu. Portekiz ona çok iyi markaj uygulasa da tempoyu yürüten ve daha çok gol pozisyonuna giren Fransa’ydı. Burda en önemli konu turnuvanın başından beri Fransa’nın gittikçe yükselen form grafiği. Herkes onları eleştirirken onlar daha iyi futbol oynamayı başardı. Ve daha önce de dediğim gibi tecrübeleriyle rakiplerini birer birer saf dışı bıraktı. Sizlere ilginç bir istatistik vermek istiyorum: Çeyrek finale kalan takımların arasında yaş ortalaması en yüksek iki takım Berlin’de kupa için mücadele edecek. İtalya 28.21, Fransa ise 29.36 yaş ortalamasıyla doğal olarak tecrübelerini ortaya koydular. Demek ki, takım olmak başarılı olmak için en önemli etken. Kısacası iki üç yıldızınız varsa tur atlamak için, takımını sürüklemek için malesef yetmiyor. Tıpkı herkesin beklentisinin aksine Ronaldinho’nun Brezilya’yı taşıyamadığı gibi. Ben en çok ‘Big Phil’e üzüldüm. Çünkü Scolari kırılması güç bir rekora imza atacaktı eğer finale kalmış olsaydı. Biliyorsunuz 2002 Dünya Kupası’nda kupaya uzanan Brezilya’nın başındaydı, 2004’te ise Avrupa Şampiyonası’nda Portekiz’i finale taşıdı. Tatsız tutsuz geçen çeyrek final ve yarı final maçlarının ardından artık herkesin beklentisi futbolseverleri memnun edecek bir final gösterisi. Uzun zamandır başarıya aç olan İtalyanlar’ın ve inadına kupaya göz dikmiş olan Fransızlar’ın bu isteği yerine getireceğini umuyoruz.

06 Temmuz 2006, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI