Arama

Popüler aramalar

‘’Şimdi hesap görme zamanı‘’

Şampiyonlar Ligi kura çekiminde Sevilla çıktığında doğrusunu isterseniz, bu eşleşmeden hiç hoşlanmamıştım.
Sevilla gibi iki sezon üst üste UEFA Kupası’nı kazanmış, üst düzeyde takım oyunu oynayabilen ama buna karşılık önemli yıldızları da olan bir takım ile karşılaşmak fikri beni ürkütmüştü.
Maçlar oynanınca gördük ki, Fenerbahçe ile Sevilla arasındaki boy farkını kapatan şey, bazı oyuncuların olağanüstü performansları oldu.
Uğur Boral’ın iki maçta da rakibin sağ kanadını oyuna çıkmaya korkar hale getirmesi, Gökhan Gönül’ün özellikle ikinci maçta, maçın çok başında sarı kart görmüş olmasına rağmen, Avrupa’nın en iyi kanat oyuncularından biri olan Capel’i sahadan silmesi, ilk söylenmesi gereken şeyler.
Deivid’in kendi ortalamasını çok gerilerde bırakan oyununun hem skor açısından katkısı hem de Alex’i rahatlatması da unutulmamalı.
Birçok eleştirmenin Kezman ile ilgili olarak Sevilla maçı sonrasında yazdıklarına da katılmadığımı belirtmeliyim.
Kezman, Sevilla maçındaki önemli isimlerden biriydi. Bir yandan rakibin iki stoperinin oyuna çıkmasını engelledi, diğer yandan özellikle Semih’in oyuna girişinden sonra çapraz koşularıyla rakip defansı oyaladı.
Sevilla’nın dakikalar ilerledikçe girdiği panikte bunun önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum.
Selçuk ve Aurelio da iki maçtaki performansları ile çeyrek finali getiren kilit isimlerden olmayı başardılar.
Volkan için ise ayrı bir paragraf açmak gerekli.
Maç başlar başlamaz yenen iki golde hatalı olduğuna kuşku yok.
Ama sonra kendisini çabuk toparladı. Bu toparlayışta, Fenerbahçe’nin muazzam mücadelesinin de rolü vardı elbette.
Fenerbahçe öylesine bir direniş gösterdi ki, neredeyse maçın 65. dakikasına kadar Sevilla’nın Fenerbahçe kalesini tutan doğru dürüst bir şutu bile olmadı.
Volkan, bunu iyi değerlendirdi. Kendini toparladı ve penaltı atışlarında da rakipleriyle “hesaplaştı”.
Bu sonuçtan sonra Zico’nun da stajyerlik süresinin sona erdiğini söyleyebiliriz.
Zico’nun sükûneti ve kendine güveni takımına da yansımış.
Şimdi en çok duyduğum soru şu: “Çeyrek finalde kimi istiyorsun?”
Doğrusunu isterseniz “kim çıkarsa çıksın fark etmez” diyemeyeceğim.
Bence Türk futbolu adına görmemiz gereken üç hesap var.
Biri İnter ile Fenerbahçe arasında, Milano’da oynanan maçın hesabı.
Diğeri Porto-Schalke maçının galip gelecek tarafı ile açık bulunan hesap. Birisi Beşiktaş ile diğeri Fenerbahçe’nin iki sezon önceki Şampiyonlar Ligi hesabı ile ilgili.
Ben derim ki, bu üç takımdan birisi çıksa da bir de yarı final maçı seyretsek, ne kadar güzel olur!

06 Mart 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Semih-Kezman ikili oynayabilir mi?‘’

Semih-Kezman ikili oynayabilir mi?
Bu sezon, oyunu ciddiye aldığı zaman Fenerbahçe’nin neler başarabileceğinin birçok örneğini gördük.
İstanbul’daki İnter maçı ile başlayan, PSV ve CSKA maçlarıyla devam eden bir süreç bu.
Fenerbahçe’nin puan kaybettiği maçlara ve o maçlardaki rakiplerinin bugün lig içindeki sıralamalarına bakacak olursanız bu görüntü bütün çıplaklığı ile görülüyor.
Fenerbahçe’nin ligin ilk beş sırasında yer alan takımlardan sadece 5. sıradaki Kayserispor’a yenildiğini ve o maçtaki yenilginin başkahramanının da Fenerbahçe 1-0 öndeyken, daha karşılaşmanın başında hatalı bir karar ile takımı 10 kişi bırakan hakem olduğunu hatırlayalım.
Son Gaziantep ve Sivas deplasman galibiyetleri de aynı çerçeve içinde değerlendirilmeli.
Bütün bu serinin bir ortak özelliği daha var: Fenerbahçe, bu maçların hiçbirinde “dan-dun” oynamadı.
Toplar defanstan bilinçli olarak, ayağa paslarla çıkarıldı, geri dörtlünün iki kanadı da atağa çıktı, yüksek pas yüzdesi sayesinde kontrataklarla karşılaşılmadı. Böyle olduğu zamanlarda da orta sahaya çok yaklaşan defans bloğu ve orta sahanın iki süpürücüsü atakları kolayca kesebildiler ve rakiplerine çok az gol pozisyonu verdiler.
Fenerbahçe’nin puan kaybettiği maçlardaki tablo ise bunun tam tersiydi.
Takım topu ileride tutamadığı zaman kalesinde çok sayıda gol pozisyonu gördü.
İlk beşin en çok gol atan ama buna karşın en çok gol yiyen takımının Fenerbahçe olmasının nedeni de buydu.
Bu genel girişi yapmamın nedeni Kezman’ın, son iki maçtır yükselen formuna bakarak Semih-Kezman ikilisinin birlikte oynaması gerektiğini ileri süren yorumlar.
Kimse “Kezman tek forvet oynasın” diyemiyor, çünkü onun kaleye sırtı dönük olarak top tutamadığını ve defanstan atılan topların duvara çarpmış gibi geri geldiğini herkes biliyor.
Demek ki şimdiki sorumuz Semih ile Kezman, birlikte ikili forvet oynayabilir mi?
Fenerbahçe’nin bu kadrosunun, böyle bir ikili forvete izin vermediğini düşünüyorum.
Forveti ikilemek demek, orta sahayı dörtlemek demek ki Alex ve Deivid’in de sahada olduğunu hesaba katarsanız, bunun bir tek sonucu olur: Fenerbahçe, orta sahada top tutamaz, rakibe basamaz, Selçuk ve Aurelio (ya da yerlerine oynayacak öteki oyuncular) geriye yaslanmak zorunda kalırlar.
Fenerbahçe’nin bu kadro yapısı dikkate alındığında Kezman’lı oyundan vazgeçmesi gerekiyor.
Ya da Kezman-Semih ikilisi forvette olacaksa, Alex’ten vazgeçilemeyeceğine göre Deivid’in yerine oyunun iki yönüne de katkısı olacak güçlü bir oyuncu gerekiyor.
Bunun dışındaki her çözüm macera aramak olur.

Sivas seyircisini kutluyorum
Sivasspor-Fenerbahçe maçını televizyondan seyrettim.
Kameralar, tribünleri gösterirken “acaba yanlış mı görüyorum” diye kendimden kuşkulandığım sahneler oldu.
Kırmızı-Beyaz kaşkoller, bayraklar ve şapkaların arasındaki Sarı-Lacivert renklerden söz ediyorum.
Maçı Sivas’ta izleyen gazeteci arkadaşlarımızın anlattıklarına göre tribünlerin bir çok yerinde bu görüntüler varmış.
Futbolun bir oyun olduğunu ve hep birlikte zevk alınabileceğini gösterdikleri için Sivas seyircilerini kutluyorum.
Maçtan önce Sivas sokaklarında, Fenerbahçeli taraftarların hiçbir müdahale ile karşılaşmadan dolaşabilmiş olmaları bu tablonun bir tesadüf olmadığını da ortaya koyuyor.
Darısı bütün stadlarımızın ve kentlerimizin başına!

Maldonado ne kadar gerekliydi?
Fenerbahçe’nin orta saha oyuncusu Maldonado’yu neden transfer ettiğini anlayabilmiş değilim.
Alex “Türkiye’de böylesi yok” diyor. Haklı da olabilir. Maldonado’yu seyretmediğimiz ve Zico’nun onu nasıl kullanacağını bilemediğimiz için bir şey söylemek erken bir yorum olur.
Ancak şunu biliyorum: Fenerbahçe’nin orta sahada oyuncuya ihtiyacı yok!
Selçuk, Deniz, Aurelio, Kemal, Uğur, Deivid ve Vederson bu sezon bu takımın orta sahasında görev yapan oyuncular. Appiah sakatlanmasaydı, bu listeye onu da ekleyecektik.
Fenerbahçe’nin asıl sorunu oyunun iki yönünü de oynayabilme kapasitesi olan kanat oyucusu eksikliği.
Uğur, Vederson ve Deivid ile bu sorun çözülmeye çalışılıyor ancak olmuyor.
Özellikle sağ kanatta defansın önünde oynayacak, orta sahada savunmaya yardım edip, ileriye de takımı taşıyacak bir oyuncu yok. Sol kanattaki Vederson ile Uğur’un ne kadar yeterli olduklarını tartışmak da mümkün.
Bir transfer için para varsa bunu harcayacağımız yer o mevkiler olmalıydı.

31 Ocak 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Taraftar haklı'‘’

Seyirci artık bu takımın oyunundan zevk almıyor, en basit paslarda hata yapılınca çileden çıkıyor. Taraftarı yeniden tribüne çekmek için görüntüyü değiştirmek gerek. Bunun yolu da transferden geçiyor.

Fenerbahçe, ikinci yarıya hazır mı?
Aslına bakarsanız bu üç maçtaki performans, sezonun ilk yarısının üç maçındaki performanstan pek farklı değil. Yani bu sonuçlara bakarak “Fenerbahçe hazır değil” diyebilmek mümkün değil. Öte yandan “hazır” diyebilmek de mümkün değil. Bu, iki sezondur süren bir sorun. Özellikle önemsenmeyen, “nasıl olsa kazanırız” havasında oynanan maçlar için bu sorunun varlığından söz edebiliriz. Sorunun esası, Fenerbahçe’nin komple bir takım olamamasından kaynaklanıyor. Oyuncuların bireysel yeteneklerini, o maçta nasıl sergileyebildikleri ile sınırlı bir performans var ve bunu değiştirmesi gereken kişi, ne yazık ki bunu yapabilecek bir futbol anlayışından gelmiyor. Çünkü Zico, oynadığı dönemde bir dünya yıldızıydı ve bireysel performansların, takım oyunundan daha önemli görüldüğü bir futbol ülkesinden geliyor.

Son maçlarda seyirci sayısında ciddi bir düşüş gözleniyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Fenerbahçe seyircisi artık bu takımın oyunundan zevk almıyor. Takım laubali ve rölantide oynadıkça, en basit paslarda bile hatalar yapıldıkça çileden çıkması normal. Seyirciyi yeniden tribüne çekmek için de bu görüntüyü değiştirmek gerek. Oyun düzenini değiştirmek kısa vadede mümkün olamayacağına göre yapılması gereken, yeni transferlerle yeni bir heyecan yaratmaktır. Bir de şunu unutmamak gerek: Fenerbahçe taraftarı, Süper Lig’in en yüksek bilet bedelini ödeyerek maça gidiyor. Bunun karşılığını istemek de bir tüketici olarak hakkıdır. Eskinin “yenilsen de yensen de” şarkıları güzel şarkılardı ama günümüz futbol seyircisi, ödediği paranın karşılığını istemek hakkına sahip. Herkes Fenerbahçe’nin ticari başarılarından söz ediyor. Unutulmamalı ki, Fenerium’u bu hale getiren, taraftarın Fenerbahçe sevgisidir. Profesyonel olarak haklarını son kuruşuna kadar zamanında alan futbolculardan bunun karşılığını talep etmek de taraftarın hakkıdır. Kimse kırılıp, gücenmesin.

Sizce Semih mi, Kezman mı ilk 11’de oynar?Fenerbahçe’nin bugünkü oyun düzeni sürdüğü müddetçe oynaması gereken forvet Semih olur. Kezman, bu tür bir oyunun santrforu değil. Kezman’ı, dünyanın önemli takımlarına transfer ettiren şey, ceza sahası içindeki bitiriciliği ve kolayca tutulamıyor olmasıydı. Ama Fenerbahçe şu anda böyle oynamıyor. Kezman, tek başına ileride ne top tutabiliyor, ne de kendisine atılan topları arkadan gelenlere indirebiliyor. Bu oyun düzeni içinde benim favorim Semih’tir. Eğer ikinci bir forvet oyuncusu alınacak ve bu ikisi Kezman ya da Semih ile birlikte sahada olacaksa, onun da Mehmet Yıldız gibi bir oyuncu olması gerekiyor.

Fenerbahçe’nin futbolu, Alex’e mi bağımlı?
Evet çok bağımlı. Daha önce de söylediğim gibi Fenerbahçe’nin bir takım olamamasından kaynaklanıyor bu. Takım olunamadığı zaman, oyuncuların bireysel yetenekleri öne çıkıyor ve Alex de bugünkü Türkiye Süper Ligi’nde oynanan futbola göre birkaç gömlek büyük bir oyuncu. Bu sorunu çözmesi gereken kişi de teknik direktördür. Alex’in yeteneklerinden yararlanırken, geride kalan “Kızılderililer”in iyi bir takım oyunu oynayabilmelerini sağlamak onun işidir.

19 Ocak 2008, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kaptan Alex olmayınca‘’

Şükrü Saracoğlu’nda dün, ligin birinci yarısı nasıl başladıysa, ikinci devresi de öyle başladı. Fenerbahçe maçı kazanmak için hiçbir şey yapmadı. Büyükşehir Belediye, tıpkı ilk karşılaşmada olduğu gibi çalıştı ve 1 puandan fazlasını da hak etti. Fenerbahçe’nin ara transfer döneminde hiçbir şey yapmamış olması, Fenerbahçe yönetiminin takımdan memnun olduğunu gösteriyor. Eğer bu takımdan memnunlarsa, Fenerbahçe’nin sezonu Avrupa Kupaları’na bile katılamadan tamamlamasına da razılar demektir. Çünkü Sarı-Lacivertliler’in oyunu, Kayserispor ile oynanan kupa maçından hiç farklı değildi. Ortaya çıkıyor ki, Alex olmadığı zaman Fenerbahçe diye bir takım da yok. Alex olmadığı zaman Fenerbahçe ne yapacağını bilemeyen bir takım görünümünde. Ne oyun kurabiliyor, ne pozitif bir iş yapabiliyor ne de gol pozisyonuna girebiliyor. Dünkü maçın Büyükşehir tarafından farklı olarak kazanılmaması, sadece tesadüfle açıklanabilir. Bu maçtan sonra şunu söyleyebiliriz ki, Fenerbahçe’nin Sevilla karşısında işi çok zor. Bu oyun düzeni ve bu oynama isteği eğer Sevilla karşısında da tekrarlanırsa Fenerbahçe’nin başına da, Beşiktaş’ın yaşadığı Liverpool macerasının bir benzeri gelebilir.

14 Ocak 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe'nin iki transfere ihtiyacı var‘’

Fenerbahçe’nin iki transfere ihtiyacı var
Gazeteler, her transfer mevsiminde olduğu gibi yine transfer haberlerinden geçilmiyor. Beşiktaş bir kez daha bu dönemin şampiyonu olacak gibi... Holosko, kişisel görüşüme göre büyük takım oyuncusu olmak için daha pişmesi gereken bir oyuncu. Beşiktaş’a karşı kendi sahalarını daraltarak oynayan rakipler karşısında nasıl bir performans göstereceğini merak ediyorum. Ancak başka bazı yazarlar gibi bu transferin tümüyle gereksiz olduğu kanısında da değilim. Beşiktaş’ın ciddi bir forvet sorunu var ve Holosko eğer bizleri yanıltırsa iyi bir çözüm olabilir. Anlayamadığım konu Beşiktaş’ın kadrosunda bu kadar stoper varken yine bir stoper peşine düşmesi. Gazetelerdeki haberlere bakılırsa Beşiktaş bir de yabancı stoper alacakmış.
Galatasaray da bu ara transfer döneminde hareketli bir görüntü çiziyor. Kaleci konusunda sorunları olduğunu düşünüyorum. Ancak gelecek olan kalecinin de öyle süper star olmadığı gerçeğini unutmamak gerek. Eğer gerçekten dünya çapında bir kaleci alınmayacaksa, kadrodaki genç kalecilere yazık değil mi?
Rakipleri son derece hareketli görünürken Fenerbahçe’nin sessiz kalması da ilginç bir durum! Kim bilir, belki de artık bu tabloya alışmamız gerekiyor. Aziz Yıldırım’ın gerçekten büyük bir isim olmadıkça transfere sıcak bakmadığı anlaşılıyor ki, Fenerbahçe’nin kadrosuna bakılırsa bu o kadar da yanlış bir tutum değil.
Ancak unutulmaması gereken bir durum var ki, o da Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi hedefleri ve Türkiye’de de unvanını koruma gerekliliği. Gerçekçi olmak gerekirse, Fenerbahçe’nin bugünkü kadro yapısı ve oyun düzeni içinde Şampiyonlar Ligi’nde ilerleyebilmesi, ancak kadronun olağanüstü bir performans göstermesi ile mümkün olabilir.
İstanbul’daki Inter maçı ve PSV maçlarındaki gibi, kendi standartlarının üzerine çıkabilen bir Fenerbahçe’nin şansı olur. CSKA maçlarındaki ve Milano’daki Inter maçları düzeyindeki bir performans (ki bu performans Fenerbahçe’nin ortalama performansıdır) ile tur geçmek mümkün olamaz.
Bu nedenle transfer yapılacak ise bütün kadroyu değiştirmek mümkün olamayacağına göre Türkiye’deki hedefler için yapılacak.
Fenerbahçe’nin orta sanın sağ kanadında oyunun iki yönünü de oynayabilen bir oyuncuya ihtiyacı olduğu çok açık. Zico’nun, Deivid ısrarının doğru bir çözüm olmadığı görülüyor. Deivid sık sık yerini kaybediyor, savunmaya yardım edemiyor. Yüzü kaleye dönük olduğu için hücumda daha etkili olabiliyor, ama Gökhan Gönül’ün ilk yarıdaki olağanüstü performansı olmasaydı, sonuç ne olurdu, üzerinde ciddiyetle düşünmek gerek.
Aynı sorun Vederson ve Uğur Boral’ın dalgalı verimleri nedeniyle sol kanatta da yaşanıyor. Ancak bunun çalışarak çözümlenebilir bir sorun olduğunu düşünüyorum.
Ve elbette bir de Kezman sorunu var. Kezman kendisini kanıtlamak zorunda olan bir futbolcu değil. Ancak Türkiye’de şu ya da bu nedenle eski halinden uzak bir görüntü çiziyor. Kendine güvenini kaybetmiş, yılgınlığa düşmüş bir hali var. Ya Kezman’daki bu psikolojik sorun giderilmeli ya da yerine uzun maraton için ihtiyaç duyulacak bir santrfor alınmalı.
Ligin ilk yarısında şampiyonluk adayları öyle maçlarda öyle puanlar kaybettiler ve öyle beklenmedik puanlar kazandılar ki, ikinci yarı neredeyse yine başa baş başlıyor. Bunun ligimize heyecan katacak bir durum olmasını diliyorum.

Hakem hataları üzerine
Ligin ilk yarısının bence en önemli özelliği yine hakem hataları nedeniyle kazanılan, kaybedilen puanlar oldu. Hataların daha çok Galatasaray lehine, Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin aleyhine geliştiğini söylemeliyiz.
Fenerbahçe’ye ‘penaltı yasağı’nın sürdürülmesi en az beş puanın kaybına yol açtı. Beşiktaş için de bir beş puanlık kayıptan söz edebiliriz. Buna karşılık Galatasaray’ın hakem hatalarıyla altı puan kazandığını da unutmayalım.
Bütün bunların sistematik ve kötü niyetli olduğunu düşünmek istemiyorum. Ancak ikinci yarıda hakemlerin artık biraz daha dikkatli olmalarını istemek hakkına sahibiz. Benzer hataların tekrarlanması, hatalardan ders alınmadığını göstereceği kadar kötü niyetin de bir işareti olacak. Hakemler, bu bilinçle sahaya çıkmalı.

04 Ocak 2008, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hakem sorunu nasıl çözülecek?‘’

Hakem sorunu nasıl çözülecek?
Son haftalarda takımların oynadığı futbolu değil, hakem hatalarını konuşur olduk.
Bu normal. Hakemler maç sonuçlarını etkileyecek öyle hatalar yapıyorlar ki, bunların konuşulmaması mümkün değil.
Öte yandan hakem hatalarını konuşmanın teknik direktörler, futbolcular ve kulüp yöneticileri için bir avantajı daha var ki, kendi yaptıkları hataların konuşulmamasını sağlıyor.
Hakem hatalarının sistematik ve planlı bir eylem olduğunu düşünmek istemiyorum.
Çünkü eğer buna inanıyorsak, bugüne kadar Türkiye liglerindeki her sonucu tartışmamız gerek.
Buna şampiyonluklar, küme düşmeler, alınan kupalar, galibiyetler, mağlubiyetler, kısacası her şey dahil olmalı.
Kişisel görüşüm şu ki, hakem hatalarının esas nedeni hakemlerimizin kötü olmaları ve üzerlerinde yaratılan baskıdır.
Zaman zaman bu hatalar şu ya da bu takımın aleyhine ya da lehine yoğunlaşıyor.
Bu sezonki durum da bundan ibarettir diye düşünüyorum.
Mesela Fenerbahçe’ye iki sezondur çalınmayan penaltıların nedeni, vaktiyle bu konuda hakemler üzerinde yaratılan baskıdan kaynaklanıyor.
Ya da bu sezon Galatasaray’a kolayca çalınan penaltıları da buna bağlayabiliriz.
Bu sezon hakem hatalarından en çok yakınan kulübün Beşiktaş olması, son iki sezondur hakem hatalarıyla kazanılan Türkiye Kupaları nedeniyle hakemler üzerinde yaratılan baskıdan kaynaklanıyor olamaz mı?
Hakem hataları sorununu çözebilmenin yolu da bundan geçiyor kanımca.
Eğer bu hataların sistematik bir planın parçası değil de futbol bilgisizliği ve yaratılan baskıyı kaldıramamak olduğunu kabul edersek, çözüme de yaklaşmışız demektir.
Çözümdeki ilk adım, MHK’nın ve Futbol Federasyonu’nun hakemlere yönelik ciddi bir eğitim çalışması olabilir.
Daha çok maç izlemelerini sağlamak, hafta başında bir önceki haftanın maçlarını topluca yeniden izleyerek hataların neler olduğunu göstermek bu eğitim sürecinin bir parçası olabilir.
İkinci adım hakemlere ciddi bir mentor desteği sağlamaktır. Buna bir tür psikolojik destek de diyebiliriz.
Üçüncü adım futbol yöneticilerinin, her maçtan sonra hakemler hakkında yorum yapmayı hiç olmazsa bir sezonluğuna ertelemeleri olabilir.
Bu kültürün yerleşmesinin zaman alacağına kuşku yok. Ama başlangıç olarak bir süre “sessizlik” bu kültürün gelişmesi için de bir adım olabilir.
Ve son olarak yapılması gereken şey, eski hakemlerin her maçtan sonra televizyonlarda bir pozisyonu defalarca seyrederek hakemler hakkında yorum yapmalarından vazgeçmeleridir.
Maç içinde saniyeden bile kısa süre içinde olup biten bir hareketi, televizyonda defalarca ağır çekimde tekrarlamak ve sonra da hakemleri bu hatalı kararları nedeniyle idam etmek bu programların ortak özelliği.
Federasyon, futbol yayın haklarını satarken, görüntülerin bu amaçla kullanılmasını yasaklayacak bir hüküm de koyabilir.
Bunları söylerken yanlış anlaşılmak da istemiyorum: Elbette, herkesin eleştirilebildiği bir ülkede hakemler de eleştirilebilir, eleştirilmelidir.
Ama futbol düzenimizin bu hale gelmesinin tek sorumluluğunu hakemlere yıkmayı doğru bulmuyorum.

Kayseri’de Zico da hata yaptı...
Fenerbahçe’nin, Kayseri’den mağlubiyetle dönmesi, taraftarların önemli bölümü tarafından “hakem hatasına” bağlandı.
Edu’nun kırmızı kartının çok açık bir hata olduğunu tartışmak bile yersiz.
Ama bu mağlubiyette hakem hatasına sığınmak, bazı gerçeklerin görünmesini engellememeli.
Çünkü aynı hakemler, Kayseri aleyhine de ciddi hatalar yaptılar.
Eğer Fenerbahçe’ye karşı özel bir kasıt olsaydı en azından bu hataları yapmazlardı gibi geliyor bana.
Fenerbahçe, Edu’nun atılmasına rağmen Kayseri’yi yenebilecek durumdaydı.
Maçta 1-0 öndeydi, Kayseri çılgınca saldırıyordu ve Fenerbahçe bundan yararlanamadı.
Deniz’in, Edu’nun atılmasının hemen ardından sakatlanarak çıkması bir talihsizlik.
Ama Deniz’in çıkmasından sonra yapılan oyuncu değişikliklerindeki hatalar, bu maçın kaybedilmesine yol açtı.
Deniz’in çıkarak yerine Yasin’in girmesi, Fenerbahçe orta sahasının oyundan düşmesine ve hamle üstünlüğünü kaybetmesine yol açtı.
Kayseri gibi orta sahada hareketli önemli oyunculara sahip takıma karşı ilk yapılması gereken hamle burayı güçlendirmek olmalıydı.
Deniz, Yasin ile değiştirildikten sonra ikinci hamle Appiah’ın yerine Selçuk’u almak olabilirdi.
On kişi kalınca 3-5-1 düzenine dönmek, Carlos’un süratinden ve futbol bilgisinden bir süpürücü libero gibi yararlanmak maçı kazandıracak bir diğer hamle olabilirdi.
Şöyle bir diziliş de Kayseri’de puan almak için yeterli olabilirdi gibi geliyor bana:
Önder,Yasin, Lugano-Gökhan, Selçuk, Aurelio, Vederson (Kemal), Roberto Carlos- Semih.
Unutmayalım ki Fenerbahçe, Alex’in çok formda olmadığı dönemlerde sahada 11 kişi olmasına rağmen on kişi oynayarak çok maç kazandı.
Orta sahada rakibe basan, rakibe top yaptırmayan bir kadro yapısı Kayseri’de Zico’nun elindeydi ve maç bu haliyle 1-0’a bile bağlanabilirdi.
Dengesiz hücuma çıkan Kayseri’ye karşı yeni goller de bulmak olasıydı.
Kayseri maçındaki yönetimi nedeniyle hakemi eleştirelim ama Zico’nun da maçı kazanmak için hiçbir hamle yapmadığı gerçeğini unutmayalım.

16 Kasım 2007, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu Fener'i neden beğeniyorum?‘’

Fenerbahçe’nin giderek daha iyi futbol oynadığını ve oyun planının oturduğunu, bundan da memnun olduğumu söylediğim vakit, bazı arkadaşlarım itiraz ediyorlar.
Fenerbahçe’nin Kasımpaşa gibi ligin dibine demir atmış bir takımı bile zar-zor yenebildiğini, defansta çok önemli sorunlar olduğunu ve Türkiye Ligi maçları ile Şampiyonlar Ligi maçları arasında konsantrasyon farkının sürdüğünü söylüyorlar.
Fenerbahçe’nin, Şampiyonlar Ligi’nde oynanan İnter maçı ile birlikte oyun düzeninin yerleşmeye başladığı ile ilgili görüşlerim sürüyor.
Bu maça kadar takımın ileri ucuyla stoperleri arasında zaman zaman 50-60 metreye varan açıklıklar oluşuyordu.
O maçtan beri bunu görmüyoruz. Fenerbahçe’nin geri dörtlüsü oyuna artık daha ileride katılıyor ve rakibe karşı hamle üstünlüğünü her zaman elde tutuyor.
Oyunu ileride oynama isteğinin yarattığı iki de gol yedi Fenerbahçe...
Birisi CSKA Moskova maçında, diğeri Kasımpaşa maçında.
İki gol de aynı kanatta, defans oyuncularının hatalı geri pas tercihi ile oldu.
İşte Zico’yu tam da bu noktada eleştiriyorum: Savunma oyuncularının oyuna bu kadar ileride katıldıkları bir oyun düzeninde geri pas tercihi yerine topu taca atmanın daha akıllıca olacağını oyuncularına iyice belletmediği için bu eleştirim.
Hatırlayacaksınız, benzeri golleri UEFA şampiyonu olduğu yıllarda Galatasaray da çokça yedi. Oyunu böyle oynarken geri pas tercihi yapmanın yanlışlığı o zaman da Galatasaray’ı izleyen yazarlar tarafından sıkça dile getirildi.
Bir diğer eleştiri ise Fenerbahçe’nin Konya ve Kasımpaşa maçlarında mağlubiyetten kalecisi sayesinde kurtulduğu! Bunu söyleyenlerin iddiası şu: “Bir takımın kalecisi en iyi oyuncuysa, o takım o maçta iyi oynamamış demektir.”
Şunu söylemem gerekiyor: Kaleci, bir takımın en önemli oyuncularından biri. Ve onun iyi oynuyor olması, eleştirilecek değil, tam tersine alkışlanacak bir durum olmalı.
Eğer takımların kalecisiz oynayacakları bir futbol düzeni olsaydı, kimse kalecilere dünyanın parasını harcamazdı. Üst düzey kalecilerin, iyi kalite forvet oyuncuları kadar para kazanmalarına da gerek kalmazdı.
Zico ve yardımcılarını işte bu noktada da kutluyorum: Volkan, geçen sezonun ortalarından itibaren düşüş içindeydi ve bu nedenle Milli Takım kalesini de, Fenerbahçe kalesini de kaptırdı.
Ama şimdi ortaya çıkıyor ki, Volkan üst düzeyde oyun konsantrasyonu ile oynuyor, eskisine göre daha çabuk ve bir kalecinin gerektiğinde takımın oyun kurucusu olabileceğinin de farkında.
Bu gelişmeyi sağlayan da herhalde Zico ve ekibi olmalı.
Bir diğer eleştiri Fenerbahçe’nin özellikle Avrupa maçlarında defansı sağlam tuttuğu ama bu nedenle az pozisyona girdiği. Türkiye’de bunu yapmadığı için de kolayca gol yiyebildiği eleştirisi.
Buna da katılmıyorum: Fenerbahçe, İnter, CSKA ve PSV maçlarında bulduğu gol pozisyonlarını değerlendirdiği için 5 puan aldı. Eğer 10 kişi kalmamış olsaydı, PSV maçını da rahatlıkla kazanabilecek durumdaydı.
“Goller uzak şutlarla geldi” eleştirisi, futbolun sadece ceza sahası içinde oynandığı yanılsaması ile mümkün olabilir.
Goller uzaktan atıldı, ama o şut pozisyonuna nasıl girildi, şutu çeken oyuncunun önü nasıl boşaltıldı, rakip defans neden şut çeken oyuncuya müdahale edemedi gibi soruların yanıtlarını da bu tür eleştirilerin sahiplerince verilmesi gerekir.
Günümüzün hızlı futbolunda kalabalık ceza sahası içinde topu düzeltip, gol vuruşu yapabilmek eskisi gibi kolay değil. Bu nedenle kalabalık defanslara karşı çözüm uzak şutlar ve bu şutların kimseye çarpmamasını sağlamak da önemli bir oyun üstünlüğü olarak görülmeli.
Sonuç olarak şunu söylemeliyim: Fenerbahçe, dikkatli gözlerin hemen farkedebileceği gibi her rakibe karşı benzer bir oyunu oynuyor.
Eleştirilmesi gereken şey belki de bu...
Ama bu oyunun güçlü rakiplere karşı kesin bir üstünlük sağladığı gerçeğini de unutmamak gerek.
Önümüzdeki Şampiyonlar Ligi maçları ve bu haftaki Beşiktaş maçı bu gerçeği bir kez daha görmemizi sağlayacak diye düşünüyorum.

Roberto Carlos!
Roberto Carlos’un Fenerbahçe’ye transfer haberi çıktığında ve lig başlarken Carlos ile aynı mevkiide oynayan bazı oyuncuların demeçleri gazetelere yansıdı:
“Ben ondan daha iyiyim. Fenerbahçe bu kadar parayı Carlos’a vermekle hata etti” gibi demeçlerdi bunlar.
Aradan geçen 10 haftadan sonra bakıyorum kimsenin sesi çıkmıyor!
Bazı yorumcular da “yaşlı oyuncuya bu kadar para verilir mi” diye soruyorlardı.
Onlar da sanıyorum ki yanıtlarını almış olmalı ki, gazetelerde Roberto Carlos övgüsünden geçilmiyor.
Roberto Carlos, iş disiplini, oyun ahlâkı ve insancıl tavrıyla yeni yetişen genç oyuncular için iyi bir rol modeli oldu.
Bence son yılların en iyi transferi olma unvanını fazlasıyla hak ediyor!

31 Ekim 2007, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir hafta alkış, bir hafta eleştiri!‘’

Birçok okuyucu biliyordur ama bir kez daha tekrarlamakta yarar var.
Benim Fenerbahçe maçlarını izlemem ve Fenerbahçe ile ilgili olarak görüşüm sorulduğunda fikir açıklamam ya da FANATİK’teki bu yazım, profesyonellikten kaynaklanmıyor.
Yani benim asıl işim bu değil. Fenerbahçe’yi izliyor ve Fenerbahçe ile ilgili eleştireler yazıyorsam bunun bir tek nedeni var: Ben Fenerbahçeli’yim.
Ama aynı zamanda da bir futbolseverim.
Kendimi bildim bileli, sokak arasında maç yapan çocukları bile görsem, işim yoksa durup izlemeden edemem.
Bunu tekrar açıklama ihtiyacını duymuş olmamın nedeni bazı okuyucu mektupları ve Zico’nun dalgalı bir seyir izleyen performansı.
Bu sütunda en çok eleştirdiğim kişilerin başında Zico geliyor.
Sezon başından beri Fenerbahçe’nin lig maçlarındaki performansı ile Şampiyonlar Ligi performansı arasındaki uçurumdan kaynaklanan tuhaf bir durumum var.
Bir hafta Zico’yu eleştiriyorum, öteki hafta şapka çıkarıyorum.
İlk kez bu hafta tablo değişti.
Fenerbahçe, aslında Inter maçı ile başlayan bir çıkış süreci yaşıyor ve bunun zirvesine de son oynanan Konyaspor ve PSV maçları ile ulaşıldı.
Gerçi en iyi performans Inter maçındakiydi ancak bunun o tarihte bir tek atışlık başarı olduğunu düşündüğümü de itiraf etmeliyim.
Fenerbahçe, puan kaybettiği maçlar da dahil olmak üzere sezon başından beri gözle görülür bir yükseliş içinde.
Rakiplerinin de sezon başına göre bir düşüş gösterdiğini dikkate alacak olursak, aradaki puan farkının giderek önemsizleştiğini düşünebiliriz.
Bunun en önemli nedeni Zico’nun, Fenerbahçe’yi futbol oynamaya ve oynadığı futboldan zevk almaya yöneltmiş olmasıdır diye düşünüyorum.
Fenerbahçe, kendi tarihsel kökenlerinden de beslenen ve taraftarının zevk aldığı bir hücum futbolu oynuyor.
On kişi kaldığı PSV maçında bile bu özelliğinden taviz vermiyor.
Fenerbahçe’nin elinde çok zengin bir kadro olduğunu ligde ikinci kadrosuyla oynadığı maçta gördük.
İlerleyen haftalar boyunca ilk 11’in yeni oyuncularla takviye edilmesi de bir başka olumlu puan.
Birisi çıkıp da Gökhan’ın, ilk Şampiyonlar Ligi maçında 90 dakika olağanüstü bir performans ile oynayacağını sezon başında bize söyleseydi, her halde gülerdik.
Demek ki Zico, elindeki kadroyu doğru kullanabilme yeteneğine de sahip.
Ama öte yandan açık bir gerçek daha var: Bütün bunları yapabilen Zico, Kezman’daki gereksiz ısrarı ve bazı oyuncuları tamamen yok sayması ile de geçmiş puan kayıplarının sorumlusu değil mi?
O zaman insanın kafasının karışması da doğal diye düşünüyorum.
Zico hakkında kesin bir yargıya varmamızı zorlaştıran durumlar bunlar.
Öyle görünüyor ki Zico hem en çok eleştirdiğimiz, hem de en çok alkışladığımız teknik direktör olarak Fenerbahçe tarihine geçecek.
Onun gibi büyük bir futbolcuya da tarihe geçmek yakışır zaten!

Takımın havası değişiyor
Bu sezon Fenerbahçeli oyuncuları, lig maçlarını yeterince ciddiye almamak, buna karşın Şampiyonlar Ligi maçlarını da ciddiye almakla çok eleştirdik.
Genel kanı, Fenerbahçeli oyuncuların ve özellikle de yabancıların Avrupa maçlarını kendileri için bir vitrin yapma istekleri ve bu motivasyon ile Avrupa’da daha başarılı olduklarıydı.
PSV maçı bunun iki örneğini bize gösterdi diye düşünüyorum.
Deivid ve Vederson’un, Hollanda’daki maçta zaman zaman topla aşırı oynamaları, pas vermek yerine uzun driplinglerle ilerlemeye çalışmaları bunun bir işaretidir diye düşünüyorum.
Bu elbette Zico’nun zaman içinde çözebileceği bir sorun.
Ancak şunu görüyorum ki Fenerbahçe, artık kimle oynarsa oynasın, maçın içindeki sonuç ne olursa olsun giderek çok daha fazla oyuna asılan bir takım kimliği de kazandı.
Bu da “şahsilik” ve “Türkiye’deki maçları ciddiye almama” eleştirisinin giderek geçerliliğini yitireceğini düşündürtüyor bana.

25 Ekim 2007, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI