Arama

Popüler aramalar

‘’'Biz bize yeteriz'‘’

Tarihin en büyük direnişiydi... Polis, “Bunlar bunlar bunlar yaptı, elimizde onlarca belge, kanıt var” diyordu. Savcı, “İşte bunlar suçlu, kesin cezayı” diyordu. Hakim, “Polis belge var diyor, savcı kesin cezayı diyor. Bu durumda bana düşen de gereğini yapmaktır” hükmünü veriyordu.

Çoluğu, çocuğu... İhtiyarı, delikanlısı... Kadını, erkeği... Başörtülüsü, mini eteklisi... Cübbelisi, ceketlisi... Sokaklara döküldüler. Adına ‘Büyük Yürüyüş’ dediler. Bağdat’ta yürüdüler, Taksim’de yürüdüler, Boğaz Köprüsü’nde yürüdüler. O polisler ‘yürüme’ dedikçe, onlar bir çoğalarak yürüdüler. İçeriden Aziz Yıldırım’ın sesi yankılanıyordu: “Ne şikesi! Memleket elden gidiyor...” Dışarıdan Ali Koç’un çığlığı duyuluyordu: “Biz şike yapmadık...”

Çoluğu, çocuğu... İhtiyarı, delikanlısı... Kadını, erkeği... Başörtülüsü, mini eteklisi... Cübbelisi, ceketlisi... Aziz Yıldırım’ı, Ali Koç’u... Hep birlikte başardılar... Bir 3 Temmuz’da başlayan karanlık dönemi, bir 15 Temmuz’da aydınlığa çıkarttılar.

Ve sadece bir kaç yıl sonra... Bir Ocak günü... Bir koltuk için, bir kürsüde birbirlerine girdiler. O karanlık günlerde; o polislerin, o savcıların; o hakimlerin; kendilerine yaptığı gibi hem de... Belaltı vurarak başladılar kavgaya... Mayıs’taki kongreye kadar, yeni bir ‘3 Temmuz’u yaşayacak belli ki Fenerbahçe... Ve bu kez, bu tiyatroda, o kötü insanlar oynamayacak. Başrollerde, o kötü insanları omuz omuza vererek deviren başrol oyuncuları var!

Ve “Fenerbahçe şampiyon olacak mı” diye soruyor halen Fenerbahçeliler... Olamaz sevgili Fenerbahçeliler... Bakın tarihe; omuz omuza vermediğiniz hangi gün, başardınız ki siz! O sloganı gerçek yapıyor ceketlileriniz; “Biz bize yeteriz. Çünkü Fenerbahçeyiz...” Hakikaten başka düşmana gerek yok, birbirlerine yetecekler belli ki!

31 Ocak 2018, Çarşamba 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Propaganda!‘’

Joseph Goebbels... Tarihin gelmiş geçmiş en büyük ruh hastalarından biri olan Adolf Hitler’in Propaganda Uzmanı’ydı. O, sapık hareketin büyümesini sağlayan adamdı.. Ve en çok şunları savunurdu;

-Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar.

-Bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutacak ve kendi fikri gibi benimseyerek savunacaktır.

-Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanıp kendilerini adamaları o kadar kolaylaşır. Çünkü herkes büyük bir şeyin parçası olma fikrine bayılır.

-Halkı her zaman ateşlemelisiniz, asla soğumalarına ve düşünmelerine izin vermeyin.

-Hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin, asla rakibinizin üstün bir yanı olduğunu kabul etmeyin, asla kendinizden ve taraftarlarınızdan başkalarına serbest hareket alanı bırakmayın. Asla kabahat ve suç üstlenmeyin, sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın.

-Kimin haklı olduğu değil, kimin sesinin daha gür çıktığı önemlidir. İlk sözü kim ne kadar güçlü ve bağırarak söylerse, o kazanır.

-Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir. Çünkü kitleleri kandırmak, her zaman çok daha kolaydır.

Bugün kimi Fenerbahçeliler’in Aykut Kocaman’a... Bugün kimi Galatasaraylılar’ın Fatih Terim’e... Bugün kimilerinin Cüneyt Çakır’a... Yaptığı şeyin, yukarıdaki propagandadan hiç bir farkı yok aslında.

Aykut Kocaman, hem futbolcu hem teknik adam olarak şampiyonluk yaşamış-yaşatmış Fenerbahçe’ye... Fatih Terim, 1996’dan 2018’e kadar kazanılan son 9 şampiyonluğun 6’sında teknik direktörü Galatasaray’ın... Ve Cüneyt Çakır... Tarihte Dünya’da yönetmediği final kalmamış tek hakemimiz...

Siz siz olun; propagandalara değil, icraatlara bakın. Unutmayın; Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz...

24 Ocak 2018, Çarşamba 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’2018'e girerken‘’

Şehrin gürültüsünden uzaklara kaçmıştı. Doğayla başbaşa bir hayatın, yaratıcılığına katkı sağlayacağını düşünüyordu.
Haklı da çıktı. Köyde yaptığı olağanüstü resimler, tablolar; kariyerine büyük katkı sağlıyor, bu arada çok büyük fiyatlara da satılıyordu.
Ressamın kazandığı parayı öğrenen fakir bir köylü; bir gün kapısını çaldı:
- “Yırtık pırtık giyiniyorsun ama duydum ki durumun çok iyiymiş. Neden kimseye yardım etmiyorsun. Bak, fırıncı her gün fakirlere ekmek dağıtıyor. Kasap her gün olmasa bile, ara sıra et veriyor bizlere. Fakat senin kimseye beş kuruş katkın yok!”
Gülümsedi ressam; “Haklısın” der gibi kafasını salladı, ama konuşmadı.
Bu durum, köylüyü iyiden iyiye çılgına çevirmişti.
Artık sadece kendi düşündükleriyle yetinmiyor; köy odasında ihtiyarlara, köy okulunda çocuklara, hatta çeşme başında kadınlara ressamı kötülüyordu. ‘Kara propaganda’ az da olsa hedefe ulaşmıştı. Köyde, ressama iyi gözle bakmayan çok ciddi bir kitle oluşmuştu.
Tam da bu sırada birdenbire fenelaştı ressam... Hastane desen yok, doktor desen yok, hemşire desen yok...
Yapayalnız son nefesini verdi ressam.. Ve köy mezarlığının yanındaki boşluğa gömüldü.
Ressam öldü, köyde değişimler başladı; Mesela fırıncı ekmek dağıtmıyordu artık... Kasap da et vermiyordu fakir-fukaraya... ‘İhtiyar Heyeti’ gitti ve sordu kasap ile fırıncıya; “Neden kestiniz yardımlarınızı?”
İkisi de aynı cevabı t: “Merhum ressam, her ay başı bize gelir ve hatırı sayılır bir para verirdi. Biz de bu para karşılığında fakirlere ekmek ve et dağıtırdık. Fakat o öldü gitti ve bizim de kendi başımıza böyle destek verecek bir gücümüz yok.”

Ön yargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan zordur; derler ya...
Kesinlikle doğru...
Fakir fukaraya yardım eden, fakat bunun bilinmesini asla istemeyen bir ‘Ressam’ olmak elinizde...
O ressamın sırrını, öldükten sonra bile sorulmadıkça söylemeyen ‘fırıncı-kasap’ olmak da...
Sadece dış görünüşüne bakarak insanları yargılayan o ‘fakir köylü’ olmak da sizin elinizde...

Bu hikayenin size vereceği ilhamla bakın bir kez daha etrafınıza...
Ne kadar çok insanın hakkını yediniz belki de...
Ya da ne kadar çok değer vermişsinizdir beş para etmez birine...

Kimbilir?

(NOT: 2018 zamların maaşlarımıza yapıldığı (!), yüzlerimizin hep güldüğü, mutluluk komasına gireceğimiz günler getirsin hepimize... Saygı ve seygilerimle...)

27 Aralık 2017, Çarşamba 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Terim neden gidiyor!‘’

Henüz yeni evlenmişti, fakat evlilik hiç de ona göre değildi. Çocukluk aşkına, babasına koştu genç kız ve sorunlarından bahsetti, onların üstünden gelemediğini söyledi.

Ünlü bir aşçı olan baba, yılların tecrübesiyle, kızına hayatı anlattı. Ocağa eşit büyüklükte üç kap ve içlerine yine eşit seviyede su koydu. Üstelik ocağın altını da eşit seviyede açtı. Kaplardan birine havuç, diğerine yumurta, sonuncusuna ise bir avuç çekilmemiş kahve koydu. Üçünü de 20 dakika pişirdi. Ardından üç kaptaki malzemeleri üç ayrı tabağa boşalttı ve kızına sordu: “Söyle bakalım, ne görüyorsun?” Kız, gayet kendinden emin bir ifadeyle cevap verdi: “Havuç, yumurta ve kahve...” Baba, sözü aldı: “Bak kızım... Hepsi aynı kapta, aynı seviyedeki suda ve aynı ateşte pişti. Havuç başlangıçta taş gibi sertti, güçlüydü; ama kaynatılınca yumuşadı, güçsüzleşti, çözüldü. Yumurta başlangıçta çok kırılgandı, hafifçe dokunsan çatlayabilirdi; ama kaynatılınca içi sertleşti, hatta katılaştı. Bir avuç çekilmemiş kahveyi de gördün. Küçük taş taneleri gibiydiler. Fakat bu süre içinde ısındılar, gevşediler ve içinde oldukları suya yayıldılar. Sonuçta işte böyle, mükemmel bir sıvıya dönüştüler...” ‘Söyle bakalım kızım, sen hangisisin? Zorluklarla karşılaştığın zaman nasıl tepki gösteriyorsun? Havuç gibi problemlere rast gelince çözülüyor musun, benliğini koruyamıyor musun? Yumurta gibi katılaşıyor, başta kendin olmak üzere kimseye faydan dokunmuyor mu? Kahve gibi kendini bitirmek uğruna, kendini ateşe atma pahasına diğer insanlara mutluluk veren, huzur veren, ağızlarına lezzet veren bir sevgi kaynağı mısın? Önce bunun kararını vereceksin.’

Hayat akarken, hayata bakış açınız, sıkıntılara karşı duruşunuzu belirler.

Galatasaray Yönetimi, camiası, taraftarı artık bir karar vermek zorunda... Aynı kulüp, aynı yönetim, aynı camia, aynı taraftar... Değişen tek şey, sürekli gelen-giden futbolcular ve sürekli giden ve hep gelen sadece bir teknik adam... Fatih Terim sadece Galatasaray için değil, Türkiye için de büyük bir değer... Bugüne kadar neler yaptıkları ortada... Tartışmaya gerek yok, müzeler, onun kazandırdığı kupalarla dolu... Bunları kimse inkâr edemez. Fakat şunu da kabul etmek gerek: Fatih Terim; her gelenin tepesinde ‘Demoklesin kılıcı’ gibi duracaksa... Galatasaray taraftarı, her kötü sonucun ardından onun adını bağıracaksa... Galatasaray Yönetimi, tribünler her istediğinde onu göreve getirecekse... Neden yeni teknik adamlar getiriyorsunuz ki? Neden Fatih Terim ile ayrılıklar yaşıyorsunuz ki?

Kim havuç, kim yumurta, kim çekilmemiş kahvedir sizce Sarı-Kırmızılı bu denklemde?

20 Aralık 2017, Çarşamba 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bu puan cetveli de suni!‘’

Tarih; 16 Ekim 2017... Aykut Kocaman şunları söylemişti: “İki taraf açısından da bakıldığı zaman suni bir puan farkı var şu an. Kapasiteleri şimdi göreceğiz. Galatasaray, ligi büyük ihtimalle üstte bitirecek 4 takımla oynayacak. Aynı şekilde giderlerse saygı duyacağız. Galatasaray’ı kötüleme niyetinde değilim. Normalde puan ortalamaları 5- 6 hafta sonra kendi seyrini bulacaktır.”

Kocaman bunları söylediğinde ligin henüz 8. haftası geride kalmıştı. Ve Fenerbahçe; Trabzonspor ile berabere kalmış, Başakşehir’e kaybetmiş, Beşiktaş’ı yenmiş, Galatasaray derbisini bekliyordu. Galatasaray ise 7 galibiyet 1 beraberlik ile namağluptu. 22 puanla Lider’di.. Ve Fenerbahçe’den tam 8 puan öndeydi.

Kocaman’ın bu sözleri; kamuoyunu ikiye böldü. “Haklı” diyenler de vardı, “Galatasaray’ın emeğine saygısızlık” diyenler de... Ben, yeteri kadar tecrübesi varolan bir futbol adamının ‘öngörüsü’ olarak değerlendirmiştim.

O konuşmanın ardından ne oldu? Galatasaray; Kocaman’ın “Üstte olacak 4 takım” dediği Fenerbahçe ile berabere kaldı, Başakşehir’e (5-1), Beşiktaş’a (3-0) ve Trabzonspor’a (2-1) kaybetti. 7 galibiyet 1 beraberlik ile girmişti sezona; 3 galibiyet, 1 beraberlik, 3 mağlubiyet ile devam etti. O konuşmanın yapıldığı güne kadar 8 haftada 2 puan yitirmişti; o günden bu yana 7 haftada 11 puan kaybetti. Peki ya Fenerbahçe ne yaptı bu süreçte? Galatasaray, Kayserispor ve Osmanlıspor ile yenişemedi. Ardından 4 maçta 12 puan topladı. 4 galibiyet, 2 beraberlik, 2 mağlubiyet ile girmişti sezona; 3 beraberlik, 4 galibiyet ile devam etti. (Kayseri ve Osmanlıspor’dan uzatma dakikalarında golleri yemese, şu an 4 puan fazlasını da kazanmış olacaktı üstelik...)

Bir öngörüde de ben bulunayım: Bu puan cetveli de suni... 2. yarının son periyodunda bizi çok daha başka bir sıralama karşılıyor olacak! Bekleyecek ve göreceğiz...

13 Aralık 2017, Çarşamba 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Dönme dolap!‘’

Tito Villanova... Gerardo Martino... Ernesto Valverde... Kim bu adamlar? İnternete bakmadan cevap vermeye kalksak, kaçımız ‘şak’ diye cevap verebilir bu soruya? Messi, İniesta, Busquets, Suarez, Pique, Mascherano, Rakitic ve bir sürü daha yıldızı var ya... Hepinizin bildiği gibi Barcelona’dan bahsediyorum. Yukarıda ‘kim’ diye sorduğum adamlar da; işte bu yıldızlardan oluşan Barcelona’nın son 6 yıldaki bazı teknik direktörleri...

Koskoca Barcelona, futbolcu yetiştirir gibi, teknik adam yetiştiriyor. Bizler adını sanını bilmiyoruz ama; o yıldızların çocukluğunda, Tito’nun, Valverde’nin dokunuşları var.

Örnekleri çoğaltmak mümkün aslında... Julian Nagelsmann mesela... 28 yaşında, Bundesliga’da bir takımını teslim ettiler ona... Peter Bozs... Borussia Dortmund ona emanet... Hani ‘stajyer’ demiştik biz! Joachim Löw; Almanya’yı Dünya Şampiyonu yaptı. Hani ‘Yeniköy Kasabı’ demiştik biz! Del Bosque; İspanya’yı Dünya Şampiyonu yaptı. Dönün Türkiye’ye... Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor ya da herhangi bir kulübümüze bakın... Bir kaç kötü sonuç, yarışta biraz geride kaldıkları anda, gönderiyorlar eldeki teknik adamlarını... Sonrasında topu topu 10 kişiden oluşan bir teknik direktör listesi var elimizde... Dönüp dolaşıp onları getiriyorlar göreve... Dönme dolap gibi! Dibe iniyorsun, zirveye çıkıyorsun. Ama sonuçta hep aynı yörüngede dolaşıp duruyorsun!

Kıssadan hisse...

Gelecekte çok önemli bir siyasetçi olacak delikanlı, yıllar öncesinde; yaşlı bir çiftçiden 500 liraya eşek satın alır. Parayı alan çiftçi, eşeği sabah teslim edecektir. Ertesi sabah olur, eşek ölmüştür. Çiftçi, genci karşısına alır; “Oğlum eşek dün gece öldü, paranla da borçlarımı ödedim” der. Genç, ölse bile eşeği ister. Ahırında eşeğin ölüsü dururken; ahırın önünde ‘tombala’ düzenler. Her kartı sadece 10 liraya satar. 10 liraya bir eşek, gayet iyi bir ticarettir! Rekor katılım sağlanır ve tam 500 kart satar genç adam... Aylar sonra çiftçi ile genç karşılaşır. İhtiyar “Ne yaptın” sorusunu yöneltince; genç şu yanıtı verir: “Kartı 10 liradan tombala düzenledim. 500 kart sattım, 5 bin lira kazandım!” Çiftçi; “Peki, ölü olduğunu görünce kızmadılar mı?” diye ikinci bir soru yöneltir. Genç yanıtlar: “Yok be amca! Sadece tombalayı kazanan şarladı, ona da 10 lirasına karşılık 20 lira verdim, sevindi!” Ölü eşeğin sırtından büyük servet edinen genç, büyür, büyük siyasetçi olur.. Ve eşeklerin sırtından para kazanmaya devam eder!

06 Aralık 2017, Çarşamba 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Garip ama gerçek!‘’

Ligin en iyi hücum futbolunu kim oynuyor, diye sorsam; muhtemelen yüzde 80’imiz “Beşiktaş” yanıtını verir.

Fakat Beşiktaş’ın 13 haftada attığı gol sayısı 19... Küme düşme hattında yer alan, santrforları kim diye sorsam çoğunuzun bilemeyeceği Osmanlıspor kadar gol atmışlar. Lider Galatasaray’dan 10, ikinci sıradaki Başakşehir’den 5 gol daha az...

Beşiktaş, ilk 10 sıradaki takımların (Sadece 9. sıradaki Sivasspor ile eşit) hepsinden az gol atmış.

Ligin en kötü hücum futbolunu kim oynuyor, diye sorsam; muhtemelen yüzde 99’umuz “Fenerbahçe” yanıtını verir.

Fakat Fenerbahçe’nin 13 haftada attığı gol sayısı 26... Lider Galatarasay’dan 3 eksik; ikinci Başakşehir’den 2, dördüncü Beşiktaş’tan 7 fazla... Daha da açıkçası; Fenerbahçe, Galatasaray’dan sonra bu ligin en golcü takımı!

Ligin en iyi savunma futbolunu kim oynuyor, diye sorsam; muhtemelen yüzde 60’ımız Başakşehir der. Başakşehir 15 yemiş ilk 13 haftada... En iyi savunma ise, Beşiktaş’ta... 13 haftada 12 gol yemişler.

Spor kamuoyunun yerden yere vurduğu Fenerbahçe’nin 2 mağlubiyeti var. Tıpkı Galatasaray, Başakşehir ve Beşiktaş gibi! İlk 5’teki takımların tamamı, 2 yenilgili...

Farkı yaratan, galibiyet sayıları... 9 kez kazanan Galatasaray zirvede, 8 galibiyetli Başakşehir peşinde... Arkalarında 6’şar galibiyetli Fenerbahçe, Beşiktaş, Kayseri...

Eto’o, Nasri, Deniz, Maicon, Menez... Böyle bir hücum hattı olan takımın fark yaratmasını beklersiniz... Oysa ki maç başına 1 golle oynuyor Antalyaspor... Konya, Karabük ve Gençlerbirliği ile birlikte, ligin en kötü hücum performansına sahipler...

Yıllardır sadece Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı, Fenerbahçe’yi ve Trabzonspor’u yazmaya, konuşmaya alıştığımız için bu sezon lig, hiç tahmin etmediğimiz şekilde ilerliyor. Çünkü artık ‘onlar’ ile ‘diğerleri’ arasındaki mesafe azaldı.

Hangi taraftar, “Rahat kazanırız” diye izleyebiliyor bir maçı?

Bakın; Lider Galatasaray, 14. sıradaki Antalyaspor’a puan kaybetti. Beşiktaş; lig sonuncusu Gençlerbirliği’ne mağlup oldu. Fenerbahçe; küme düşme hattındaki Osmanlıspor ile berabere kaldı. Trabzonspor; santrforunu aldığı Akhisar’a evinde farklı yenildi.

Peki kim şampiyon olur, kim küme düşer? Bu bilgiler ışığında tahmin zor! Rakamlar önemli, ama sonucu belirlemez. Tıpkı Alex Ferguson’un dediği gibi; İstatistik, mini etek gibidir! Çok şeyi gösterir, ama en merak edileni, asıl göstermesi gerekeni asla göstermez.

29 Kasım 2017, Çarşamba 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Havuz problemi‘’

İster özür deyin, ister düzeltme; Bunu yazmak boynumuzun borcu... Fakat haberin özünü de atlamayalım. Veliler arayıp hassasiyetlerini dile getirirken, Türkiye Yüzme Federasyonu’ndan ses çıkmıyor. Sayın Başkan, kim bu işleri yapamıyorsa, lütfen siz gereğini yapın.

Dün bu sütunlarda, Türkiye Yüzme Federasyonu ile ilgili bir haberimiz yayınlandı. Ana haberde, Sofya’ya giden 41 kişilik kafileye bir yönetici bile atanmadığı; gündüz saatlerinde havuzda harikalar yaratan çocuklarımızın akşam saatlerinde ise ‘casino’da görüntülendiği yazılıydı. Haber, beklendiği gibi büyük ses getirdi.
Hassas davranmaya çalıştık. Çünkü çocuklarımızın yaş durumu (17-18) bunu gerektiriyordu. Bu nedenle yazı işlerinde toplantı yaptık ve casino’da çekilen fotoğrafta çocuklarımızın yüzlerini buzladık. Tanınsınlar, ya da hedef olsunlar istemiyorduk. Bu nedenle isimlerini de yazmadık.
Haberde, TYF’nin bu kadar kalabalık bir kafileye bir yönetici atamamasının, maalesef böyle bir sonuca neden olduğunu yazdık.
Çünkü böylesi bir durumda, en az suçlanması gerekenler, elbette en önce çocuklarımız, sonrasında ise antrenörlerdi.
Çocuklarımız suçlanmamalı. Çünkü onların yaşları çok küçük. Doğruyu yanlışı ayırt edemeyebilirler. Casino’ya gidenlerin ruhlarındaki saflığı da biliyorduk. Çünkü böyle bir fotoğrafı çekmiş, sosyal ağlarda paylaşmış, altına bir de resimaltı eklemişlerdi! Yani yaptıklarının bir ‘hata’ olduğunun bile farkında değillerdi.
Biz bu düşüncelerle haberi yaptık; ancak hassas davrandığımızı düşündüğümüz anda bile, çok önemli bir detayı atlamıştık. Bu detayı paylaşmak boynumuzun borcu.
Haberin yanına, bu şampiyonaya giden kafileyi (TYF’nin açıkladığı resmi liste) komple yazdık. Düşüncemiz; 12 antrenör, 29 sporcu olan bu kafilede, bir tane bile yönetici olmadığını resmen göstermekti. Fakat haberi yazarken; bu sporcularından sadece 5’inin (fotoğrafta yer alan-isimleri bizde saklı) casino’ya gittiğine vurgu yapmamıştık. Bu durumda, algıda seçicilik yaratamadık. ‘Bazı sporcular’ ifadesini kullanmalıydık, olayın münferit olduğunu yazmalıydık, diğer 24 sporcumuzun böylesi bir olayda yer almadığını belirtmeliydik, atladık.

Haberi okuyup gazetemizi arayan veliler oldu.
Bir tanesi, “Benim kızımı o listeye yazamazsınız. Çünkü babaannesi haberi okuduğunda, yandaki listeyi gördüğünde, kendi torununun da casino’ya gittiğini düşünüp çok üzülebilir. Anlatamazsınız” dedi.
Kısmen haklıydı. Çünkü biz, o fotoğraftaki çocukların afişe olmasını istemeyip yüzlerini buzladığımızda, kalan 24 sporcunun da zan altında kalabileceğini düşünememiştik.
Bir başka veli aradı, benzer duygularından bahsetti. O da haklıydı. Ancak dediğim gibi;
5 çocuğumuza hassas davranalım derken, 24’üne hassas davranmamıştık.
Bir başka veli, iyi bir birey yetiştirmek için verdiği mücadeleden bahsetti, yaklaşık 10 dakikalık telefon görüşmemizden çıkardığım şu; Kızı, zaten iyi bir birey olmuştur bence...
Muhtemelen o fotoğrafta olan çocuklardan birinin velisiydi bir başka arayan... “Çocuklarımıza Euro vermişler, bozdurmak için oraya gitmişler” dedi.
Maalesef kendisine katılamadık. Çünkü bu, inanılması zor bir bahaneydi.
İster özür deyin, ister düzeltme... Bunları yazmak, her şeyden önce iki çocuğu olan bir baba olarak, boynumun borcuydu.

Şimdi gelelim haberin özüne...
Velilerin sağduyulu olması, en başta bizleri sevindirdi. Şundan da eminim ki; bizi aradıkları gibi, Türkiye Yüzme Federasyonu’nu da aramış ve neden böyle şeyler yaşandığını sormuşlardır.
Ben bu satırları yazarken (saat 16:30 civarı) henüz Türkiye Yüzme Federasyonu’ndan bir yanıt; ya da “Haksızsınız. Yanlış yazmışsınız” diyen bir telefon almamıştık. (Saat 18:43 itibariyle TYF’den bir açıklama geldi. Anladığım kadarıyla manipülasyon demişler ve hakkımda dava açmışlar. Yalan diyememişler. Gerçek değil diyememişler. Mahkemede görüşmek üzere. Bu arada açıklamanın tamamı internet sitemizde yer alacaktır.)

Fanatik kurulduğu günden bu yana Türk Sporu’nu ileriye taşımak için uğraş veren bir kurum.
Bizim amacımız, bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek...
Türkiye Yüzme Federasyonu Başkanı Sayın Erkan Yalçın’a sesleniyorum: Lütfen sizin altınızda bu işleri yapan, daha doğrusu yapamayanlar her kim ise gereğini yapın.
Çünkü biz, skandalları değil, madalyaları yazmak istiyoruz.

25 Kasım 2017, Cumartesi 06:00
YAZININ DEVAMI