‘’1 Skubic, 11 Belhanda eder‘’
Aşağıda iki puan cetveli göreceksiniz... Birincisi, Pandemi öncesinde oynanan 26 haftaya ait... İkincisi, Pandemi sonrasında oynanan 6 haftalık periyodun puan cetveli. Bu puan cetvelleri, özellikle iki takım için çok şey anlatıyor aslında; Biri Galatasaray, diğeri Kayserispor...
İlk 26 haftada liderin sadece 3 puan gerisinde 3. sırada olan Galatasaray, ‘pandemi’ sonrasında lig sonuncusu... 6 maçta galibiyeti yok, 4 yenilgisi var. 6 gol
atmış, 14 gol yemiş. Kayserispor’un 26 haftada sadece 5 galibiyeti, 14 yenilgisi vardı. 28 gol atmış, 62 gol yemişti ve ligin dibindeydi. Pandemi sonrası 6 maç, 3 galibiyet, 1 beraberlik ile ligin 5.’si oldular.
Hakemler, boş tribünler elbette kimi zaman etkiliyor sonuçları... İsyanlar kimi zaman haklı olabiliyor. Fakat hangi Galatasaraylı takımının oynadığı futboldan memnun şu an? Bırakın mücadele etmeyi; sahada yürümeye bile tenezzül etmeyen Belhanda... Zirvedeki rakibinle oynadığı maçın en kritik anlarında, rakibin göğsüne tekme atan Feghouli... Dünya’nın gelmiş geçmiş en büyük golcülerinden biri ama, sahaya çıkmıyor ki Falcao! Hâl böyle olunca kazanamazsın. Ve suçu başka yerlerde aramak, sadece zaman kaybettirir. O yüzden sahada kaç yabancı olacağı hakkında kavga etmeyi bırakın bir tarafa... Belhanda gibi gamsızları değil, Konyalı Skubic gibi gol attığında ağlayabilen, karakterli yabancıları bulun... Sayılar çok da önemli değil... 1 Skubic, 11 Belhanda eder sonuçta
‘’Kurala yabancıyız‘’
Türkiye Futbol Federasyonu, geçtiğimiz günlerde aldığı kararlar ile Süper Lig’de forma giyecek yabancı futbolcu kontenjanlarında düzenlemeye gitti. Aldıkları kararlar, en basit tanımlama ile şöyle:
2020-2021 sezonu; 14 yabancı ile sözleşme hakkı, 8’i sahada...
2021-2022 sezonu; 12 yabancı ile sözleşme hakkı, 7’si sahada...
2022-2023 sezonu; 10 yabancı ile sözleşme hakkı, 6’sı sahada...
Bu kararlara ilk tepkiyi Fatih Terim gösterdi. Ardından Hikmet Karaman, İbrahim Üzülmez, Erol Bulut, Tamer Tuna gibi teknik adamlar da kararı eleştiren açıklamalara devam ettiler. Anlaşılan o ki; Süper Lig’in geleceğini direkt ilgilendiren bu konuda çalışmalar yapılırken, oyunun en önemli paydaşlarından biri olan teknik direktörlerin fikri alınmamış... Peki önemli olan yabancı sayısının kaç olacağı, ya da kaç tanesinin sahanın içinde olup olmayacağı mı? Bu soruyu; şu an Süper Lig’de görev yapan ve kariyerinde altyapılarda elde ettiği başarılarla tanınan bir antrenöre sordum. İşte yorumu:
“Alt yapıda başarıyı sağlayacak olan şey; her yaşta ve her dönemde, o yaşın ve o dönemin gereği olan doğru programları ‘sürdürülebilir bir çalışma hayatı’ ile birleştirerek profesyonel futbol hayatına entegresini yapabilmektir. Ülkemizin alt yapıdaki en büyük sorunu; profesyonel futbol hayatına geçiş sisteminin olmamasıdır. Oyuncu tüm yaş gruplarında oynuyor. Çocuk çok başarılı, ama U19 Ligi’nden sonra profesyonel futbol hayatına geçiş sürecinde yok olup gidiyor. Çünkü orada oyuncuyu profesyonel liglerin rekabetine, kurallarına hazırlayacak hiç bir geçiş ligi ya da kulüp sistemi yok. Bu nedenle oyuncunun geleceği, tesadüf ilerlemelere göre değişiyor. Halbuki ülkemizde doğru uygulamaların pozitif sonuçlarını yakından görmüştük. Gençlerbirliği-Hacettepe, Trabzonspor-1461 en hatırda kalanlar. Yabancı oyuncu sayısının ‘niteliği’nden çok ‘niceliği’nin bir takım kurallara bağlanması daha reel bir sonuç olacaktır. Yoksa sadece 6+4, 8+2, 14+0’ları konuşup tartışmak, suni çözümler üretir. Ki bu şekilde bir arpa boyu yol alamayız...”
‘’Camı kırık telefon...‘’
Liverpool, tam 30 yıl sonra İngiltere Şampiyonu oldu. Bu kadar uzun bir araya rağmen, kupayı en çok kaldıran Manchester United’ın 20, Liverpool’un ise 19 şampiyonluğu var.
Şampiyon Liverpool’un, ilginç adamlarından birinden bahsedeceğiz bugün... Roberto Firmino ve Mohamed Salah ile birlikte sevenleri için Dünya’nın en güzel hücum hattını kuran, rakipleri için kâbusun diğer adı olan Sadio Mane’den...
Liverpool, Mane’nin sözleşmesini 2023 yılına kadar uzattı. Ada’nın önemli gazeteleri, kontratı karşılığında Mane’nin haftalık 200 bin Euro aldığını yazdı. Çılgın bir rakam bu... Çılgın paralar kazanan bu adam, geçtiğimiz yıl içinde bir deplasman maçına giderken camı kırılmış cep telefonu ile görüntülendi.
Ciddiye alınmayacak gazeteler alay ettiler Mane ile, hayatı sadece sosyal medyadan ibaret zanneden klavye delikanlıları alay ettiler. Sadio Mane ise belki de hayatının en güzel golünü attı onlara cevap verirken...
- “Neden 10 Ferrari, 20 elmas saat ve iki jet isteyeyim? Bu dünya için ne işe yarar? Açlıktan öldüm, tarlalarda çalıştım, yalın ayak oynadım ve okula gitmedim. Artık insanlara yardım edebilirim. Okullar kurup fakirlere yiyecek veya giysi vermeyi tercih ederim. Okullar ve stadyum yaptım; insanlara kıyafet, ayakkabı ve yiyecek sağlıyoruz. Ayrıca aile ekonomisine katkı sağlamak için çok fakir bir Senegal bölgesinden tüm insanlara aylık 70 Euro veriyorum. Lüks arabalar, lüks evler, geziler ve hatta uçaklar sergilememe gerek yok. Halkım, hayatın bana verdiklerinden birazını alsın, bu daha önemli...”
Bir fırtınaya karşı yürürken, başını dik tut ve karanlıktan korkma...
Fırtınanın sonunda, altından bir gökyüzü ve eğlencenin tatlı gümüş şarkısı var...
Rüzgârda yürümeye devam et, yağmurda yürümeye devam et...
Hayallerin havaya atılmış ve uçurulmuş olsa bile yürümeye devam et, devam et... Kalbinde umutlarınla ve asla yalnız yürümeyeceksin...
Mane’nin şarkısı değil, Liverpool’un efsane marşının sözleri bunlar. Bu yüzden Mane tam da olması gereken yerde...
Bizim kulüplerimiz de yabancı futbolcu alırken attığı gollerden, yaptığı asistlerden daha çok değer yargılarına bakmalı oyuncuların...
Yoksa kulübünün en zor anında basıp gider aidiyet duygusu olmayanlar...
Tekme atarlar rakiplerine, kulübünün mücadelesini umursamazlar... Yalnız yürürsünüz bu yolda...
‘’Futbolun 'Alfabe'si‘’
Kavgaları bir kenara bırakın...Kaçan golleri, ters vuruşları, VAR kararlarını, hakem yorumlarını, yıldızları...Hepsini bir kenara bırakın...Bugün şöyle bir egzersizyapalım sizinle: Puan Cetveli'ni okuyalım! Evet, yanlış görmüyorsunuz; Puan Cetveli'ni okuyalım... Çünkü 29. hafta sonunda her şey yalan, ama Puan Cetveli gerçek...
● Ligin en çok galibiyet alan takımı (17) Başakşehir...Dolayısıyla lider zaten... En az galip gelenler (5) ise Konya ile Ankaragücü... Bu yüzden en dipteler...
● Trabzonspor mağlup olduğu maçlarda 9, berabere kaldığı maçlarda 20 puan kaybetmiş. Yani beraberlik, yenilgiden beter!
● Evsahibi olmanın en önemli artısı, elbette taraftar! Ancak...Yüzlerce taraftarı olan Başakşehir, iç sahanın en başarılı takımı... (15 maç, 10 galibiyet, 4 beraberlik, 1 mağlubiyet) Binlerce tutkulu taraftarı stadı dolduran Trabzonspor, bu sezon aldığı üç yenilginin ikisini Trabzon'da yaşamış... (15 maç, 9 galibiyet, 4 beraberlik, 2 yenilgi)
● Deplasman Kralı Trabzonspor... (14 maç, 7 galibiyet, 6 beraberlik, 1 mağlubiyet.)
● Ligin en golcü takımı Trabzonspor... 65 gol atan Bordo- Mavili takımı, 55 gol ile Başakşehir takip ediyor. Sıralamayı belirleyen ise Sörloth ya da DemBa Ba ile hücumdaki arkadaşları değil; savunmacılar... Başakşehir 27 gol yediği için zirvede, Trabzonspor 32 gol yediği için ikincilikte.
● Antalyaspor taraftarına her duyguyu eşit oranda yaşatmış... (9 galibiyet, 10 beraberlik, 10 mağlubiyet...)
● Ligin en çok gol yiyen takımı açık ara Kayserispor... (29 maçta 64 gol) Zirvedeki Başakşehir ile Trabzonspor'un toplam yediği gol sayısı ise 59!
● Ligin en az gol yiyeni (Maç başı 0.9 gol) Başakşehir'in bir maçı kazanması için genelde 1 gol yeterli oluyor. Maç başı 2.2 gol yiyen Kayserispor'un ise kazanması gereken her maçta en az 3 gol atması gerekiyor!
● Averajı artı olan 7 takım, Puan Cetveli'nin de ilk 7 sırasında... Diğer 11 takımın tamamı, attığından fazla golü kalesinde görmüş...
● Ligin son 9 sırasında bulunan 9 takım için hayati 5 hafta var önlerinde... Çünkü 10. Gaziantep FK ile 16. Kayserispor arasında sadece 7 puan fark var... Yani mutluluk ile hüzün, 2 galibiyet ile 2 yenilginin tam ortasında...
‘’Hak eden kazansın‘’
Temennimiz şu: Sahada kim hak ediyorsa şampiyon o olsun...Şampiyon kim olursa, diğerleri çıksın ve alkışlasın...Böyle bir sürecin ardından, böyle bir sonu hak ediyor futbolumuz...
Keçi ağaca bağlıydı... Küçük çocuk geldi ve oyun oynamak amacıyla keçinin ipini çözdü... İpten kurtulan keçi, soluğu komşunun tarlasında aldı ve yeşil olan ne varsa yemeye başladı. Tarla sahibi çiftçinin karısı, keçinin mahsüllerini yediğini görünce tüfeğiyle keçiyi vurdu. Keçinin sahibi tüfek sesini duydu. Keçisinin öldüğünü görünce çılgına döndü ve çiftçinin karısını vurdu. Çiftçi eve döndüğünde eşinin cansız bedenini gördü. Tüfeğini kaptı ve keçinin sahibini öldürdü. Keçinin sahibinin oğlu, babasını yerde buldu. Ağladı, silahını aldı ve tarla sahibi olan çiftçi ile büyük oğlunu vurdu. Haber, tarla sahibi çiftçinin diğer çocuklarına ulaştı. Çocukların hepsi tüfeklerini alarak keçi sahibinin çiftliğine hücum ettiler, ellerine geçirdikleri her şeyi yaktılar.
Olaylar sona erdiğinde küçük çocuğa sordular: “Sen ne yaptın böyle?” Küçük çocuk yanıt verdi: “Oyun oynamak için keçiyi saldım...”
Salgın günlerinde evlerimize hapsolmuştuk. İşlerimizi evden yürütüyor, eşimiz dostumuzla sadece telefonlardan görüntülü konuşabiliyorduk. Ülke olarak süreci çok iyi yönettik ve normalleşme safhasına başarıyla geçtik. Kurallara uymak şartıyla artık sokaklara çıkabiliyorduk, tutsaklığımız sona ermişti. Normalleşme adımlarından biri de elbette sporun hayatımıza geridönmesiydi. Salon sporlarındaki yüksek risk nedeniyle geri adım attık, ancak futbolumuz yeniden evlerimize girdi. Heyecanlıydık... Çünkü zirvede büyük bir yarış, dipte büyük bir rekabet vardı. Üç aylık mecburi aradan sonra hangi takımın sahalara nasıl döneceği büyük soru işaretiydi. Gördük ki; Başakşehir, Trabzonspor, Alanyaspor ve Kasımpaşa bıraktıkları gibi döndüler lige... Beşiktaş değişken, Galatasaray ve Fenerbahçe için işler yolunda değil...Ankaragücü’nde veda hazırlıkları yakın ihtimal, Kayserispor dirense de kurtaramayacak gibi... Konya, Rize, Malatya için tehlike çanları çalıyor. Her takımın her takımı yenebileceği bir lig yaşıyoruz. Şu an için Başakşehir bir adım önde, Trabzonspor takipte, Sivasspor hata kolluyor... Fakat bu tablo, her hafta baştan aşağı değişebilir.
Bir çocuk ve oyun oynamak için saldığı keçiyi okudunuz yukarıda.. Ve sonrasında çığ gibi büyüyen olayları... Aman dikkat! Temennimiz şu: Sahada kim hak ediyorsa şampiyon o olsun... Şampiyon kim olursa, diğerleri çıksın ve alkışlasın...Böyle bir sürecin ardından, böyle bir sonu hak ediyor futbolumuz...
‘’Fernando Muslera‘’
Yıllardır doksandan toplar çıkarttı, puanlar kurtardı ve şampiyonluklar kazandırdı. Tüm bunlar, sadece Galatasaraylılar için değerliydi... Kırılan iki kemiği ise hepimiz için değerli oldu! Kariyerinin en muhteşem performansına imza attı, Türk Futbolu’na en büyük hizmeti o an ve sonrasında yaşattı.
Dünyaca ünlü bir sporcu, antrenman sonrasında evine dönmek üzere arabasına binmek üzeredir. Yanına bir kadın yaklaşır ve yaşadığı durumu anlatmaya başlar:
“Küçük bir bebeğim var. Çok hasta... Bırakın hastane masraflarını, karnını doyuracak param bile yok. Her geçen gün, ölüme biraz daha yaklaştığını görüyorum ve bu durum beni kahrediyor...” Sporcu, çantasından çek defterini çıkartır, çok yüklü bir tutar yazarak kadına verir ve şöyle der: “Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın...” Ertesi gün, yine idman vardır. Sporcu, antrenman için tesislere geldiğinde, kulüp görevlilerinden birisi yanına yaklaşır ve sorar:
“Güvenlikteki çocuklar, dün bir kadının sizinle konuştuğunu ve sonrasında senin ona önemli bir rakam yazan çek verdiğini söylediler. Bu doğru mu?” Sporcu yanıtlar:
“Evet... Ne olmuş ki?” Kulüp görevlisi devam eder:
“O kadın bir sahtekâr... Zengin kişilere yaklaşıp, dramatik bir öyküyle onlardan para kopartan bir sahtekâr... Korkarım sen de onun tuzağına düşmüşsün!” Sporcu büyük bir mutluluk içinde tebessüm etmeye başlar ve ağzından şu cümleler dökülür:
“Bugün, belki de bu hafta duyduğum en güzel haberi verdin bana... Demek, ölümü beklenen bir bebek yok...”
Finaldeki tepki, hepimize göre değişebilir... Kandırılmış olmanın verdiği öfkeyle küfür kıyamet ortalığı birbirine katabiliriz. Kaybettiğimiz para nedeniyle yıkılmış olabiliriz. Ya da tıpkı bu sporcu gibi, olaya farklı bir pencereden bakabiliriz...
Belki birebir benzer olaylar değil ama Fernando Muslera’nın sakatlığı, işte bu hikayeyi getirdi aklıma... Sadece Galatasaraylılar’ın değil (holiganlar dışındaki) tüm sporseverlerin canı yandı iki kırıkla... O üzüldü, biz üzüldük...
Yıllardır doksandan toplar çıkarttı, puanlar kurtardı ve şampiyonluklar kazandırdı. Ama tüm bunlar, sadece Galatasaraylılar için değerliydi... Kırılan iki kemiği ise hepimiz için değerli oldu! Volkan Demirel’in üzüntüsü, Burak Yılmaz’ın mesajı, Uğurcan Çakır’ın tweet’i.. Ve Ali Koç’un ziyareti...
Kariyerinin en muhteşem performansına imza attı bence Muslera... Türk Futbolu’na en büyük hizmeti de bugünlerde yaşattıklarıdır bizlere... Sağ ol, var ol güzel adam...
‘’Hüseyin Eroğlu tam isabet olur‘’
Fenerbahçe U21 takımı, Türkiye Şampiyonu oldu. Benim gibi Merih Demiral, Yiğithan Güveli ve Ramazan Civelek de o takımın oyuncularıydı. Şampiyon olmuştuk, ama A Takım ile ilgili bize gelen bir yönetici ya da hoca görmedim. Sadece bizler ihtiyaç duyulan anlarda gidiyor ve A Takım’ın maç eksiğini kapatmasını sağlıyorduk. 9 yaşımda kapısından girdiğim Fenerbahçe’den 19 yaşımda ayrıldım. Daha ileriye gidemezdim. Çünkü Fenerbahçe’de U21’den A Takım’a geçmek mümkün değildi...” İstanbulspor’da forma giyen Duhan Aksu ile geçen yıl yaptığım röportajdan kısa bir alıntı bu... Lille Sportif Direktörü Luis Campos’un, “O sol ayaklı çocuğu istiyorum” diyerek ön protokol imzaladığı, ancak bonservis konusundaki anlaşmazlık nedeniyle Türkiye’de kalan Duhan Aksu... Çocuk yaşta girdiği Fenerbahçe’den profesyonel olmaya hazırlandığı günlerde ayrılan, sadece yarım sezonluk performansıyla Lille’in radarına giren Duhan Aksu...
Fener altyapısına yeteneksiz çocuk girer mi?
Mahalle aralarındaki amatör spor kulüpleri bile kadrolarını seçmeler sonucu kuruyor. Genç yaş gruplarındaki takımlarda forma giyecek çocuklar, birkaç seçmenin ardından takıma dahil ediliyor. Amatör kulüpler dahi böylesine seçici olurken; Fenerbahçe Altyapısı’na yeteneksiz çocuk alınır mı sizce? Elbette alınmaz... Zaten sorun da çocukların yeteneği ya da disiplini değil bence... Sorun, SİSTEM... 10 yılını veriyor çocuk Fenerbahçe’ye... 10 koca yıl boyunca idmanlara katılıyor, maçlara çıkıyor... Okul-ev Dereağzı arasında mekik dokuyor. Ve en büyük hayaline, Fenerbahçe A Takımı’na girmeyi düşündüğü güne bir kaç saat kala, “Hadi güle güle” diyorlar. Dereağzı ile Şükrü Saracoğlu Stadı’nın arası en fazla 500 metre... Fakat bu bakış açısı ile Dünya’nın öbür ucundan daha uzakta...
Avrupa peşinde ama Fenerbahçe'de dakikası yok!
Merih Demiral böyle kaçtı Fenerbahçe’den.. Duhan Aksu, Yiğithan Güveli, Ramazan Civelek, Hakan Çinemre gittiler... Beykan Şimşek’i hatırlıyor musunuz? Adem Büyük ne ise bana göre aynısıydı, ama nerede şimdi? Peki ya Recep Niyaz? Yerli Maradona değil miydi Recep? Ve gerçekten de inanılmaz yetenekli değil miydi? Neden kalmadı Fenerbahçe’de? Neden uçup gitti yuvadan? Şimdi Yusuf Mert Tunç var, Portekiz İkinci Ligi’ne gönderilen... Neden?! Ömer Faruk Beyaz’ın 1 dakikası yok Fenerbahçe A Takımı’nda, ama Avrupa’nın devleri peşinde... Nereden mi biliyorlar O’nu? Türkiye 17 Yaşaltı Milli Takımı’ndan! Mahsun Çapkan, Muhammet Gümüşkaya, Abdül Cebrail, Melih Bostan, Oğuz Kağan Güçtekin, Okan Turp var... Bu çocukların hepsi Fenerbahçe’de büyüdüler ve fırsat bekliyorlar sadece...
Doğru yetkilendirme, doğru yapılanma ve doğru kadro...
Şimdi Hüseyin Eroğlu ismi anılıyor Fenerbahçe ile birlikte... Ukâla bir kesim elbette dudak büküyordur yine! (Kendisiyle bırakın yüzyüze konuşmayı, henüz telefonda bir kez bile görüşmedim. Bu da benim ayıbım olarak kalsın köşede...) Fakat kişisel fikrim şu: Doğru yapılanma, doğru yetkilendirme ve doğru bir çalışma programı ile Fenerbahçe’nin ilacı olabilir Hüseyin Eroğlu... Çünkü Fenerbahçe Altyapısı neyi yapamıyorsa, Hüseyin Eroğlu onu yapabiliyor! Daha ne olsun... Fenerbahçe yetiştirdiği çocukları bir türlü A Takımı’na kazandıramıyor... Hüseyin Eroğlu ise bebek yaşta aldığı çocukları büyütüyor ve sırasıyla Türkiye Süper Ligi’ne, oradan da Avrupa’ya gitmelerini sağlıyor. Bu arada bir yandan ‘yetiştirirken’ diğer taraftan ‘yarıştırabiliyor’... Bu da önemli bir meziyet elbette. 15 yaşındaki Burak İnce, Birinci Lig’de gol atan en genç futbolcu oldu. 16 yaşındaki Ravil Tagir için, “Çağlar Söyüncü’yü geçecek” diyorlar. Bu iki genci de oynatıyor Hüseyin hoca...
İşte öğrencileri: Cengiz Ünder, Çağlar, Berke, Barış, Erce...
Altınordu’da başardığı işleri bütün Türkiye biliyor zaten. Fakat bir kez de buradan hatırlatalım bir kısmını... İki yıl önce Fenerbahçe’nin aldığı ve tıpkı Altyapı oyuncularına yaptığı gibi değerlendiremediği iki ismi hatırlayın: Berke Özer ve Barış Alıcı... Roma’daki Cengiz Ünder, Leicester City’deki Çağlar Söyüncü, Trabzonspor’daki Erce Kardeşler, Abdulkadir Parmak, Sivasspor’daki Erdoğan Yeşilyurt ve daha niceleri... Hepsi, Hüseyin Eroğlu’nun eğitiminden geçmiş çocuklarımız ve geldikleri nokta belli... Fizik güçleri mükemmel, özgüvenleri zirvede ve iyi futbolcu oldukları kadar iyi ve kültürlü çocuklar. Fenerbahçe, Hüseyin Eroğlu ile anlaşma imzalayacaksa, bunları istemeli ondan... Yeni Merihleri, yeni Cengizleri istemeli... A Takım’ın şampiyonluğu elbette çok önemli Fenerbahçe için... Milyon Eurolar harcar ve bir şekilde A Takımı’nı şampiyon yaparsınız. Ancak Finansal Fair Play, duruyor tam karşınızda... Borçlarınız dağ gibi, faize zor yetişiyorsunuz. Maddi tablo böyleyken... Hüseyin Eroğlu gibi idealist, çalışkan ve kendini ispatlamış bir teknik adama doğru yetkilendirme, doğru çalışma takvimi ve doğru ekibi kurma fırsatı verirseniz, bir yandan milyon Eurolar kazanır, diğer taraftan Fenerbahçe A Takımı’nı şampiyon yapacak çocukları yetiştirirsiniz. Tercih sizin?!
‘’Eski günler‘’
Adı Vita’ydı... Çocukluğumun vazgeçilmez margarini! Büyük teneke kutu içinde satılırdı, zannedersem 5 kiloydu. Okuldan gelirken önlüğümü yolda çıkartır, evin kapısından içeri girmeden çantamı bırakırdım. Annem bir görevmiş gibi, fırından alınan sıcak ekmeğin içine kalın tabakalar halinde Vita’yı bırakır, yaptığı salçayı da üzerine sürer ve bana uzatırdı.
Sonra yeniden okulun bahçesine dönerdim. Bitmeyen maçlarımız olurdu, bir de bıkıp usanmadan ettiğimiz kavgalar!
Cep telefonu falan yoktu fakat, müezzinin okuduğu akşam ezanı, annemin eve dönmem için çektiği kısa mesajdı! ★ Ali Rıza bakkala giderdik, açılmış bir tahta kasa içinden paramız yettiği sayıda gofret alırdık. Kör Metin amcaya giderdik, “Babam parasını verecek” diyerek dondurmamızı alırdık. Kaçını ödedi babam, halen bilmem! Ama Metin amca bir kez bile dondurmasız göndermedi bizi.
Bir de Bakkal Gebeş amcamız vardı... Kalbi de göbeği kadar büyük adam! Ne zaman onun bakkalına gitsem, müşterilerine para almadan bir şeyler verdiğini görürdüm. Sonradan öğrendim, veresiye defteri denilen şeyi!
Bir de öğretmen babamın James Bond çantayla eve getirdiği paralar vardı sahi! O zamanlar ilçedeki bütün öğretmenlerin bankamatiği babamdı! Gece kuruşu kuruşuna zarflar, ertesi gün öğretmen arkadaşlarına tek tek elden teslim ederdi.
Teldolaplarda saklardık kışlıklarımızı... Çamaşır makinesinin merdanesinden çıkan ve dümdüz olan kazaklarımızı izlemek ne büyük zevkti! Denemiştim, kolum dümdüz çıkmamıştı o merdaneden!
Amcalar teyzeler çocukları sevmekten korkmazdı! Sapıklık nedir, bilmezdik.
Eceliyle ölürdü insanlar, kanseri hiç duymamıştık. Metin Oktay jübilesinde Fenerbahçe forması giyerdi, Can Bartu Galatasaray formasını... Rakiplerdi, düşman değil! Onlara özenirdik, mahalle maçlarında Fenerbahçeliler Metin, Galatasaraylılar Can olurdu hep.
Dün kanser vardı, bugün koronavirüs... Yarın eminim ki bir başka kötülük gelecek başımıza... Hepsinin tek nedeni biziz aslında; insanlar... Plastiğe giren margarinler, yıllarca bozulmadan kalabilen yiyecekler, radyasyon yayan cep telefonları, vücudumuzu delip geçen internet ağları vesaire...
Ne yapıyorsak, karşılığını yaşıyoruz...
Biz o eski günlerdeki gibi yaşamadığımız sürece, hayattaki hiç bir tat eski lezzetinde olmayacak.