‘’Zorlu raporu‘’
Tarih, 5 Aralık 2019... Hakem hataları nedeniyle çok puan kaybettiklerini düşünen Fenerbahçe Başkanı Ali Koç, Futbol Federasyonu Başkanı Nihat Özdemir ve Merkez Hakem Kurulu Başkanı Zekeriya Alp ile görüştü. Bu görüşme, söylenenlere göre, Özdemir’in isteği üzerine Zorlu Center’daki ofisinde gerçekleşti. Türkiye, 11 Aralık 2019’da Erman Toroğlu’nun yazısıyla bu görüşmeden haberdar oldu. 24 Aralık’ta da Galatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim’den şu tweet geldi: “Anlaşıldı, ikinci yarı çok ZORLU geçecek...” Hiçbir neden olmasa bile birbirleriyle kavga etme potansiyeline sahip olan Fenerbahçe ve Galatasaray camiaları, Zorlu gündemiyle doğal olarak birbirine girdi. (O gün düşündüğüm ne ise bugün de düşündüğüm o: Her kulüp başkanı, TFF ve MHK Başkanı ile görüşebilir. Bu görüşmedeki tek sorun, toplantının Federasyon değil Zorlu’da yapılmış olmasıdır.)
Aralık ayının sonlarında, Süper Lig’de 16. hafta geride kalmıştı. Sivasspor, 34 puanla liderdi. Başakşehir 2. (30 Puan), Trabzonspor 3. (29 Puan), Fenerbahçe 4. (28 Puan), Beşiktaş 5. (27 Puan), Alanyaspor 6. (26 Puan), Galatasaray 7. (24 Puan), Malatyaspor 8. (23 Puan) idi.
Bugün tarih 11 Mart 2020.. Ve ligde 25. hafta geride kaldı. ‘Zorlu krizi’nden sonra oynanan 9 haftada Fenerbahçe 3 maç kazandı, 3 maç berabere kaldı, 3 maç kaybetti. 12 puan topladı, 15 puan kaybetti ve artık 7. sırada... Şampiyonluk şansı kalmadı. Attığı tweet ile endişelerini dile getiren Terim’in Galatasaray’ı; 9 haftada 8 galibiyet, 1 beraberlik aldı, hiç kaybetmedi. Trabzonspor 8 maçın (Malatya ile bugün oynayacaklar) 6’sını kazandı, 2’sinde berabere kaldı. Başakşehir, Sivasspor, Alanyaspor çizgilerini korumaya devam ediyorlar. Üstelik Başakşehir halen Avrupa’da... Alanya, kupada Galatasaray ile iki maç oynayıp Yarı Final’e yükseldi. Sivas, hatırladığım kadarıyla 2 maçta lehine verilmesi gereken penaltılar es geçildiği için 4 puan kaybetti.
Tablo ortada; ‘Zorlu görüşmesi’nden sonra en çok kaybeden Fenerbahçe... Bu kayıpların ana nedeni, o görüşme demiyorum elbette... Çünkü hocası motive, takımı da yeterli değildi... Zaten hocası gitti, oyuncuları pes etti... Fakat şu tespiti de yapmak gerekli; İkinci yarı en çok Fenerbahçe için ‘Zorlu’ geçiyor sanki?
‘’Kısır döngü!‘’
Ligde 24. hafta geride kaldı... Trabzonspor’da Ünal Karaman gönderildi, Hüseyin Çimşir geldi. Fenerbahçe’de Ersun Yanal gitti, yerine kim gelecek belli değil. Beşiktaş’ta Abdullah Avcı gitti, Sergen Yalçın geldi. Göztepe’de Tamer Tuna gitti, İlhan Palut geldi. Denizlispor’da Yücel İldiz gitti, Mehmet Özdilek gitti, Bülent Uygun geldi. Gençlerbirliği’nde Mustafa Kaplan gitti, Hamza Hamzaoğlu geldi. Antalyaspor’da Bülent Korkmaz gitti, Tamer Tuna geldi. Malatyaspor’da Sergen Yalçın gitti, Kemal Özdeş gitti, Hikmet Karaman geldi. Çaykur Rizespor’da İsmail Kartal gitti, yerine Ünal Karaman geldi. Konyaspor’da Aykut Kocaman gitti, Bülent Korkmaz geldi. Kasımpaşa’da Kemal Özdeş gitti, Tayfur Havutçu gitti, Fuat Çapa geldi. Ankaragücü’nde Aykan Atik gitti, Mustafa Kaplan gitti, Mustafa Reşit Akçay geldi. Kayserispor’da Hikmet Karaman gitti, Bülent Uygun gitti, Prosinecki geldi. Başakşehir, Okan Buruk; Galatasaray, Fatih Terim; Sivasspor, Rıza Çalımbay; Alanyaspor, Erol Bulut; Gaziantep FK, Sumudica ile başladılar ve öyle devam ediyorlar şimdilik.
Sezona başlarken kurulan hayaller... Haftalar ilerledikçe yaşanan hayal kırıklıkları... Ve en nihayetinde gönderilen teknik adamlar...
Bir kulübün gönderdiğini, diğer kulüp alıyor oysaki... Birinin ‘olmadı’ dediğine, diğeri ‘kurtarıcı’ olarak bakıyor. Bir kulübün ‘yetersiz’ bulduğuna, diğeri ‘en iyi tercih’ diyor. ★ Şaşırmayın... Çünkü günübirlik yaşamanın, programsızlığın tablosudur yukarıdaki... Kısır döngüdür bu... Kovarsın, kovulanı alırsın... Biraz süre geçer, kovduğunu geri alırsın... Soran eden yoktur nasıl olsa...
İşler kötü giderse, hocanı yollarsın... Kesmezse, birkaç futbolcuyu kadrodışı bırakırsın... Bu nedenle bu kadarız işte...
Geçmiş yıllarda Bayern Münih’i yöneten Hoeness; dostum Mehmet Demircan’a röportajında şunları söylemişti: “Şimdi Beckenbauer var, ben varım, Rummenige var... Gelecekte bu koltukları Philipp Lahm, Thomas Müller, Bastian Schwesteiger dolduracak...” İşte bu nedenle onlar Bayern Münih oluyor, biz ise yerimizde saymaya devam ediyoruz!
‘’Ekibini kuramazsan...‘’
Bir mafya babası, evli bir kadınla ilişki kurmuş. Kadının kocası işyerinde toplantıya kalacağını söyleyince, mafya babası da fırsattan istifade etmek istemiş ve kadının evine gitmiş.
Kadının evine girerken de adamlarına son talimatlarını vermiş: “Ben içeri girdikten sonra hemen büyük bir branda ayarlayın ve pencerenin altına dört ucundan gerin. Kadının kocası gelirse kapıyı bir kere çalın, ben aşağıya atlayacağım. Yakalanıp karizmayı çizdirmeyelim... Tamam mı?” Adamlarının tamamı kafasını sallayıp, “Başüstüne patron” demişler.
Mafya babası eve girmiş, tam yatağa uzandığı anda zil çalınca hiç tereddüt etmeden 4. kattan aşağıya atlamış. Kadın üzerine alelacele bir şeyler giyinip kapıyı açmış. Karşısında patronun adamlarından biri varmış... “Yenge” demiş adam mahcup bir şekilde önüne bakarak, “Patrona söyleyin, branda bulamadık!..”
Hikâyenin bizlere verdiği mesaj net: Ekibinizi, becerikli ve çözüm üretebilen bilgili insanlardan kuracaksınız... Kuramazsanız, ilk acil durumda hiç istemediğiniz darbelere maruz kalırsınız.
Fenerbahçe’nin şu an içinde bulunduğu durum da aslında tam olarak bu... Tarihte görülmemiş bir destekle Fenerbahçe Başkanı seçilen Ali Koç, maalesef ekibini iyi kuramadı. Fenerbahçe Yönetim Kurulu’nu oluştururken; bu profesyonel dünya hakkında çok bilgisi olan isimleri tercih etmedi. Dolayısıyla bütün yük, kendi omuzlarına kaldı.
Profesyonel bir hamle yapmak istedi, Comolli’yi getirdi. Ancak Comolli, geldiği günden gittiği güne kadar Fenerbahçe’ye sadece ‘zarar’ verdi.
Teknik heyet konusunda doğru tercihleri yapamadı. Uzun bir bekleyişin ardından Aykut Kocaman’ı gönderirken, Philipp Cocu ile anlaştı. Olmadı... Cocu’yu yolladı; Koeman ile devam etti. Olmadı... Koeman’ı yolladı ve hiç istemediği halde, taraftarın isteğine uyarak Ersun Yanal’ı getirdi. Gelinen nokta şu: Yine olmadı...
Kadro konusunda doğruyu bulamadı. Şampiyonluğa oynayan Fenerbahçe’nin Hasan Ali’den başka sol beki yok halen... Kadroda 4-5 stoper varken, ön libero Jailson stoperde oynuyor halâ... Dirar maça sol bekte başlıyor, sol önde, sağ önde oynuyor, sağ bekte bitiriyor maçı... Yedek sağ beki yok Fenerbahçe’nin... Yedek santrforu yok... Hepsinden önemlisi bir kalecisi yok...
Ekibinizi, becerikli ve çözüm üretebilen bilgili insanlardan kuramazsanız, başarılı olamazsınız.
‘’Kıssadan hisse‘’
2018-2019 sezonu gelenler: Jailson, Tolga Ciğerci, Andre Ayew, Yassine Benzia, Diego Reyes, Harun Tekin, Michael Frey, Berke Özer, İslam Slimani, Barış Alıcı, Ferdi Kadıoğlu, Tolgay Arslan, Sadık Çiftpınar, Serdar Aziz, Miha Zajc, Victor Moses...
2018-2019 sezonu gidenler: Josef de Souza, Giuliano, Fernandao, Aatif...
2019-2020 sezonu gelenler: Luiz Gustavo, Vedat Muriç, Deniz Türüç, Zanka, Altay Bayındır, Allahyar, Yasir Subaşı, Adil Rami, Mevlüt Erdinç, Emre Belözoğlu, Max Kruse, Garry Rodrigues, Simon Falette...
2019-2020 sezonu gidenler: Eljif Elmas, Yasir Subaşı, Michael Frey, Diego Reyes, Roman Neustadter, Mathieu Valbuena, Mehmet Topal, İsmail Köybaşı, Martin Skrtel, Şener Özbayraklı, Roberto Soldado, Carlos Kameni...
‘Transfer Sihirbazı’ Comolli’nin arkasında bıraktığı enkazdır bu... (Falette hariç) Ne kadar iyi futbolcu varsa gitmiş ya da gönderilmiş; ne kadar vasat ya da vasat altı oyuncu varsa alınmış...
20 yıllık Aziz Yıldırım dönemini sona erdiren Ali Koç, iş hayatında olduğu gibi Fenerbahçe Kulübü’nde de ‘Profesyonel’ bir çalışma ortamı kurmayı hedeflemişti. Temelde, yıllar önce yapılması gereken bir hamleydi bu... Proje doğruydu, ancak ‘Profesyonel isimler’ konusunda doğru bulunamadı.
Finansal Fair Play’in kulübü çok zorladığı doğru... Bu nedenle kulübün transfer yapmakta zorlandığı da... Ancak Comolli ile geçen kayıp yıllarda toplam 29 transfer yapılmış olması da bir gerçek olarak karşımızda...
“Bonservisi yoktu” ya da “Maliyeti düşüktü” gibi mazeretler kabul edilemez. Çünkü Türk Futbolu’nun devlerinden biri olan Fenerbahçe, her zaman en iyileri seçer... 29 değil, 9 alırdınız ama iyisini bulurdunuz en azından...
Sayın Ali Koç’un dedesi Rahmetli Vehbi Koç’un sözüdür: “İyi eleman seç, iyi para ver. Çünkü kötü eleman sana pahalıya mal olur...”
Fenerbahçe’nin şu an yaşadığı da aslında tam olarak budur...
Hafta sonu Galatasaray’ı konuk edecek Fenerbahçe... Kazanırsa lige tutunacak, kaybederse şampiyonluk umutları Kaf Dağı’nın arkasına saklanacak. Kişisel fikrim şu: Fenerbahçe, Galatasaray’ı yense bile bu sezonu zirvede tamamlayamayacak. Çünkü Antalyaspor’a, Kayserispor’a, Ankaragücü’ne kaybeden bu teknik kadro ve takım; ligin geri kalan kısmında da sürpriz kayıplar yaşayacak.
Zararın neresinden dönseniz kârdır demiş atalarımız... Comolli’yi göndererek zararı azalttı Fenerbahçe... Sıradaki operasyonu da yaparsa, en azından gelecek sezon öncesi kâra geçebilir... Sıradaki kim mi? Sizce!
‘’Sorunumuz güven!‘’
Bir gün fareler bir araya gelirler ve başlarına musallat olan bir kediden kurtulma planları yaparlar. Pek çok fikir öne sürülür. Hiçbiri kabul görmez. Tartışmalar sürüp giderken, genç bir fare söz alır ve kedinin boynuna bir çan asmayı önerir. Böylece kedi, kendilerine yaklaşırken farkına varacak ve kaçabileceklerdir.
Bu öneri, bütün fareler tarafından alkışlarla onaylanır. Bu arada bir köşede sessizce onları dinlemekte olan yaşlı bir fare ayağa kalkar. Önerinin çok zekice olduğunu ve başarılı olacağından hiç kuşkusu olmadığını belirtir. “Fakat” der ve devam eder: “Kafamı şu soru kurcalıyor: Çanı kedinin boynuna ‘kim’ asacak?”
Her işte planlı-programlı yürümek önemlidir. Ancak iyi bir plan yapsanız bile, o planı uygulayamazsanız, tüm çabalarınız nafiledir.
Kulüpler Birliği Vakfı, dün Futbol Federasyonu Başkanı ve MHK Başkanı biraraya geldiler; son dönemde yaşanan ortak sorunları değerlendirdiler. Sonuçta; kulüp başkanlarının ana isteği şu oldu: “Yıpranmış, tecrübeli hakemleri değil; genç hakemleri istiyoruz...” Kulüp başkanlarının planları bu...
Peki bu, nasıl olacak?
Sezonun ilk yarısını geçmişiz. Artık her maç, adeta el yakıyor! 7-8 takım şampiyonluk, 7-8 takım küme düşmeme mücadelesi veriyor. Hâl böyleyken... Bir genç hakem, bir hatalı karar verdiğinde, kulüp başkanları konuşmayacak mı? Ya da “Olur böyle şeyler. Hangimiz hata yapmıyoruz ki!” diyecek mi?
Diyeceklerse ne alâ... Ama kafama takılan soru şu: “Şimdi neden böyle düşünüp böyle konuşmuyorlar?”
Sorun, yaşlı-genç, tecrübelitecrübesiz değil... Sorun; güven sorunu... Federasyon, hakemler ve kulüpler birbirlerine güvenmedikleri sürece hiçbir şey değişmeyecek.
‘’En iyisi futbolcular!‘’
“Henüz ilkokula gittiğim yıllar... Küçük bir öğrenciyim yani. Bir gün arkadaşlarımızdan birine babası, çok güzel bir kol saati satın almıştı. Yandaki bir tuşa bastığında saati gösteriyor, bir diğer tuşa bastığında kronometre açılıyordu. Arkadaşımız, koluna taktığı bu saatle okula geldi. Çocukluğun verdiği heyecanla saati hepimize gösterdi. O yaştaki bizler için çok büyük bir olaydı bu... Hem çok beğenmiştik hem de kıskanmıştık!
İçimdeki kıskançlık dürtüsü, bana büyük bir hata yaptırdı. ‘Benim de böyle bir saatim olmalı’ dedim ve çocuğun bize göstermek için kolundan çıkartıp masada unuttuğu saati çaldım. Saati cebime koyduğumda, ruhumu kaplayan mutluluğu halen hatırlarım!
Fakat bir şeyi düşünmemiştim! Saatinin olmadığını anlayan çocuk, durumu öğretmene anlattı. Öğretmen, ‘Saati kim aldıysa sahibine geri versin’ dedi. Utancımdan yerin dibine girmiştim, fakat o an ortaya çıkıp bu olayı yaptığımı söyleyemezdim.
Öğretmen bütün sınıfı tahtanın önünde dizdi ve ‘Hepiniz gözlerinizi kapatın’ dedi. Ceplerimizi teker teker arayarak saati buldu ve sonrasında da gözlerimizi açtırdı. Kendi cebine koyduğu saati çıkartıp sahibine geri verdi. Sonrasında da derse devam etti.
Aradan yıllar geçti. Eğitim Fakültesi’ni bitirmiş, öğretmen olmuştum. Öğretmenler Günü’nde İlkokul Öğretmenimi aradım. Bir süre sohbetten sonra, yıllardır kafamı kurcalayan soruyu sordum: “O saati çaldığım halde, bana bir kelime etmeden, yüzüme bile bakmadan olayı kapattınız. Neden böyle bir şey yaptınız?”
Öğretmenim, hayatımın en büyük dersini bu soruyu yanıtlarken verdi: “Hatırlarsan, sizlere gözlerinizi kapatın demiştim. O an ben de sizler gibi gözlerimi kapattım. Saati buldum, ama kimin cebinden aldığımı görmedim!”
Kulüpler de aslında birer okul sınıfı gibidir. Başkanlar ‘Okul Müdürleri’, teknik direktörler ‘öğretmenler’, profesyoneller ‘okulda çalışan memurlar’, sınıf başkanları ‘hakemler’ ve futbolcular da ‘öğrenciler’...
Okullarda disiplini, karmaşayı engellemekle yükümlü müdürler; futbol dünyasında kavgayı ve kuralsızlığı körükleyen bir numaralı aktörler malesef... Okullarda öğreten, eğiten ve örnek olması gereken öğretmenler, futbol dünyasında akıl tutulması yaşıyor genelde...
Okullarda sınıf içi düzeni korumakla yükümlü sınıf başkanları, futbol dünyasında düzensizliğin karşılığı maalesef... Allah’tan memurlarımız uyumlu, öğrencilerimiz az sorunlu...
Yoksa... Allah muhafaza...
‘’Kavga etmeyin, konuşun...‘’
Adamın biri tam duşa girmek üzeredir. Karısı ise duşunu almış olarak kabinden çıkmaktadır ki, kapının zili çalar. Kapıya kimin bakacağı konusunda ufak bir tartışma sonrasında kadın pes eder. Üzerine bir havlu alarak merdivenlerden aşağı iner ve kapıyı açar.
Gelen eşinin arkadaşıdır. Kadın daha selam veremeden, eşinin arkadaşı bir teklifte bulunur:
■ “Havlunuzu üzerinizden yere düşürürseniz, size anında 300 Euro veririm hanımefendi!” Kadın şaşkındır, bir müddet tereddüt eder. Ancak ani bir refleksle havlunun düğümünü açarak havlunun düşmesini sağlar.
Eşinin arkadaşı ona bakar ve 300 Euro verir. Sonrasında bir teklifte daha bulunur:
“Antrede doğabilecek ufak bir tensel yakınlık için size 500 Euro daha verebilirim, hem de derhal!” Kadının şaşkınlığı katlanmıştır. Fakat hem adrenalinin verdiği heyecan hem de alacağı para ile yapabileceklerinin anlık hayaliyle kısa bir duraksamadan sonra kabul eder. Adamın elini tutar ve 500 Euro daha alır. Eşinin arkadaşı gider. Kadın ise yaşamış olduğu olayın ve kısacık bir süre içerisinde edinmiş olduğu ufak servetin heyecanıyla merdivenleri yukarı çıkarak banyoya geri döner. Halâ duşta olan eşi, kimin geldiğini sorar. Kadın, “Arkadaşın” diye cevap verir. Adam yanıtlar: “Öyle mi! Çok iyi... Çünkü ona borç verdiğim 800 Euro’yu getirecekti...”
★ Üniversiteden bir arkadaşımın, ‘yönetim ilkesi’ başlığı altında attığı 4 hikâyeden biriydi bu.. Ve hikâyenin sonunda, alınması gereken ders şöyle açıklanıyordu: “Eğer bir ekipte çalışıyorsanız, bilgiyi saklamayın, paylaşın. Karar mekanizmasında belirleyici olabilir. Böylece yanlış anlaşılmaların ve dışarıya karşı kötü duruma düşmenin önüne geçebilirsiniz...” Futbolun ana unsurları, elbette kulüpler... Ve en temelinde bakarsanız, Türkiye Futbol Federasyonu’nun kaptanlığını yaptığı bir ekip aslında Süper Lig... O halde Türkiye Futbol Federasyonu, Fenerbahçe Kulübü, Trabzonspor Kulübü ve Malatyaspor Yönetimi’nin artık kamuoyuna doyurucu birer açıklama yapmaları şart. Deprem içimizi daralttı zaten... Korktuk, üzüldük ve halen endişeliyiz. Hâl böyleyken, böylesine basit tartışmalara hiç gerek yok.
‘’Arda Turan!‘’
Nihat Kahveci’nin İspanya’yı salladığı yıllar... Nihat-Kovaçeviç atıyor; Real Sociedad şampiyonluk yarışında kalıyordu. Türkiye’den bir televizyon ekibi, İspanya’da Nihat ile röportaj yapıyordu. San Sebastian sokaklarında, bir Allah’ın kulu gelip; “Ne oluyor” demedi!
Muhabir haklı olarak, “Nihat, seni burada tanıyorlar mı” diye sordu. Nihat’ın cevabı şöyleydi: “Ben onlar için sahada büyük bir yıldızım ve stadyumda bana hak ettiğim değeri fazlasıyla veriyorlar. Fakat şu an, bu sokaklarda onlardan biriyim, sıradan biriyim yani...”
Şu birkaç cümle, bir hayat dersiydi aslında... O birkaç cümleden, birkaç roman yazılabilirdi. Fakat biz, çok resimli az yazılı, çizgi romanlara devam etmeyi yeğledik.
Sorun; Tugay’a, Alpay’a, Emre’ye, Tuncay’a... Gittiler, gördüler İngiltere’yi, İtalya’yı... Sahalarda birer yıldızlardı, ama oynadıkları takımların taraftarlarıyla aynı kafelere gittiler. Çünkü oradaki futbol dünyası, onlara bu şartları sunmuştu!
Bizde neden böyle değil peki? Türkiye’de neden ‘ulaşılmaz’ oluyor böyle figürler... Çünkü ... Her yarışma programından bir kahraman yaratıyoruz. Her şarkı söyleyene ‘sanatçı’ diyoruz. Bir dizide figüranlık yapan kadın, Türkan Şoray oluyor ertesi gün... Merminin girmediği, Azrail’in öldüremediği oyuncu var! Bir gol atan çocuk ‘Yeni Maradona’; bir basket atan çocuk ‘Magic Johnson’ oluveriyor. Büfesi olan adam, “İş adamıyım” diyor. İki karısını öldürüp hapis yatmış adam, yeni kurbanını televizyonda arıyor.
Sene 2016, ama bütün dizilerde aşiretler var, töre kanunları işliyor halâ... Mafyaların ‘iyi adamlar’ olduğunu kafamıza sokmaya çalışan diziler var. Tecavüz edenlerin, tecavüz ettiği kadına aşkı; ağlatıyor çoğumuzu... İliklerimize kadar arabesk bir toplum olmuşuz çoktan...
Arda Turan hakkındaki fikrim; Türkiye gerçekleriyle örtüşüyor. O, bu arabesk kültürde büyüyen çocuklardan... Hak ettiklerinden çok fazlasını verdi bu kültür ona... Hem de durup dururken, birden bire...
Gökyüzündeki yıldızlarla eş değer tutuldu bir gün... Işık saçmak, etrafını aydınlatmak yerine gökyüzünün hakimi gibi davranmaya başladı.
‘Lider’ yaptılar futbolumuzda... Sahaları esir almaya, racon kesmeye kalktı. Antrenman için harcadığı saatten çok, reklamlarda oynattılar. Maradona oldu, Messi oldu, Pele oldu; fakat kendisi olmaktan vazgeçti. Ansızın zirveye çıkarttılar. Ve şimdi, aynı hızla yerin dibine sokmaya çalışıyorlar. Yazık...
(30 Ağustos 2016 Salı günü Fanatik’te çıkan yazımdır...)