‘’Titanic battı mı, yandı mı!‘’
Türkiye için yola çıkacak olan siyahi bir Amerika vatandaşı, havalimanına geldiğinde el çantasını açar ve görür ki pasaportu yok... Valizini arar, bulamaz... Evini arar, bulamaz...
Çaresiz, umutsuz bir şekilde yolda yürürken yerde bir pasaport bulur. Açar, bakar ve pasaportun ünlü oyuncu Leonardo Di Caprio’ya ait olduğunu görür.
Aklına bir fikir gelir ve uygulamaya başlar. Pasaporttaki fotoğrafı çıkartır, yerine kendi fotoğrafını yapıştırır ve yeniden havalimanına gider. Türkiye’ye indiğinde endişeli bir şekilde pasaport polisine yönelir. Memur Temel alır pasaportu ve inceler: Karşısındaki adam siyahidir, pasaporttaki adam da aynısıdır, fakat isim bölümünde Leonardo Di Caprio yazmaktadır. Memur Temel, meslektaşı Dursun’a seslenir:
- Ula Dursun, Titanik batmış mıydı, yanmış mıydı?
Maalesef birçoğumuzun Türk Futbolu’na bakış açısı da yukarıdaki fıkradan çok farklı değil... Taraf olduğumuz için doğruları göremiyoruz. Popüler kültür bizleri o kadar esir almış ki; başarısız olan tanımadıklarımıza hayranlık duyuyor, başarılı olan tanıdıklarımızı yerden yere vuruyoruz.
Hangi Beşiktaşlı’ya sorsanız, Rıza Çalımbay’a dudak büker... Galatasaraylılar’a ‘Okan Buruk’ deseniz, ‘Daha erken’ yanıtı gelir. Trabzon’da Ünal Karaman’ın yaşadıkları ortada... Fenerbahçeliler için Erol Bulut, halen vakti gelmemiş bir teknik direktör.
Oysaki bu teknik adamlar, Süper Lig’in ilk yarısının en başarılı isimleri... Lider Sivasspor, Fatih Terim’in yönettiği Galatasaray’dan 10, Abdullah Avcı’nın Beşiktaş’ından 7, Ersun Yanal’ın Fenerbahçe’sinden 6 puan önde... Okan Buruk’un Başakşehir’i, bizleri halen Avrupa’da temsil eden tek Türk Kulübü...
Ünal Karaman’ın Trabzonspor’u, Avrupa’ya futbolcu gönderen ve göndermeye devam edecek altyapı hamlesini yaptı. Erol Bulut’un Alanyaspor’u, haftalarca bu ligin zirvesinde yer aldı.
Pasaport mu bütün mesele? Ya da üzerindeki fotoğraf mı? Sahi Titanik batmış mıydı, yanmış mıydı!
‘’Diagne ve Falcao‘’
Olaylara bakış açınız, sonucu mutlaka değiştirir... Kötü bakarsan kötü görürsün, iyi bakarsan iyi...
Mesela “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı” diye başlar ve yüzyılın en iyi şiirlerinden birini yazar Orhan Veli... Aynı İstanbul’a bakar, “Sen mi büyüksün ben mi, göreceğiz” der delinin teki...
Mesela geçen yıl bu haftalarda tam 20 gol atmış Diagne’yi, “Topçu değil” diye gönderdik bu ülkeden... “Golcünün Kralı” diye getirdiğimiz Radamel Falcao’nun 1 golü var daha ve halen omuzlarda!
Mesela “Geleceğin Milli Takım Kaptanı olacak” demiştik Oğuzhan Özyakup’a... Şimdilerde sonradan oyuna girebilirse görüyoruz ancak... “Yerli Maradona” idi Muhammetimiz... Şimdi nerelerde, bilen var mı? “Eto’o bitmiş”ti hani! Gördük ki, bitmemişti!
Hatırlayın lütfen... “Doncic’ten bi şey olmaz” diyen ulemalar bile vardı canım ülkemde! 16-17 yaşlarında Real Madrid’in yıldızıydı, 18 yaşında Slovenya’yı tarihte ilk kez Avrupa Şampiyonu yaptı. 19 yaşında NBA’deki ilk sezonunda 72 maç oynadı; 21.2 sayı, 7.8 ribaunt, 6 asist ortalaması tutturdu. 20 yaşında (yani bu sezon) 25 maçlık istatistikleri ise şöyle: 29.3 sayı, 9.6 ribaunt, 8.9 asist... NBA’de gelmiş geçmiş en genç MVP olma yolunda koşuyor çocuk! Ama bi şey olmaz ondan!
“Vedat Muriç, Fenerbahçe’nin golcüsü olamaz” diyenler de vardı. Oldu, hem de ne oldu ama...
Sözün özü; Bin düşünüp, bir konuşmak lazım aslında... Ön yargılı olmadan, ukalâlık yapmadan bir de!
Mevlana Celaleddin Rumi ile bitirelim... “Kusur bulmak için bakma birine, Bulmak için bakarsan bulursun... Kusuru örtmeyi marifet edin kendine, İşte o zaman kusursuz olursun...”
‘’Zirvenin bedeli!‘’
Bonservis bedeli ödedikleri tek oyuncu, Emre Kılınç... Onu da 2017’de Boluspor’dan 700bin TL’ye almışlar. Takım değerleri, devlerin çeyreği kadar; ama ligin tozunu atıyorlar... Bravo Sivasspor, bravo Mecnun Odyakmaz, bravo Rıza Çalımbay...
Aşağıdaki listeyi lütfen iyi okuyun...
Kaleciler:
Muammer Yıldırım (Kayserispor-Bedelsiz), Mamadou Samassa (Troyes- Bedelsiz), Ali Şaşal Vural (Eskişehirspor-Bedelsiz)...
Savunma:
Ziya Erdal (Sivasspor altyapı), Fatih Aksoy (Beşiktaş’tan kiralık- Bedelsiz), Uğur Çiftçi (Gençlerbirliği-Bedelsiz), Aaron Appindangoye (Ümraniyespor- Bedelsiz), Caner Osmanpaşa (Akhisarspor-Bedelsiz), Furkan Sağman (Vfl Bochum-Bedelsiz), Paul Papp (Karabükspor- Bedelsiz), Marcelo Goiano (Braga-Bedelsiz), Barış Yardımcı (Bursaspor-Bedelsiz)...
Orta saha:
Hakan Arslan (Samsunspor- Bedelsiz), Mert Hakan Yandaş (Menemen Belediye-Bedelsiz), Serhiy Rybalka (Dinamo Kiev- Bedelsiz), Armin Djerlek (Partizan-Bedelsiz-İkinci satışından yüzde 50 pay verilecek), Isaac Cofie (Sporting Gijon-Bedelsiz), Emre Kılınç (Boluspor-700 bin TL), Volkan Eğri (Frankfurt U19-Kulüpsüz- Bedelsiz), Abdou Razack Traore (Konyaspor-Bedelsiz), Fernando Andre (Porto-Kiralık), Erdoğan Yeşilyurt (Altınordu-Bedelsiz)...
Hücum:
Mustapha Yatabare (Konyaspor-Bedelsiz), Arouna Kone (Everton-Bedelsiz), Hugo Viera (Yokohoma FM-Bedelsiz)...
Bonservis bedeli ödenen tek oyuncusu Emre Kılınç... Onu da Boluspor’un yine 1. Lig’de oynadığı 2017 yılında 700 bin TL karşılığında almışlar... Başkan Mecnun Odyakmaz ve ekibinin bu başarısı, ders olarak okutulmalı...
Aşağıdaki listeyi de iyi okuyun: Takım değerleri: Sivasspor 23.1 Milyon Euro, Başakşehir: 59.3 Milyon Euro, Beşiktaş: 78.8 Milyon Euro, Trabzonspor: 70.1 Milyon Euro, Fenerbahçe: 90.08 Milyon Euro, Galatasaray: 122.65 Milyon Euro...
Parasal değer olarak, yarıştıkları rakiplerinin çeyreği kadarlar... Ama yaptıkları işe bakarsanız, hepsinin toplamından daha çoklar... Teknik direktör Rıza Çalımbay ve ekibinin bu başarısı, kitap olarak yazılmalı...
‘’Boru yeterse…‘’
Bilim insanları, ortak araştırma için toplanırlar. İçlerinde fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropolog vardır. Ormanda incelemeleri sürerken, şiddetli yağmur başlar. İleride, bir orman evi görürler, içeri girerler.
Ev sahibi, misafirlerine kuru kıyafetler verir, çay hazırlamak için mutfağa geçer. Evin salonunda oturan bilim insanlarının gözüne, odanın tam ortasında bulunan soba ilişir. Soba yerden bir metre kadar yüksektedir. Altına büyük taşlarla destek yapılmıştır. Gördükleri her olayı bilimsel metodlarla yorumlayan bilim insanları, sobanın duruş şekli ve borular üzerine yoruma başlarlar.
Kimyacı: “Sobayı yükselterek, aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakıyor...”
Fizikçi: “Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş...”
Jeolog: “Tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan sobanın taşların üzerine yakılmasını sağlayarak yangın ihtimalini azaltmayı amaçlamış.”
Matematikçi: “Sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış.”
Antropolog: “Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha soyut biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarıya kurmuş...”
Bilim insanları tartışmaya devam ederken, ev sahibi içeri girer. Ona, sobanın neden taşların üzerinde yukarıda olduğunu sorarlar.
Köylü cevaplar: Boru yetmedi...
Temelde futbol; 1 top ve 22 oyuncu ile oynanan, hakem ile yönetilen bir oyun, bu doğru... Ancak günümüzde, bu temel anlamın daha üzerinde değerleri içinde barındırıyor, bu da doğru.
Öncelikle taraftarlar... Bir futbol takımını destekleyen, o renkler ile gönül bağı kurmuş milyonlarca insan var. Sonrasında maddiyat. Artık transferde milyon Eurolar’ın döndüğü, liglerin milyar Euro’luk değerleri bulduğu bir sektör... “Yürü koçum” değil artık taktikler... Teknik adamların, bilimsel çalışma metotları var. İğne batırarak bitmiyor kramplar, merhem ile ısınmıyor adaleler! Doktor var, fizyoterapist var!
Her şey değişiyor, değişmeyen tek şey var: İnsan... Futbolun kitabı yeni baştan yazılsa bile, kahramanı insan kalacak. Dolayısıyla... Hakem kötü ise maç fiyaskoya dönüşür. Santrforun kötü ise gol atamazsın. Kalecin kötü ise kazanamazsın. Takımın iyi ise şampiyonluğa oynarsın, kötü ise küme düşmemeye. Bilim elbette önemli ama ana malzemen insan sonuçta!
Boru yeterse sobayı yere kurarsın, yetmezse altına taş döşersin. Köylünün çözümü budur, bilimin insanlarının çözemediği de...
‘’Hakem var, hakem 'VAR'‘’
Charlie Chaplin’in Dünya’yı kasıp kavurduğu yıllar... Sermaye babaları, onun sadece yeteneklerini sömürmekle kalmıyor, etinden sütünden bile faydalanıyordu! Bu bağlamda bir yarışma düzenlediler; Charlie Chaplin’e en çok benzeyen isme ödül vereceklerdi.
Konudan haberdar olan Charlie Chaplin de yarışmaya katıldı, ancak ilk turda elendi. Sahte Charliler galip gelmişti!
VAR sonrasında bizim hakemlerimizin çoğu da ‘hakemlik yarışması’na katılmış ‘sahte Charlie Chaplinler’ gibi ‘sahte hakemler’ sanki! Normalde diş doktoru, ana okulu öğretmeni ya da tekstilciymiş de yarışmanın hatırına hakem olmuş gibiler!
Göztepe-Fenerbahçe maçında, kaleci Altay’ın çizgi ihlalini göremiyor hakem ve yardımcısı. Durağan pozisyon ve bakmaları gereken tek bir nokta var oysa ki. Ya bakmaları gereken yeri bilmiyorlar ya da bakıyorlar, görmüyorlar.
Sonrasında 2-1 öne geçen konuk takım, VAR uyarısıyla golü iptal edilip penaltı tekrarlandığı için 2-1 geri düşüyor! Sonra ne mi oluyor? Konuk takım, 7 sarı, 1 kırmızı kart ve 2 puan kayıpla maçı bitiriyor. Bir önceki hafta lehine verilmesi gereken iptal kararı verilmediği için de isyan ediyorlar doğal olarak.
Aynı haftanın bir diğer maçı... Beşiktaş, Kayserispor’u konuk ediyor. Rakip moral açıdan bitik, Kartal istekli, tribünler coşkulu... Kısacası Beşiktaş’ın kazanmama ihtimali yok gibi. Maç içinde bir pozisyon... Caner sol kanattan ortalıyor, Gönül vuruyor ve gol oluyor. Televizyondan izliyoruz, topun tamamı çıkmış gözüküyor. VAR’daki hakem arkadaşlar, çıplak gözle topun izdüşümünü alıyor ve topun izdüşümü saha çizgisiyle kesişiyor kararı veriyor. Gol kararıyla skor 2-0 oluyor.
Mesele Fenerbahçe, Beşiktaş veya bir başka kulüp değil. Empati yapın! Şimdi onun başına gelenin, yarın senin canını yakacağını düşünün. Ve şu soruya yanıt verin; Hangisi gerçek, hangisi sahte? Cüneyt Çakır hakem ise...
‘’Alper'in kredisi!‘’
Alper Potuk, Yeni Malatya maçında kredisini tüketmiş! Öyle diyor ulemalar... Katılmıyorum, hatta şiddetle karşı çıkıyorum. Çünkü... Zaten kredisi yoktu Alper Potuk’un... Çoktan bitmişti...
Oysa; Eskişehirspor’dan alınırken Galatasaray ile kapışıp; kamyon yüküyle para vermişti bonservisine Fenerbahçe... (6.5 Milyon Euro) 2013-2014 sezonunda 34 maç oynamıştı Sarı-Lacivertli forma altında, 1 gol atmış 5 asist yapmıştı. Üstüne katarak devam etmişti. 2014-2015 sezonu; 36 maç, 3 gol-5 asist... 2015-2016 sezonu; 45 maç, 5 gol-7 asist... 2016-2017 sezonu; 43 maç, 1 gol-5 asist... 2017-2018 sezonu; 34 maç, 6 gol-3 asist...
O andan itibaren spor sayfalarından çok magazin sayfalarına girmeye başlamıştı Alper Potuk... Artık futboluyla değil, çalkantılı sayılabilecek özel hayatıyla haber oluyordu. Genç adamdı, elbette sevgilisi olacak, hatta ölçüyü kaçırmadıktan sonra gecelerde de boy gösterecekti. Ancak ölçüyü tutturamadı. ‘İş zamanı iş, eğlence zamanı eğlence’ prensibinden uzaklaştı.
Fenerbahçe’nin uzun süre küme düşme hattında kaldığı 2018-2019 sezonunda sadece 14 maçta oynadı, 1 gol attı. Bu sezon ise henüz 6 maç oynadı, sıfır gol, sıfır asist... Adı, Ocak ayında gönderilecek oyuncular listesinin en başında yazılıyor. Ne yöneticiler, ne de teknik heyet yüzüne bakmıyordu. Hâl böyleyken Malatya maçında santrfor mevkiinde oynatıldı. Sırf bu nedenle, bu maç ile Alper’i yargılamam, yargılanmasını da saçma bulurum.
Üstelik, ‘al da at’ diyerek topu önüne yuvarladığı Moses, topu bomboş kaleye gönderebilse, belki de şimdi ‘küllerinden doğdu’ diye nice methiyeler düzülecekti. En büyük hatamız da işte bu... Bir dakikada ‘kahraman’ bir dakikada ‘hain’ ilan etmekte üzerimize yok...
Peki her şey için geç mi? Yeteneklerine bakarsanız geç değil, geri dönebilir, becerebilir. Asıl sorun zihninde... Dönmeyi istiyor mu, istemiyor mu? Bu sorunun yanıtını Alper verecek... Hemen yanı başında, yaşı itibariyle olmasa bile, yaptığı iş nedeniyle büyük bir örnek var: Ozan Tufan... Alper, ‘İkinci Ozan’ olabilir mi? Neden olmasın!
‘’Doğru yer...‘’
Ölüm döşeğindedir adam... Yanıbaşında oturan oğluna, son bir isteği olduğunu söyler: “Kolumdaki saat, bana büyükbabandan kaldı. Ona da babasından kalmıştı. Daha öncesini bilmiyorum. Ben de sana bırakacağım. Senden isteğim şu; bu saati saatçiye, eskiciye, son olarak da müzeye götürüp değerini sor...”
Saatçi, “Eski bir saat, 5 dolar eder” der. Eskici, 10 dolar değer biçer. Şehir Müzesi’ndeki Müdür ise şunları söyler: “Beyefendi, bu bir tarihi eser... En az 1 milyon dolar eder...”
Şaşkına dönen oğul, babasının yanına döner. Babası fiyatı duymadan, oğluna son sözlerini söyler: “Şunu unutma; Doğru yer, senin değerini belirler. Senin için doğru olmayan yerde kalma. Kim değerini biliyorsa oraya git...”
Hepimiz için bir hayat dersi aslında bu hikaye.. Ve profesyonel yaşam için de geçerli. Örneğin; Fenerbahçe’de hak ettiği değeri bulamadı Aykut Kocaman. Oysa yıllarını vermişti kulübe... Goller atmıştı, şampiyonluklar yaşatmıştı futbolcuyken. Teknik adamlığı döneminde de zirveye taşımıştı Çubuklu’yu. 3 Temmuz’un yükünü, birkaç yönetici ile birlikte omuzlarında taşımıştı. Ne ağır bir yüktü o... Tüm bunlara karşın dudak büktüler hocalığına da, adamlığına da.. Ve ayrıldı. Doğrusunu yaptı. Çünkü gittiği yer; her daim O’na değer veren Konyaspor’du...
Örneğin; Şenol Güneş... Ne Trabzonspor’da ne Beşiktaş’ta değeri bilindi bana göre... Şezlong yazarları olmasa bile; Milli Takım yetkilileri, halk ve elbette çıkarsız futbol yazarları, Güneş’e hep hak ettiği değeri verdiler. Şezlong yazarları kabul etseler de etmeseler de Türk Futbol Tarihi’nin en önemli başarısı halen O’na ait. Muhtemelen İzlanda, Andorra maçlarından sonra Ay- Yıldızlı ekibi, 2020’ye Grup Lideri olarak götürerek bir ilki daha başaracak.
Genç futbolcu kardeşlerim... Anadolu kulüplerinde inanılmaz işlere imza atıp İstanbul’un büyüklerine gelen ve muhteşem olabilecek kariyer hikayeleri, kısa film tadında kalan ağabeylerinizi örnek alın... Tarık Daşgün’ü, Okan Koç’u, Serkan Aykut’u hatırlayın. Transferiniz söz konusu olduğunda; gideceğiniz camianın büyüklüğü ve parasal konular kadar, size değer verilip verilmeyeceğini de hesaplayın.
Unutmayın; aynı saat, saatçide 5 dolar, müzede 1 milyon dolar edebiliyor. Çünkü doğru yer; sizin kıymetinizi belirliyor...
‘’Hakemi de yeneceksin!‘’
Ortalık yeterince gergin... Kalbimden geçenleri yazarak gerilime katkı sağlamaktansa, trajikomik halimize bakmayı yeğliyorum. İsterseniz gelin, futbolumuzun ‘alfabe’sine bakalım bugün... Geçmişten bugüne değişmeyen, ‘Ali topu at!’, ‘Veli topu tut!’ kıvamındaki tanımlamalara!
“Hakemi de yeneceksin!” Hatalı kararlar sonrası puan kaybeden takımlar için söylenir! Ancak saçmasapan bir tespittir. Öncelikle hakem rakip değil ki! Üstelik hakemin bir kalesi yok ki; Nereye gol atacaksın onu yenmek için! Futbolcular işlerini yapsın, hakem kuralları uygulasın, hak eden kazansın. “Hakem kötüydü” demek bu kadar zor değil ki!
“Üzerimize oyunlar oynanıyor. Konuşursam yer yerinden oynar!” Genelde yönetici ve teknik adamların tercihidir! Kayıplar sonrası söylenir. Amaç, hedef saptırmaktır! Böyle olmasa çıkar; Şu adamlar oynuyor, böyle yapıyor dersin, olur biter! Zaten ilk galibiyette oyun da biter, yer de yerinden oynamaz, unutulur gider!
“Uyum sorununu aşamadı!” Yeni gelen yıldız oyuncuların, berbat performansları sonrasında kullanılır. Neyin uyumundan bahsedilir, bilinmez! Adamın işi futbol ve insanlar, o adamdan işini yapmasını bekliyorlar sadece! Yeni bir hastaneye tayini çıkan doktorun ya da yeni bir karakola giden polisin uyum sorunu yaşadığını düşünsenize! ★ “Gol ya da goller atıp puan ya da puanlar kazanmak istiyoruz!” Futbolcu repliğidir! İlkokul bir seviyesidir, yorumlamaya değmez!
“Önümüzdeki maçlara bakacağız!” Yine futbolcu repliğidir! Hiç bir şey yapmadık, maçı kaybettik. Ama merak etmeyin, bir sonraki maçı kazanacağız anlamına gelir. Yerseniz...
“Bakmayın sahadaki hırçınlığına, dışarıda melek gibi insandır!” Kavgacı, gıcık, itici futbolcular için söylenir. ‘Dr.Jekyll ve Mr.Hyde Sendromu’dur bu! Gündüz doktor, gece katil yani! İyi güzel ama biz onunla gündüz sinemaya, akşam kafeye gitmeyeceğiz ki! Sahadaki halidir bizim için önemli olan. İyiyse iyidir, kötüyse kötü! Üstelik çift karakterlidir bu insan! Neyini sevelim ki!