Arama

Popüler aramalar

‘’Gereksiz adam Bobo!‘’

Amigo Pascal liderliğindeki Beşiktaş taraftarının ‘sezona veda partisi’ adına yarattığı coşku, puan stresi olmayan maça da hareket kazandıran unsurdu. ‘Nihat kendini sezon biterken buldu’ diyorduk da, ama onun şık vuruşları geçen hafta olduğu gibi bu maçta da üçüncü dördüncü denemede dahi çerçeveyi bi türlü tutturamıyordu. Sivok, Fink ve İbrahim Toraman’ın profesyonelliği yine kendinden ödün vermezken, Necip’in hâlâ niye titrek oynadığı pek anlaşılamıyordu. Kuşkusuz gecenin en talihsizi Rıdvan’dı, tatil arifesinde ayağı kırıldı. İkincil değişikliklerinde İsmail Köybaşı’na önde oynama şansı doğdu. Bu vesileyle onun ofans özelliklerinin daha önde olduğu gerçeği de Nihat’a attırdığı golde daha net belli oldu. İbrahim Üzülmez de dahil olduktan sonra Beşiktaş çift solakla atağa kalkma fırsatına nail oldu. Oyundaki skorun iki farka ulaşmasında Beşiktaş’ın solaklarının payı fazlaydı. Gecenin en etkisiz ve bence Beşiktaş’ta başından beri en gereksiz oyuncu idi Bobo. ‘Keşke önümüzdeki sezon Simpson’la yer değiştirebilse’ diye geçti içimden.

Sonuçta Beşiktaş, taraftarına sevimli bir kapanış sundu. Nihat ilk senesini pas geçti, ancak gelecek sezona ‘bekleyin’ mesajı verdi. İsmail, Necip, Atınç da kendilerine gerçekten inanan bir teknik direktör olursa ‘neden olmasın’ imajı çizdi.

08 Mayıs 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sezonun özeti!‘’

Gerçek hedeflerinden uzaklaşmasına rağmen Beşiktaş’ın disiplinli görüntüsü saygıdeğerdi. Ve Beşiktaş yanlış da olsa sadık olduğu futbol düzeninin devamında idi. Fink, Ernst, İbrahim Toraman, Sivok ve Rüştü’nün sorumlu duruşu, bu maçta da disiplinin göstergesiydi.

Araştırmacı olan isim her zamanki gibi Tello’ydu. Nihat’ın topa vuruş kalitesi ancak iş işten geçen sezonun sonunda kendini vitrine atabiliyordu. Bobo oyunda olmadığı için Beşiktaş’ın toplamda yapmak istedikleri rakip ceza alanında bitiyordu. Buna karşılık Tazemeta tek başına formasını giydiği takımının boyunu uzatmaya çalışıyordu. Barış’ın da hakkını yememek lazım... Ancak şunu kabul etmek gerekir ki işin gerçeği geleceğini gözeten Diyarbakırlı oyuncuların transfer için verdikleri çabanın ön plana çıkması, Diyarbakır’ın yegane görüntüsü idi. Bobo’nun Beşiktaş’a tek hayrı 2. goldeki payı oldu.

Daha sonrasında Tello Yeşil-Kırmızılılar’a veda busesi göndererek oyunun skorunu tayin etti. Beşiktaş’ın gençleri bu kadar rahat bir ortamda forma bulmalarına rağmen sorumsuz bir görüntü çizdiler. Bunlardan biraz Necip’i ayırmak lazım. Ne varki Rıdvan ve İsmail Köybaşı sanki bu işi yalayıp yutmuş tarzlarıyla bir kez daha hadlerini aştılar. Beşiktaş sezonun özeti bir oyun oynadı. Tek farkı rahatlığı idi. Buna rağmen ofansif anlamdaki yetersizliği Siyah-Beyazlılar’a önündeki sezon için de bir mesaj olmalı. Hücum bölgesinde topa hakim olacak bir santrfordan yoksun olarak geleceği planlamak Beşiktaş’ın beklentilerini karşılayamayacaktır.

03 Mayıs 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bobo ve Delgado‘’

Mete Düren diplomatik bir üslupla hem transferdeki planlamanın, hem de kadronun teknik ve mali kurulumunun yanlışlığını itiraf ediyor. İlave olarak da, sonuna geldiğimiz bu sezonun başına ait transfer yanlışlarıyla ücret dengesi, yabancı kontenjanı açısından şu anki durumun daha da içinden çıkılmaz hale geldiğini belirtiyor.

Geç de olsa, yanlışı görmek olumlu. Evet, Tabata gereksizdi, çünkü speküle edilen maliyeti altında hem Beşiktaş, hem Tabata ezildi. Ne var ki Tabata’nın gereksizliğini Delgado’daki ihmale dayandırmak da çok doğru değil. Daha doğrusu Düren’in Delgado’ya bakışı realiteyi yansıtmıyor. Arjantinli ne lider vasıflı bir oyuncu, ne de yeterli sorumluluk sahibi bir kişilik. Onun narinliği, kendisinden beklentilere engel. En basitinden vatandaşı Trabzonsporlu Colman verim ve devamlılık açısından ondan çok daha vasıflı.

Bobo için nasıl ki doğru bir yorumla, “Nereye kadar... Bir yerden sonra, bir üstüne ihtiyaç duyuluyor” tanısı konuyorsa, Delgado söz konusu olduğunda iki üstüne ihtiyaç vardır. Bobo da Beşiktaş’ta koyunun olmadığı yerdeki ‘Abdurrahman Çelebi’dir. Orta alanı tek yönlü oyunculardan kurulu olduğundan sürekli geriden forvetine uzun topla çıkan bir taktik anlayışın santrforu değildir. Kaydettiği goller onun bireysel vuruş artılarını gösterse de, Beşiktaş rakip savunmanın önünde topa sahip olamamanın oyununa negatif yansımalarını iki sezon boyunca gözardı etmiştir. Sırtı dönük oynamayı bilen agresif bir santrforun yokluğu ile Bobo’nun varlığı Holosko’yu pasifize ettiği gibi, seneye tam olarak hazır devreye girecek bir Nihat’ı da aynı şekilde olumsuz etkileyecektir.

Beşiktaş bu sezonu tamamladı. Önündeki kısa ve orta dönemi değerlendirmek için şu an transferi düşünmüyorsa da, gerekirse zararına katlanıp Delgado ve Bobo’yu satmayı hedefleyebilir. Kaliteli tek bir santfor transferi; Nihat, Holosko ve Nobre’yle birlikte forveti yeterince güçlü kılar.

*****

Keşke Hiddink de seyretseydi

Galatasaray-Bursaspor karşılaşmasını Hiddink de seyretmeliydi. Bu ülkede bir maçın maksimumda ne kadar hızlı oynanabileceğinin test edilmesi açısından yegane bir karşılaşmaydı. Bu kadarla da sınırlı değil. Volkan, Sercan, Ozan, Bekir, Arda, Mehmet Topal, Sabri gibi oyuncularla bu denli yüksek tempoya ulaşılabildiğini görecekti. Ama aynı şekilde bu kadar hızlı oynarken, bitirici noktalarda son hamlelerdeki geç kalınışı da farkedecekti. Bir başlangıç noktası tespit edebilirdi. Evet, bu kadar hızlı oynayabiliyorsak, bu oyuncuları biraz daha geliştirmeliyiz. Ya da, bu tempo bizi bozar sonuç aşamasında yapabileceklerimizi de yapamayız...

27 Nisan 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Mesele‘’

Hakem Hüseyin Göçek her ne kadar berbat bir maç yönetmiş, Emre’nin dokunulmazlığını perçinlemiş ve Bilica’nın akıl almaz çirkinliklerini yutmuş da olsa, Beşiktaş cephesi bu kayıpta yine de dönüp çuvaldızı kendine batırmalı...

2. dakikada yenen golün ardından ve henüz maça hakemin de eli değmemişken, 13’te Güiza, 40’ta da Alex’in net pozisyonları sayıya dönüşüp, Beşiktaş ilk 45’in sonunda soyunma odasına 3 farklı geride girseydi, Siyah-Beyazlı cephenin mazereti ne olacaktı?

Mesele, ‘şampiyonluğa oynuyorum’ diyen bir takımın zirve yarışındaki en kritik maçına 8 savunmacıyla çıkması... Ve futbolun cilvesi, çok erken bir gol sonrası sahada ne yapacağını şaşırması...

Tek yönlü oyuncularla gidilebilecek yol bu kadar...
Öncesindeki mesele, Nihat, Tabata ve İsmail Köybaşı’na sadece bonservis bedeli olarak 20 milyon Euro’nun yatırılıp, karşılığında gram getiri sağlanamaması... Mesele, Stefano Moreno’nun ikinci yarıya başlamamasından dolayı Beşiktaş’ın da başlayamaması... Güçsüzlük ve sakatlıklardan dolayı kadronun iki yakasının bir araya gelememesi...

Mesele, Ferrari’nin elmacık kemiği... O kemik parçası kırığının Beşiktaş’ın omurgasını tümden sarsması... Mesele, kısa bir süre önce iç transferde imza şov yaptırılan oyuncuların (Toraman hariç) konumu... Beşiktaş’ın ileriye dönüklüğünü ifade eden fotoğraf kareleri...

Elbette geçen hafta Egemen’in, bu hafta da Lugano’nun MHK’ya kadar uzanan elleri de meselenin bir parçası... Ama anası, Denizli’nin son kehaneti; 32. haftada işlerin arapsaçına dönüşeceğini ifade ettiği öngörü... Acaba lig yarışında mı, yoksa Beşiktaş’ta mı, anlattığı tarzda karmaşık bir durum ortaya çıkacak. Neyse, 15 gün daha bekleyelim, neymiş mesele anlarız.

Kural
Futbol kuralları usül kitapçığının 17. maddesi, c bendi, 3. fıkrası der ki, ‘bir futbolcu oyun kuralları haricinde rakip takıma dezavantaj sağlayacak şekilde oyun alanı, kale direkleri ve topta değişiklik yapar, maç böyle devam ederse takımı hükmen yenik kabul edilir.’ Görüldüğü gibi oyun kuralları bizde de yazılıdır. Ama yazısız olanları uygulanır. Kurallar yazar, oyunlar bozar.

Alex de Souza
Alex’in üstün tarafı ne tekniği, ne zekası, ne de golcülüğü... Bunların hepsini vasatın hayli üstünde barındırıyor. Ama kendisini farklı konuma taşıyan bu özellikleri bir zincir içinde hizada tutan disiplini... Bir Brezilyalı için belki garip, ama gerçek bu... Takım disiplinine uyumunu söylemiyorum. Kendine ait disiplini müthiş. Çünkü hiçbir maçta tek bir gereksiz hareketi yok.

20 Nisan 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Evdeki hesap...‘’

Sekiz savunmacı ile sahaya çıkmanın bir garantisi yoktu. En azından bir devre Fenerbahçe’yi durdurma amaçlı kadronun daha ikinci dakika planı bozuldu. Erken golü yiyen Beşiktaş, orta alanda oyun kurmak istedi, defansif orta saha yapısı, yaratıcılığını engelledi. Siyah-Beyazlılar kendini ileri atmaya zorladı. Ama kalesinde çok daha net pozisyonlar verdi. İbrahim Kaş ile Ferrari’nin maç eksiği çok sırıttı. İbrahim Toraman’ın çabaları bu açıkları bertaraf edecek güce erişemedi.

Attığı golün dışında bulduğu daha kolay pozisyonları değerlendiremeyen Fenerbahçe de bunun sıkıntısını ikinci yarı yaşamaya başladı. Denizli’nin Uğur İnceman hamlesi, Sarı-Lacivertiler’i geriye yaslamaya yetti. Bu bölümde Fenerbahçe’nin stresinden de faydalanan Beşiktaş ceza alanına çok daha fazla yanaştı. Bunun sonucunda da bir penaltı kazandı. Maçın kırılma anıda buydu. Bobo kaçırmayıp, Beşiktaş skoru eşitlese, Fenerbahçe’nin üzerinde hissetiği baskı çok daha fazla yoğunlaşacak. İkinci ve üçüncü Denizli hamleleri belki de maçı bambaşka bir platforma taşıyacaktı. Olmadı...

Bobo’nun oyun boyunca en yararlı hareketi penaltıya neden olan son pasıydı, ama kendisi penaltıyı kaçırınca Beşiktaş da oyunu bıraktı. Rakibinden daha organize gözüken Fenerbahçe çok iyi mi oynadı ? Hayır.

Onların da pamuk ipliğine bağlı zaafları vardı, Beşiktaş bundan yararlanamadı ve şampiyonluğa veda etti. Bir derbi için Hüseyin Göçek seçimi belki de en son tercihti.

Ne kartlarında, ne faullerinde, hatta penaltı yorumlarında bile çelişkiye düştü, olmayan futbol kalitesini bir gömlek daha aşağı çeken isimdi.

19 Nisan 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tecrübe sarsıldı‘’

Beşiktaş’ın ‘Arı Grubu’ndaki üç oyuncusundan ikisi, İbrahim Toraman ve Ekrem Dağ’ın da Fenerbahçe maçında oynaması mucizelere kaldığına göre, derbi iyiden iyiye zorlaştı Kartal için... Ancak kuşkusuz, Beşiktaş olası puan çıkaramaması durumunda bu derbi kaybından ötürü şampiyonluğu kaybetmeyecek... Son iki hafta Ankaragücü ve Trabzonspor’a karşı yitirilen 4 puan, şampiyonluktan öte Siyah-Beyazlılar’ın Şampiyonlar Ligi vizesini bile belki elinden almış olacak.

Mustafa Denizli’nin bu iki önemli karşılaşmadaki öngörülerini test ettiğimizde, ‘takımı iyi yönetti mi’ sorusuna kuşkuyla bakarız. Üst üste iki maçta tek gol sesinin çıkmaması ve pozisyon fukaralığı, sadece sakatlıklardan dolayı kısıtlanan kadroya bağlanamaz. Bu iki rakibe karşı üç ön libero özellikli oyuncuyla kurgulanan orta alan, takıma el freni çektirmiştir. Eskişehirspor maçında Denizli’nin oyunu çeviren en belirleyici hamlesi, Ekrem Dağ’ı ileri çıkarmasıydı. İbrahim Kaş son iki maç kadroda olduğu halde, Beşiktaş’ın ileri taşınmasında sade, ama çok yararlı payı olan Ekrem orta alan kısıtlılığında neden önde oynatılmadı, Denizli’nin buna cevap vermesi zor. Son maçta Yusuf’un son derece bitik hali ortada iken 80 dakika sahada kalması, buna karşılık Ankaragücü maçında oyuna girdikten sonra hücuma etkinlik kazandıran Serdar’ın son maçta sadece 12 dakika şans bulması da Denizli’nin okuyamadığı durumun bir parçası...

Nerede o fizik performans
Mustafa Hoca’nın kabul etmediği, hatta tam aksine ligin fizik gücü en iyi ekiplerinden biri olarak gösterdiği takımı, tam da geçen sezonun bu dönemine aitti. Şimdi o fizik performansın yarısı yok.

Seçimlerinde sürekli tecrübeliden yana tasarrufta bulunan tecrübeli teknik direktörü, bu yıl güçten yoksun tecrübelileri taşıyamadı. Oysa bu takımın tecrübe kadar enerjiye de ihtiyacı vardı. Gençlere sırtı dönük olan yönü, Serdar, İbrahim Kaş, Necip ve İsmail Köybaşı’nın istikrar kazanamamasında etkili oldu. Şenol Güneş üç ayda Onur’a, belki de uzun süre milli takımın kalesini koruyacak ilk adımları attırdı. Ancak Mustafa Hoca bu yönüyle iki yıl üst üste sınıfta kaldı.

Toraman’ın mağduriyeti bitecek
Hiddink de, Koch da aynı fikirde... İbrahim Toraman mücadele ve taktik performans olarak yine zirvede dolaşıyor. İmzayı attığı halde arkasına yaslananlardan biri değil o... Benzer performansına yakın seyrettiği dönemlerde ‘Terim’in Milli Takımı’ndan uzun süre ayrı kalmıştı. Ama şimdi önü açık. Bildiği ve inandığı yoldan hiç ayrılmadığı için hak ettiği, ama kendisinden esirgenen formayı sanırım yakında sırtına geçirecek.

Rekortmen
İbrahim Üzülmez geçen yıl vergi rekortmeni olmuştu. Bu yıl ise ikinciliği almış. İki yılda en çok koşan, en çok mücadele içinde gözüken oyuncu olarak bu ligde ilk üçe girer herhalde... Verdiği vergi tutarından da rahatça anlaşılacağı gibi, futboldan kazandığı ile yaptığı yatırımlardan yılda Beşiktaş’tan aldığı ücretten fazlasını futbol dışından kazanıyor. Ona rağmen bunca özveri, hiç düşmeden mücadeleye devamlılık, mesleğine bunca saygı... Tebrik etmek gerekir. Verdiği verginin kutsallığı kadar, işini de aynı paralelde götürüyor.

13 Nisan 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu futbolla nereye‘’

Beşiktaş sözümona şampiyonluğa oynuyor. Trabzon’un da amacı Avrupa kupalarına katılabilmek. Ama 90 dakikanın bütününe yansıyan futbol kalitesi vasata bile yanaşamıyor. Bizim mesleğin içinde olanların, hafta arası Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi maçlarını seyretmesi yanlış aslında. Yüzümüzü içeri çevirdiğimizde bir tuhaf oluyor insan çünkü. Aynı şekilde Avrupa arenasını hedeflediğini söyleyen yönetici ve teknik adamlarımız da konuşurken abartmamalı. Çünkü bu futbolla Avrupalılar’a rakip olduklarında onlar da bir tuhaf oluyor, bilmiyorlar mı.
Beşiktaş, Yusuf, Trabzon da Teofilo yüzünden sahada eksik duruyordu sanki. 10’ar kişiyle de ancak bu kadar tempo yapılabiliyordu. Yusuf’u, Serkan’ın savunduğu kanattan hücuma çıkarma fikri Denizli’nin kabak tadı veren tekrarlarından biriydi. Çıkana kadar Rüştü, Beşiktaş adına en kritik savunma hamlelerinin sahibiydi. Oyunun ikinci yarısında bu unvanı Rüştü’den genç Onur aldı. Beşiktaş bir parça organize bir takım olsaydı, Holosko’nun alan değiştirerek geliştirdiği driplinglerden sonuç alabilirdi. Alanzinho da topu çok sevmese forvetlerine gol şansı yaratabilirdi. Ernst, Alanzinho tehdidi yüzünden çok fazla su yüzüne çıkamadı. İki yönlü oynama görevi üstüne kalan Fink’in ise buna gücü yetmedi. Denizli’nin oyuncu değişiklikleri bu kez gecikmeliydi. Üstelik Beşiktaş Nobre’den de, Serdar’dan da verim alabilecek bir hücum düzeninde değildi. Beşiktaş bu sonuçla şansını fazlasıyla geri tepti. Asla bir şampiyon adayı olarak gözükmedi. Oynadığı oyuna göre kazandığı 1 puan bile başarı sayılmalı.

11 Nisan 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Denizli şampiyon!‘’

Teknik direktör Mustafa Denizli’nin, Beşiktaş’ın onca eksiği varken Ankaragücü maçında sistem değişikliğine gitmesi kaybedilen hayati puan kadar yankı buldu.

Bu noktada geçen haftaki Eskişehirspor maçı Mustafa Denizli’yi aldattığı kadar cesaretlendirdi de... Geçen hafta iki farklı geriye düştükten sonra saha içi formatında değişiklik yaparak Beşiktaş’ın maçı çevirmesini Mustafa Hoca fazla ciddiye aldı galiba... Takımının çok yönlü oyunculardan kurulu ve her düzende işlev sahibi olduğuna inanmış olacak ki, önemli eksiklerinin yerini birebir dolduracağı yerde, üstüne üstlük takımına bir de sistem değişikliği kamburunu ekledi. Orta alanın ortasını ilk defa yan yana gelen üç oyuncuya emanet edip, önemli yetersizliği olan ekibinin iletişimini tamamen yok etti.

Hoca kimi şaşırtıyor
Yıllardır tanıyoruz Mustafa Hoca’yı... Artık kanıksadık, şaşırtmayı seviyor. Ama şunu da anlaması gerek, sadece medya şaşırıyor bu işe... Sürprizse, futbol adına konuşan ve kalem oynatanlar için bir sürpriz oluyor. Ne kendi oyuncuları kurnaz planının sinsi uygulayıcıları konumuna ulaşıyor, ne de rakipleri ağzı açık ayran budalası durumuna düşüyor... Denizli’nin rakip olarak algıladığı Beşiktaş’ın karşılaştığı takımlar ise, onlar artık yemiyor. Yok eğer tecrübeli hoca her hafta medyaya karşı maça çıkıyorsa, bugüne dek topladığı puanlarla zaten şampiyon olarak zirveye oturdu bile!

En önemli eksik
Ankaragücü maçı öncesi Mustafa Hoca, önemli eksikliklerin olduğunu, ama zirveye oynayan bir takımda bunların mazeret olmayacağını söyledi. Evet, normalde olmamalı... Ancak Beşiktaş kadrosu Mustafa Denizli’nin resmetmeye çalıştığı türden nitelikli bir kadro değil maalesef... Ferrari, Ernst, Nobre’nin yoklukları bu takımda fazlasıyla hissediliyor. Ama genelde yabancı oyuncularda başgösteren fiziki yıpranma ve buna bağlı sakatlıklardan dolayı, en çok da gazetem Fanatik’in dünkü yorumunda tespit ettiği gibi, Stefano Marrone’nin yokluğu hissediliyor.

Dön artık Serdar Özkan

Ankaragücü maçında nispeten toparlandığına, kendini oyuna verdiğine şahit olduğum Serdar Özkan, 18’e alınmadığı son iki-üç haftadır transfer pazarlıklarıyla yoğundu. İstediği ücrette, kalitesinin değerini tespit etmede bizce yersiz ifadeler kullandı. Beşiktaş’ın sakatlıklarla boğuştuğu bu dönemde ona tavsiyemiz, kendisini aşan bir çalışmaya girişip formayı sırtına geçirmesi.... Kalan kritik haftalarda Beşiktaş’ın ona, onun da öncelikle Beşiktaş’a ihtiyacı var. Çıkıp yitirdiğimiz Serdar Özkan’ı geri getirsin, sonra da şu an kendisine yüz vermeyen yöneticileri de ciddi olarak masanın karşısına alsın.

06 Nisan 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI