Arama

Popüler aramalar

‘’Denizli Panzerler'i hor kullandı‘’

Mustafa Denizli, Kayseri’de, geçen yıl Beşiktaş’ı kupa maratonunda benimsettiği düzene döndü. Maç öncesi kadrolar incelendiğinde, bu ülkede teknik direktörler için en yaygın ve basmakalıp tek kelimelik ‘korkak’ nitelemesine alabildiğine uygundu Beşiktaş’ın onbiri... Mutlak kazanması gereken bir maçta takımına çok fazla güvenmeyen bir önyargı taşıyordu. Mustafa Denizli maç bittiğinde sanırım galibiyetten çok bu önyargıyı kırdığı için amacına ulaşmıştır. Savunma ağırlıklı onbiri, Tello ve Ernst çıkana kadar hücum ve pozisyon zengini olarak seyretti zira... Savunma karakteri önde oyuncularla da oyunun domine edilebileceği gerçeği, Beşiktaş’ın kadro yapısına en uygun düşünce tarzı... Her maç, özellikle de evinde oynayacağın rakiplere karşı elbette sürekli üç ön liberolu bir orta alan kurgusu gerekli değil. Ancak ofansif ağırlıklı oyuncuların, top rakipteyken oynamayı hiç bilmemeleri nedeniyle evinde oynayacağı maçlarda da Mustafa Denizli’nin bu tür oyuncularda kesintiye gitmesi yararına olacaktır. Kaldı ki Galatasaray ve Kayseri maçlarının 60. dakikasından sonra baş gösteren düşüş hayra alamet olmadığından, Beşiktaş orta alanı için Denizli daha seçici olmak zorundadır.

60-65’ten sonra temponun düşüşü ve yorgunluk başlamasının sebebi de bellidir aslında.... Yukarıda bahsettiğimiz, top rakipte iken oynamasını bilmeyen topçuların çokluğuyla geçmiş maçlarda kadro dinamizmini ekonomik kullanamadı Siyah-Beyazlılar... Bu dönemde Ernst ve Fink’e aşırı yük bindi. Şimdi görülen düşüş Panzerler’in enerji zayıflamasından... Beşiktaş’ın ağır işçileri bu takımın kalbi... Daha fazla yıpranırlarsa, onlarla beraber Beşiktaş’ın da bu yarışın sonunu getirmeye nefesi yetmez.

Hiddink sihirbaz değil
Federasyonun Bank Asya Ligi’ndeki yabancı uygulaması en azından bir başlangıç olarak çok yerinde... Sayısal olarak bu lig için doğru... Ama 23 yaş sınırı ile kriterlendirilmesi çok daha olumlu... Süper Lig’de de bizce yeni bir uygulama gerekiyor. Türk pasaportu taşımayan oyuncu sayısı 6+2’ye çıktıktan sonra bakıyoruz ki, ligin kalitesinde de, Ulusal Takım düzeyinde de bir ileriye gidiş yok.

Süper Lig’de kontenjan 2 ile sınırlı tutulamaz. Ama 6+2’nin de saçma olduğu açık. Bu şartlarda her yıl hemen hemen yarı yarıya yenilenen yabancılarla bir istikrar yakalanması çok güç. Futbol Federasyonu’nun kulüplerin üstünde bir irade kullanması şart. Büyük kulüplerde transfer, başarılı olmak için değil, adeta popüler olmak için kullanılan bir araç haline geldi. En çok ses getirecek yıldızı transfer etmek, havaalanlarına onbinlerin koşması, büyük takımlardaki yöneticilerin işine geliyor. Ama bu sidik yarışı takım oyunu ve istikrara sürekli irtifa kaybettiriyor. Yerel ve ülke dışı harmanlamanın bir ayağı eksik. Alt yapı da bu karışıma eklenmeli... A2 Ligi daha özendirici ve itici olabilir. En azından bazı maçlar televizyonlardan verilmeli, gazetelerin spor sayfalarında daha iyi yer bulabilmeli. Rüyaları süsleyen Barcelona, Manchester United, Chelsea’nin oyuncularına göz dikeceğine, onlardaki harmanlamanın nasıl olduğunu incelesinler. 2010-2011 sezonuna girerken kulüpler eklenen yeni gelirlerini yine hovardaca ülke dışına saçmaya başlamadan, Federasyon reform düzeyinde bir düzenlemenin arefesinde olmalı... Sonuçta Hiddink de bir sihirbaz değil...

02 Mart 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tello'nun önderliğinde‘’

Beşiktaş’ın savunma ağırlıklı onbirinde, Tello’nun ikinci forvet görünümündeki rolü ilk yarıda pozisyon zengini yaptı Siyah-Beyazlılar’ı. Tello’nun, Bobo’ya yakınlığı Beşiktaş’ın bilinen ofansif işleyişine farklı bir yaratıcılık ekleyen unsurdu. Ama aynı anda Ernst-Fink ikilisi ile Siyah-Beyazlı savunma dörtlüsünün arasına bu maça özgü yerleştirilen Toraman’ın ikinci bir taktik oyuncusu olarak, plandaki rolü önemliydi. Tello attığı şık golün ötesinde, Ekrem’le gelen ikinci sayıdaki öncelikli payı ve Bobo’ya aktardığı alda at pasındaki ustalığı ile takımının akıl önderliğini de ilan etmişti ilk yarıda. Taktik oyuncu olarak seçilen Tello ile Toraman’ın başarılı performansı, Ernst ve Fink’i de rahatlatan nedendi. Beşiktaş bu düzen döngüsünde, Ekrem’i de iyi kullandı. Kayserispor’un agresif oyununda üretime dönemeyişinin nedeni belliydi. Demek ki bu takım tüm bağlantıları ile Cangele’ye endeksliymiş. Arjantinli’nin yokluğunda Kayserispor hücumda, golün dışında pek pozisyon üretemedi. Maçı 5 farka da götürecek olan Beşiktaş’tı. Son bölümlerde skoru koruma zorunluluğunda bırakan da kendisi oldu. Tello ve Ernst çıktıktan sonra Kartal’ın, yönlenmesinde yavaşlama oldu.

Bobo çalışkan görünümüne rağmen Beşiktaş’ın skoru artıramamasındaki pay sahibiydi. Üzülmez ve Ernst’in çalışkanlığı, Toraman’ın görev anlayışı, Tello’nun da üretimdeki başarısıyla Beşiktaş’ın galibiyetinde öne çıkan isimler oldu. Hakem etliye sütlüye karışmadan, insiyatif almadan çoğunlukla kitaba uygun düdükler çalarak, bir 90 dakika tamamladı. Sahaya çıkan onbirlerin, oyuncu niteliği hiç önemli değil. Önemli olan anlayış ve yönlendirme. Beşiktaş bu sezonun defansif karakterli, en katı onbirini sahaya sürdüğü halde, en fazla pozisyona girdiği maçı tamamladı. Bakmayın tek farklı galibiyete ve son bölümdeki tek farkı koruma çabasına, normalde mücadele tarihi bir farkla da bitebilirdi.

28 Şubat 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Denizli'nin el freni‘’

Beşiktaş ilk yarıda rakip savunmaya karşı daha çok üstünlük kurup, daha çok pozisyon bulmasına rağmen çizgiye inişte Ekrem ve Holosko’dan alabileceği servislerin ancak yarısını aldı. Fink ve İbrahim Üzülmez’in girişimleri daha etkiliydi. Galatasaray savunmasını zorlayan en etkili forvet Nobre, doğru seçim olduğunu gösterse de son vuruşlarda beceri eksikliğine takıldı. Holosko da kafacı özelliğinden yoksun olduğu için sayıya ulaşamadı. Yine de en net pozisyon Galatasaray’da Barış’ın kafasıydı ilk yarıda.

Fink’in çalışkanlığı oyunun büyük bölümünde Beşiktaş orta alanını diri tutarken, İbrahim Üzülmez’in çıkışları da Galatasaray savunmasını zorladı. Karşı tarafta Caner ise kanatı kullanmada zorlayıcılıktan uzak kaldı. Benzer görevi üstlenen iki oyuncudan Tello da, Elano’ya göre isabetli pasta çok düşük seyretti. 60. dakikadan sonra Denizli forvetini yeniledi, Bobo ile Nihat’ın girişi Galatasaray’ı rahatlattı! Sarı-Kırmızılılar da oyuna Jo’yu alıp santrforlu düzene geçti. Arda da kanata geçtikten sonra ilk fırsatta skordaki dengeyi bozdu. Golde Sivok’un hayati hatası olsa da, Arda o fırsatçılığının, pozisyona geniş açıdan bakmanın yararını gördü. Beşiktaş’ın servis beklediği iki oyuncusu Ekrem ve Tello ikinci yarıda da üretkenlikten uzaktı. Denizli’nin, oyunun bu gidişatına göre sorunu forvette arayıp, onları yenilemesi Beşiktaş’ın bütün etkinliğini bitirdi. Beşiktaş’ın Yusuf ve Tabata’yla üretimini yenilemesi gerekirken; Denizli, Beşiktaş’ın etkin gücü forvetin agresifliğini bitirdi. Arkadaki servis zorluğunun bu yeni forvete katkısı zaten imkansızdı. Beşiktaş da serbest vuruştan kazandığı golle beraberliği ancak kurtarabildi. Fırat Aydınus ve özellikle de yardımcı Tarık Ongun’un çelişkili kararları puanlarını düşürdü.

22 Şubat 2010, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Telafisi güç...‘’

İşte yanlış 11’le çıktığı için diye eleştirin, isterseniz forvetin formsuzluğuna bağlayın Beşiktaş’ın Gaziantep mağlubiyetini... Ya da Tabata’nın 1 hafta aradan sonra yine tutukluk yapmasını sebep olarak sayın... Hatta tümünün toplamının bu takımın direnemeden kaybedişine zemin hazırladığını ekleyin... Çoğu izafi kalır.

Beşiktaş toplamda önemli takım zafiyetleri olan bir ekip. Kurulumunda da eksik var, işleyişinde de... Bugüne kadar bu takımı ayakta tutan özellik kendine has bir telafi mekanizmasının güçlülüğüdür.

Beşiktaş, Denizli yönetiminde en az 20 maçı daha ikinci 45’in başında iki oyuncusunu değiştirerek, kotarmıştır. Son bölümde oyuna girenlerin katkısı, çoğu üç puanların getiri sahibidir. Verimsiz kaldığı ofansif alanda arka oyuncularının katkılarıyla istediği sonuçlara ulaşabilmiştir. Ne varki Beşiktaş’taki telafi mekanizmasının gücünün erişemeyeceği, negatifi pozitife hatta durağana çeviremeyeceği koşullar Gaziantep’te ortaya çıkmıştır.

Savunma: Savunması hayati hatalar yaparsa, bu takımın bağışıklık sistemi çöker. Güven zedelenir, tereddüt başlar, o karamsarlık da sizi ileriye doğru cesaretle itmez.

Gaziantep’e çıkan Beşiktaş 11’i asla tamamen yanlış denilebilecek bir seçimden oluşmuş değildi. Geçen hafta Tabata’nın performansını hangi teknik direktör bir sonraki maçta tercih sebebi olarak, geriye itebilirdi. İsmail Köybaşı’nın hatalı tercih olduğuna gelince, onun da karşılığına Manchester United’a karşı kazanılan tarihi galibiyetteki oyun gücü gayet rahatlıkla sunulabilirdi.

Geçen hafta Kartal’ın 1-1’den 4-1’e taşıdığı sonuçta Yusuf ve Holosko’nun dahli ön plandaydı. Ama bu ikili sahaya 70’den sonra sürülmüştü. Oysa Gaziantep’te Yusuf 45, Tello da 70’de oyuna girdi. Doğru düzen yakalandı ise telafi için yeterli süre de vardı. Ama Beşiktaş istediğine ulaşamadı. Çünkü Ekrem ve Sivok’un başı çektiği defansın maç boyu yaptığı hatalar skoru 1-0’dan 2-0’a taşıyınca, takımın organizması çöktü. Savunma çöküşünü bu takımın başka bir biriminin onaracak hali olmadığı için Beşiktaş kaybetti.

Beşiktaş hafta sonu dükkanı kapatabilir

Gaziantep maçından sonra da Beşiktaş’ın ligden koptuğu söylendi ancak Fenerbahçe’nin beklenmedik puan kaybı Siyah-Beyazlılar’a bir hafta daha kredi tanıdı. Ama tek kulvarda kalan Beşiktaş için pazar günü gerçekten dönüm noktası olacak. Avrupa ve kupa defterini erken kapatan Kartal, Antep yenilgisiyle Galatasaray karşısında olası bir beraberlik kredisini de yitirdi. Denizli ilk yarıdaki 3-0’lık yenilginin hemen sonrasında rövanşta üç puanın şimdiden cepte olduğunu söylemişti. Eğer dediği çıkmazsa Beşiktaş geleneksel hedeflerinden daha 22. haftada uzaklaşmak zorunda kaldığı bir sezonu erken kapatır.

İbrahim Üzülmez kimi kast etti?
İbrahim Üzülmez’in Messi benzetmesiyle hedef aldığı isim büyük olasılıkla İsmail Köybaşı... Kendisinin Yusuf ile oynadığı bölgenin performansını övmesinde haklılık payı olsa da İsmail’i kastettiği konuda biraz incitici. İsmail Köybaşı’nın havaya girecek bir performans dizisi olmadı. Haftalardır forma verilmemesinin ardından bir anda Antep’te kendini 11’de bulmasıyla maç eksikliğinin handikapını aşamadı. Kaldı ki, Beşiktaş takımı savunmasıyla beraber bu kadar vurdumduymaz bir çoğunlukta hiçbir maça çıkmamıştı. Bunların ışığında yine 5 hafta formasından uzak kalacaksa o zaman yanlış teknik heyetin oyuncu yorumlasında...

16 Şubat 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yabancı Beşiktaş‘’

5 oyuncusu Antep kokenli Siyah-Beyazlılar Türk pasaportu olmayanları hariç bir tek yerli Rüştü’nün direnciyle ilk yarıda skoru tek farklı tutabildiler. Ekrem’in sözde tuttuğu sağ kanat olsun, İbrahim Üzülmez ile İsmail Köybaşı’nın birlikte savunma yapmaya çalıştığı sol kanat olsun iki kulvarda ev sahibi için yol geçen hanı gibiydi. Gaziantep Beşiktaş’ı orta alanda çok iyi tuttu ve sürekli ileri çıkmaya çalışan kenarlarının ileri çıkıp da top alamadığı pozisyonlarda karşı ataklarını iyi değerlendirdi. Özelliklede Olcan Beşiktaş’ın savunma ezberini bozan isimdi.

Siyah-Beyazlı savunmadaki adam paylaşma şaşkınlığına Rüştü de pes etti sonunda. İkinci Gaziantep golünden sonra, Beşiktaş da havlu atmak zorunda kaldı oyuna. Geçen haftanın “Ben bu yarışı sonuna kadar sürdürürüm” mesajı veren Beşiktaş’tan eser yoktu. Aslında oyuna başlayan kadrosu da doğruydu. Ama bu kadar dağınık oyun, hiç kimse tarafından beklenmiyordu. Gaziantep, Beşiktaş’ın geçen haftaki skor forsunu hiç üstüne alınmadan çıkmıştı sahaya... Bunun da yararını gördü. Savunmadaki ciddiyeti, orta alanda Beşiktaş’a pas şansı tanımayan presi, dengeli hücumları ve özellikle de Olcan’ı ofansta kullanma biçimi ile istediği sonucu elde etti. Rüştü olmasa, skor Siyah-Beyazlılar aleyhine çok daha farklı olabilirdi. Beşiktaş ucuz kurtuldu, ne var ki tek kulvarda hedefi kalmayan zirve adayı bir ekip adına, arkasında ciddi soru işaretleri bıraktı.

14 Şubat 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tam doğruyu bulmak zor‘’

Farklı kazanılan Gençlerbirliği maçında Beşiktaş’ı bu sonuca götüren en öndeki hamlenin, Yusuf ile Holosko’nun oyuna dahil oluşlarının olduğu açık. Ancak 90 dakikanın bütününde Beşiktaş’ın boyutu üç kez değişen oyununu gözardı edip, sadece sonuç bölümüne bakarak Kartal’ın ‘yanlış bir 11 ve oyun anlayışıyla başladığı’ hükmü de çok doğru değil... O zaman ilk yarıdaki, sezonun birlikte oynamayı en çarpıcı şekilde sahnelemeyi başarmış oyununu yok kabul etmiş sayılırız. Yok, ilk yarıdaki ekibin tam anlamıyla tatmin ettiğini söylersek de, ikinci yarının ilk 20 dakikasındaki rakibin yüklenmesine boyun eğme bölümü karşımıza çıkar. Aynı şekilde son etapta Yusuf ve Holosko’nun oyuna girmesiyle oyunu koparan Beşiktaş’ın, bundan sonrasına ait 11 şekillenmesini Gençlerbirliği maçını bitiren 11’e göre düşünmek de bizi yanıltır.

Beşiktaş’taki konunun esası ofansif oyuncularındaki devamlılık sorununun sezon sonuna kadar tam anlamıyla çözüme kavuşamayacağı gerçeğidir. ‘Ne yapılabilir’e gelince... Nihat, Holosko, Tello, Tabata, Yusuf grubundan devamlılıkta nispeten potansiyel sahibi Tabata ve Holosko’ya daha çok şans tanıyıp, Tello, Yusuf, Nihat üçlüsünü son bölümlere saklamak, Siyah-Beyazlılar’a gücünü ekonomik kullanma yolunu açar. Sonuç almada hünerli olan oyuncular fiziki açıdan yetersizse, onları kendilerinin diri, rakibin yorgun olduğu son bölümlerde kullanmak, 2 kere 2’nin 4 ettiği kadar rasyoneldir. Tıpkı Yusuf’un, Gençlerbirliği maçında kullanıldığı gibi...

10.5 numaraya gerek yokmuş
Mustafa Denizli, “Bize 10 değil, 10,5 numara bir oyuncu lâzım” derken, elindeki kadronun özelliklerinden dolayı defansını ve ofansını birbirinden bağımsız ve kopuk oynatmaktan başka seçeneği olmadığının altını çiziyordu aslında... Böyle bir oyun formatında da arada köprü kuracak oyuncunun da çok özel olması gerektiğini dile getiriyordu.

Gençlerbirliği maçında Beşiktaş, birlikte hareket eden bir takım olarak iyi sınav verdi. Tabata da oldukça iyi oynadı, ancak Mustafa Hoca’nın ‘10,5 numara’ diye boyutlandırdığı bir güçle oynamadı. Başka bir şey oldu Beşiktaş’ın oyununda... Stoper Sivok ve İbrahim Üzülmez’in bir, hatta zaman zaman iki fazladan geriden çıkan oyuncu olarak ofansa verdiği katkı, üstüne Tabata’nın Gaziantep’teki standart hali, Beşiktaş’taki takım yakınlaşmasını sağladı. Demek ki, bu kadroya bakıp o denli karamsar olmanın gereği yokmuş. Herkes standardının üstüne normalde yüzde 10 düzeyinde bir özveri eklese, 10,5 numaralara gerek kalmazmış.

Hakem hocaları
Yıllarca faal futbol hakemliği yaptıktan sonra gazete ve televizyonlardaki yorumlarıyla bugünkü meslektaşlarını eleştiriyor hakem hocalarımız. Ama televizyondan defalarca izledikleri halde Bilica’nın kartının renginde uzlaşamadılar. ‘Zamanında iyi hakemdi, kötü hakemdi’ diye bugün arkalarından konuşmak yersiz. Aslında onları bireysel anlamda eleştirmek de boşuna sanki. Çünkü aynı kurumdan ve aynı sistemden eğitim aldıkları halde bir standartları hiç olmamış. Ortak bir bakış açısı yakalayamamışlar. Üzücü olan bu... Şu anda görevde olanları yerden yere vurmak en son onlara düşer. Zira bazıları bugün düdük çalanların bir kesiminin de hocalığını yapmış.

09 Şubat 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tabata ile devam‘’

Beşiktaş’ın kendi evinde oynadığı bir maçta bile rakip savunmayı zorlayan yegane oyuncusu stoperiydi. Bir santrfora ait olabilecek golü ve bir santrforun pozisyon beklemesi gereken yerlerde hazır kıta oluşu ile dün gecenin ilk yarıdaki sürpriz oyuncusu Sivok’tu Kartal’ın. Tabata’nın kendini bulma çabaları Beşiktaş’ın hızlı hücuma dönük düşüncelerine tercüman oldu. Ve bu takım oynamak için biraz iştahını açtığında İbrahim Üzülmez’i 2 yönlü aksiyonlarda öncü aktör olarak yanıbaşında buldu.

Hormonlu Hurşut oyuna girene kadar rahattı Kartal, sonra huzuru kaçtı. Hurşut önce skoru sonra oyunu eşitledi. Hatta Gençlerbirliği’ni ofansif etkinlikte öne bile geçirdi. Nihat’ın sahaya ilk 11’de ne amaçla çıktığı bir kez daha kabaca sorgulanırken, Tayfur Havutçu’dan iki önemli hamle birden geldi. Ve bu hamleler de Beşiktaş’ın açık farklı skorunun belirleyicisi oldu. Havutçu’nun mesajı anlamlıydı. Yusuf’u ne zaman ve nasıl kullanılacağının doktorasını sundu. Yusuf-Holosko maçı koparan ikiliydi. Ama Beşiktaş için asıl sevindirici olan Tabata’nın dönüşü oldu. Tabata ilk kez Beşiktaş’ın bölünmüş defans-ofans hattını tamamlamaya çalıştı. Havutçu’nun onu oyundan almaması çok yerindeydi. Ve attığı şık gol özgüven açısından Brezilyalı oyuncunun geleceği için bir kazanım oldu. İbrahim Üzülmez’e bir kez daha şapka çıkartıldı. Ve Beşiktaş uzun süre tereddüt içinde bıraktığı oyununun finalini güzel noktaladı. Lig’in bundan sonraki yarışı için de kendine moral depoladı.

06 Şubat 2010, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Demirören'e 2.837 oyluk ciddi uyarı‘’

Beşiktaş’taki seçimi en azından katılım fazlalığı ve olgunluğu bakımından saygıyla karşılamak gerekir. Üç büyüklerin arkasında milyonlarca taraftarın olduğunu söyleyip duruyoruz. Bu noktada ezeli rakipleriyle kıyaslamak gerekirse, Beşiktaş kongrelerinin çok daha geniş bir kesime söz hakkı tanıması ayrıcalığının altı çizilmeli.

Tribünlerden yükselen ses, kongreye yansımadı. Hatta tam aksine Yıldırım Demirören’e ‘Yetmez, devam et’ teşviği geldi. Geçmiş 5 yılın sonunda kulübün geleceğini tehdit eder boyuta varan mali tablo, dörtte üçü boşa giden 63 transfer seçimin belirleyici unsuru olması gerekirken, bu, sandığa yansımadı. Listelerin galip geleceği bir yarış olacağı tahminleri yapılıyordu, o da tutmadı. Değişim ve yenilik diyen Murat Aksu’nun ekibine kulübe uzak insanlar yaklaşımı ile geçit verilmedi. Bu ekip Beşiktaş’taki iradenin risk alanına girdi. Hatta Yıldırım Demirören’in Beşiktaş’ın statükoya dönüş yaptığı listesi daha cazip olarak öne çıktı.

Sanırım Yıldırım Demirören ismi ve onun ailecek yansıttığı Beşiktaş bağlılığı, her şeye rağmen ortak seçmene daha sıcak geldi. Küfüre karşı duruşu ve cebinden harcadığı 50 milyon Dolar, Yıldırım Demirören’i yine de elini taşın altına koyacak fedakâr bir kişilik olarak sandıktan çıkardı. Sonuçta bu da önemli bir yarıştı, Yıldırım Demirören kazandı. Alkışları ve tebrikleri hak etti. Bundan sonrası için bizim naçizane tavsiyemiz şu olabilir; Umarız Yıldırım Demirören, Murat Aksu’nun 2 bin 837 oyunu ciddi bir uyarı olarak algılayarak yeni görev süresini başlatır. Ve Siyah-Beyazlı kulübün rotasını baştan ona göre belirler.

Hocanın kalbi
Sağlığını ciddi boyutta tehdit etmese de, Mustafa Denizli’nin kalbi yorulmuş. Mustafa Hoca’ya en içten ‘geçmiş olsun’ dileklerimizi iletirken, moral de verelim... Kolay değil, o kalp kimbilir hocanın yaşamında olağanüstü ne tempolardan geçti. Kuşkusuz zorluklara karşı bağışıklıdır, dirençlidir yani... Öyle kolay kolay pes etmez.

Uğur Boral olmazsa Vur-al
Yabancı hayranlığımız belli.. Yöneticimiz için de, seyircimiz için de... Yerliye tanınan olanak ve hoşgörünün en az 5 katı geniş krediye sahiptirler. Bu anlayışı değiştirmek öyle kolay değil. Değiştirmek için de Uğur Boral’ların hayli çoğalması lazım. Brezilyalılar’ın egemenliğinde o denli geri itilmişliğe ve maç eksiğine rağmen aylar sonra çıkıp takımın en zinde oyuncusu olduğunu haykırabilmek adına kendini hazır tutabilmek örnek bir irade.... Hak ettiğini vermezlerse, sonuçta bir gün gelir Uğur gibi söke söke alırsın. Bütün bakış açılarının da elini kolunu bağlarsın. Önde bir İbrahim Üzülmez gerçeği var. 10 yılda kimler geldi, kimler geçti. Bakın hâlâ daha kimseye zırnık koklatıyor mu?

02 Şubat 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI