‘’Rodeo!‘’
Kağıt üzerinde bireysel anlamda baktığın zaman Ankaragücü’nün yabancıları, iddialı gezen Fenerbahçeliler’inkinden de açık ara çok daha kaliteli... Ama bu bir takım oyunu. Üstelik Beşiktaş eksiklerinden dolayı kendine has takım ezberini de bozmak zorunda kalmış. Mustafa Denizli bu maç için düzen kararını 3-5-2’de kılmış. 2 hafta öncesinin sabıkalı oyuncusu Kaş, Beşiktaş savunmasının maç boyu en çok top kesen ismi. Ama Necip, Fink, Uğur’dan kurulu son orta alan uyarlaması uyum sorunu çekiyor. Genç Necip yaşının gereği çok aksıyor. Holosko, Bobo ender gelebilecek pozisyonlarda bonkör davranışları ile sanki “Bize bu maçta, bu türden tonlarcası gelir” anlayışında... Aralarında bir Ekrem kalmış, iki yanlıştan bir doğru çıkarma uğraşında. Çünkü Beşiktaş’ta en fazla doğru pas iki kişi arasında. Onun ötesindeki üçüncüye yönelik her top rakibin ayağında... Geremi yıllar sonra Ankara’da ama kaliteli kalabalığın sonucunda mecburen savunmanın sağında. Neyseki Vassell, Sivok’un kontrolünde, en arkadaki Rüştü’de iyi ki Beşiktaş kalesinde...
Denizli’den ikinci yarının, ikinci yarısından sonra iki hamle. Serdar’la, Yusuf oyunda, Necip ve Uğur kenarda. Bu bölümden sonra topun rakibe geçmesi artık Denizli’nin değil umrunda... Aksiyonu çok, pozisyonu yok bir maç izledik Ankara’da. Tek anlamlı mesaj bitiş düdüğünde Ankaragücü taraftarının mutluluğu idi. Onlar kendilerinden çok yandaşlarının hedefi peşindeydi. Beşiktaş ise hedefe giden yolda kredisinde bulunan son 2 puanını kaybetti.
‘’Günah keçileri‘’
Geçen hafta Emre Güngör, derbide de Leo Franco, Galatasaray’ın günah keçileri ilan edildi. İbrahim Kaş, Kasımpaşa maçının faturasını bu hafta kadro dışı kalarak ödedi. Peki Eskişehirspor maçında Koray üçüncü golü atıp, farkı üçe çıkarsa ne olacaktı? Ferrari, İtalya’ya mı postalanacaktı? Ya da derbide maçın en iyilerinden Lugano, Cüneyt Çakır tarafından koruma altına alınmasıydı, ‘bir çuval inciri berbat eden adam’ olmaktan nasıl kurtulacaktı? Biz bireysel gözle baktıkça bu faturalar kişisel bazda kabarmaya devam edecek. Oysa 5-6 hücumcu ile iki haftadır maç boyu pozisyona giremeyen Galatasaray’ın, önemli maçlarda galip gelmek için tek seçeneği oyunu kendi alanında kabullenmek olan Fenerbahçe’nin, sıradan bir karşılaşmada bile saha içi formatında düzeltme yapmak zorunda kalan Beşiktaş’ın nasıl kurgulandırılıp, nasıl yönetildiğini önemsemezsek, kelle avcılığı yapmaya devam ederiz...
Rüştü’nün rüştü!
Fenerbahçe’ye malolmuş bir futbolcunun Beşiktaş taraftarınca kabullenilmesi zordu. Yakın geçmişte Sarı-Lacivertli kulüpten transfer edilenlerin bu takıma verdikleri de ortaya çıktıktan sonra, Rüştü’nün konumu çok daha kritikti. Tecrübeli file bekçisi, bunun sıkıntılarını uzun bir süre yaşadı. Beşiktaş taraftarının büyük çoğunluğu itiraf etmeli ki, onun hata yapacağı anları bekledi. Fırsatını bulunca en acımasız protesto eylemini de sergiledi. Ama Rüştü yılmadı. Eskişehirspor maçından sonra bütün stadın kendisini kucaklaması sonucu mani olamadığı gözyaşlarında verdiği onurlu mücadelenin mutluluğunu akıtıyordu. Rüştü Reçber nihayet rüştünü ispat etti. Beşiktaşlı da helalinden kabullendi. Sporun erdemi ve sporcunun asaleti adına geç kalınmış da olsa anlamlı bir kucaklaşma gerçekleşti.
Nihat’ın yanılgısı
Nihat Kahveci, attığı sıradan bir gol sonrasında bile dünyalar onun olmuşçasına seviniyor. ‘İşte ben buyum, bu da kalitem’ demeye getiriyor. 30-35 metre kaleye uzaklıkta top nereye dikilirse başına geçiliyor. Bir denk düşerse zevahiri kurtaracağını zannediyor. Olmuyor... Kimse de kanmıyor. Nihat’ın yanılgısı, ta en başından... Döndüğü ülkesinin ligini küçümsediği için bu noktada... Evet, burada İspanya’daki gibi yüksek tempo, kolektif olgunluk, müthiş pas alışverişleri yok. Ama ‘elimi-kolumu sallaya sallaya oynarım’ mantığı da yok... Kaçak güreşip, fırsat kollamakla, elinden geldiğince elini taşın altına sokma arasındaki fark burada da rahat anlaşılabiliyor.
‘’Çivisi çıkmış savunmalar‘’
Oyunun 25. dakikasında Eskişehirsporlu Koray maçı bitirebilirdi. Aynı dakika içinde pozisyonun korner olarak devamında Ümit Karan da hat-trick yaparak farkı 3’e taşıyabilse, Beşiktaş için yine hazin bir son yaşanabilirdi dolu tribünlerinin önünde. Ernst’in neden olduğu penaltıdan sonra takım bilinci kayboldu. Beşiktaş, savunma bloğu olarak da dağılmıştı. Çünkü Nihat, Fink, Tello hatta Ernst oyuna başlamamıştı adeta. Kalecisi ve stoperlerinin ileriye şişirdiği topların dışında bir atak biçimi yoktu Siyah-Beyazlılar’ın. Derken kenardan bir müdahale geldi. Ekrem’in savunmanın sağına, Toraman’ın orta alana geçişi, Denizli’nin ‘daha fazla dağılmayalım’ endişesi kaynaklı önlemiydi. Bir nebze işe yaradı bu değişim. Beşiktaş’ı hücumda kenarlardan çizgiye indirdi. İlk golün servisinde Ekrem vardı, beraberlik golünde de Üzülmez’in rolü büyüktü. Holosko ve Uğur da oyuna girdikten sonra Beşiktaş saha içinde ikinci bir düzeltme yapmak zorunda kaldı. Bunun ardından Eskişehirspor savunmasının da önemli zaafları olduğu ortaya çıktı. Toraman savunmayı, Uğur İnceman da orta alanı nispeten hizaya soktu. 2 farklı geride iken Beşiktaş’ın yaşadığı dağılma durumunu ikinci 45’in ikinci yarısından sonra konuk Eskişehirspor üstlendi. Telafi etmek için Beşiktaş’ın geniş bir zamanı vardı, bunu kullanıp zor da olsa 3 puanı alabildi. Çalımbay’ın ikinci yarı hamleleri geçersizdi. Ama maçın genel özetinde duruş bilmeyen defansların ve fahiş savunmacı hatalarının belirleyiciliği ön plana çıktı.
‘’Strateji yapayım derken...‘’
Holosko ilk yarıda elde ettiği yüzde yüzlük iki fırsatı sayıya dönüştürse, geceye adını yazdıracaktı. Tello katkısı olduğu iki golün üstüne son saniyedeki fırsatı tepmese haftanın kahramanı olacaktı. Rüştü iki önemli kurtarışının ardından Kasımpaşa’nın iki golüne de üstün refleksleriyle set çekebilse, Beşiktaş’ı ipten alan adam ilan edilecekti. Hiçbiri gerçekleşmedi, iki pozisyon hatası nedeniyle İbrahim Kaş gecenin günah keçisi olup, çıktı.
Eğer bu futbol denen oyuna bireysel gözle ve pozisyon bazlı bakıyorsak hayati hataların sahibi Kaş’ı hemen aforoz edelim. Yok eğer bu oyun bir bütündür felsefesine inanıyorsak, yargılanacakların sayısını bir kişide tutmayalım. Hele hele Beşiktaş savunma makamı, geçerli olanın artık iyi futbol değil, ‘stratejik futbol’ olarak altını çizmişse biz de dönüp, stratejiyi belirleyenlere bir göz atalım. Denizli bundan önceki son üç maçına üç defansif orta alan oyuncusuyla çıktığı halde son maçta bundan niye feragat etti. Ekrem bu maçlarda sol önde oynadığında takımının en yararlı oyuncusu olduğu halde defansın sağına çekilip, Beşiktaş’ın sol kanadı niye pasifize edildi. Kasımpaşa maçının ilk yarısında orta alanı daha ofansif bir yapıya geçirme düşüncesi tutmadığı halde ikinci mücadelenin bitimine dek Yusuf’ta neden ısrar edildi. Defansif özellikleri zaten sınırlı olan Ekrem’in önünde Holosko ile sağ kanadı, İbrahim Üzülmez’in de Yusuf ile sol kanadı tutabileceği Kasımpaşa gibi kenarları oldukça etkili kullanan bir takıma karşı nasıl bir yerleşim doğrusuydu? Bu yerleşimde kenar bekler Ekrem ve İbrahim Üzülmez’in hiç hücuma çıkma teşebbüsü taşımamaları maç boyu kenar yönetimin neden dikkatini çekmedi?
Belli ki İbrahim Toraman’ın oynayamayacak oluşu Denizli’nin kafasını karıştırdı. O da üç haftalık ezberi tamamen bozup, şaşırtma amaçlı başka bir strateji seçti. Beşiktaş, İbrahim Kaş ya da Holosko’nun değil, bozduğu ezberin faturasını ödedi.
3 Büyükler’in dikkatine...
Rijkaard’dan sonra İbrahim Üzülmez de aynı teşhisi koymuş: Rakipler Bursaspor’a farklı, kendilerine karşı farklı oynuyormuş... Yahu bu Bursaspor, bu sezon Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı, Fenerbahçe’yi de yenmedi mi? Hem de Beşiktaş ile Fenerbahçe’yi kendi evlerinde devirdi. O zaman bir düşünsün diğer şampiyon adayı ‘Üç Büyükler’... Elbirliğiyle 9 puan vermişler Bursa’ya... Buradan da 3 Büyükler’in Bursa’ya karşı gereği gibi mücadele etmedikleri sonucu çıkıyor. Dikkatlerine...
Yanlış bakış açısı...
Bursa, Ertuğrul Sağlam ile şampiyon olursa o gün konuşulacaklar, bugünden dillendirilmeye başlandı bile... Beşiktaş’ın Ertuğrul hocaya, haksızlık yaptığı ortaya çıkacakmış... Bu mantık tutarsız. Çünkü karşılığında Beşiktaş’ın Mustafa Denizli ile geçen yıl kazandığı çifte kupa var. Bunun Sağlam ile garantisi yoktu, bu birincisi... İkinci olay ise Ertuğrul Sağlam’ın teknik adamlığındaki yetersizlik değil, Beşiktaş’ta yüklendiği geniş sorumlulukları tam anlamıyla yerine getiremeyeceği kuşkusu idi...
‘’Müthiş düello!‘’
Tartışmasız son yılların en heyecanlı, en tempolu maçlarından birini izledik. Oyunun skorunu belki iki takımın da savunmasının göbeğindeki bariz hatalar belirlemiş olsada, bir diğer yandan teknik direktör ve oyuncuların düşünce ve mücadele de sahnelenen oyunundan büyük keyif aldık.
İlk yarıda maçın kırılma noktası olabilecek pozisyonlarda başrolde Holosko vardı. Ama Slovak oyuncu kendisine gelen iki önemli fırsatı takımı adına tepti. Denizli geçen hafta şikayetçi olduğu orta alanına Tello’nun yanına Yusuf’u monte etmişti. Ama Beşiktaş yeri değişen Ekrem’in hücum çıkışlarını arar nitelikteydi. Üstelik Ekrem’in yeniden döndüğü sağ bek mevkiinde, karşılayıcı konumundaki yer tutuşlarıyla tedirgin etti defansını... Sivok’un çıkışı uyumlu Beşiktaş savunmasının düzenini bozdu. Aynı tipte iki sırtı dönük oyuncuya da 2 gol şansı tanıdı Siyah-Beyazlı savunma... Kaş’la Ekrem’inde rakiplerini döndürmemeleri gerekirdi. Denizli Tabata kozuyla oyunu dengeleyip öne geçti. Hatta Tello bitime yakın son pozisyonu kaçırmasa müthiş düelloyu Beşiktaş da kazanabilirdi. Ama galiba hakçası bu idi. İki takımdan biri yenilse yazık olacaktı. Skorda, oyundaki karşılıklı; iki rakibinde özverili mücadelesi ve verdikleri savunma boşluklarına göre gelişti.
Bu yüksek tempodaki maçı güzelleştiren 3. unsurda bizce genç hakem Özgür Yankaya idi. Maçın başından sonuna kadar soğukkanlılığını kaybetmeden adil bir yönetim gösterdi. Murat Erdoğan, Yekta, Keller Kasımpaşa’da, Tello ve Ferrari de Beşiktaş’ta geceye artı fazlalık katan oyuncular oldu.
‘’Toraman'ın şefliğinde!‘’
Denizlispor’un ileri ucunun hareketli oyunculardan kurulu olması Youla, Braga ve Angelov’un yer değiştirerek hücuma çıkması, Beşiktaş’ın defans yerleşimine ters geldi. Özellikle sağ kanadı maçın ilk bölümünde etkili kullandı ev sahibi. İbrahim Kaş’ın hazırlıksızlığı, orta alanda Fink’in alışılmışın dışında top kayıpları Siyah-Beyazlılar’daki takım savunmasını yıpratan diğer etkenlerdi. Maçın başından sonuna kadar tüm özverisiyle çalışan, yararlı bir İbrahim Toraman izledik. Gerek orta alanın yükünü çekmede öne çıkması, gerekse zaman zaman savunmasının arasına girerek yaptığı kritik hamlelerle Beşiktaş’ta gecenin en iyi oyuncusu olarak sahne aldı. Onu Ekrem takip etti. Hücuma çıkarken Beşiktaş sürekli Ekrem’i kullandı. Onun etkili driplingleri ve çizgiye inişine, Bobo’yla Holosko’nun uyumu zayıf kaldı. İkinci yarı Denizlispor’un skoru lehine çevirmek için daha erken hamleler yapacağını ummuştuk. Hakan Kutlu ısrarla yine sağ kanattan etkili olmaya çalıştı. Okan Koç girdikten sonra bu kanat işlev kazandı ama takımdaki tek santrfor Angelov’un oyundan alınışı Okan’ın servislerini boş bıraktı. Mustafa Denizli ise takımının tek farklı skorda yaşadığı sıkıntıyı bile bile oyuna pek müdahil olmadı. Necip’le Ernst ise son bölümde o tek farklı skoru koruma adına oyuna dahil oldular. İkinci yarı Holosko canlıydı. Ama Bobo geçen haftaki oyununun altında kalan performansıyla Beşiktaş’ın skoru artıramamasında pay sahibiydi. Sonuçta Beşiktaş kritik bir 3 puan daha aldı. Hakem Abdullah Yılmaz iyi niyetliydi, ancak faul düdüklerinde aceleci davrandı.
‘’Denizli yanlıştan çabuk döndü‘’
3 defansif orta alan oyuncusuyla Beşiktaş ilk 20 dakika oyununu kuramadı. Bobo’yla net bir pozisyonu vardı, ama organize hücumda pas alışverişinde eksikti Siyah Beyazlılar, bu yüzden sürekli geriye dönerek top kullandılar. Denizli bu sınırlı üretime hacim kazandırmak için 25’inci dakikadan sonra duruma el koydu.
Sağbek Ekrem’i forvetin 3’üncü oyuncusu olarak solaçığa gönderdi, Toraman’ı sağbeke çekti, Tello’yu da orta alana biraz daha yakınlaştırdı. İlk yarının kalan bölümünde Beşiktaş, bu değişikliğin karşılığını hücumda kurduğu baskıyla buldu, Holosko’nun girişimleri etkinlik kazandı. Ekrem’in 1 fazla oyuncu olarak defansı meşgul etmesi kendisine de pozisyon sağladı. Hasagiç’ten ürkmeyip kafayı tam dokunsa Kartal skoru daha önce lehine çevirecekti. Ekrem’inki olmadı, Bobo ilk yarı biterken bu baskının sonucunu skora taşıdı. İbrahim Toraman’ın sağbeke kaydırılması Beşiktaş ortaalanına bir zaafiyet getirmedi. Genç Necip artan sorumluluğunun altında ezilmedi. Hatta önemli kritik hamlelerden alnının akıyla çıktı.
Ferrari’nin savunma amacı taşıyan hamlesinden çıkan serseri top Holosko’ya asist olunca Siyah Beyazlı ekip rahatladı. Büyükşehir Belediyesi eksikleri doğrultusunda hücumda üretken olamadı, maçı sürekli karşılayan konumunda idare ettiler. Rüştü’nün çok kritik pozisyondaki kurtarışı hariç Beşiktaş kalesine gelemediler. Başta da değindiğimiz gibi 3 defansif özellikli orta saha oyuncusuna gerek yoktu. Denizli bunu erken çözdü. 3 oyuncunun faaliyet alanı genişledi. Ekrem-Tello-Holosko bu bağlamda skorun oluşmasına katkı sağlayan oyuncular olarak öne çıktı. Bobo çalışkanlık ve araştırıcılık adına iyi maçlarından birini oynadı. Beşiktaş’ın yarışta sonuna kadar var olduğunun iddiasını taşıyan mücadelesi göz doldurucuydu.
‘’İç (veremi) transfer‘’
Beşiktaş, Burak’ı gönderme kararı aldığında haklıydı. İbrahim Akın’da da yanılmadı. Son olarak Gökhan Zan için riske girmişti. Ezeli rakibi Galatasaray’a bedava kaptırdığı halde bu duruma düşmenin dünyanın sonu olmadığını bir zaman sonra anladı. Çalıştıran-çalışan ilişkisinde yaşadığımız dünyanın koşulları belli... Çalışan ürettiği ölçüde kazanacak. Çalıştıran elde ettiği verimin oranına göre dağıtacak. Bu gerçeği kabullenmediğinizde bırakın şirketinizi veya kulübünüzü, komşunun örneğinde olduğu gibi ülkeyi bile batırma noktasına gelebiliyorsunuz.
Bonservisi elindeki oyuncunun kozu belli... İstediği parayı alamazsa sıfır maliyetle başka bir kulübün yolunu tutacak. Menacerlerin pazarlama yönteminde artık açık seçik ortada. Oyuncunun gidebileceği adreslerden görkemlilerini seç, medyaya düşür, kulübü emrivakiye getir. Her futbolcunun mutlaka kendine özgü bir beceri donanımı var, bir de ona bağlı potansiyeli... Oyuncu bunları sergilediği oranda isteme hakkına sahip. Potansiyelini koz kullanarak, talep etme hakkı geçerli değil. Kulüp de öncelikle bir öncesinde oyuncusunun ne verdiğini baz almak zorunda ama yeterli değil. Zira bir sonrasında aynı verimi alabileceği kuşkulu. İkiye katladığı yıllık kazancını garanti ettikten sonra sırtüstü yatanların örneği de çok çünkü... Beşiktaş yakın geçmişte transfer ettiği oyuncuların sadece geçmişine para ödedi. Kendi adına ileriye dönük getiri sağlama noktasında ise sürekli görev zararı ile karşılaştı. Bu arada oyuncular arası ücret dağılımında oluşan uçurumları da kendi yarattı. Şimdi işbaşı yapan yönetim sanki yeni bir başlangıç yapmak istiyor. Bir formül arıyorlar. İşgücünü sınadıkları ve memnun kaldıkları oyuncunun geçmişini gözardı etmeyecekler. Ancak o geçmişi, geleceğin garantisi olarak fiyatlandırıp, ederini de toptan asla ödemeyecekler. Hele hele iki senedir hiç verim alamadıkları oyuncuya, kendi çocuğumuzdur duygusallığına kapılıp, ‘bir şans daha verelim parasını da iyileştirelim’ yanılgısına hiç düşmeyecekler. Ayrıca başlarına yeni Delgado’lar da musallat etmeyecekler. Delgado ve benzerlerine fazladan ödediklerine bundan sonra İbrahimler’e Ekrem ve benzerlerine bölüştürecekler.
*****
Ernst’in alternatifi
Diğer takım taraftarları, Arda’sı Alex’i olmadığında hayıflanıyor. Beşiktaşlı’nın ise Ernst’in yokluğunda tadı kaçıyor. Oyuncunun yıldızı, işçisi önemli değil, güven vereni önemli galiba... Neyse Denizli’nin koşullar zorlaştığında stoperlerinden ikisini orta alanda kullanma gibi bir avantajı da var. Geçen hafta İbrahim Toraman, Kayseri’de hiç sırıtmadı, hatta çok faydalı da oldu. Ancak Sivok da var. Toraman stoperde, Sivok orta alanda da olur. Hatta Beşiktaş bu maçı kendi evinde oynayacağı için daha da uygun olur sanki... Ama zirve yolunda çok önemli bir virajı dönme aşamasında olduğundan genç Necip fazla baskı altında kalır.
*****
Lemerre’in anıları
Gelin isterseniz bir faraziyeye soyunalım. Lemerre muhtemelen yakın gelecekte bir kitap yazacaktır. Geçmiş tüm kariyerini anlatırken, Türkiye’deki yaşadıklarına şöyle bir paragrafta yer verecektir: “Ankaragücü’nde çalışırken, yardımcı antrenörüm bir iki hafta üst üste beni çiğnercesine oyuna ve oyunculara sürekli müdahale etti. Kulüp yönetiminden hiçbir uyarı da gelmedi. Sonuçta yardımcımın eylemleri beni bu işten hiç anlamadığım noktasına taşıdı. Enteresan olanı ise kulüp yönetiminin de aynı görüşte olması idi. Beni bu işten hiç anlamadığım sebebiyle gönderdiler. Yerime de stajyer bir teknik direktör bu işten daha iyi anlıyor diye göreve getirdiler.” Ne kadar ilginç olur değil mi...