‘’Santrfor açığı büyüyor‘’
Quaresma transferi Beşiktaş’ın santrforsuz olduğunu çok daha net bir şekilde açığa çıkaracak, ilk izlenim bu. Geçen sezona göre çok daha güçlü bir Nihat’ın da diğer kanatta kullanılacağını düşünürsek ceza alanı içerisinde Beşiktaş’ın Bobo’yla yeterli üretime ulaşması zor olacaktır... Bobo, amatör seviyede bir ekibin savunmasına karşı dahi defans oyuncularının yerleşimini bozamadı. Alması gereken ön topları alamadı, Quaresma ve Nihat’a koridor açamadı. Beşiktaş’ın tüm uğraşları ve bireysel girişimleri ceza alanına kadar geldi ama orada eridi. Yabancı kontenjanındaki belirsizlik Schuster’in kurulum aşamasındaki sıkıntısı. Delgado bir yıl aradan sonra yine bildiğimiz Delgado. Fuzuli işgal! Kalabalık savunmayı açmak için Tabata’nın bireyselliği işe yarayabilir ama onun da bu tür girişimlere niyeti yok. Sonuçta Beşiktaş için geçilmesi mutlak bir tur ayağı. 9 kişi kapanan bir takımı uzaktan şutla açmak gerekir, bu denemeleri yapanı da oyun alanında göremedik. Beşiktaş’ın kazandığı sayılar, Bobo’nun bulunduğu yerlere Nihat’ın deplase yapması sayesinde gerçekleşti. Schuster 4-1-4-1 düzeniyle başladı, kadro son şeklini aldığında bu sistem değişebilir, aynı da kalabilir ama Beşiktaş’a ve Schuster’e zaman gerek. Gecenin en mutlusu tribünlerdi. Quaresma fantezileriyle mest etti onları ama ilginin fazlası da penaltıya mal oldu. Kendine yetecek zindeliği koruduğu sürece Beşiktaş’a faydalı olacak ve statları da renklendirecektir kuşkusuz. Ama aynısını Beşiktaş takımının bütünü için söylemek gerekirse, daha zamana ihtiyaç var diyebiliriz. İbrahim Üzülmez’in geçen sezon bıraktığı yerden aynı şekilde başlamasına da tekrar büyük bir büyük alkış tutarız.
‘’Beşiktaş'ta Alman çok ama Klose yok‘’
Siyah-Beyazlı ekip kuşkusuz Schuster’le başka bir oyun modeline geçecek... Quaresma’nın eklenmesiyle eldeki hücuma dönük oyuncuların artan fazlalığı, Alman teknik adamın ofansif zenginliğe prim tanıyan felsefesi, en uçta tek forvet, ancak kenarlarıyla sürekli üç kişiden oluşacak bir hücum düzenini sahaya dökecek. Sistem 4-2-3-1 de olabilir, şu an denenen 4-1-4-1 de...
Uzun süredir çift ön liberolu düzende seyreden Beşiktaş, bu görevi sadece Ernst’e yükleyen bir anlayışı benimserse bu risk olur. Ondan ötesi ise iki düzende de Beşiktaş’ın en uçta tek forvet oynayacak uygun bir santrforun olmayışı Schuster’i baştan itibaren sıkıntıya sokacak. Transfer yapılmazsa birikimin en uygunu Nobre gibi gözükse de, yine Bobo zorlanacak bu göreve... Ama olmayacak... Quaresma ile Nihat Kahveci’ye pozisyon hazırlayacak bir arkadaki Delgado ya da Tabata’ya duvar olup onlara kanal açacak bir uç oyuncusuyla tamamlanır ancak Beşiktaş...
Bir İspanya’nın olağanüstü orta alan oyuncularına, aktif kenar organizasyonlarına, hatta David Villa gibi bir golcüye sahip olmasına karşın gol yollarında çektiği eziyete bakmak lazım, bir de mükemmel işleyen Almanya’nın orta alan ve kenar oyuncularının neredeyse tümünün efektif olarak nasıl ve kimin sayesinde bol pozisyona girmesini gözlemlemek... Teknik direktörü de dahil Beşiktaş, 4 agresif ve güçlü Alman’a sahip. Ernst Beşiktaş’ın Sweinsteiger’i olabilir. Ama bu takımın, zincirin son halkasını tamamlayacak Klose’si yok.
*****
Sonradan görme halimiz
Hatırlanacağı gibi UEFA Avrupa Ligi’nde Cüneyt Çakır, Fulham-Hamburg yarı final maçını başarıyla yönetmişti. Bu ülkenin futbol potansiyeline göre gayet mütevazı ölçüler içinde karşılanması ve yorumlanması gereken bu durumda, MHK tuttu bunu ‘zafer kazanma durumu’ diye ilan etti. Cüneyt Çakır’a tören düzenlenip şilt verildi. Şimdi bakıyoruz Afrika 2010’a... Dünya Kupası gibi gezegenin bir numaralı futbol organizasyonunda çeyrek finalin en önemli maçlarında, futbolu bizden çok uzak ülkelere ait, Özbek (Almanya-Arjantin) ve Guatemalalı (Paraguay-Gana) hakemler düdük çaldı. Muhtemelen yarı finalde ya da finalde de birinden biri yine çalacak.
Demek ki bizim hakemlerimizden biri bu seviyeye ulaşsaydı, her halde devlet nişanına sahip olacaktı. Bu kompleksi aşmamız lazım. Kendi kendine alay konusu haline gelip sonradan görme durumuna başka nasıl düşülür, bilemem...
*****
Yıldız değil takım oynar
Bu Dünya Kupası bir kez daha yüzümüze çarptı ki, yıldızlar tek başına dibine bile ışık veremiyor. Esas olan takımmış... O zaman şu “İyi futbol, iyi futbolcularla oynanır” beylik deyişi de askıda kalıyor. Arjantin ve Portekiz milli takımları kötü futbolculardan mı kuruluydu! Galiba bu deyişi de “İyi futbol, iyi takımla oynanır” diye düzeltmemiz gerekiyor.
‘’Quaresma'nın şansı Bernd Schuster‘’
Schuster’in, “Merak etmeyin ben ona yıldız olduğunu hatırlatırım” cümlesi önemli. Evet, Rijkaard, Mourinho, Hiddink’in isteyip de yapamadığını, Schuster başarırsa Beşiktaş’ın işte o zaman çok önemli bir transfer yaptığı belgelenmiş olacaktır. Peki vatandaşı Mourinho’nun bile umut kestiği, İnter’in 24 milyon Euro’ya alıp, 7.3 milyon Euro’ya bırakmakta sakınca görmediği Quaresma’yı Schuster tekrar bir dünya yıldızı olarak ayağa kaldırabilir mi? Bu ilk bakışta zayıf bir olasılık gibi gözükse de, imkansız değil. Giymediği forma kalmadığı, geze geze Avrupa’nın evliya çelebisine dönüştüğü halde Anelka’nın Ancelotti ile yakaladığı istikrar, sorunlu yıldızların da bir gün gerçek eksenini yakalayabileceğinin kanıtı. Yani doğru kişilerin, doğru yerde buluşması durumu...
İşin diğer boyutu da şu. Quaresma, Denizli’nin teknik patronluğunda Beşiktaş’a gelseydi durum farklı olacaktı, şimdi ise daha farklı. Denizli, Nihat örneğinde olduğu gibi oyuncuyu öne alarak düşünen bir felsefeye sahip. Schuster’in önceliğinde ise takım bütünlüğü var. Beşiktaş’ın yakın geçmişinde ise tanımlanabilir bir sistem ezberi yok. Sürekli yazbozların içinde boğuşarak bu noktada... Bu durum Schuster için bir dezavantaj mı? Olabilir, ama bir başka açıdan bakıldığında aslında da bir avantaj. Takımla tanıştığı zaman değiştirilebilir ya da yeniden kurgulanabilir bir yapı bulacak karşısında. Benimsemediği, kemikleşmiş bir sistemi devralsaydı, işi daha zordu. Esnek ve heryöne dönüştürebileceği bir kadroyu teslim alacak. Gerçi bu kadro orantılı bir birikimi göstermese de, yine de bir iskeleti oluşturabilecek düzeyde...
Quaresma’yı yeni kuracağı yapıda elbette önemli bir figür olarak monte etmek isteyecek. Sağını, solunu, arkasını da ona göre donatacak. Öne aldığı takım bütünlüğünde öncelikle fizik ve disiplin açısından içinde Quaresma’nın da bulunduğu kadroyu üst seviyeye çıkarırsa, Beşiktaş da seyir zevki veren bir takım haline dönüşebilir.
Onun öncesinde Quaresma’nın gelişi hiç kuşkusuz öncelikle İnönü Stadı’na katacağı coşku açısından önemlidir. Bobo, Holosko, Nihat gibi çizgisini benimsemiş, sanki daha fazlası için kendisini zorlama ihtiyacı hissetmeyen oyuncuları ateşlemek için de katkı sağlayıcı olacaktır. Başta da söylediğimiz gibi, en önemlisi Schuster-Quaresma elektriğinin tutması. Bu homojenlik sağlanırsa, Türkiye Hagi’den sonra gerçek bir yıldızı daha izleme fırsatı bulur.
‘’Bir hocadan fazlası gerek!‘’
Beşiktaş hangi teknik direktörle anlaşırsa anlaşsın, Denizli’nin yokluğu fazlasıyla hissedilecektir. Bunu teknik anlamda söylemiyorum. Konu Beşiktaş’ta teknik direktörlük yapmaksa, işin boyutu sadece teknik değil çünkü... Teknik adamın futbol felsefesi, geçmiş kariyeri, isabetli bir seçim olduğu yönünde geniş bir kabulleniş sergileyecek olsa da, bu yeterli değil. Siyah-Beyazlı camiada teknik direktörlük aynı anda birden fazla misyonu da üstlenmektir. Futbolcu alacaklarıyla muhattap olmak, yönetim katından kimseyi kızdırmadan parasal konuları idare etmek, kendi iradesinin dışında yönetici transferine izin vermeyecek kadar sağlam durmak Siyah-Beyazlı ekibin başında teknik patron olmanın diğer gerekleridir. Ayrıca ‘süper kalite’ diye transfer edilmiş oyuncuların, oynatılma baskısını da göğüslemek gerekir. Verilen sözlerin çoğu askıda kaldığında dilinizi yutmamak için çok sağlam bir sinir sistemine sahip olmanız da şarttır. O yüzden teknik direktör konusunda şu an tartışılan yerli-yabancı ayrımı geçerli bir kriter değildir. Elinde vadesi çoktan dolmuş senetlerle Ümraniye’de dolaşan oyuncu grubunu 3 gün sonra maça çıkarıp, onu sahada özveriyle mücadele ettirecek teknik direktör vasfı aranmalıdır bizce. Batılı teknik adam saha dışındaki bu toplara hiç girmez. Sözü edilen yerli hocalardan ise durumu değiştirmeye henüz gücü yetecek olanını göremiyorum.
Denizli diplomat kimliği, hiç asılmayan yüzü ve Beşiktaş’a olan engin sevgisiyle bu kadar idare edebildi. Yüzünden tebessümü eksiltmedi, ancak damarlarını harap etti. O yüzden bundan sonra gelecek olana derin sabırlar dilemekten başka seçenek yok şu an...
Sınırlanamayan yabancılık!
Yabancı oyuncu sayısı şişen kulüplerin baskısı federasyonu yeni bir açılıma itti. “Sahaya yasak ama, sizin sıkışık kontratlarınızı rahatlatalım bari” dediler, işin içinden şimdilik çıktılar.
Yabancı kontenjanı genişledikçe konuya ait yorumlar da boyut kazanıyor. Dışardan gelecek olana kriter konmalıymış, ‘şu sayıda milli, şu yaşı geçmemiş olsun bari’ diyorlar. O vasıflara sahip oyuncuların, ilk etapta Türkiye Süper Ligi’ni tercih edeceğini sanıyorlar. Yabancı sınırlaması sulandıkça, arkadan öneriler de aynı şekilde sulu geliyor. Önce Türk kulüplerinin, UEFA’daki davalı dosya sayısını bir incelesinler, sonra da elit yabancıların bizi neden tercih edeceklerine belki bir yanıt verebilirler.
Bu arada yüzde 100 bizden biri önce Galatasaray’da forma giyen Mehmet Topal, Valencia’ya gitti. Üzerine 1.5 milyon Dolar cebinden vererek gitmiş. (Cebinden olmaz tabii ki, alacaklarına karşılık) Arkasına bakmadan yani!
‘’Hüzünlü ama gururla‘’
Bildim bileli geleneksel alışkanlıklarından vazgeçmez Beşiktaş... Örneğin vedalaşmayı bilmez. Efsane Başkanı ile, şampiyonluklara damga vuran yıldızlarıyla, yuvadan yetişen teknik direktörleriyle hep buruk ayrılmıştır. Yaralar, yaralanır. Ne yazık ki işi, uygar bir el sıkışma finaline taşıyamaz.
Bu kez öyle olmadı. Denizli’yle hazin de olsa en azından doğru düzgün bir ayrılık gerçekleşti. Beşiktaş yönetimi, cevahiri son anda kurtardı. Mecburi bir ayrılıkmış... Konu yaşamın önceliği olan sağlıkmış. Onca abuk-subuk haber karmaşasından sonra bu anlaşıldı.
Mustafa Denizli kadar üzgün olanı yoktur herhalde. Ama üzülmesin, önce sağlığına kavuşmak için var gücüyle çabalasın... Ve hiç merak etmesin ki Beşiktaş’ın başında bulunduğu dönemdeki teknik patronluğu, farklı bir tarz, alışılmamış bir liderlik yönetimi olarak hep asilce hatırlanacaktır. O 1.5 seneyi aşkın süre, başında bulunduğu takımı temsil ederken rakibe saygıyı, futbol kamuoyuna karşı sunduğu centilmenliği, Beşiktaş’ın menfaatlerini gözetmeyi en üst düzeyde başardı. Bunun ötesinde 20’yi devirmiş tansiyonuyla uğraşırken, susmayan telefonlara paniğe kapılmadan çıkmasını bildi.
Canı burnundayken kulaktan kulağa dolaşan ve en çok da kendisini ilgilendiren haberlere sabır gösterirken, sonuçta kimin kazanacağını biliyordu. Evet, kazanarak gitti... Hüzünlü ama gururla.
Onu bunu bilmem. Hani şu son zamanlarda çokça telaffuz edilen ‘Beşiktaşlı duruşu’ var ya, ben son dönemde sözde değil, ama özde yoğunlukla Mustafa Denizli’de gördüm onu. Güle güle Büyük Mustafa... Bir an önce sağlığına kavuşma temennilerimizle...
‘’Sözde takım özde karizma‘’
Özellikle de geride bıraktığımız son sezonu iyi incelediğimizde ortadaki gerçeği de görebiliriz. Mustafa Denizli’yle geçirdiği süreçte Beşiktaş şampiyon oldu, hatta iki kupa aldı belki ama hala takım olamadı.
Beşiktaş kadrosunu yeterli ve değerli bulanlara karşılık benim söyleyeceğim bu mevcut kadroyla takım olmanın yegane koşulu kollektif bütünlüğün sağlanamayacağıdır. Siyah-Beyazlı ekibin golcüsü var, santrforu yok. 9 tane orta alan oyuncusu barındırmasına karşılık kenarları yok. Delgado, Tello, Yusuf ve Tabata’nın kendileri var, istikrarları yok. O zaman hangi sistemle oynarsanız oynayın, zorlama olacaktır. Ya takım savunması, ya da hücuma dönük üretiminizde mutlak bir eksiklik kalacaktır. Aynı yere ait oyuncu fazlalığı ile bölge gereksinimine dönük futbolcu noksanlığı Beşiktaş’ın açmazı. Geçmiş iki üç yıla dönük yanlış transfer seçimleri de bunun sebebi... Transfer politikanız ihtiyaca yönelik değil de, karizmaya yönelik olursa, oluşturmanız gereken sağlıklı bir takım yapısında da denge kuramazsınız. Denizli de geçen yıl kuramadığı bu dengenin sancılarını çekti. Sürekli değişik 11’lerle terazinin kefelerini eşitlemek isterken istikrardan oldu.
Önündeki sezonda da benzer sıkıntılar büyük olasılıkla Kartal’ın yakasını bırakmayacak. Yabancı kontenjanında eli-kolu bağlı olmasına rağmen ısrarla Quaresma’ya asılmak kamburuna bir kambur daha eklemekten başka bir şey değil...
Bugünlerde dünyanın tek geçtiği Mourinho’nun İnter’i nasıl Avrupa’nın bir numarası yaptığını biraz incelemek gerek. Faydası olur... Zlatan İbrahimoviç’te ısrarcı olmayıp, yerine Milito cevherini parlatması, Eto’o gibi bir forveti kendi sağ bekine sürekli destek verir hale getiren bir takım oyuncusu kimliğine sokması, Cambiasso, Zanetti, Sneijder, Stankovic’e rağmen ara transferde karizması olmayan Pandev’i ekleyerek iki yönlü orta alanını çift dikişle bezemesi Mourinho trendi 4-2-3-1 düzeninin büyük başarıdaki püf noktalarını gayet iyi özetliyor.
Nihat’ın söylediği...
Sezon bitti, Nihat geldi ama geride bıraktığı dönemin hayal kırıklıkları hala gündemin tepesini oluşturuyor. Bilal Meşe’ye konuşurken çok speküle edilen maliyeti hakkında söylenenlere karşılık, “Ben kimseyi zorlamadım” diyor. Beşiktaş’a gelişinde de, maloluşunda da kimseyi zorlamadığı doğru. Ama geldikten sonra hiç hazır olmadığı halde ısrarla oynamak için hocasını zorlamışlığı var. O denli profesyonel bir geçmişe böylesi bir acemilik bulaştı. Nihat’a da koca bir sezonu kaybettirdi. Samimi itiraflarına sanırım bunu da eklemeliydi.
İdeal transfer olur
Fenerbahçe’yle ipleri gerçekten kopardıysa veya Avrupa ile kaydadeğer bir söz kesmediyse Beşiktaş’ın gerçekten üzerine atlayabileceği bir transfer olmalı Semih... Nihat ile Semih’in aynı formada buluşması Ulusal Takımımız’ın hücum düzenine yönelik ezberini sağlamlaştırır. Ayrıca Semih, Beşiktaş forvet zincirinin kopuk halkalarının da birleştiricisi olur.
‘’Alma-verme dünyası!‘’
En azından sezonu 15 gün önceden açmamak adına bir iddiası olabilirdi Siyah-Beyazlı oyuncuların. Üçüncülük şansları ortada olmasına rağmen o iddiayı yürütecek oranda da hücum sevdalısı değildi Kartal... Elbette Nobre’nin hamlığı, hücum gücüne köstek çıkan nedenlerden biriydi. Ancak Beşiktaş en iddialı olduğu savunmasının hatalarına yenik düştü. Sezonun en istikrarlı oyuncusu İbrahim Toraman, dün gecenin şanssız ismiydi. Gerek ilk gol öncesindeki kararsız hamlesi, gerekse de ikinci gole neden olan talihsizliği Bursaspor’a istediğinden öte bir avantaj getirdi ilk yarıda. Yediği goller aslında Beşiktaş takımının gölgede kalan yetersizliğini de açığa çıkardı. İki gol de ikinci bölgede kaptırılan basit topların sonucunda geldi. Temel neden de bu idi. İkinci yarıda iki farklı skora karşı Mustafa Denizli’nin yapacağı fazla bir şey yoktu. Kadro eksiği buna engeldi. Uğur İnceman’la yetindi sadece Siyah-Beyazlılar... Onun girişi de Beşiktaş’ı hareketlendirecek cinsten değildi. İsmail Köybaşı’nın üçüncü forvet gibi kullanılma isteği, amacına ulaşamadı. Nihat ve Nobre uyumsuzluğu Beşiktaş’ın hücum düşüncelerini askıya aldı. Son bölümde şampiyonluğu ensesinde hisseden Bursaspor’un geriye yaslanması doğaldı. Beşiktaş’ta sadece rakibinin bu doğallığından tek sayıyla faydalandı. Zaman akıp gidiyor tek bir döneme bakarak hüküm vermek yanıltıcı. Bursaspor kanadından baktığımızda, Bursaspor’u küme düşüren Beşiktaş. Öyle bakarsak bugünde Bursa’yı şampiyon yapan yine Beşiktaş. O zaman ödeştiniz herhalde. Timsah yürüyüşünüz hayırlı, şampiyonluğunuz kutlu olsun Bursalılar.
‘’Quaresma doğru seçim mi?‘’
Quaresma’nın ismi ortaya atıldığından beri merakım şu: Beşiktaş üstündeki ilk 3 rakibinden hayli eksik gol attı diye mi forvete yetersizlik teşhisi kondu, yoksa Denizli’nin 1.5 yıldır zorlama oyuncularla uygulamak istediği 4-3-3 sistemine tam donanımlı geçiş mi yapılacak?
Her iki durumda da Beşiktaş’ta transfere irade koyanların planlamalarının doğruluğundan emin değilim. İlk bakışta Nihat-Bobo-Quaresma forvet üçlüsü etkileyici bir hücum hattı olarak cazip gelebilir. Kendini bulmuş bir Holosko ile Nobre de, bu kapsama dahil edildiğinde kağıt üzerinde ligin en güçlü forvet birikimine Beşiktaş sahip olabilir. Ancak işin püf noktası Beşiktaş’ın orta alanı. Mevcut orta alan çok konuşulduğu gibi tek yönlü oyunculardan kurulu. Böyle bir forvetten verim alma esası ise, iki yönlü oynayabilecek üç oyunculu bir orta alan birikimine sahip olmak... Fink-Ernst-Necip savunma yönü güçlü, Delgado-Tello-Tabata ve Yusuf sadece ofansif özellikte oyuncular. Ofansif olanlardan bir tanesini daha orta alana yerleştirdiğimizde takım savunmasının kırılganlığı direk olarak ortaya çıkıyor. Kaldı ki bir de kontenjan sorunu var. Delgado dönecekse, muhtemelen Tabata olmayacak. Tabata’yla devam edilecekse Delgado sorun olarak kalacak. Bu konunun dışında gol kısırlığının da nedeni aynı. Üretkenliği sınırlı bir orta alan ve agresif özellikten uzak forvet oyuncuları... Bu noktada Beşiktaş yanlış kurulumunun olumsuz sonuçlarını özellikle de bu sene gözle görülür biçimde yaşadığı halde hala aynı yanlışa körükle gidiyor. Temelde oturup, kafa yorulacak konu fazlalık yabancıların nasıl eritileceği ve Beşiktaş orta alanının iki yönlü aktif bir yapıya nasıl kavuşacağı. Denizli ve yönetim arasında transfer seçimlerinde görüş ayrılığı olabilir. Ama Mustafa Hoca’nın Beşiktaş’ın bütçesine ve saha içi gücüne yapabileceği en pozitif katkı, zorlama düzenlerden vazgeçip, kadronun gerçek özelliklerine göre önündeki sezonun planlarını yapmak olacaktır.
Bobo’ya dair...
Son maçtaki yazı başlığım Bobo içerikliydi. Gelen yoğun tepkiler, özellikle de genç arkadaşların sitemlerine cevap verebilmek için konuyu biraz açayım istedim. Bobo, Beşiktaş’ın kadife ayağı... Son vuruş becerisi vasatın üzerinde. Bunları kabul etmemem mümkün değil. Ama Beşiktaş’ın genel yapısına ters. Yani sistem ona gol attırmıyor. O bireysel gücüyle Beşiktaş’ın hücumdaki kısır tablosunu değiştirmeye uğraşıyor. Çok yönlü bir orta alanın önünde, yanında ikinci bir pivot forvetin varlığıyla çok daha fazla iş yapar. Beşiktaş’ın düzeninde en uçta kafa toplarına hakim, ön direk-arka direğe koşu yapabilecek ve sırtı dönük oynayabilecek bir santrfor açığı ihtiyaç olarak duruyor. Sonuçta Bobo kişisel yapısı olarak değil, kadro karakteristiğinin ve ona uymayan sistemin kurbanı durumuna düşüyor.
Savunmanın önemi
Fenerbahçe ligin 4’te 3’ü bittikten sonra gerçek sorununa teşhis koyabildi. Ne kadar klas oyuncularınız olursa olsun, sonuçta defansif prensipler günün futbolunda yarışma ortamının belirleyicisi... Kupa finali hariç Fenerbahçe’nin ligde gol yemeden geçtiği 8 maçlık periyot, onları son haftaya en güçlü şampiyon adayı olarak taşıdı. Son maçta da çok özel bir sürpriz olmazsa geçen yıl Beşiktaş’ta olduğu gibi, Sarı-Lacivertliler şampiyonluğa savunma disiplinine gösterdiği titizlikle uzanacak.