‘’Turdan öte‘’
Böyle bir maçtan sonra kendisini kaybetmeyecek taraftar yoktur. Ama sadece iki adam, hayatlarının en sıradan gecesini yaşıyor gibiydi. Aziz Yıldırım, Türk futbolunun sorunlarını, yapılacak spor salonunu sakin sakin anlatırken Zico takımını onurlandırıyordu.
Bu iki adamın duruşu, şimdilik gelinen çeyrek finalin ve Fenerbahçe’nin son 5 yılının özetidir.
Sevilla’ya elenselerdi ya da fark yeselerdi bile değişmeyecek gerçekleri skorla süslediler. Ülke futboluna hükmetmeye çalışan yorumcular ve sistemi çarpıtanlara koz vermediler.
Bu, futbolcuların standartlarının üstüne çıktığı ve olağanüstü şansların rol aldığı o “tek” maçlardan değildi.
İnter maçı da değildi.
5 yıldır karakter kazanmaya çalışan bir takımın, Zico’nun karakterini alarak olgunlaşmasıydı. 2-0 gerideyken, böyle koşullarda kenarda sakin, yüzü düşmeden, doğal özgüveninin ve kazanan olmayı bilmenin rahatlığı içinde duran Zico, futbolcularını da kendisine benzetti. 5 yıl öncesine kadar her rakibe karşı paniğe kapılan ve gerginleşen forma, şimdi her rakibine oyununu kabul ettirme mücadelesi veriyor.
Hep söyledik. Güzel futbol için inat etmek, oynayan olmayı tercih etmek zor iştir. Risktir. Hele dünya futbolu kolaycılığa kaçıp, skor ve savunmayı ana felsefe yapmaya doğru kayarken. Barcelona, Real Madrid, Arsenal gibi takımların sayısı gittikçe azalırken. Fenerbahçe-Sevilla karşılaşmaları, Şampiyonlar Ligi eşleşmelerinde özel bir sayfa açtı. Güzel futbolu temsil edenler olarak bu mücadelenin neferi oldular.
1982’de yürekleri dağıtan Brezilya Milli Takımı’nın Zico’su vazgeçmedi. 25 yıl sonra da hâlâ güzel futbol için emek veriyor. Bu sefer kazanıyor.
Yıllardır dünya futbolunda şunu duymayı bekliyordum: “Defansif bir anlayışla oynamacağız. Zira bunun yapıldığını bilmiyoruz. Futbolcularım hücum içgüdülerinden vazgeçemezler.”
Türk hakemlerinin ve futbol düzeninin de hakkını vermek lazım. Kartlar, fauller, verilmeyen penaltılar ile hırpalanan Fenerbahçe’yi adeta komando eğitimine tabi tuttular. Çelik gibi oldular. En kötüsünü yaşamış olmak, kötüye direnme güçlerini artırdı.
Bu maç, futbol yorumcuları için de son noktadır. Emeğe hakaret eden, göremeyen veya görse de kafasındakileri yazan, bir futbol takımının ne olduğunu, iyi-kötü futbol ayrımını yapamayan, vizyonu birkaç kişi ve takımdan öteye geçemeyen, ezberci, adamcı, takımcı ve yükselebilmek için anti-Fenerbahçe savlarla kendi düşüncelerine ihanet eden bu zihniyet iflas etmiştir. En gencinden en yaşlısına. En bilgilisinden en futbol cahiline. Tıpkı 15 yıllık lobisinin ve klişelerinin içine tıkılıp kalan Türk futbolu gibi. Değişmek zorundalar. Zira artık futbol 90’lardaki gibi değil. Fenerbahçe de.
‘’Öylesine‘’
3sezondur Türkiye Kupası can simidine dönüştürüldü. Sistemi yönetenlerin ise güç gösterisi meydanı. Boğulmaya terkedilenlerin başında Fenerbahçe vardı. Bu sefer kupanın ötesinde lige dönük hasar aldılar. Carlos ile beraber ilk onbir defansının yüzde sekseni yok. Semih de. Yıpratıcı maçlar ve kafayı toplamanın zor olduğu dönemden geçiyorlar. Zico şimdiye kadar yedeklerine güvendiğini göstererek onları da cesaretlendirdi. Bursaspor mağlubiyetine rağmen yine ön safta durdu. Takımın Galatasaray’a eksikken üstünlük kurması, avuntu veya ciddiyeti kaybetmek için bahane olmamalı. Zaten yeni Fenerbahçe bu zaafiyetlerden uzaklaşırken diğerleri yaklaşıyor.
Tabii, Zico’nun başını ağrıtan sadece Türk futbol düzeninin yarattığı dertler değil. Bozulan kanat ikililerinin hücumda getireceği düşüşü kapatma yolları var. Aurelio, Deivid ve Wederson’daki fazla pas kaybına yol açan performans düşüklükleri var. Son maçlarda orta saha geriden ilk topu açmada yeterince yardımcı olmadığı için defans oyuncularının (özellikle stoperlerin) topla fazla oynamak zorunda bırakılışı var. Maldonado ve Deniz’in durumları belirsizken bu bölgeye yedek çare üretmek sorunu var. Zira tarzının üstüne çıkarak defansif orta saha tarafını çoğaltan Selçuk’un performansının her hafta devam edeceği beklenemez.
Ama ne Zico şikayet ediyor ne de takım. Kötü ve dağınık başladıkları, Alex’in iki faulden sonra hakemin maç karakterini anlayıp kendisini geriye çekmesiyle durgunlaştıkları Galatasaray maçında gösterdikleri karakter tesadüf değildi. Derbiler başka ruh halleri içerir, yapamayacaklarınızı yapma gücü ve aklı verir. Tek maç için! Fenerbahçe böyle değil. Maça olduğundan fazla değer yüklemediler. Lugano isyanı ve Volkan kartı dışında sorun yaşamadılar. Hakem sıkıntısına kafayı takıp gaddarlaşmak yerine sadece ve yine kendi oyunlarını oynamak için uğraştılar. Azaldıkça, futbol istekleri arttı. Topa baktılar. Bu temiz futbol kafasına sahip olmanın maddi bir karşılığı yok. Zico bu yüzden önemli bir teknik adam.
Gençlerbirliği ve Adana Demirspor’un canlarını zor kurtardıkları Ankara 19 Mayıs Stadı zemininin ne zalimlikler yapabileceğini ise tahmin edemiyoruz.
Aslında ne gerek var teknik yoruma. Lobicilik yapamadıktan sonra! Zico 1.5 yılda Türk futbolunun niye gelişemediğini görüp söyleyebiliyor, ama her kesimden ve her yaş grubundan spor medyamız hâlâ kalem oynatamıyor. Son 12 yılı, 24 yılı tartışmıyor. Tarihi kurcalamak yine bize düşecek...
‘’Kanatlardaki savaş‘’
Lig maçlarına bakarak takımların Avrupa kupalarındaki durumları üzerine keskin yargıda bulunmanın ne tuzaklar doğurabileceğinin örneği Sevilla’dır (Milan kadar olmasa da!). İspanya Kral Kupası’ndan elendiler, ligde Şampiyonlar Ligi için geride kaldılar. İki yıl üst üste UEFA Kupası’nı alma arzusunu gösterebilecek nadir takımlardan. İhtiraslarının yüksekliği onların kişiliklerinin parçası. Ve Sevilla bir şeyi çok istediğinde motivasyon ve dikkatini üst düzeye çıkarabilir. Fenerbahçe gibi.
Onlar da lig maçının (Espanyol) ikinci yarısında şalterleri indirdi. İdare edip maçı kazandılar. Son 2-3 haftadır yine görüldü ki, Kanoute en değerli oyuncu. Onsuz hücumda akıcılıkları kayboluyor, Fabiano son pasları yapacak adamı bulamıyor, onsuz orta sahanın beli açık kalıyor.
Orta sahaya önemli iş düşecek
Fenerbahçe bütünü savunacak, bireyleri değil. Her iki takım da önce kanatları düşünecek. Sevilla’nın göbek için de endişelenmesi gerek, yani Alex için. Sevilla, yarı sahasında topu aldığında, kafanızı çevirmeden ceza alanına yaklaşabiliyor. İster tek uzun çapraz topla, ister orta sahadan iki pasla. Çapraz toplarda Fenerbahçe savunması ve defans içine girecek orta sahanın üstüne önemli iş düşecek.
Duran ve yan toplarda sicilleri iyi görünmüyor. Adam paylaşımında organize olamıyorlar. Rakip de kendileri gibi çabuk çıkıyorsa özellikle sol kanatta çok boş yakalanıyorlar. Arka direğe, hatta göbeğe sızdırabileceğiniz adamları unutuyorlar. Kendileri de çoğu golü böyle atıyor!
Fenerbahçe ilk maçı kazanmalı
Kısacası onlar da insan, onların da sıradan zaafları var. Orta sahadaki isimleri henüz geçtiğimiz yıllardaki kadar ağırlığını koyamıyor. Ama her şeyi her an yapabilecek ve kazanmayı bilen takım.
Avantajlı skorlar elbette var, ama Sevilla bu ezberi bozar. Fenerbahçe sadece ilk maçı kazanmalı. Ne olursa olsun. Gerisini sonra düşünürler.
Bu kadar çok Brezilyalı’nın olduğu ortamdan ve futbol oynamak isteyen keyifli iki takımdan kötü şey çıkamaz. Fenerbahçe-Sevilla birlikteliği heyecan verici. 8 maç içinde de kendilerine özgü yer açacaklar.
‘’Koşu başlıyor‘’
Erkekler Basketbol Ligi’ndeki iktidar savaşı beklenenin üstüne çıktı. Fenerbahçe sezonun en çok tartışılan takımı olmaya devam ediyor. Türkiye Kupası’nda son saniyede finalden olmak önemli gibi görünse de sezonun bütününde ince detay. Hâlâ tartışılan koç devir-teslimi ardından takım tam anlamıyla geçiş dönemi içine girdi. Yumuşak da değil, oldukça sert düşüşlerin yaşanabileceği bir dönem. İbrahim’in ayrılması, Mirsad’ın yorgunluk, sakatlık ve hastalık sebebiyle uzun süre takımdan uzak kalması, toy takımın kupa yarı finali gibi kritik ya da favori olduğu maçları kaybetmesine yol açtı.
Euroleague ve ligi taşımak kolay değil. Tecrübeli oyuncularına rağmen... Başarı isteniyorsa, şimdilik sürekli katılma hakkı olan bu organizasyona alışması, gelenek haline getirmesi ve devamlılığa ihtiyacı var.
Geçen sezon da farklı değildi. Yani beklentiler boyu aşmamalı. Sertliğe dayanma eşiğini yükseltmek, baskıya alışmak, deplasmanda ayakta kalacak karakter oluşturmak ve ligle beraber nefes almayı engelleyen maç trafiğinin getirdiği psikolojik savaşta yıkılmamayı öğrenmek gibi eğitimler başka yerde bulunamaz.
Sanırım genç oyuncular bu fırsatın farkında. Fenerbahçe ısrarlarına devam ediyor. En az 3 yabancısının takımın tüm işlerini yaptığı geleneksel yapıdan uzaklar. Genç oyuncuların yetişmesini bekleme sabrını kaldıramayacak bir kulüp olarak kolay cesaret edilemeyecek iş yapıyorlar. Genç Türk oyuncularla ilk beş oluşturuyorlar. Üstüne yine hâlâ tartışılan iki genç Slovenyalı ile.
Kenarda kendi kendine söylenen, kollarını sinirden ikide bir ileri geri uzatan panik atak hallerindeki Tanjevic de ilk dönemlerdeki gibi değil. Yavaş yavaş kontrolü ele aldığını ve bench’teki atmosferin değiştiğini hissettiriyor. Takım, onun istediklerini yapma süresini artırmaya başladı. Bu karmaşık duygular, teknik değişiklikler, baskı, taraftar soğuklukları içinde iyi işler yaptılar.
Euroleague’de 2. tur grubu dengeli. Herkesi her yerde yenebilecek güçte görünüp ön plana çıkan takım yok. Bu, işleri zorlaştırıyor. Ligi toparlamak için önlerinde fırsat var. Zaten son sözü, sezonu taşıyabilecek ve performansını sonlara doğru yükseltecek takım söyleyecek.
‘’Ya çoğunluğu oluşturanlar!‘’
Taraftarlık zor zenaattır Türkiye’de. Ama takımını desteklemek ve sahadaki sporcuya küfür etmeye tenezzül etmeden maçını izlemek isteyenler için çok çok daha zordur. Küfür edene karşı çıktıklarında renkdaşlarından dayak yeme noktasına gelirler. “Takımı niye protesto ediyorsunuz” dediğinizde on kişi üstünüze yürür. Alkol alıp gelen değil, komalık vaziyette stada, salona gelenlerin kendi içindeki kavgasında ezilmemek, eşini-çocuğunu korumak için kaçarlar. Polis karıştığında arada kalan yine bu taraftarlardır. Kimse suçu olmayan sıradan vatandaşın belinden sakatlanmasını konuşmaz. Taraftar grupları kendi aralarında iktidar ve güç kavgasında iken de arada hep bu insanlar kalır.
Fenerbahçe-Vakıfbank voleybol maçında yaşananlar sıradan ama işte yukarıda yazdıklarımı hatırlatıyor. Çelişkileri. Küfür eden ve kavga edenin kendisini haklı çıkarmak için sığındığı fedakar taraftar kimliğini. Kulüp başkanlarının kolayı seçip boyun eğdiği taraftar gruplarını (Galatasaray ve Beşiktaş’ın durumu).
Evet, kimsenin gelmediği maçlara geliyorlar. Evet, kimse bu fedakarlıkların karşılığını vermiyor. Evet, insan gibi maç izlenmiyor. Evet, yönetim ve Aziz Yıldırım ile ilgili sorunlar var. Onlar şikayetçi ama ya kendi halindeki taraftar kimi nereye şikayet etsin?
Türk futbolunda taraftar grupları birer güç odağıdır. Grup olup dernek haline dönüştüğü an kulübü yönetebileceğine inanan, egosu yükselen, niye stada geldiğini unutan, saflığını kaybeden, statta bağırarak başkan devirip, teknik direktör yollayabileceğini bilen güç odakları. Kendisini çatışmaya attığı için üstün görenler.
Bir gruba ait olmak, bir ağabeyin nasıl bu alemde racon saldığını görüp kanatlarına sığınmak isteyenler de diğer tarafta.
Ya bu taraklarda bezi olmayan ve çoğunluğu oluşturan taraftar ne olacak? Aziz Yıldırım onlara öncelik verirse ne olacak?
Fenerbahçeliler, Akatlar Spor Salonu’nda bayan basketbolcularına yapılan terbiyesizlikler için çok isyan etti. Yönetimine bunlara karşı çaresiz kaldığı için öfke kustu. O toplu küfürleri duyan herkes utanırdı. Tıpkı birkaç ay once Caferağa’da Beşiktaş maçında Fenerbahçeli bir grubun yaptığı küfürlerden utandığı gibi. Pekii, ne içindi bunca mücadele ve isyan?
Ya da durduk yerde, takım sahada kazanmak için çırpınırken gidip Partizan taraftarlarına birşeyler fırlatmak, olay çıkartmak neye hizmet?
Küfürden şikayeti olan gider Aziz Yıldırım’a dava açar, o da onlara açar. Aysun ve eşi de hepsine hakaret davası açar. Dert taraftarlıksa, önce tüm kulüp taraftarları oturur ve Türkiye genelindeki sorunların çözümü için hukuki ve sosyal yolları zorlar.
Dert sadece taraftarlıksa, Fenerbahçe’nin Aziz Yıldırım’a değil kendilerine de kalmayacağını bilir.
‘’Şanslı‘’
Dunga, Fenerbahçe-Galatasaray maçını beğenmişse bu, onun Brezilyalı’dan çok Avrupa katılığına yaklaşan futbolcu kimliğinden kaynaklanmıştır. Kimi zaman horoz dövüşüne benzeyen üst düzey mücadele hoşuna gitmiştir. Oysa Dunga çabuk ve nefis paslarıyla fazlasıyla Brezilyalı’ydı. 1994 Dünya Kupası kaptanı, Parreira’lı savunmayı hatırlayıp Bebeto ve Romario ile organize ettiği orta sahayı unutmuş olmalı.
Bu maçtan herkes kendine göre anlamlar çıkarsa da, iki takımın yürüdükleri yolda değişiklik olmadı. Galatasaray rövanşa işi taşımak ve prestij için limitini zorlamak, daha fazla koşmak, sert oynamak, yardımlaşarak savunma yapmak ve bunu en az 70 dakikaya yaymak zorundaydı. Savunmayı hücuma tercih etmek zorundaydı. Oyunu iki yönlü asla taşıyamazlardı. Öyle de oldu. Fenerbahçe’ye üstünlük kursalar da savunmadaki denge, hücumda yoktu. Zira bir kaç maç için müthiş savunma disiplini sergileyebilirsiniz. 2 gün sonraki maçın ana taktiği yapabilirsiniz. Ama ofansif çeşitlilik ve organizasyonu yerleştiremezsiniz. Maç kazanmanız, bu işte iyisiniz anlamına da gelmez. Mesela Fenerbahçe 6 yıldır uğraşıyor. Hâlâ eksikleri var.
Fenerbahçe, uzun süre ilk kez tepki vermekte zorlandı. Fazlasıyla telaşlı, birşeyler yapma acelesinde çıktılar sahaya. Gereksiz. Deivid, ligin 1. haftası, İstanbul Büyükşehir Belediyespor karşısındaki gibi içerde oynamaya kalktı. Rakibi kendi yarı sahasının solunda baskı altına sokmadı. Uğur’un eksik savunma güdülerini telafi etmeye izin vermeyen rakip olunca, Aurelio fazlasıyla hata yapınca takım içi denge bozuldu. Selçuk’un takımı toparlaması, ayakta tutması ve açıkları kapatması için müthiş performans sergilemesi gerekiyordu. Sahada 90 dakika, oyunu iki yönüyle de mükemmel oynamayı başarabilen tek isimdi.
Fenerbahçe çok şanslı. Hem sinirlerini hem de vücudunu yıprattı Galatasaray. Daha güçlü biçimde “biz iyiyiz, kazanmayı bileniz” diyebilmek için neleri düzeltmeleri gerektiğini gösterdi Galatasaray. Onlara daha çok çalışmaları gerektiğini gösterdi.
Takım ve futbolcunun iyiliği, ne kadar istikrarlı performans gösterdikleri ve ne kadar az iniş-çıkışlar yaşadıklarına bağlıdır. Türkiye’de bu değerlendirmeler öyle basitleştiriliyor ki. Bir kez daha gördük.
‘’Maldonado herşeyi yapan adam‘’
Geçen sezon Santos, Copa Libertadores’deki Caracas maçında 10 kişi kalınca işi gücü bırakıp sağ bek-sağ stoperlik rolünü üstlenmişti. “Çılgın lider, herşeyi yapan adam” demiştim içimden. Bir kez daha!
Rahatlığını, soğukkanlılığını ve hata yapsa da kendine güvenini asla kaybetmeyişini, takım arkadaşlarının silkinmesini sağlayacak kadar belli eden duruşu var Maldonado’nun. Ve en aranan, en pahalı, basit gibi görünüp en zor işlerin altından kalkması gereken bir mevkinin temel gereğini yapabiliyor: Defansif orta saha olarak savunmada topu kısa sürede, doğru biçimde doğru noktaya açmak. Kısaca Deniz’i Aurelio’dan son 1-2 senede daha öne taşıyan ve Fenerbahçe açısından kilit isim yapan özellik. Maldonado yüksek başarı oranı tutturuyor. Hız ile aceleciliği ayırmak lazım. Uygun pozisyon oluşana kadar topu ayağında tutabilir. Hani bir nevi Amerikan futbolundaki quarter-back. Ama skora giden tek nokta atışlardan ziyade gol organizasyonunda kritik an ayağından geçiyor.
Murat Yakın ile Makalele’nin karışımı
Hatırlarsanız bu ülkede Murat Yakın efsanesi vardı. Alaycılık efsanesi! 1990’ların sonunda, şimdi pek kıymetli olan topu ayağından çabuk ve isabetli çıkarma işini becerip, sade ve gösterişsiz oynadığı için itibar görmezdi. Oysa şimdi herkes rakibin baskı kurmasına izin verecek pas hatalarını azaltacak birilerini arıyor.
İlla benzetilecekse Maldonado pek çok futbolcunun karışımı gibi. Murat Yakın, Makalele. Makalele esas işini, yani defans ile orta saha arasındaki savunma organizasyonunu iyi, basit ve temiz biçimde yaptığı için değerlidir. Onu hücumda ne kadar görürsünüz? Maldonado’nun karakteri de kesicilik, ilk topu hızlı çıkarma, iyi pozisyon alma, defansta derinlik sağlama, hamle üstünlüğü, rakibi perdeleme ve hareket alanını daraltma, takımı savunmada yönlendirme...
Karakter ve formundan birşey kaybetmedi
Maldonado savunmadaki isimlerin aldığı riskleri azaltacak. Zico’ya kadroyu kullanmada alternatifler sağlayacak. Mesela Aurelio ve Selçuk’u daha hücuma dönük görevlendirebilecek Brezilyalı hoca.
Sakatlıklar geçirdi, karakter ve formundan fazla şey kaybetmedi. Fenerbahçe, Avrupa’ya ait olmadığı düşünülen futbolcular (başta Alex), Avrupa’ya ait olmadığına inanılan teknik direktör ve yeni nesil Türk oyuncular ile takdir edilecek takım organizasyonu kurdu. Böyle ortamda Maldonado için uyum endişesi yok.
Fenerbahçe ise ona daha önce yapmadıklarını deneme fırsatı sunabilir. Mesela hücumda rolünü artırabilir. Şimdiye kadar mütevazıydı ancak potansiyeli hakkında olumlu mesajları hep verdi. Lugano gibi Avrupa’da takımın çöpçülüğünü yapmak yerine dengeli bir görev dağılımı yapısına alışması gerekecek.
‘’Bir taşla kaç kuş‘’
İlginç bir gizem serüveni var Fenerbahçe üzerinde. Kayserispor’a Gökhan Ünal ve Mehmet Topuz için transfer tekliflerini ilettiklerini açıkladılar. Kayserispor ise Mehmet Topuz’un adının geçtiği istekleri tereddütsüz reddediyor. Yazılan rakamlar inandırıcı değil. Zira akıl dışı. Her türlü kritere göre!
Fenerbahçe, Gökhan’ı tek istemese de öyleymiş gibi düşünelim. Bu isimde Fenerbahçe adına paradan önce gelen sorunlar var. Gökhan son sezonların en dikkat çekici ismi. Kayserispor’un yükselişiyle beraber geçen sezon zirvesine ulaştı. Takım içinde başarılı. Bunun üstüne çıkabilir mi? Kayserispor’daki Gökhan Ünal Fenerbahçe’ye yetmez. Zaten büyük takımda kendisini ispatlayıp bu ortamın zorluk ve gereklerine cevap verebilen Semih’i var.
Kezman gidecekse Fenerbahçe’nin ihtiyacı olan Gökhan değil. Takımın oyun anlayışı ve kimyası da farklı. Gökhan çabuk gibi görünse de kurtulamadığı hantallığı var. Futbol aklında da bu ağırlığı görebiliyorsunuz.
Birkaç yıl sonra piyasanın çok üstünde vereceğiniz parayı karşılayabilecek transfer imkanı sunmuyor. Ne yapacağını, performansını kestiremezsiniz.
Gökhan iyi bir golcü, ama 80’li yılların 2000’lerde sıkışmış golcüleri gibi.
Milli takımın santrforlarından ve banko ilk 11 oyuncusu ünvanlı Gökhan’ın karakteri itibariyle yedekte fazla bekleyebilecek tarzda olmadığı ortada. Sezon başı Galatasaray’la beraber transferi konusunda yaşattığı tatsızlıklar bu konuda fikir verebilir.
Fenerbahçe ikinci bir Türk golcü hedefindeyse, tüm töleransını ve sabrını 20 yaşındaki İlhan’a göstermeli.
Tabi bu yazdıklarımız gündemden uzak düşebilir. Zira Fenerbahçe’nin bu teklifi de başka bir şaşırtmaca olabilir.