Arama

Popüler aramalar

‘’Kendini sınamak‘’

Evlerinde oynadıkları 10 maçın tamamını kazanırken, 20 gol atıp 3 yediler. Liderlik unvanının gerekçelerini kuvvetlendiren bir istatistik. Sivasspor yönetimi ilk yarı sonunda dahi kabul etmek istemese de, maç öncesi ve sonrası demeçleri birbiriyle çelişse de 19 haftayı devirdiler ve şampiyonlukta iddialılar. Galiba bunu Fenerbahçe maçı öncesi damarlarına kadar hissediyorlar.
Durumdan habersiz birisi gündemin hararetine, habercilerin heyecanına bakınca iki takımın şampiyonlukta başbaşa kaldığını zanneder. Ya da bu maçla son noktanın konacağını. Bu olağanüstülük, yaptıkları düşünüldüğünde nedense beklenenden az itibar gören Sivasspor hakkında daha fazla haber yapılmasına yaradı. Elbette eski SSCB topraklarındaki takımların Avrupa Kupaları’nda, rakiplere saldığı hava koşulları korkusunun benzeri medyaya çekici geliyor. İki hafta önce Trabzonspor maçında insanların halini görünce de iki takım adına sakatlık, rahatsızlık olmasın temennisinden başka birşey aklımıza gelmiyor.
Balili’nin yokluğuyla süratli çıkıp ani darbe vurma planlarında hasar oluşan Sivasspor, şimdilik telafi edebildi. Zira rakibi bıyık altı gülümsemeyle kendisine doğru çekerken Mohammed Ali, Musa, Devran, Mehmet Yıldız ile anında burnunuzun dibinde bitiveriyorlar. Hem de Türkiye standartlarında şaşırtıcı çapraz top oyunlarıyla. Rakibin adı cüretkarlığı sınırlayacak olsa da baskı kurduğunuzda arkanızda gözünüzün olması lazım Sivasspor’a karşı.
Doldur boşaltı denediğinde futbol tarafından saha içinde cezalandırılan Fenerbahçe, bu zeminde de bildiği oyundan vazgeçmeyecek. Ne kadarını yapabileceğinin kararını ise futbolcular başlama düdüğü sonrası verecek ve koşullara göre esnetecek. Mesela daha fazla hareketli topta şutu denemesi gerekecek. Karmaşa yaratıp hataya zorlamak için.
Sivas, rakibi fiziken zorlamayı ve yıpratmayı biliyor. Mehmet Yıldız gibi bireysel olarak da, yardımlaşarak da. Mütevazı oyuncularını birbirine değer katarak yükselten, disiplinli ve inatçı kimliğiyle takım olabilen istikrarlı Sivasspor, Fenerbahçe için her türlü koşula karşı güçlenmesini sağlayacak nefis sınav. Sivasspor ise Türkiye’de her maç pozitif futbolu en organize şekilde oynayabilen ve takım olabilen Fenerbahçe’yle önceki haftalardan çok farklı bir maç oynayacak.

27 Ocak 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Aklın yolu!‘’

Miami Heat’i destekleyenler için (mesela ben), 2005-2006’da elde edilen ilk NBA şampiyonluğu adeta kendinden geçiş noktasıydı. Ertesi sezon üstlerine, ‘1957’den beri play-off birinci turunda 4-0 ile süpürülerek elenen ilk son şampiyon’ gibi kötü bir unvan yapıştı. Performanslarına normalde tahammül edilemezdi (sakatlıklar mazeret olsa da.) Ama edildi. Zira yıllardır beklenene ulaşılmıştı ve hiçbir şey bu gerçeği değiştiremeyecekti.
Basketbolda 15 kötü sene geçirmiş ve sabırla beklemiş Fenerbahçe için, 15 sene sonra gelen şampiyonluğun ardından birkaç kötü sezonun önemi yok aslında. Taraftar için şampiyonluk ve toleranslar yeni sezonla biter. Takımlarının tekelleşen ligin rotasını değiştirmiş olması, diğer kulüpleri ayağa kalkmaları için cesaretlendirmesinin ayrıcalığını unutur. Ama kulübü onlar yönetmiyor.
Film haziran ayında koptu. Kimsenin içine sinmedi. Akıllar Aydın Örs’ün ayrılış şeklinde kaldığı için her maç taraftar ve medya, yönetimle hesaplaşma içine giriyor. Aydın Örs üzerinden basketbol takımını, Tanjevic’i, Emir’i, Vidmar’ı ve diğerlerini yıpratmak veya onları başkalarını yıpratmak için kullanmak kabul edilemez. Çözüm bu mantıkla bulunamaz.
Ortadaki tek gerçek, futbol takımındaki aklın dışında çıkılmasıdır. Türkiye liginde üst üste şampiyonluğa ulaşmadan, geçiş dönemini atlatmadan ve zemini sağlama almadan yeni denemeler içine girmektir.
Bu şekilde görev teslimine gidilirse, yeni gelen koçun kim olduğundan bağımsız karşılaşacağı baskılar kaçınılmazdı. Üstelik idare edilmesi zor, problemli kadro vardı, bu sezon yabancı oyuncu kapasitesi geriye düştü. Euroleague gibi çetin ve yorucu turnuvanın içindeyken! En sıkıntılı dönemde alelacele geri alınıp ateşin ortasına atılan Ömer Aşık kurban. Alpella’da 40 dakika oynarken ve sorumluluğu hat safhadayken, şimdi bu fırsatlardan uzak kalacak. Genç oyuncuların kaybedeceği zaman telafi edilemez noktaya gelebilir.
Çözüm üretilir. Ama önce hazirandan beri süregelen gerginliğin bitirilmesi ve önyargıların yumuşatılması lazım. Bu ekip devam edecek. Planlama hataları var. Önemli olan başkan veya yönetimin çıkıp ses vermesi. Ne yapmaya çalıştıklarını anlatması, nasıl düzelteceklerinin mesajlarını göndermesi, özeleştiri yapması, teknik heyet ve sporcuların üzerindeki baskıyı üstlenmesi gerekiyor.

27 Aralık 2007, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’İki Sevgili‘’

Son yıllarda maçını kaçırmak istemediğimiz, olur da kaçırırsak vicdan azabından kıvrandıran takımlardan biri Sevilla. Kimin ne söylediğine aldırmadan, bizleri mutlu etmek için oynuyorlar.
Orta sahadaki ufak tefek müdahalelere rağmen her rakibin karşısına aynı oyun anlayışı ile dikiliyorlar.Orta saha kanatlar ve forvetler arasındaki teorik tüm sınırları kaldıran, mevki kavramını formalite icabı kullanan bir takım.
İngiltere’nin içine kapanık (4 takım dışında) havasından çabucak İspanyol topraklarına sıçradığı için minnettar olduğumuz Kanoute’nin takımı. Bu kadar keskin ve zeki bir golcünün, saha içinde nasıl herşeyi yapabilecek mütevazılığa sahip olduğunu anlamadığımız Kanoute.

Nefis bir sentez takımı
2 yıl üst üste UEFA Kupası’nı kazanan ekip. Altyapısı Türkiye’de çokça örnek gösterilen geleneksel kulüp. Ama nedense! UEFA Kupası’nı kazandıklarında sahada yer alan 14 oyuncunun 11’inin yabancı olduğu, kadrosunda üst düzey 19 yabancı barındıran kulüp. Üstelik kemik de 4 Brezilyalı oturuyor. Klişelerimizi yıktığı için daha fazla sevdiğim kulüp.
Güney Amerika gülücükleri ve yeteneklerini alıp, Afrika’nın süprizleriyle birleştiren, İspanyol lig kalitesi ve takım organizasyonu becerisinde yükselmiş nefis bir sentez takımı.

Ayrı bir yer açacaklar
Yani Fenerbahçe’nin kimliğine, ruhuna, heyecanına aynı şekilde cevap verebilecek takım. En başta da ara verilen randevuya kavuşma! Alves, Carlos’a karşı... Televizyondan izlemekle İstanbul’da izlemenin farkını yaşayacağız..
Kendi çapında beklerle hücum futbolu diyen ve onların ismini öne çıkaran Fenerbahçe, bu konuda efsaneleşme noktasına ulaşmış rakibe karşı.
Puerta’nın hüznünü unutmasak da onlar yenilerini buluyorlar.
Maçlara çok var. Geçmiş yıllara göre artan sıkıntıları, eksikleri ve güçlü yönlerini anlatırız, tartışırız elbet. Ancak futbol adına büyük kazanç olacak Şampiyonlar Ligi eşleşmeleri içinde Sevilla-Fenerbahçe ayrı yer açacak kendisine.
Fenerbahçe cesaretini, karakterini koruyup, stiline sadık kalırsa -ki öyle olacağına eminiz- gözlerimiz bayram edecek.

22 Aralık 2007, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sürpriz!‘’

Beşiktaş 2002-03’te UEFA Kupası’nda çeyrek finali gördü. Ertesi sene Şampiyonlar Ligi’nde grupta üçüncü oldu. Ardından üç sezon üst üste UEFA gruplarına kaldılar. İlk üçe hiç giremediler. Kolay rakipler değildi. Ama Beşiktaş’ın kulüp olarak bunları aşabilme potansiyeli vardı. Hele önceki iki sezonun birikimiyle. Heba ettiler. O günden beri 4 teknik direktör getirdiler. Birşeyleri oturtmaya başlamadan yıkıp yeniden kurmaya çalıştılar.
Galatasaray UEFA Kupası’nı kaldırdıktan sonra Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale ulaştı. 2004’ten sonra durakladılar. Gerçekleriyle yüzleşmediler. Türk Futbolu’nu yönetenler ve yorumlayanlarla beraber ördükleri koruma duvarının hâlâ işe yaradığını düşünüyorlar. Böyle devam ettikçe Türk Futbolu da kendisiyle yüzleşemeyecek.
Fenerbahçe her sezon geliştiğini gösteriyor. Övülüyor, “Oyuncular formda, ritm tutturdular, Carlos herkesi yükseltti” diye... Gökten zembille inmiş olmalı! Bu ifadeler bahsettiğimiz 4-5 yıllık bilanço farkını açıklamıyor. Ya da 100 yıl ile son 5 yılın farkını.
Takım oyununu yorumlamada ve futbol vasıfları konusunda temel eksiklerle 20’li yaşlara gelen Türk futbolcusunu kötü kulüp yönetimlerinin olduğu ortama atarsanız, işi de şansa bırakırsınız. Eski Fenerbahçe gibi.
Türk spor kamuoyu ve medyası 3-4 takımın çerçevesinden dışarı çıkamayacaksa, Fenerbahçe’ye sunduğu, bireylere dönük kısa dönem övgülerle vaktini boşa harcamasın. Futbolun diğer ağır noktaları Galatasaray ve Beşiktaş’ı tartışsın. Galatasaray’ın iyi takım olmayı başarırken seçtiği anti-futbolun ve kavgacı kültürün tüm takımlara nasıl temel teşkil ettiğini konuşsun.
Fenerbahçe gruptan çıkma hakkını pozitif futbolda ısrar ederek, 4. torba takımı haddini aşıp oyununu kabul ettirme inadıyla kazandı. Çok kıymetli.
Barcelona’nın ardından Lyon’un ikinci olduğu Şampiyonlar Ligi tablosunda kiminle eşleşeceğine kafa yormak gereksiz tasa. Görünüp kaybolan takımlar mezarlığına girmemek için neler yapılacağı, önümüzdeki yıl da orada olup olmayacağınızın cevabıdır size değer katan. Bu yolda ilerlediğiniz sürece önünde sonunda eşik atlanacaktır. Olur da Lyon gibi atlayamazsanız, yaptıklarınız boşa mı gitmiş olur? Asla...

20 Aralık 2007, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Puan için‘’

Süper Lig’in en az gol yiyen takımı Galatasaray. 14 haftada 10 gol. Oysa Galatasaray’ın takım savunması iyi değil. Song-Tomas ve Mondragon üçlüsü dağıldı. Açık alanda doğru yer tuttuğu ve rakipten önce hamle yapabildiği için Song çok önemli. Ama geçtiğimiz yıllardaki performansından şimdilik uzak. Servet ve diğer alternatif stoper yardımcıları Tomas kadar işini kolaylaştırmıyor. Bek pozisyonunda tatmin edici isimler yerleştiremediler. Defansif orta saha ya da orta saha için her sene sürekli yeni futbolcular getiriyorlar. Sonunda hep ayakta kalan sadece Ayhan. En güçlü ve Türkiye’de rakipsiz yanları ise hücumları. Tek vuruşta işi bitirebilecek verimli golcülere sahipler. 2 yıl önceki gibi. Gerets yönetiminde şampiyon olduklarında neredeyse her maç en az net 2-3 pozisyon veriyorlardı. Devamlılıkta sorun yaşıyorlar: Bu takım tablosuna baktığınız zaman iki yıl önce olduğu gibi kayıpsız gitmeleri; ötesinde bu kadar az gol yemeleri gerçekten şaşırtıcı. Açıklaması zor teknik manzara. Ama gol potansiyelleri, gol atma becerilerini geliştiremeyen, doğru isimleri bulamayan ve kazanmayı düşünmeyen Türk takımları karşısında defans sorunlarını halı altına süpürecek güçte.
Fenerbahçe, puan olarak gerideyken Beşiktaş karşısında da, şimdi de yorumcular tarafından favori gösterildi. Bu, sadece rakip eksik diye, psikolojik avantajlardan ya da ev sahibi olmasından dolayı değil. Açıkça söylenemese de herkesin kafasında, Fenerbahçe sahada karakterini kabul ettirebilen, daha dengeli, ne yaptığını bilen ve futbolu plan içinde oynamaya çalışan takım. Sonuç ne olursa olsun artık net gerçektir. Bunu istikrar ve tercih ettikleri futbol felsefesine borçlular.
Galatasaray’ın orta sahada kimlerle çıkacağı belli değil. Fenerbahçe için ise karşısında kimleri bulacağı önemli değil. Zico, rakibe parlak isimleriyle değil takım olarak bakma anlayışını kuvvetlendirdi. Dikkat etmeleri gereken, özellikle kendi yarı sahasında top kaybını en az seviyede tutabilmek. Beklenmedik anlarda baskı kurup gol atabilen Galatasaray’ın iyi yaptığı işlerden birine izin vermemek.
Fenerbahçe için plan yine kendi oyununu oynamak olacak. Gerginliklerde soğukkanlı davranarak. Zira derbi her ne kadar klişeler ve söylentiler boyutuna çekilse de tek gerçek puan almak.

08 Aralık 2007, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yol‘’

Körü körüne yanlışa saplanmakla, dönemsel düşüşlere papuç bırakmamak arasında hayati fark var. Fenerbahçe bu farkın ne olduğunu, onca kötü tecrübeye rağmen öğrenememişti. 5 yıldır Aziz Yıldırım ve yönetim buna aldırmıyor. Galatasaray, lise kültürü sayesinde korumacı düzen kurdu. Türkiye’de belki de hiçbir kurumun yapamayacağı derecede güçlü, yıkılamaz, sistemi hep kontrol altında tutan yapıyı... Ülke gerçeklerine, zaafiyet sayılabilecek davranışlarına tamamen aykırı... Onları 1980’lerin ortasında başlayıp 90’ların ikinci yarısından sonra UEFA Kupası’na kadar götüren bu ketumluk, şimdi değişmeleri gereken dönemde engel. Fenerbahçe, taraftar alışkanlıklarına karşı durarak kendisini kurtarmaya çalışırken, Galatasaray, taraftarı fazlasıyla dışarda tutmanın sancısını yaşıyor. Yüzleşemiyor.
Fenerbahçe günlük yaşardı. Galibiyetlerden çıkarttığı olağanüstü anlamlarla mağlubiyetlere verdiği aşırı ve yıkıcı tepkilerle. Artık Galatasaray daha çok tabloid takımı olmaya başladı. Yöneticilerinin açıklamalarıyla, yaptığı herşeyi abartma becerisiyle, hatta transferlerini Türkiye’ye konuşturtma çabasıyla.
Roller değişiyor. Fenerbahçe hâlâ ciddi krizlerde yoldan sapmayacağının garantisini veremiyor. Ya da değişimi Aziz Yıldırım değil, Fenerbahçe geleneği haline dönüştürebileceğinin. Ama özellikle Galatasaray ve Beşiktaş’ın Türk sporu klişelerinden, eski yöntemlerden, eski günleri yeniden yaratma takıntılarından, tribün ve medya oyunlarından medet ummaları vizyonlarını daraltıyor. Maalesef medyanın da katkısıyla.
Galatasaray gol atma potansiyelini esas gücü yaparak, agresifliğiyle sindirerek ve çoğunlukla Hakan Şükür dönemlerinin mirası topu şişirme saplantısı ile oynuyor. Oyun iskeletini kuramadan. Yeni takım oluşturma hedefinde doğru yolda gitmediklerini, şampiyonluk unvanının gölgesine saklayarak. Fenerbahçe gelişigüzellikten setlere geçişi deniyor: Seri paslar, çeşitlilik ve pozitif futbol. Koşmama ve pres yapmama hakkı olan tek futbolcunun oyun kuruculuğunda, eşit yük dağılımını elde etmek hedefinde. İdeale ne kadar yakınlar, tartışılır. Ama vazgeçmiyorlar. Kolaya kaçmıyorlar.
Bu kulüpler batmaz. Kimse Corinthians gibi 97 yıllık tarihinde ilk kez küme düşmez. Bu ülkede kulüpler demek siyaset demektir. Dengenin tepetaklak olmasına sistem izin vermez.
Ama Türkiye’de doğruları görmek ve düzelebilmek için dibe vurmak gerekiyor.
Türkiye’de derbilerin sonucu hangi takımda değişiklik yaratmıyorsa, hangi takım normal hayatına devam edebiliyorsa esas galip de o takımdır.

06 Aralık 2007, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Devam‘’

Fenerbahçe grupta sadece iyi skorlar elde etmedi. Her maç standart peformans tutturup, hepsinde oyununu kabul ettirmeye çalışan, futbol oynamayı başaran belki de tek takimdi. 4. torbadan gelip 2. torba takımı gibi rol kaptı.
Futbolun böyle ayak oyunlari vardır. “CSKA belirleyici olur” demiştik. Anlaşılan bu rolde ısrarlılar. Şimdi Fenerbahçe, ligde ve Şampiyonlar Ligi’nnde kritik 3’lü kıskacın içinde.
Sınıf atlamak isteyen takım buna alışmak, bu stresle yaşamak ve altından kalkmayı bilmek zorunda. Zico’nun en güçlü tarafı asla puan ve diğer maçta ne olmuş, ne bitmiş hesabına girmemesi. İnce hesap kolaycılığına kaçmıyor. İnter gibi takımlara karşı bile kafasından hücumu silmeden savunma yapabilmek ideal
takıma yaklaşma felsefesidir. Carlos’un katkısı büyük. Ama takım geçen sezon bunu öğrenmişti. Bu açıdan saygı duyulacak doğru yoldalar.
Fenerbahçe, skoru kabullenmediğini göstermeye alıştırmıştı. Yedikleri ilk golde oyuncuların tepkileri, vücut hareketleri, bu maç o an bitti mesajı veriyordu. Belli ki “CSKA, PSV’ye yenilmez” inancı, sadece kamuoyu-taraftar değil, futbolcuların da kafasında herşeyin önüne geçmiş. Acı ama faydalı bir ders.
6 maçtır yenilmez olduğunu düşünen Fenerbahçe, ihtimallerden, yani PSV’nin 2 maçı alabileceği gerçeğinden kopmuştu (Zico hariç). İster istemez takım yaratılan bu ortamdan etkilendi. Muhtemelen bu mağlubiyeti, sadece 1.5 yıldır Avrupa kültürü oluşturduğunu unutan taraftarların kendine gelmesini sağlamıştır. Lige aklını veremeyen ve hâlâ öncesinde 2 maçı varken Galatasaray’a yoğunlaşan bakış açısından sıyrılmak için uyarıdır.
Zira herkes ihtimaller ve olmamış şeyler üzerinden yorum yaparken, ortadaki en büyük gerçeği kaçırıyor: Fenerbahçe sezon başı, kuralar sonrası ve hatta iki-üç maç bitiminde dahi hedefi olan UEFA’ya devam hakkını garantiledi. Ama ne medyanın ne de taraftarının ihtimal vermediği tur geçme şansını takım yarattı. Futbolcular ve teknik direktörleri daha fazlasını isteyerek vizyonunu yukarı çekti. Herşey yine onların elinde. Geçen sezon da UEFA’da karmaşık, zor gruba düşmüşlerdi. Eintracht Frankfurt maçında sezonu kapatma noktasındaydılar. Fenerbahçe şimdmiye kadar hiçbir şeyi şansla elde etmedi. Kazıyarak kendisine yer açtı. Oysa Avrupa Kupaları bir noktadan sonra ciddi anlamda şansa ihtiyaç olan arenadır. Şampiyonlar bile o yolda böyle bir ya da iki maç oynar. Mesela Liverpool bunu grupta Olympiakos karşısında yaşamıştı. Ama Fenerbahçe’nin takımın oyuna bakışında kaydettiği ilerlemeyi kadro yapısında da göstermesi gerek. Akılcı dönemler geçirseler de, 5 yıldır çözemedikleri santfor sorun, Appiah gibi meseleleri yük olmaktan çıkarmaları lazım. Semih’e bindirilen misyonun fazlalığını görmek lazım. Gruptaki rakiplerin kapasitesine bakıldığında dahi Fenerbahçe’nin yaptığı inanılmaz.

29 Kasım 2007, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kayıp‘’

Gökhan Gönül’ün performansı futbolsever hınzırlığımızı harekete geçirdi ve akıllarımıza “Carlos, Cafu’sunu buldu” cümlesi düştü. Ama 93’te Kıtalararası şampiyonluk maçında Milan’a karşı hafif serseri havalarında, aklına eseni yapmaktan çekinmeyen Cafu ile 2002’de Dünya Kupası’nı kaldıran Cafu arasında hem karakter hem de futbol anlamında dağlar kadar fark vardı. Gökhan, bu hikayeleri bilmeli. Medya ve taraftarın kolayca terketme sanatına direnebilmek için.
Cafu, Carlos, Kaka, Messi ve diğerleri başka dünyanın adamları. Onlardan sadece birer tane var, vardı! Esas sormamız gereken niye bizim futbolcularımız, bu isimlerin dışında kalan, teknik anlamda daha ortalama diğerleri gibi olamıyor? Yani gelişebilen, öğrenen, takım içinde nasıl oynaması gerektiğini bilen bir yığın anti-kahraman gibi. Arka plandaki Kaka olamayacak yığınla kaliteli isim gibi.
Türkiye’de gerçekten futbolcu yetiştiriliyor mu yoksa varolan yeteneklerini parlatıp, iki kulak çekip meydana mı salıyoruz? Paylaşabilmek, karakter, takım oyuncusu olmak, nasıl konuşacağını bilmek öğretiliyor mu? Şanslı olanlar, vasıfları güçlü ve doğru insanlarla çalışanlar ayakta kalıyor (Gökhan gibi). Ya diğerleri? Neden hâlâ Anadolu’daki her futbolcu için “İstanbul’a gelirse bozulur” korkusu hat safhada?
Daha iyisini yapabilecek gücü varken evinde 4 büyük takıma karşı beraberliği kazanç gören, sözde tepeyi zorlayan diğer kulüpler ne sunuyor? Futbolcularını yaratıcı olmaktan men eden, yaratıcılığını öldüren dar kalıptaki taktikler... Hücum organizasyonunu beceremeyen onlarca ekip. Milli takımda ne yapmalarını bekliyoruz? Esas fikir hep yememek, yenilmemek. Üstelik takım savunmasını kültürünü yerleştirememiş bir ülke iken! Önce kaybetmemeyi düşünen futbolculara kazanmayı öğretmek, hele 20 yaşından sonra ne zor iş.
Yetenekli ama disiplinsiz, fazla çalışmayan, uyum sağlamakta zorlanan, küsen, temel futbol bilgisinde eksikleri olan. Futbolcu yetiştirmek, şut çekmeyi öğretmekten öte olmalı.
Bu kadar tesadüfe emanet edilmiş hiçbir organizasyon kalıcı başarıya ulaşamaz. Herşey bireyler ve kulüpler çapında kalır. İşin acı tarafı, milli takımın 2002 sonrası düşüşünün sorumluluğu büyük bir kandırmacayla gençlerin üstüne yıkıldı. Dendi ki, “2002’deki kadar yetenekli oyuncular artık yok.” Oysa 2002’den sonraki nesil ve nesiller, futbolu çok daha uluslarası seviyede yorumlayabilen, birden fazla pozisyonda oynayabilen, takım bilinci daha yüksek, takım savunmasına çok daha uygun ve paylaşarak oynamayı becerebilecek isimler. Bir kısmını, yaşları 20 bile olsa yukarı taşıma ve geliştirme şansımız vardı. Futbolun siyaseti ve koltuk kapma oyunları onları harcadı. Bakalım yeniler ne olacak?

22 Kasım 2007, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI