Arama

Popüler aramalar

‘’Anadolu ihtilali mi?‘’

Galatasaray'ın 2006 yılındaki mucizevi şampiyonluğu yakaladığı gece ben Kayseri'deydim. Denizlispor-Fenerbahçe maçının son dakikalarını herkes nefesini tutmuş bir şekilde takip ediyordu. Maçın bitiş düdüğüyle birlikte Kayseri sokakları bayram yerine döndü. Ellerinde Sarı-Kırmızı bayraklar ve flamalarla Kayseri şehri Galatasaray'ın şampiyonluğunu kutluyordu. Gördüğüm manzara karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim. Çünkü Galatasaray, kendisine şampiyonluğu getiren maçta Kayserispor'u yenmişti! Ve Kayserispor o yenilgiyle tarihinde ilk kez katılacağı UEFA Kupası'da mücadele etme şansını kaybetmişti! Normal şartlarda Kayserililer'in üzülmesi gereken bir tablo vardı ortada ama onlar sevinç çığlıklarıyla caddelerde tur atıyorlardı! Çünkü kentin takımına değil, bir İstanbul takımına aidiyet hissediyorlardı. Bu durum sadece Kayseri'de değil, Trabzon, Bursa ve Eskişehir dışındaki bütün Anadolu kentlerinde aynıdır.
Bu sezon Üç Büyükler 20. hafta itibariyle toplam 80 puan kaybederek lig tarihinin en büyük puan kaybını yaşıyor. Anadolu takımları İstanbul'a geliyor çatır çatır futbol oynuyor ve sahadan puanlarla ayrılıyor. Keza, Üç Büyükler hiç bir sezonda yaşamadıkları kadar deplasman kabusu yaşıyor. Futbolseverlerin aklına da ister istemez yukarıdaki soru geliyor: Beklenen Anadolu ihtilali gerçekleşiyor mu? Benim cevabım net: Hayır. Böyle bir ihtilalin ne bu sezon, ne de yakın bir tarihte gerçekleşme ihtimali sıfır. Bunun için önce Anadolu kentlerinde zihniyet devrimi gerekiyor. Ne yazık ki böyle bir devrimin ayak sesleri bile duyulmuyor. Anadolu takımları figüran olmaya ve kalmaya razı. Çok çarpıcı bir örnek verelim: Dört yıl önce şampiyon olarak '5. Büyük' unvanını alan Bursaspor'un, o takımı nasıl darmadağın ettiğini ve son sürat sıradanlaşmaya doğru gittiğini hatırlatırsak mesele daha iyi anlaşılır. Son bir hatırlatma daha yapayım: Futbol tarihinin en büyük puan kayıplarını yaşayan Üç Büyükler'den biri puan tablosunda hala lider; diğer ikisi de ilk 4'ün içinde ve şampiyon muhtemelen onlardan biri olacak!

04 Şubat 2013, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ünal Aysal devrimi!‘’

Zaman zaman bu konuda bazı kulüplerimiz adım atmaya çalışsa da, iç bünyelerindeki sorunlar ve göreve gelen ihtiraslı yöneticiler nedeniyle başarıya ulaşamadılar. Bu sezon ise kurumsallaşma yönünde dev adımlar atan örnek bir modelle karşı karşıyayız. Göreve geldiği andan itibaren en büyük hedefininin Galatasaray'a kurumsallaşmayı getirmek olduğunu her fırsatta dile getiren Başkan Ünal Aysal, Sneijder transferinde izlediği strateji ile bu konuda çok önemli örneklemeler sergiledi. Kulübü yavaş yavaş profesyonellerle yönetmeye başlayan Aysal, transferin ilk aşamasında başkanlar düzeyinde temas kurduktan sonra geri çekildi ve süreci yönetmeyi tamamen profesyonellere bıraktı. Ne kendisi, ne bir başka yönetici, ne de teknik direktör sürece müdahelede bulunmadı. Kulübün CEO'su Lütfi Arıboğan ile başkanın danışmanı Sinan Kalpakçıoğlu operasyonu yöneten isimler oldular. Son olarak dün gerçekleştirilen imza töreninde de Sneijder'in yanında futboldan sorumlu olması hasebiyle yönetici Ali Dürüst ve CEO Lütfi Arıboğan yer aldı. Futbol tarihimizin en önemli transferlerinden biri olmasına karşın Başkan Ünal Aysal imza fotoğrafına girmedi. Futbolla alakası olmayan diğer yöneticilerin de girmesine müsade etmedi. Ne yöneticiler, ne de teknik heyetten herhangi biri törende yer alıp öne çıkmaya çalışmadı. Bugüne kadar alışageldiğimizin dışında bir görüntü ile karşı karşıyayız. Ve bu, gerek Galatasaray, gerekse Türk futbolu için bir milattır. Başkan Aysal'ın başlattığı bu devrimin başarıya ulaşması, Galatasaray'ın ve Türk futbolunun önünü açacaktır. Diğer kulüpler de zamanla bu modele bürünecektir. Türk futbolu, ancak ve ancak eski arabesk yönetici modellerinin ve yöntemlerinin tasfiyesiyle kurtuluşa erebilir. Tabii, Ünal Aysal'ın da yoluna kulüp içinden taş koyup engellemeye çalışmazlarsa!..

23 Ocak 2013, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Dede'nin ikramı‘’

İki takım için de grupta ilk iki sıraya girmek için hayati önemdeki maç da, beklendiği gibi zevkli, çekişmeli ve tempolu geçti. İlk yarıda Antalyaspor, ikinci yarıda ise Eskişehirspor daha etkili gözüktü.

Saha avantajını iyi kullanmak isteyen Antalyaspor, kontrollü başladığı karşılaşmada rakibine önde basarak Eskişehirsporlu futbolcuları hataya zorladı. Bunda başarılı da oldular. Maçın ilk çeyreğinde Eskişehirspor oyun kurmakta zorlandı ve çok sayıda top kaybı yaptı. Gelgelim Antalyaspor, kazandığı bu toplarla Eskişehir kalesine ani baskınlar düzenlemesine karşın, net pozisyonlara giremedi. Kazandıkları gol ise Dede'nin akıl almaz bir hatasından geldi. Elbette bunda Isaac'in takipçiliğinin de rolü büyüktü. Antalyaspor'da yeni transfer Mehmet Sedef sahanın en başarılı ismi olarak göze çarptı. Sanki 40 yıllık Antalyasporlu gibi takımına ve arkadaşlarına uyum sağladığı gözlenen genç futbolcu, kendi kanadını başarıyla savunduğu gibi, zaman zaman arkadaşlarının da kademesine girerek Eskişehirspor ataklarına set çeken futbolcu oldu. Mehmet Sedef'e Musa Nizam enerjisi, Deniz de tecrübesiyle eşlik etti.

Eskişehirspor'da ise Diego dışında arkadaşlarının bir adım önüne geçti denecek futbolcu yoktu. Transferin flaş ismi Alper orta alanda yalnız kalınca hücuma da fazla destek veremedi. Bunda Tello'nun kötü gününde olmasının rolü büyüktü. Kırmızı-Siyahlılar'ın bir başka etkili ismi Erkan Zengin ise hakemle oynamaktan kendi futbolunu oynamaya fırsat bulamadı! Konuk takım, ikinci yarının büyük kısmını rakip alanda oynamasına rağmen, kalabalık Antalyaspor savunmasını aşamayınca kaderine razı oldu. Bu skor, kupa yolculuğunda Antalyaspor'a az da olsa avantaj sağlamış oldu. Ancak daha oynanacak üç karşılaşma daha var. Ve köprünün altından daha çok sular akabilir!

18 Ocak 2013, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Şifo Mehmet'in zekası!‘’

Hadi bugün bırakalım Yıldırımları, Meirelesleri, PFDK'yı, Tahkim'i, Büyükleri, falanı, filanı... Şu toz duman arasında emekleri, alın terleri, başarıları görmezden gelinenlerden bahsedelim. Güney'in mütevazı ekibi Antalyaspor ve onun patronu Mehmet Özdilek'in hakkını teslim edelim. Ayak seslerini duyduğumuz '6. Büyük'ün heyecanını yaşayalım. Nasıl oluyor da, ufak bütçelerle oluşan bir takım bugün milyonlarca dolarlık İstanbul Dükalarına kafa tutabiliyor? Kırmızı-Beyazlı futbolcuların sahada göz kamaştırıcı işlere imza atmasının sebepleri nelerdir? Bir yıl içinde küme düşmekten kıl payı kurtulup da ligin zirvesine tırmanmalarının sırı nedir? Ben söyleyeyim size... Antalyaspor'la oynayan takımlar sahada 11 tane Mehmet Özdilek'e karşı oynuyor! Futbol yetenekleri sınırlı olsa bile Antalyasporlu futbolcuların ortak özelliği zeki olmaları. Fizik güçlerinin yanısıra akıllarını da sahaya yansıtmaları.

Mehmet Özdilek'i bilirsiniz. Ufak tefek olmasına rağmen sahada zekasıyla fark yaratıyordu. Futbol yeteneğini aklıyla harmanlayıp bir döneme damgasını vurmuştu. Futbol camiası da onu haklı olarak o zamanların en önemli futbol beyni Belçikalı Şifo'ya benzetmiş ve onun adıyla anmaya başlamıştı. İşte Mehmet Özdilek futbolcuyken yaptığını şimdi de teknik direktör olarak sergiliyor. Yine aklını ve zekasını konuşturuyor. Geçen yıl ki yaşlı ve hedefsiz kadroyu büyük ölçüde yenileyerek kendisi gibi zeki futbolculardan oluşan bir takım oluşturdu. Aynı zamanda da sakin ve özgüveni yüksek bir futbolcu topluluğu meydana getirdi. Bakın Antalyaspor'a, sahada ne yaptığını bilmeden gezinen bir adam göremezsiniz. Hepsi futbolu biliyor, hepsi verilen taktiği harfiyen yerine getiriyor. Hal böyle olunca da makine gibi işleyen bir takım seyrediyorsunuz. Birbirini tamamlayan, birbirini bütünleyen... Ve doğal olarak bu mekanizmanın bazı dişlileri de yetenekleri ölçüsünde kendilerini gösterme şansı yakalıyor. Aissati gibi, Uğur İnceman gibi, Diarra gibi...

Temennim, sezon başında akıllarında olmasa bile, bugün çıktıkları şampiyonluk yolculuğunu sonuna kadar sürdürmeleri. Umarım başarırlar. Umarım bir tabuyu da onlar yıkar. Çünkü buna hem kendilerinin, hem de Türk futbolunun şiddetle ihtiyacı var. Yolları açık olsun.

29 Aralık 2012, Cumartesi 18:20
YAZININ DEVAMI

‘’Trabzon nereye?‘’

Onun bu işi benden daha iyi bildiği kesin. Trabzonspor'un futbolunu otoritelere bırakıyorum ve geçiyorum kapıdaki tehlikeye... Trabzonspor'un bugün diğer büyüklerin gerisinde kalmasının bana göre temel nedeni geçmişle yaşamasıdır. Bir insan, bir camia haksızlığa uğrayabilir, arkadan vurulabilir; bütün bunlar hayatın içinde olan hallerdir. Hayatın acımasız yüzüdür. Önemli olan orada kalmak değil, başına gelenlerden ders çıkararak geleceği daha sağlam temeller üzerine oturtmaktır. Her daim sızlanıp, ağlamak yerine bir daha aynı duruma düşmemek için daha güçlü şekilde ayağa kalkıp mücadeleye devam etmektir aslolan. Hırslı, inatçı ve mücadeleci yapısıyla bildiğimiz Karadeniz insanı tarihten beri hep böyle yapmıştır. Onun içindir ki, bugün ülkenin ekonomisinden, siyasetine kadar her alanında söz sahibidir.

Gelgelelim, Trabzonspor bugün kaybettiği -ya da onların idiia ettiği gibi ellerinden çalınan- şampiyonlukla yatıp kalkıyor hala. Benim de bu konuda bir fikrim var elbette, ama onu burada söylemeyeceğim. Söylesem de bir şey ifade etmeyecek ayrıca... Benim dile getirmek istediğim, Trabzonspor'un artık bu travmayı atlatması gerektiğidir. Çünkü bütün enerjisini buna harcadığı için bugünleri ve belki de geleceği ıskalıyor. Unutmalıdır gibi beylik laflara girmiyorum. Unutmamalı, ama olan biteni geride bırakmalıdır. Geleceği inşa etmeye koyulmalıdır. Şu bir gerçek ki, o şampiyonluğu Trabzonspor adına resmi kanalardan tescil ettirmek artık mümkün görünmüyor. Bunun peşinde koşmanın bir anlamı yok. Trabzonsporlular, gücünü, enerjisini, aklını, zekasını yeni şampiyonluklar kazanmak için seferber etmelidir. Örneğin; sahada 1461 Trabzonsporlu gençler kadar mücadele etmeyen yerli yabancı yıldızlarına Trabzonspor ruhunu aşılamanın yolunu bulmalıdır. Bulamıyorsa o ruha sahip futbolcuları keşfedip o formayı giydirmelidir. Camiayı kenetlemenin yolu, asla pes etmeyecek taş gibi bir takım yaratmaktan geçer. Camiada kaybolan özgüven de bu şekilde yeniden tesis edilir. Bütün bunları yapmak o kadar zor değildir. Çünkü Trabzon insanında o cevher, o bilinç mevcuttur. Kendi dinamiklerini devreye sokması yeter. Eğer bunu yapmazsa, Trabzonspor giderek sıradanlaşır. Eski görkemli günler anılarıyla kendilerini avuturlar. Geçmiş geçmeli, geçmezse gelecek de gelmez!

25 Aralık 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Gerçek lider: Antalyaspor‘’

İlki gerçekleşti; ancak gol sayısının üçte kalması, forvet oyuncularının telaşlı oluşundan kaynaklandı. İlk yarıda, hatta maçın tamamında oyunun kontrolü Eskişehirspor'un elinde gözüktü. Es Es, topa sahip olma oranında rakibine yüzde 68'e, yüzde 32'lik bir üstünlük sağlamasına karşın, bunu üretkenliğe dönüştüremedi. Bunda hiç kuşkusuz, Kamarra ile hücuma önemli katkı sağlayan Erkan Zengin'in eksikliğinin rolü büyüktü. Bu da, Eskişehirspor'un kadro derinliğinin olmadığının bir göstergesidir. Sanırım devre arasında bu sorunu çözmek için iki ya da üç önemli transfer yapacaklardır.

Antalyaspor sahasında oynamasına karşın, özellikle maçın ilk bölümünde oyunu kendi yarı alanında kabul etti. Topu rakibine bıraktı, ancak kazandığı toplarla ani ve hızlı çıkışlar yaparak Eskişehirspor defansını hazırlıksız yakaladı. Bulduğu ilk önemli pozisyonda da öne geçti. Skor üstünlüğü Antalyaspor'un oyuna ağırlığını koymasının da önünü açtı. Çabuk, hızlı ve atletik oyunculardan kurulu forvet hattı, her atakta Eskişehirspor'u dut ağacı gibi silkeledi. Farkı daha da artıracak sayısız pozisyon buldular ama faydalanamadılar.

Eskişehirspor'da transferin gözde isimlerinden Alper Potuk dün geceki karşılaşmada vasat bir oyun sergilerken, Necati ileride yalnız kaldı. Yıldız oyuncu, Nuhiu ile uyum içinde değildi. Orta alanın dinamosu Hürriyet'in ise, yakın arkadaşı Ediz'in kaybından kaynaklanan travmayı henüz atlatamamış olduğu görüldü. Tecrübeli futbolcu, Tello ile birlikte yaptığı top kayıplarıyla kalesinde bir çok pozisyonun yaşanmasına neden oldu.

Antalyaspor'da ise defans hattı ilk 20 dakika dışında kusursuzdu. Başta Necati olmak üzere Eskişehirspor'un gol silahlarını adeta kilitlediler. Savunmaya kaleci Hakan Arıkan da yerinde ve zamanında çıkışlarıyla eşlik etti. Dinamik bir orta alana sahip olan ev sahibi ekipte göze batan oyuncular Assiati, Murat Duruer ve Ergun Teber'di. Forvette de Diarra attığı iki golle maça damgasını vurdu. Ancak burada parantez açılması gereken bir oyuncu var ki, o da Ömer Şişmanoğlu'dur. Oynadığı tüm maçlarda oyuna sonradan giren ve 5 gole imzasını atan genç forvet, Eskişehirspor karşısında da son 25 dakika içinde oldukça etkili bir performans sergiledi. Sanırım Mehmet Özdilek'in, Diarra ve Şişmanoğlu'nu yan yana oynatabileceği bir oyun şablonunu da denemesi gerekecek.

Ligin ilk yarısını bir maç eksiği ile Galatasaray'ın üç puan gerisinde kapayan Antalyaspor, yıllardır kendisinden beklenen patlamayı nihayet bu sezon gerçekleştirdi. Her sezon 5.'cilik ile 10.'luk arasında kendisine yer bulan, geçen sezon ise kümede kalma mücadelesi veren Güney Ekibi, bu sezon hiç kuşkusuz ilk yarının en flaş takımı. Devre arasında oynayacağı Akhisar Belediyespor maçını kazanması halinde Galatasaray ile puan puana gelecek Antalyaspor'un, bu performansını ikinci yarıda da sürdürmesi en büyük dileğimiz. Zira buna hem kendilerinin, hem de Türk futbolunun şiddetle ihtiyacı var. Gerek kadro, gerekse maliyet açısından Galatasaray'la kıyas bile edilemeyecek Antalyaspor, ilk yarının gerçek lideridir. Umarım sezon sonunda da mevkilerini korurlar.

23 Aralık 2012, Pazar 21:00
YAZININ DEVAMI

‘’Meireles hayırlı olsun!‘’

Kaybettiği maçın sonunda Fatih Terim'e sarlıdı diye Gökhan Gönül'e etmediğiniz lafı bırakmıyorsunuz, buna karşın hakeme her türlü terbiyesizliği yapan Meireles'i kahraman ilân ediyorsunuz. Çirkef bir futbolcuyu gerçek Fenerbahçeli olarak kabul ediyorsunuz, rakibe saygı duyanı ise dışlıyorsunuz. Oysa tam tersini yapmanız gerekmiyor mu? Sahada bir sürü ayıba imza atıp, muhtemelen takımını bir kaç hafta yalnız bırakacak bir futbolcudan hesap sorup, Fenerbahçe'yi en iyi şekilde temsil edeni bağrınıza basmak değil midir doğru olan? Fenerbahçelilik bunu yapmanızı zorunlu kılmıyor mu? Kılıyor elbette. Ama size bir şeyler olmuş. Şike sürecindeki onurlu duruşunuzun yerini hoyratlık almış. Kabul edilemez şeyler yapıyorsunuz. Meireles vezir, Gökhan Gönül rezil! Böyle bir anlayış, böyle bir düşünce tarzı olabilir mi? Hakem haksız yere oyundan atsa bile, Fenerbahçe forması taşıyan hiç bir futbolcu bu şekilde davranmamalı. Herkesten önce siz ona karşı çıkmalısınız. Kimsenin o formayı küçük düşürmeye, o formaya leke sürmeye hakkı yok. Çünkü o forma, Lefterler'in, Canlar'ın, Mehmetçik Basriler'in teriyle ıslandı. O formaya kutsal emanetlere bakıldığı gibi bakılmalı. Öyle taşınmalı, öyle korunmalı. Sakın Meireles'in rakip taraftarı tahrik etmek için armasını öpmesine filan da gündeme getirmeyin. Fenerbahçe armasını seven biri o tuhaflıkları yapmaz. Ama siz bakış açınızda ısrar ediyor ve yapar diyorsanız, söylenecek söz tükenmiş demektir. O zaman, Meireles Fenerbahçe'ye hayırlı olsun demekten başka çaremiz yok. Alın tepe tepe kullanın!

19 Aralık 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kayserispor'un yalnızlığı!‘’

Onun açısından duygusal bir atmosferdi. Ama futbolda duyguların yeri de yoktu. Maç başladığında bu realite bütün çıplaklığıyla kendini gösterdi. Şota'nın takımı, Şota'ya ait olmayan takıma karşı bariz bir üstünlük kurmuştu. Kayserispor'un dün gece Kasımpaşa karşısında ortaya koyduğu performansta, güzel futbolunda, oyun karakterinde elbette yeni hocası Prosineçki'nin de payı var; ama kimse kusura bakmasın, bu takım Şota'nın takımıdır! Keşke gerek Şota, gerekse Kayseri yönetimi duygularıyla hareket etmeseydiler!

Maçın başlangıç düdüğüyle birlikte oyun hakimiyetini eline alan, sahanın her yerinde basan, yardımlaşan, dar alanda kurduğu üçgenlerle Kasımpaşa'nın presini kıran, kanatları etkili kullanan ve rakip kalede bol pozisyon bulan taraf Kayserispor'du. Ev sahibi ekip, ligin iyi pas alışverişinde bulunan, takım savunmasını en iyi uygulayan, hücumda da Özer Hurmacı, Djalma ve Kalu Uche gibi silahlarıyla etkili olan Kasımpaşaspor'a adeta nefes aldırmadı. İstanbul temsilcisinin ilk şutunu 70. dakikakada attığını, maçı kaleyi bulmayan toplam üç şutla tamamladığını belirtirsek, Kayserispor'un saha içi etkinliğini daha iyi izah etmiş oluruz. Eğer Kasımpaşa'nın son dört-beş dakikadaki baskısı bir gol getirseydi ve maç da berabere bitseydi, futbolun adaleti olmadığına bir kez daha tanıklık edecektik. Ama bu kez öyle olmadı. Futbol, adil davrandı! En azından üç puan açısından! Çünkü oyuna göre daha farklı bir sonuç ortaya çıkmalıydı!

Kayserispor'un bu etkili futbolunda orta alanda ve kanatlarda yer alan futbolcuların teknik kapasitelerinin yüksekliği ile oyunun her iki yönünü iyi oynamalarının rolü vardı. Cleiton'un organizatörlüğünde sahaya yayılan Sarı-Kırmızılı ekipte Sefa Yılmaz, Mouche ve Malik Fathi oyuna ağırlıklarını koyan futbolculardı. Özellikle Mouche ile Fathi sol kanatta çok iyi anlaşan bir ikili görünümündeydiler. Kasımpaşa'yı en fazla bu kanattan zorladılar. Tek farklı skorda kalmalarının nedenleri arasında, son hareketlerdeki telaş ile İssakson'un başarılı oyununu gösterebiliriz.

Kayserispor açısından gecenin tek tatsız olayı, taraftarın ilgisizliğiydi. Başa güreşen bir kulüp olmak için sadece stat yapmanın yetmeyeciğinin en büyük göstergesi, Kayserispor'un kendi evinde yaşadığı yalnızlıktır. 50 bin kapasiteli bir statta boş tribünlere oynamak gerçekten hüzün verici olmalı. Gerek ekonomik, gerekse demografik açıdan her şeye sahip olan Kayseri'nin, futbolda İstanbul'u tehdit etmesi için her şeyden önce bir futbol kültürüne sahip olması gerekir. Futbol kültürü olmadan, futbol şehri olamazsınız. Futbol şehri olamadığınız müddetçe de, istediğiniz kadar yatırım yapın fayda etmez. Mourinho'yu, Messi'yi getirsen nafile kalır!

17 Aralık 2012, Pazartesi 22:00
YAZININ DEVAMI