‘’Yabancı kaleci şart mı?‘’
Ryan Kent, Edin Dzeko, Sebastian Szymanski, Alexander Djiku, Umut Nayır, Dusan Tadiç. Fenerbahçe'nin şimdilik yeni sezon adına yaptığı takviyeler bu isimler. Umuyor ve diliyorumki Sayın İsmail Kartal'ın isteği ve önerileri doğrultusunda yapılmış olsun bu transferler.
Bazılarının yaşları biraz ilerlemiş olsa da her biri başlı başına bir değer doğrusu. Hele Tadiç, Dzeko ve Szymanski.
İyi, güzel. Ama kadro zaten şişkindi, hepten şişti gördüğünüz gibi bu takviyelerle. 14 olması gereken yabancı sayısı bu gidişle 17, 18'i bulacak ki, başlı başına büyük bir sorun bekliyor Fenerbahçe'yi önümüzdeki günlerde kaçınılmaz şekilde.
Tabi, insanın aklına sorular takılıyor doğal olarak. Diego Rossi, Joao Pedro, Gustavo Henrique, Joshua King, hatta Willian Arao gibi yabancılarla yolları ayırmak sorunu nasıl çözülecek acaba? Yanılmıyorsam Rossi hariç, diğerleri Sayın Jesus'un isteği doğrultusunda yapılan transferler. Kulüplerin istikrara biraz önem vermesinin zamanı gelmedi mi, yada kulüplerimizin yol haritası ve kadro mühendisliği konusunda daha titiz davranması gerekmiyor mu artık?
Bir soru da şudur: Sayın İsmail Kartal egosu şişkin oyunculardan oluşmuş bu geniş kadroya otoritesini kabul ettirebilecek mi acaba? Yeni sezonda İrfan Can Kahveci dahil bir çok futbolcu forma şansı bulmakta zorlanacaktır görünüşe göre. Sayın Kartal bu süreçte formayı en çok hak edeni oynatacak denli adil davranmaya özen gösterse bile, kenarda oturanları adil davrandığına ikna edebilecek mi acaba?
Bir diğer önemli konu da yabancı kaleci meselesi. Tamam, "Atanın ve tutanın" iyi olacak, her kesce kabul görmüş bu doğruya bu satırların yazarının da itirazı olamaz. Ancak, "Tutan" birinci sınıf kaleci de olsa eğer kanat bekleri yetersizse, hemen önündeki blok ve takım savunması sorunluysa ağzıyla kuş tutması bile sorun çıkmasını engelleyemez, takımının başarısını garantileyemez hiç bir kaleci.
Oysa, hem Altay hem de İrfan Can Eğribayat sınıf kalecilerdir. Savunmanın sağında ve solunda Ferdi Kadıoğlu, Oosterwolde, Luan Peres, Osayi Samuel, hatta Lincoln Henrique gibi kaliteli ayaklar oynayacak Fenerbahçe'de. Üstelik defans bloğuna güç ve akıl katacak kaliteye sahip Alexander Djiku gibi bir takviye yapıldı ve en az Djiko kadar takım savunmasına katkı sunacak Rodrigo Becao da var.
Bu durumda yabancı kaleci transferi biraz gereksiz ve lüks bir transfer olmayacak mı? Hele Altay Bayındır da kalacaksa. Fenerbahçe yaklaşık otuz küsur yıldır yabancı kaleci koymadı kaleye. En son yabancı kalecisi efsane Toni Schumacher'di Fenerbahçe'nin.
Daha net soralım o halde, bu durumda yabancı kaleci şart mı?
‘’Belediye ve spor!‘’
Sivas Belediyespor, Elazığ Belediyespor veya Nazilli Belediyespor... Say say bitmez. Yani, Türkiye'de adının önünde "Belediye" yazan kulüp sayısı yaklaşık olarak 25 hatta 26, 27 kulüp bulunuyor. Peki, ülkemizde kulüp denince aklınıza ne geliyor? Cevap net; Futbol. Maalesef ülkemizin en acı gerçeklerinden biridir bu.
Tribüne oynamak motivasyonuyla çok büyük paralar harcanıyor bu uğurda bildiğiniz gibi. Hem de asli hizmetlerini aksatmak pahasına yapıyor bazı belediyelerimiz bunu ne yazık ki.
Hiç şüphesiz, belediyeler bütçeleri el verdiği ölçüde spor adına da yatırımlar yapmalıdırlar. Beldelerindeki çocuklar, gençlerin sağlığı adına bütçe ayırmalıdırlar, hemşehrilerinin bedensel ve ruhsal sağlığı için adımlar atmalıdırlar.
Ama bunu yolu, çocukların ve gençlerin sporun çeşitli dallarında faaliyette bulunabileceği tesisler yapmaktan geçiyor. Basketbol sahaları, bisiklet kulvarları, yürüyüş yolları, çocuk parkları yapabilir pekala belediyeler. Beldesindeki tüm okullara basketbol sahaları yapmak çok daha önemli ve gereklidir spor (yani futbol) kulübüne bütçe ayırmaktansa. Yani amatör sporu mesele yapmalı belediyeler.
Dolayısıyla güne oynamamalı, geleceği düşünerek altyapıya yatırım yapmalı belediyeler. Ama illa da futbol adına yatırım yapmak istiyorsa her hangi bir belediye, o zaman gücü yettiğince çim sahalar yapsın beldesinde.
Çünkü, ancak bu şekilde harcadığınız paralar çarçur olmaz, katma değer olarak geri döner ve bu şekilde motive olursanız ancak gerçek anlamda beldenize ve ülkenize hizmet etmiş olursunuz. Eğer beldenizi, halkınızı ve ülkenizi tertemiz duygularla seviyorsanız gidilecek yol, yapılacak tercih böyle olmalı. Zira belediye ve spor ancak bu anlayışla birbirini tamamlar ve kucaklaşır.
‘’Sayın Koç'un son şansı‘’
Sayın Ali Koç başkanlığının ilk iki, üç yılında üstenci bakışla asla bir seçenek olarak görmediği yerli teknik direktörlerden medet umar hale geldi yıllar sonra. Sayın Aykut Kocaman'la vefayla bağdaşmayan tutumla yollarını ayırmıştı oysa. Büyük bir iddia ve vaadle sportif direktörlüğe Damien Comolli'yi getirirken adeta ayakları yere basmıyordu, hatırlayın.
Eh, hayat böyle işte. Boşuna "Büyük lokma ye ama büyük laf etme" dememişler demekki. Özgüvenli olmakla havalara girmek ayrı ayrı kavramlardır çünkü. Tıpkı iddialı olmakla hesapsız kitapsız konuşmanın ayrı şeyler olduğu gibi.
Sayın Ali Koç'un çok büyük bir Fenerbahçeli olduğu, fanatik taraftarlar kadar Fenerbahçe'yi sevdiği tartışılamaz bir gerçektir. Başkan olduktan sonra başkan olmadan önceki maddi ve manevi katkılarını kat kat arttırdığı da yadsınamaz. Ama buna rağmen arzuladığı ve camianın yıllardır özlemini çektiği şampiyonluğu yaşayamadı yaşatamadı maalesef. Tutkulu, fedakar ve inatçıdır görüldüğü gibi. Fakat hiç mütevazi değil. Oysa lider dediğin öncelikle mütevazi olmalı. Çünkü, hatalarından ders çıkarır, öğrenir, gelişir mütevazi insan.
Ama liderlik bu özelliklerle de sınırlı değildir. Büyük bir vizyon lazım misal. Taktik ve stratejiyi özümlemiş olacaksınız misal. Ekibinizi Takım ruhuyla oluşturmalısınız ve ekibinizdekilerin hiç olmazsa çoğunluğu ülke ve futbol gerçeklerinin farkında olmalı, analiz, iletişim konularında birikim ve önsezi kavramlarına Frransız olmamalı. Aksi bir durumda çok istemenize rağmen hedefinize ulaşamazsınız.
Sayın Koç'un ekiplerinde bir Erden Timur olmadı yıllardır. Çok önemli böylesi bir yoksunluk? Evet, çok değil, çok çok önemli Erden Timur benzeri yöneticilere yönetim kadronuzda bulundurmamak.
Nicola Zaniolo, Lucas Torreira, Sergio Oliveria, Abdülkerim Bardakcı, Dries Mertens, Milot Rashica ve Mauro İcardi... Lütfen, elinizi vicdanınızın üstüne koyun, yukarda adını saydığım her futbolcu geride kalan sezonda büyük katkı sunmadılar mı şampiyonluğa?
Peki, bu kadar değerli ve önemli futbolcuyu çok hesaplı maliyetlerle kim getirdi Galatasaray'a? Tabii ki, Erden Timur. Demek ki, İyi bir lider olabilmenin en önemli gerekliklerinden biri de yönetiminizi ehil kişilerden oluşturmaktır.
‘’BÖYLE MUHALEFET EDİLMEZ !‘’
Hiç tartışmasız, Süleyman Seba, Mehmet Seyit Özkan ve İlhan Cavcav başkanlar gibi kulübüne çok büyük bir özveriyle, önemli hizmetler yapmış, deyim yerindeyse kulübüne çağ atlatmış ender bir kulüp başkanıdır Sayın Aziz Yıldırım. 3 Temmuz Kumpası'ndan dolayı yaklaşık bir yıl özgürlüğünden yoksun bırakıldığı halde asla diz çökmemiş, Fenerbahçe'nin vizyon ve misyonuna denk düşen bir tavır sergilemiştir. Kulübe kazandırdığı tesisleri, amatör branşlarda çıtayı ne kadar yukarı çektiğini de taraflı tarafsız her sporsever taktirle karşılamıştır zaten.
Ama bu kadar güzel şeylerin altına imza atmış, yaklaşık 20 yıl Fenerbahçe'ye başkanlık yapmış Sayın Aziz Yıldırım maalesef Sayın Ali Koç'un başkanlığını hala sindirememiş sanki. İki de bir basın üzerinden Ali Koç'u yerden yere vuracak denli eleştirmesini başka türlü anlamlandıramıyorum zira.
Sayın Ali Koç'un aday olduğunda vad ettiklerinin çoğunu hayata geçiremediğini, başkanlığı döneminde Fenerbahçe futbol takımının sportif başarıda düş kırıklığı yarattığını her kes gibi ben de kabul ediyorum. Teknik direktör tercihleri, yaptığı onca transferler Fenerbahçe'nin özlemini dindirememiş, sarı lacivertli taraftarlara tam bir hüzün yaşatmış, bunu ben de kabul ediyorum. Hele Abdülkerim Bardakcı'ya "Sen o kadar para etmezsin" dedikten sonra Abdülkerim'den esirgediği paraya yakın bir bedelle 29 yaşındaki Samet Akaydın'ı transfer etmesi varki insan inanamıyor böylesine. Dolayısıyla eleştirilecek şeyleri çok Ali Koç'un.
Ancak, Sayın Aziz Yıldırım başkanlığı kaybettikten sonra Sayın Ali Koç'un telefonlarına açmamış, mektuplarını yanıtlamamış maalesef.
Dahası, eleştiri ve önerilerini yüz yüze dillendirmek, daha olmadı mali genel kurul, divan kurulu toplantılarında manevi liderlik, ağabeylik yapmak varken Aziz Bey ne hikmetse bu güzel ve örnek davranışlardan kaçınmış, basın üzerinden kendisini ifade etmeyi yöntem olarak benimsemiştir.
Bütün bunlar da Fenerbahçe'ye zarar vermiş, vermeye devam ediyor, Sayın Ali Koç'un enerjisini, Sayın Aziz Yıldırım'ın da imajını zedeliyor ne yazık ki. Umuyor ve diliyorum ki, hiç kimseye yararı olmayan bu tutumu en kısa sürede terk eder Aziz Bey.
‘’Kuntz'a rağmen!‘’
Sayın Ali Koç'un eksiği, yanlışı çoktur büyük ihtimalle her beşer gibi. Ama her halde en büyük yanılgılarından yada 'Günah'larından biri de Abdülkerim Bardakçı'ya "Sen bu kadar parayı hak ediyor musun?" dedikten sonra ona yakın bir bedelle Samet Akaydın'ı transfer etmesidir her halde. Allah'ın tokadı gibi deyim yerindeyse. Sezonun en efektif performansının altına adını yazdıran Abdülkerim, ulusal maçlarda da kendisini aşarak resmen nanik yaptı Ali Koç' a sergilediği iki yönlü futbolla.
İlk yarıda İtalyan hakem Fabio Maresca'nın "Ofsayt" gerekçesiyle iptal ettiği golümüzün ofsayt oldup olmadığı büyük bir tartışma götürür açıkçası.
Kerem Aktürkoğlu'nun ya çevre görüşü sorunlu yada topu dilediği yere gönderme tekniği yetersiz. Benzer bir öngörü de Kuntz'un rakip analizi ve takımını doğru onbirlerle sahaya süremediği konularında da bulunabiliriz pekala.
Misal, Arda Güler gibi bir problem çözücüyü böylesi kritik maçta sahaya sürmemenin hangi haklı gerekçesi olabilir acaba? Nitekim, sahaya dahil olduktan hemen sonra hem futbol aklını sahaya koydu hem de tribünlere ve takımına inanç zerk etti, hem de müthiş golüyle farkı ikiye çıkararak ulusal takımın rahatlamasına yol açtı alkışlık performansıyla. Benzer alkışı Umut Nayır da hak ediyor bence. Beşiktaş zamanında onun gibi bir cevherin değerini bilemedi, dilerim bundan sonra Fenerbahçe başta olmak üzere tüm kulüplerimiz bu tür 'Değer'lerimizin önemini pas geçmez.
Bu galibiyete rağmen Stefan Kuntz'un milli takımımızın başında kalıp kalmaması konusunda çekincelerim var maalesef. Böylesi değerli bir kadro daha keyifli maçlar izletmeliydi bize. Ama maalesef dokuz doğurduk oynadığımız maçların çoğunda ne yazık ki.
‘’Hiç güven vermiyor!‘’
Eğri oturup doğru konuşalım, adamlar biraz sakin veya becerikli olsa, olabilse daha ilk yirmi dakikada 2 farklı skorla geri düşmüş olacaktık. Ama "Atamayana atarlar" kuralı bir kez daha yürürlüğe girdi resmen. İki dakika sonra günün iyilerinden Ferdi Kadıoğlu'na yapılan faulün akabinde kullandığımız atışta Abdülkerim Bardakçı milli takımımızın golünü atmakta hiçte zorlanmadı.
Maçın ilk çeğreğinde adeta paypasa uğradı Arda Güler ve Umut Nayır. İkisi de kalitelerinin karşılığı olan bir performans sergiliyemedi doğal olarak bu periyotta.
Cengiz Ünder hafiften havalanmış sanki. Kerem Aktürkoğlu da yeteneğini karşılayan bir performansa ulaşamayınca takımı rahatlamak adına problemi çözmek işi doğal olarak zamanın akışına kaldı. Kısacası, İlk yarıda Orkun da Hakan da Umut Nayır da kendilerinden beklenen katkıyı veremediler maalesef.
Stefan Kuntz'un 49'da Arda Güler'in harika pasını asiste dönüştüremeyen Cengiz Ünder'i sahada tutmak inadı
bize pahalıya mal oldu, zira hemen akabinde kalemizde golünü gördük Letonya'nın. Doğrusu çok zorkandık, hayli de pozisyon verdik.
İlk yarının vasatlarından Cengiz Ünder ikinci yarıda aslına rücu etti resmen. 61'deki o şık golü tam da ona yakışan yada ondan beklenen şıklıktaydı ve takımımız zor anlar yaşadığı anda tekrar öne geçti.
Ancak ulusal takım "Takım" gibi oynamaktan o kadar bihaberdi ki, 68 ve 69'da Letonya'ya resmen ikram niteliğinde 2 pozisyon daha verdi. En acısı on kişi kalmış Letonya 90 artı 4'te beraberliği de yakaladı evlere şenlik defans yerleşimimiz ve anlayışımız yüzünden.
Tamam 90 artı 5'te İrfan Can Kahveci'nin golüyle bu maçı kazandık belki ama ne Kuntz ne de takımı hiç güven vermiyor ne yazık ki.
‘’Yıllar sonra kupaya uzandı‘’
Dün akşam bir kez daha gördük; performans her zaman eşittir kalite veya yetenek demek değildir. Enner Valencia geride kalan sezonun gol kralı oldu bildiğiniz gibi. Ama Valencia değilde Fenerbahçe'nin santraforu Mauro Icardi olsa büyük olasılıkla sezonun şampiyonu sarı lacivertliler olacaktı. İşte bu kadar önemli futbol takımlarının kadro mühendisliği.
İddia ediyorum, Valencia takım aidiyetiyle oynasa, oynayabilse ve Icardi'nin yeteneğinin yarısına sahip olsa Fenerbahçe dün akşam 5-0'lık bir üstünlükle ilk yarıyı kapatırdı Başakşehir karşısında. Öyle çok top ezdi ve öyle kolay pozisyonları heba etti ki, insan gözlerine inanamıyor gerçekten.
İlk yarıda dikkatimi çeken bir diğer futbolcu da İrfan Can Kahvec'iydi. Bu seviyedeki bir futbolcu bu kadar mı geri gider, anlaşılır gibi değil. Neden, niçin kalitesine, beklentilere bu denli sırtını dönebilir "Yıldız" apoleti taşıyan bir futbolcu, anlamakta zorlanıyorum ne yazık ki.
Aslında deyim yerindeyse Fenerbahçe maça 1-0 galip başladı. Böylesi tek ayaklı maçlarda erken golü bulmak önemli bir avantajdır ve bu avantajı iyi bir oyun ve doğru taktikle çok iyi değerlendirdi Jorge Jesus ve öğrencileri.
Arda Güler biraz acele etmese, Batshuayi olmadık top kayıpları yapmasa, hele de 18'de Arda Güler'in yetenek ve akılla şekillenmiş ortasını asiste dönüştürübilse Valencia, ilk yarım saatte maç biterdi zaten.
Çok pas hatası ve top kayıplarına rağmen Batshuayi müthiş oynadı. İkinci goldeki soğukkanlılığı taktire şayan ama bu golde aslan payı Willian Arao'nundur bence.
Hakemlerimiz baskı altında bu bir gerçek. Ama gene de Ali Palabıyık'ın Adanademirspor maçında Fenerbahçe'yi kıyım kıyım doğramasını baskıyla açıklayamayız
her halde. Tıpkı dün akşam 35'te Ömer Ali'nin Valencia'ya yaptığı net faulü atlayan Atilla Karaoğlan'ın bu hatasının "Baskı"yla izah edilemeyeceği gibi yani.
Arda Güler ilk yarıda resital yaptı resmen. Arao, Peres, Ferdi Kadıoğlu, Miha Zajc, Batshuayi ise alkışlık bir performans sergilediler maçın genelinde.
Elbette büyük düş kırıklığı yaşattı taraftarına Süper Lig'de Fenerbahçe. Ama yıllar sonra Türkiye Kupası'nda şampiyon olmak da azımsanmayacak bir başarıdır bence.
‘’Tam bir fiyasko Bay Jesus!‘’
Fenerbahçe nicedir Valencia'nın megolomanisinden ötürü sırtında kamburla sahada yer alıyor ve dolayısıyla da bir kişi eksik oynuyor maçlarını çoğunlukla. Yani Valencia'yı Fenerbahçe'den daha üst bir yere koyuyor Jorge Jesus bir başka deyimle.
Anladık, Serdar Dursun'un üstünü çizmişsin. İyi de bir pranga gibi bu kadar takımını ayaklarından geriye çekerken tutum ve tercihleriyle Valencia, Joshua King'i neden gözün görmüyor acaba? Birinci sınıf bir teknik direktör saplantılı olabilir mi? Yada ikinci kez neden tufasına geliyorsun Okan Buruk'un Bay Jesus?
Koca maçın tamamında topa sahip olmak dışında hiç bir kalemde rakibine üstünlük kuramadı misal Fenerbahçe. Rossi de farksız değildi oyunda kaldığı süre boyunca. Ve 3 gol yemesine raşmen en iyi oyuncularının başında kaleci İrfan Can yer aldı izlediğiniz gibi. Çift forvetle oynuyorsun ama orta sahan sefilleri oynuyor. Oyunu okumak, rakibi analiz etmek diye bir melaikeden yoksun Portekizli teknik direktör ne yazık ki.
Dün akşam dikkatimi çeken bir diğer konu da Peres ile Zaniolo arasındaki her kapışmada Abdülkadir Bitigen'in rakibine haksızlık yapan İtalyan futbolcunun lehine karar vermesiydi. Açıkçası daha ehil bir hakemle bu özgürce yanıltma işine soyunamazdı aksi halde peş peşe gelen sarı kartlarla oyun sahasını terketmek zorunda kalırdı İtalyan yıldız. Dolayısıyla ikinci yarıda (ki, doğru) kırmızı kartla oyun sahasını terk eden taraf Brezilyalı savunma oyuncusu olmayacaktı bu durumda.
İkinci yarıda da pek değişen bir şey olmadı. Okan Buruk sahneledi, Jorge Jesus da izledi sahnedeki oyunu sadık bir izleyici gibi. Ve maalesef iki maçta, yani hem Kadıköy'de hem Nef'te mars etti Jorge Jesus'u Okan Buruk. En acısı Jorge Jesus'un sezonun ilk yarısında oynanan maçtan en küçük bir ders çıkarmaması veya çıkaramamasıydı.
Fenerbahçe yıllar sonra hiç gol atamadan tam 6 gol yedi Galatasaray'dan bu sezon. Bu çaresizliğin altında da Portekizli teknik direktörün imzası var gördüğünüz gibi.