‘’Kendinize gelin Efendiler!‘’
Spor sizin öyle bildiğiniz gibi birşey değil. Yapmayan bilmez. Kendini sporla kurtaran bilir.
Spor, bir çocuğun hayatına karşı sorumluluk duymaktır.Spor bir çocuğun hayatıdır.
Spor, bu ülkenin çocuklarına, gençlerine daha iyi bir gelecek sağlamaktır.
Aileler çocuklarını neden spora yönlendirir? Bir tabuta konması için değil elbette.
Aslı Nemutlu, daha hayata dair beklentilerinin, hayallerinin başında bile değildi. Milli Takım antrenmanlarında ağır bir suç işlenerek öldürüldü. ‘Öldürüldü’ diyorum, yani cinayet. Cinayet gibi ihmal deseydim işinize daha çok gelirdi ama siz yine de talihsiz kaza dememi tercih ederdiniz, değil mi? Sınırsız, sorumsuz, umarsamaz, kimseye hesap vermez efendiler.
Kar perdesi, dünyanın her yerinde tahtadan olur, ancak yarışma veya antrenmanlar sırasında kayakçıları, plastik veya ipten ağlar korur.
Aslı, Milli Takım adına antrenman yaparken, Üniversiade yarışları sırasında Konaklı’da kullanılan ağlar neden yoktu?
Kış Üniversite Oyunları’nda o ağ ve bariyerlerin yabancılara rezil olmayalım diye mi konulduğunu sanıyorsunuz? Yoksa bizim çocuklarımızın canı yabancı sporculardan daha mı az kıymetli?
Siz hala şike, teşvik, 6222 veya altıbin bilmem ne kapsamındakileri sporda suç ve şiddet zannediyorsunuz, Aslı’nın ölümünün yanında yasanın tarif ettikleri leblebi, çekirdek. Bu yaşanan suç değil günah, şiddet değil cinayettir.
Şimdi hepiniz derin bir sessizliğe bürünecek, kafanızı kuma gömeceksiniz. Aranızdan birileri çıkıp medyatik, içi boş açıklamalar yapılacak, genç bir ölüm için geç kalınmış ve kifayetsiz açıklamalar.
Sonra belki bir iki kelle alıp kıtıpiyoz bir tesise Aslı Nemutlu adını vereceksiniz, aklınıza başka birşey gelmez. Aslı’nın adının 18 yaşında bir tesise verilmesi hiçbir anlam taşımaz, onun adı ÖSYM kazananlar listesinde olmalıydı, Twitter ’da yazdığı mesajlarda olmalıydı, Facebook sayfasındaki “chat”lerinde olmalıydı, Kış Olimpiyat Oyunları’nda, Dünya ve Avrupa Şampiyonaları’nda geçmeliydi.
Serkan Tuğal ’da spor aşkıyla yanan bir delikanlıydı, ama resmi maç oynadığı tesiste ambulans yoktu. O da müsabakadan tabut ile döndü. Adını bir tesise bile koymazlar çünkü o amatör yani sadece sporcu, hoş, koysalar ne olur ki! Allah uzun ömür versin Quaresma veya Alex maç sırasında ölse heykelleri dikilir, ulusal yas ilan edilir, Serkan Tuğal öldü, ateş düştüğü yeri yaktı. Sadece sporcuydu, amatör yani değersiz bizim için, çünkü bizde sporcunun kıymeti aldığı milyon dolarla ölçülür.
2020 Olimpiyat Adaylığı, her ilde büyük tesis ve stadyum hamleleri, 6222’nin değişmesi, 58.Madde, Fener düşmeli mi düşmemeli mi? Kişilerin işlediği suç camialara mal edilmeli mi edilmemeli mi? Bizim spora bakışımız bu kadar maalesef.
Bu ülkede insan tesisten, sporcu kulüp başkanından, spor kulüpten önce gelmediği sürece hiç birşey değişmez ve değişmeyecek.
İki gencimizi toprağa verdik, ihmal ve sorumsuzluktan ya geride kalan milyonlarca genç.
Hayatlarını değiştirmek, hayatlarını güzelleştirmek ya da sadece sağlıklı yaşamak için spora ihtiyacı olanlar. Taammüden onlarında canlarına kast ettiğimizin farkında değil misiniz?
Sahiden, umrumuzda mı?
Not: Şimdi haber aldım Quaresma ’ya silahlı saldırı olmuş, soyulmuş.Sayın bakalım kaç haber çıkmış Aslı için kaç sütün santim Quaresma haberi var “spor” medyasında.Kimler fikri takip yapacak Aslı ve Serkan için , kimlerin fikri var ki takibi olsun. Q7 ’ye geçmiş,Beşiktaş’ın yeni stadı hayırlı olsun.
Spor sadece seyredilen veya “tribüne oynanan” birşey değildir, yapılan birşey olduğunda kıymeti olur.
‘’Teşekkürler Mehmet Berk‘’
Yozlaşmış, vıcık vıcık hale gelmiş futbol düzeni, ancak bu sistemin dışındaki erklerin devreye girmesi ile yeniden yapılandırılabilir, tezimi doğrularcasına geçtiğimiz Mart ayında başlayan sürecin manzumesi olan iddianame ve ekleri “Futbol ailesi” fotoğrafını geniş bir şekilde ortaya çıkarmıştır.
Federasyon, Kulüp Başkanları, yöneticileri, teknik direktörler, menacerler, futbolcular ve medya mensupları arasındaki “Omerta” nın kodları artık toplumsallaşmıştır.
Bu büyük aile fotoğrafına girmesi gerekip de girmeyenler yok mudur? Tabii ki vardır.
Bu sistemin yozlaşmasında payı olanlar sadece iddianamede yer alan isimler mi? Kesinlikle hayır.
Mart 2011 ve 14 Nisan 2011 öncesi bu işlere bulaşmayanların sadece azınlıkta kaldıklarını söyleyebilirim.
İddianamede adı geçenler suçlu mudur? Haklarında nihai karar verilmeden kimse suçlu değildir.
Bu tarihi fotoğraftan bazı kareleri yorum yapmadan sizlerle paylaşıyorum, zaten bu kişiler ve sistem üzerine yıllarca yorum yapıp bu köşeden yazdım. Daha fazla yoruma gerek yok. Teyplerin tamamını ve o günlerde neler yaşandığını da yazmayacağım, o, haber servislerinin işi.
Sayın Mehmet Berk, mesai arkadaşları ve Emniyet Teşkilatımıza Türk Futbolu adına teşekkürlerimle...
* * *
07.02.2011 09.59
M.Ö: Ben size dedim, bu şerefsiz bir adam, bu selam verilecek adam değil, bu adam ikisi de al birini vur öbürüne dünde ya esas ikisinin derdi başka ama başkanım yani siz de görüyorsunuzdur ikisinin derdi fener iyi gidiyor.
A.Y: Evet.
* * *
07.02.2011 14.02
M.Ö: Öyle böyle ayak üstüyle olmaz bu iş abi ya da basın toplantısı yapacağız
İ: ...
M.Ö: Hem de nasıl, sen dinle geçen se... Aziz Yıldırım toplantısından sert olur bu.
İ: Olsun tabi a... k... çocukları..
M.Ö: İkisine de... ikisine de abi
* * *
13.06.2011 17.45
Ş.B: Alo
M.Ö: Baronum
M.Ö: Sence hedef alınan kişi cevap verir mi sence
Ş.B: Vermez üstüne alınmaz ve vermez...
M.Ö: Zaten bence de çünkü niye üstüne alın kendi üstüne alındın derim ben genel konuşuyorum ben
Ş.B: Tabi, tabi, tabi, ama o kadar öne çıkmış ki yani böyle anlatmak bile adresi gösteriyor
M.Ö: Evet tabi
Ş.B: Onun dışında bir şey var mı başkan
M.Ö: Ne yorum yapılır sence buna
Ş.B: Ne yorum yapılır buna şu yorum yapılır yani yöneticileri eleştirdi gitti derler ve adresin AZİZ Yıldırım olduğunu söyler yani
M.Ö: İyi baba
Ş.B: Doğru söylüyorsun
M.Ö: Listeyi falan yapıyoruz onları yapayım abi
Ş.B: Doğru söylüyorsun
M.Ö: He baronum
Ş.B: Peki başkan
M.Ö: Görüşürüz abiciğim
Ş.B: Hadi öpüyoruz seni sağol sağol
* * *
17.06.2011 14:52
L.A: Heh toplantı devam ediyor.. He toplantı bitti mi?
A.Y: Bitti bitti
L.A: He süper nasıl geçti
A.Y: İyi gelmiş, köpekler gelmiş yine anladın mı?
L.A: Gelmiş he geldi (Gülüyor) hepsi geldi mi?
A.Y: Hepsi geldi köpeklerin
L.A: E güzel güzel biad ettiler demek ki güzel
A.Y: ... oldu
L.A: Güzel başkan sakın bunlar bugün haber maber gördüm sakın he başkanlığı bunlara bırakma şeyi kulüpler birliğini falan
A.Y: Tamam tamam konuşuruz
L.A: Abi orada yapacağımız bin tane iş var.
‘’Adaletspor küme düştü‘’
Artık Türkiye’de her şey eskisi gibi olacaktır.
Türk futbolu hatta Türk sporu eşine bir daha rastlanmayacak şekilde yakaladığı yeniden yapılanma ve arınma fırsatını kaçırmıştır. Oysa, futbol tarihimizde belki ilk kez bu kadar umutlanmıştık. Birkaçımız tuttuğu takımları bırakıp Adaletspor’lu olmuştu. Düşmesi gerekenler, ceza alması gerekenler, bu süreçten galip çıktı. Biz Adaletsporlular küme düştük, artık cezamıza da razı olacağız.
“Sistemden beslenenler, sistemi değiştiremezler” sözünü haklı çıkaran Süper Lig Kulüpler Birliği’nin tüm üyeleri teşvik ve şike gibi suçların hakkıyla cezalandırılmaması karşısında ülkü birliği yaparak hazırlattıkları yeni yasa taslağı hafif rötuşlarla kanunlaştı.Geçmiş kanun çok ağırdı, yenisi ise oldukça hafif kaldı. İki kanun taslağını da hazırlayanlar ise üç aşağı beş yukarı aynı ekip.
Türkiye’de kulüp yöneticilerinin çoğu, amaca ulaşmak için her yolu mübah görecek kadar Machiavellist, bırakın yapalım, bırakın geçelim, felsefesinde klasik liberal, stadlarındaki bindirilmiş kıtalara Başbakan’ı protesto ettiren, ‘Bu kulüpten içeri AK Parti giremez’ diyen, ‘Spora siyaseti sokmayız’ giderini yapıp sonra el pençe divan, ‘Biz ettik, siz etmeyin’ diyecek kadar oportünist yapıdadırlar.
Böylece günü hep kurtarırlar. Yarınlar umurlarında bile değildir. Bu 70 yıl önce de böyleydi, 50 yıl önce de, bugün de böyle. Türk futbolu hep böyle yönetildi ve maalesef bu zihniyetle bugünlere gelindi.
Bünyesindeki neredeyse bütün organlar iflas etmiş, ölüm döşeğine kulüpler tarafından yatırılmış Türk futbolu, Kulüpler Birliği tarafından zorlu bir tedavi dönemi yerine, beyin ölümü tercih ettirilerek bitkisel hayata mahkum edilmiştir.
Cenazeyi kaldırmak yerine saklayıp, “Türk Futbolu yaşıyor!” nidaları ile günü kurtarmışlardır.
Bu büyük zaferi kazananların yeni hedefi mutlak Mehmet Ali Aydınlar olacaktır. Meclisin yani millet iradesinin karşısına alamadığını doğal olarak TFF’nin karşısına alacağını düşünmek saflıktır. Kimsenin korkusu kaldı mı bilemem, ama merak etmeyin, bu davadan artık hiçbir takım küme düşmez.
Tüm yaşananlar sonrası aklımda Ziya Paşa ve eniştem Engin Ardıç’ın sözleri var: “Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz, birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir” ve “Bu ülkede puşta puşt, pezevenge pezevenk demek suçtur”.
Adaletspor küme düşmüş, Türk Futbolu ölmüştür.
Kaçırılan tarihi yeniden yapılanma fırsatının nelere mal olduğunu en fazla
bir-iki yıl içinde anlayacaksınız. Tabii bu sözüm kulüp başkanlarına değil, onlar için futbol “Toys for big boys”, sözüm cahil, fanatik yazar yorumcu taifesine de değil, onların Türk futbolu umrunda değil, önemli olan “Big boys” başkanları ve tutuğu takımın ne olursa olsun şampiyon olması. Sözüm aşık oldukları renklere, saifiane bağlı olanlara yani karşılıksız sevenlere.
Kendinize ya yeni başkanlar ve yöneticiler bulursunuz ya da yeni takımlar bulmak zorunda kalacaksınız.
Barça, nasıl barçaladı Madrid’i değil mi?
‘’Cornu'dan cevap geldi‘’
* Mehmet Ali Aydınlar’ın soruşturma belgelerini UEFA ile paylaşmadığını defalarca söylemesine, Etik Kurulu’nun raporunu sadece kendi okuduğunu belirtmesine rağmen Fenerbahçe, kimlerin verdiği hangi bilgilerin veya hangi delillerin ışığında Şampiyonlar Ligi’nden men edilmiştir?
* UEFA, men cezasını Etik Kurulu raporuna göre mi vermiştir? Eğer bu rapor doğrultusunda bir karar verilmişse, kurula ulaştırılan belgeler henüz tamamlanmadığından ve muhatapların savunması alınmadan oluşan kanaat üzerine karar almak, futbolun kendi iç hiyerarşisi açısından görece kabul edilir olsa da Türk adalet sistemi açısından sorun oluşturmaz mı?
* Aynı soruşturma kapsamında yöneticileri sorgulanan Beşiktaş ve Trabzonspor, UEFA organizasyonlarına katılırken, soruşturmaya muhatap bir diğer kulüp Fenerbahçe, hangi vicdani, hukuki ve ahlaki sebeple Avrupa’dan dışlanmıştır?
Türk medyasında o günlerde ilk kez benim kalemimden çıkan ve sonra Fenerbahçe’nin CAS’taki iddiasının temelini oluşturan bu sorulara tek yanıt, üç ay sonra UEFA Baş Müfettişi Cornu’dan geldi: “Lutfi Arıboğan ve İlhan Helvacı’dan alınan bilgilerle bu karar alınmıştır...” Arıboğan ise “Cornu yalan söylüyor” diyor.
Yine bu köşeden 9 Haziran günü TFF seçimlerinden önce şöyle yazmışım:
“Türk Futbolu’nun ana sorunu, Mahmut Özgener’in de çevresine konuşlanmış belli bir zümrenin tahakkümünün ta kendisidir. Şimdi Türk Futbolu’na bu sistemi yıkacak kudrette, arkasına bakmayacak ve gelecekte koltuk kaygısı olmayan bir başkan ve onu günü geldiğinde arkadan vurmayacak bir ekip lazım...”
3 Temmuz sonrası futbolumuzun üzerindeki tahakkümün sadece ‘dokunulmaz’ Aziz Yıldırım’a dokunularak ortadan kalkmayacağını, diğer ‘dokulmazlar’ arka plan uluslararası ilişki kurgulayıcısı ‘baron’ların, spor medyası kalemşörlerinin gerçek yüzlerinin ortaya çıkartılmasının altını çizmeye çalıştım.
Fenerbahçe taraftarları bir gün önce şike ve teşvik suçlarına bulaşanların cezalandırılması gerektiğini söylediğimde bana küfürler yağdırırken, bir gün sonra Fenerbahçe resmi yayın organlarında 28 Ağustos’ta yazdığım yazı yayınlanıyordu. Aynı taraftarlar, “Bu yazıyı CAS’a ve UEFA’ya gönderelim” diye kampanya çağrısı yapıyorlardı. Oysa doğru tektir, renklere veya şahsi ilişkilere göre değişmez.
Bugün gelinen noktada hâlâ aynı görüşteyim ve suçluların cezalarını çekmelerini istiyorum. Eğer Fenerbahçe ve Beşiktaş az ya da çok bu pisliğe bulaşmışlarsa yöneticileri cezalandırılmalı ve de küme düşürülmelidirler.
Öte yandan, Türk Futbolu’nda yaşananları kendileri için fırsat görüp, şahsi iktidar alanlarını genişletmeye çalışırlarken sessiz kalanları, kamuoyu daha yakından tanımaya başlayacaktır.
Şimdi sıra Savcı Mehmet Berk’te... İddianame, ona yakışır şekilde, tüm fotoğrafı ortaya çıkaracak şekilde hazırlanmalı.
Diğer savcı, yani Baş Müfettiş Cornu mu yalancı, Arıboğan mı? Cornu’yu tanımam. O yüzden net bir fikir beyan etmek çok güç, ama bir fıkra ile yazımı sonlandırabilirim...
Adamın biri önüne konulan kadehteki şaraptan bir yudum almış ve yüzünü buruşturup barmene “Başka bir şişe şarap aç” demiş.
Barmen “Hangi şarabı istersiniz” diye sorunca, “Hangisi olursa olsun, bundan daha kötü olamaz” cevabını vermiş...
Unutmadan, Arıboğan’ın artık bir cevap verebileceğini düşünmüyorum, ancak UEFA ile TFF’nin arasının bu kadar gerginleştiği bir ortamda ‘dokunulmaz abi’ Şenes Erzik’ten ne bir ses, ne bir nefes yok. Hadi beni adam yerine koyup cevap vermediniz Sayın Erzik, ülke futbolunuz ve adaletiniz adına tek bir kelam etmeme sebebiniz nedir? Ne zaman konuşacaksınız? UEFA’daki son döneminiz sonrası TFF Başkanlığı için “Kurtar bizi Şenes Bey” denildiği zaman mı?
Son olarak bazı köşe yazarları; “Lutfi Arıboğan, Cornu’ya ne deseydi, Türkiye’de herkes Fenerbahçe’nin tapelerini konuşuyordu” mealinde yazılar kaleme alıyorlar. Lutfi Arıboğan ne demiş, ne dememiş bilmem, ancak; Cornu, TFF Başkan Vekili olarak bana sorsaydı, “İddianamede adı geçen hiçbir kulübü Avrupa Kupaları’na almayın” der ve göğsümü gere gere bunu herkese açıklardım.
‘’Akıntı çağanozları‘’
Futbol dünyasında yıllarca önemli isimler olarak gördüğümüz bazı figürlerin bugünlerde düştüğü durum gerçekten çok üzücü. Akıntı çağanozu gibi bir oraya, bir buraya gidip gelmeleri maalesef psikolojilerini de çok etkilemiş. Yalan, dedikodu ve iftira yaşam biçimleri haline gelmiş ana hedeflerinde sahte siyasi rüzgarlar estirerek devirmeye çalıştıkları Mehmet Ali Aydınlar ve 6222 Sayılı Kanun’un 2 yıldan az cezalar ile yeniden düzenlenmesi var. “Başkanım ben diktatör............” sözleri ile futboldaki biat kültürünün acınası boyutlara ulaştığı kanıksanmış iğrenç ilişkiler yumağı yavaş yavaş çözülüyor. Kulüpler Birliği, Kulüp Başkanları, yazar-yorumcu taifesi bu çözülmeyi önlemek için ne yaparlarsa yapsınlar her seferinde yeni bir tokat yiyorlar.
Radikal adamlar
Türk Futbolu gibi yozlaşmanın yaşam biçimi kabul edildiği bir alanın yeniden yapılandırılması için radikal eylemler, radikal söylemler ve tabii radikal adamlara ihtiyaç var. Kronolojik sıra ile Mehmet Berk, Mehmet Ali Aydınlar, Bülent Arınç, Suat Kılıç ve son olarakta Hasan Gerçeker’in yaptığı açıklamalara bakarsanız Türk Futbolu’da nelerin
değiştiğini ve değişeceğini öngörebilirsiniz.
Reform
Aydınlar, 3 Temmuz’dan bu yana daha önce kimsenin bırakın başına gelmesini, hayal bile edemediği bir kaosu
yönetmekten kafasını kaldıramadı. Oysa Aydınlar, Türkiye’de kurumsal yönetimin gurularıdan biridir. TFF’nin, çiftlikten kurumsallığa yolculuğunun ilk ve en çarpıcı örneği, yeni Genel Sekreter olarak Ebru Köksal’ın
görevlendirilmesidir. Ebru Köksal sırtını kimseye dayamadan Avrupa futbolunda dahi isim yapmış, Türkiye standartlarının çok üstünde bir profesyoneldir. Anlaşılan o ki en tepeden, en aşağı kadar TFF’de taşlar
yerinden oynacak ve Türk Futbolu’nun yeniden yapılandırılması için sağlam temeller atılmaya devam edilecek. Mehmet Ali Aydınlar’ın futbolun çarklarından ve kısır ilişkiler ağından uzak bir kişi olmasının büyük avantajı var.Adama göre değil, işe göre adam felsefesini TFF’ye sokan Aydınlar’ı tebrik ediyorum.
Van
Van’daki depremin şiddeti hepimizin yüreğinde hissedildi ancak bazıları hala İstanbul’dan Türkiye’ye bakma gafleti içinde. Gölcük depreminde devlet Yalova’ya üç günde ulaşabilmişti. Katrina Kasırgası sonrası ABD Hükümeti New Orleans’ta bir haftaya yakın yoktu. Depremden birkaç saat sonra AFAD ekipleri yani devlet oradaydı. Afet ve Acil Durum Yönetimi muhteşem bir yapı, Kızılay yine aynı, iyi niyetli, vicdanlı, dezorganize ve yetersiz ancak en iyi yaptığı iş maden sodası kısacası geçen 12 yılda değişen pek birşey yok aynen doğal afeti, siyasete alet eden ahmakların değişmediği gibi. Van’ın en ücra köşelerine, mezralarına kadar ulaşıp, sıcacık ellerini ve gönüllerini, afet mağduru kardeşlerimize uzatan “Serhat Okulları” gönüllülerine, abileri Hayrettin Bey nezdinde teşekkürlerimi sunarım. İyi ki varsınız. Bu doğal afetin enkazından ülkem adına büyük bir umut yeşereceğini düşünüyorum. Umarım geçmişte ve bugün yaşanan acılar yerini sevinç ve huzura bırakacaktır.
Futbolun hikâyesi
Sevgili Ahmet Çakar ve Hakan Can ile birlikte hazırladığımız bir proje var. Uzlaşamadığımız tek nokta benim bugünü daha iyi anlatabilmek adına son 20 yılı değil, futbolun Osmanlı topraklarında ilk oynanmaya başladığı 1875’ten bugüne uzanan sosyolojik, siyasi ve tabii tüm karanlık ilişkilerin anlatılacağı bir kurguda olması. Bakalım uykusuz gecelerde nasıl bir kitap ve senaryo ortaya çıkacak?
İddianame sonrası
Bayram sonu iddianame açıklanacak deniliyor, umarım Savcı Berk tüm fotografı gözler önüne serecek bir iddianame hazırlamıştır. Kimin ne olduğunu herkesin anlaması açısından bu çok önemli. Benim süreç ile ilgili şahsi fikrim, 2 ay ile 6 ay arasında bir sürede, bir kulüp başkanının serbest bırakılacağı, üçten fazla kulübün küme düşürüleceği ve iddianameden hemen sonra TFF’nin kişiler hakkında men cezaları vereceği yönünde.
Bu süreçte UEFA’nın Türkiye üzerinde ki baskılarını göğüsleyecek aynı kahramanlar da rahat bir nefes alıp, sessizlik yeminlerini bozarak kurtarıcı başrol oyunculuğuna soyunacaklardır.
‘’Çözüm yolu‘’
Beşiktaş attığı 44 gole karşı 12 gol yiyerek 32 gollük averaj elde etmişti.Fenerbahçe 40-10’luk yani 30 gollük averaja sahipti.Ateş-Güneş Spor ise 34 gol atarak, 8 gol yemiş ve averajı 26’da kalmıştı.
Türkiye Futbol Federasyonu’nun ilk başkanı Yusuf Ziya Öniş tarafından Galatasaray’dan kopartılan futbolcularla 1933’te kurulan Ateş-Güneş Spor, dönemin siyasi çekişmelerinin merkezindeki futbol kulübüydü ve ne olursa olsun 1937-38 sezonunda şampiyon yapılmalıydı. Normalde averajla üçüncü olan takım için yeni bir averaj sistemi bulundu, “Atılan goller, yenilen gollere bölünecekti”.
Bu tepeden inme formülle 4,25’lik oranla Ateş-Güneş Spor şampiyon ilan edildi. Beşiktaş ise 3,66’lık oranla 3.olmuştu.
Kulüplerden gık çıkmadı çünkü hepsi tek partili siyasetin mutlak kontrolü altındaydılar. Partililerin kulüp başkanı yapıldığı o yıllarda olimpik sporcuların da CHP’ye üye olma zorunluluğu vardı.
Aradan 75 yıl geçti. Ülkemiz, demokrasimiz, siyaset algımız çok değişti. O dönemlerin edilgen ve içine kapalı Türkiye’si bugünlerde dünyanın lider ülkelerinden biri olma yolunda kendi hinterlandı ve İslam aleminin lider ülkesi oldu ama futbol için aynı şeyleri söylemek mümkün mü?
Türkiye’nin en borçlu ve kötü yönetilen takımın başkanı “Kulüpler Birliği Başkanı” seçildi. İlk söylemi de teşvik ve şikenin küme düşürme ile cezalandırılmaması şeklinde.
Türk Futboluna en büyük ekonomik katkıyı sağlayan yayıncı kuruluşun da perde arkasından desteklediği bu çözüm ile her sezon teşvik ve şike çantalarının motive ettiği takımların mücadelesi sayesinde rekabet tavan yapacak, bu heyecanın getirdiği reyting ve decoder satışları ile futbola aktarılan yüzmilyonlarca dolarlık destek devam edecek.Yayıncı kuruluş ve Kulüpler Birliği’nin ali menfaatlerinin hayata geçebilmesi için top şimdi federasyonda, ancak önce iktidarı, muhalefeti, tüm siyaset dünyasının bu yeni çözüme destek vermesi lazım ki federasyondan bir kıyak istenilecek zemin oluşturulsun.
Bu konuda Türk sporunun en önemli düşün adamları; Acun Ilıcalı, Rıdvan Dilmen, Şansal Büyüka ve diğer güzide spor insanlarımız lobi faaliyetlerini sürdürürken, futbol ve hukuk deyince akla gelen ilk isim olan ve son TFF kongresinde hukuku unutup, durumu kurtaran adam Levent Bıçakçı da işin yasal alt yapısını hazırlıyor.
Geçtiğimiz dönem TFF ve Kulüpler Birliği’nin baskısı ile çıkartılan ve bugün herkesin şikayet edip değiştirmeye çalıştığı kanunun metin yazarları ve fikir babaları sessiz, kapının ardına gizlenmiş herşeyin unutturulmasını bekliyorlar. 2012 UEFA “Financial Fair Play “ gündemi ile tekrar ortaya çıkacaklardır.Hazır artık kadroda işinin en iyisi bir “Makyör” de varken bu operasyonda başarı ile tamamlanacaktır.
Tüm hazırlıklar bir bitsin, gerisi kolay, tarihe bakın yeter. Ateş-Güneş’in hikayesi gibi toplar,böler, çıkarır bir çözüm üretilir, herkesin mutlu olacağı bir formül bulunur. Önce düşürülür, sonra çıkarılır, sonra da puan silinir, olur biter.
3 Temmuz’dan sonra Türkiye’de şike teşvik bir daha yaşanmaz diyenlere gülüyorum. Bu kulüpler, bu başkanlar, bu futbolcular,bu hukukçular ve bu medya, yani topluca bu sistemin aktörleri değişmedikçe, suçlular cezalandırılmadıkça , “Organize Futbol Örgütü” bu süreçten güçlenerek çıkar, işte o zaman seyredin şikeyi, teşviği, organize suçu, decoderi,marka değerini.
Fenerbahçeli 41.000 kadın ve çocuğa
Fenerbahçe, 3 Temmuz’dan Avrupa’dan men kararına kadar yönetemediği süreci, o günden bu yana öylesine başarılı yönetiyor ki şapka çıkarmak lazım. 41.000 kadın ve çocuğun geldiği “cezalı” maçtan sonra bir dünya kulübü olduklarının altını kalın harflerle çizdiler.
Bedri Baykam gibi neye taraftarsa onu antipatik hale getirenlerin bir siyasi direniş olarak yansıtmaya çalıştığı bu organizasyon tamamen Türk kadınının sahiplenme duygusunun en güzel örneğidir.
Fenerbahçe formasını giyip maçına giden Defne, Kübra ve Mehmet siz sadece takımızı destekleyin. Yarı aydın, bazı kadın yazarların, “kadın ve aşk” uzmanı part-time futbol yorumcusu fanatik sosyopatların dediklerini dinlemeyin ve umudunuz kırılmasın, üzülmeyin.Sadece ve sadece adalet anlayışınızın, vicdanınızın, ahlakınızın ve manevi değerlerinizin önüne Fenerbahçe sevgisi de dahil olacak şekilde hiçbir şeyi veya hiç kimseyi koymayın. Khalkedon’un körler ülkesi değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin muhteşem bir ilçesi olduğunu unutmayın.Sizler, onlar gibi olmayın, siz geleceğimizsiniz.
‘’Bir ilandır!‘’
Türk Futbol Kulüplerine Başkan ve Yönetici Aranıyor:
Orta ölçekli bir işletme kadar yıllık geliri olan kulüplerimizi batık bankalar kadar borçlandırmayacak, taraftarlarını her sezon başarı vaadi hatta sözü ile kandırmayacak, sporun içindeki her sonuca razı gelebilecek, futbolu bir geçim kapısı ve/veya kendi özel işlerinde kapıları açacak bir anahtar olarak görmeyecek, Türk sporunun yabancı transferler ile değil, alt yapılardan gelecek yeni nesillerin sayesinde başarılı olacağının idrakinde, futbolcu menejerleri ile sermaye paylaşımı yapmayacak, yeni transfer sözleşmelerinde medyanın karşısına sebilhane bardağı gibi dizilmeyecek, futbolcuları ile gece kulüplerinde boy göstermeyecek ve onların kendi çalışanı olduğunun bilincinde olan, olabildiğince medyada fazlaca görünmeyen, hakemler hakkında yorum yapmayan, hatayı hep dışarıda değil zaman zaman kendinde arayan, şike, teşvik ve mali suçlar gibi eylemlere karşı savaşacak, en azından bunlara bulaştığında yüzü kızaracak, teknik adamına, futbolcusuna, malzemecisine, kulüp çalışanına karşı emek hırsızlığı yapmayacak, hakkını zamanında verecek, iktidar koltuğunda daha fazla kalabilmek için taraftar gruplarına ‘cülus’ dağıtmayacak, gerekirse taraftara rağmen doğru yoldan taviz vermeyecek, ülkeye ve şehirlere mal olmuş kulüplerimizin üye yapısını kendi çıkarları doğrultusunda bindirilmiş kıtalar ve taşıma üyeliklerle bozmayacak, kulüp içi demokrasiyi çalıştıracak, tüm rakipleri ile beraber bir bütünün parçası olduğunun farkında, ‘ben olmasam siz olmazsınız’ değil de ‘siz olmazsanız ben de olamam’ zihniyetinde, federasyon seçimlerinde, kurullara kendi adamlarını sokma yarışına değil, Türk Futbolunun gelişmesi adına proje yarışına girebilecek, paranın her şeyi satın alamayacağını düşünen, amaca ulaşmak için her yolu mübah görmeyen, kendi parasını ve elini kulüp kasasından uzak tutabilecek prensiplere sahip olan, küçük kulüpler için; geçim kaynağı olarak gördüğü büyük kulüplerin dalkavukluğunu yapmayacak, büyük kulüpler için; küçük kulüpleri sömürmeyecek, şımarık çocuk gibi devlet kapısında af dilenmeyecek, her gelir ve meslek grubundan, tercihen spor yapmış, bakkal defteri tutma seviyesinde muhasebe bilgisine sahip, apartman yöneticisi kadar hukuka saygılı, mümkünse Türkçe’yi akıcı konuşabilen spor adamları aranmaktadır.
‘’Futbolun aile ilişkileri‘’
Büyük takımlar, büyük idealleri doğrultusunda milyonlarca insanı mutlu etmek için şampiyonluk yolunda şike, teşvik ve mali yolsuzluklar gibi benim de içinde olduğum bazı ‘salakların’ suç zannetiği cürümleri işleyebilirler.
Söz konusu futbolsa, büyük ve zenginler için farklı, küçük ve fakirler için farklı kanunlar uygulanmalıdır. Yoksa yollara 300 araçlık konvoylar çıkar, tribünlerdeki binlerin protestoları ülkeyi sallar.Emniyet ve savcılığın, büyük kulüplerimiz hakkında soruşturma başlatması densizliktir. Bu hatayı yapanları en ağır şekilde cezalandırmak gerekir.
Türkiye’de sadece hakemler maç satar. Onların dışındaki herkes sadece taraftarlarını, yani bu ülke insanlarını mutlu etmek için çabalayan ve bu ulvi amaç için büyük sıkıntılar yaşayan tertemiz insanlardır.
Devlet, bu tertemiz spor adamlarının üstüne giderse kulüpleri yönetecek kimseyi bulamayız.100 yılı aşkın onurlu tarihlerinde hiçbir leke olmayan büyük kulüplerimize kimse kara çalamaz. Bu kurumlar, Türkiye’deki diğer kurumlardan çok daha temiz ve farklı bir yerdedir. O yüzden onlara dokunursanız bedeli ağır olur.
Büyük kulüpler, futbolun büyük ekonomisinin en önemli aktörleridir. Bu aktörler her nasılsa borç batağında sürünüyor olsa bile ayakta tutulmalıdır. Bu, başta devlet için sosyal bir görevdir.Kulüplerimizin yüzyılda bir de olsa Avrupa’daki başarıları Türkiye’nin tanıtımı adına büyük bir fırsattır, sportif başarı gelmese de yurtdışından yapılan marka transferler Türkiye’nin imajına büyük katkı sağlayacağı için kulüpler maddi açıdan devlet tarafından desteklenmelidir.Tribünlerde yaşanan şiddet olaylarının müsebbibi, ruh hastası taraftarlardır ve bu birkaç kendini bilmezin yaptıkları koca camialara mal edilemez. Kulüplerin bedava bilet dağıtması, amigoları beslemesi bir şehir efsanesidir.
Bu ülkede hiçbir Türk teknik direktör veya futbolcu ile çifte kontrat yapılmamıştır. Türk teknik direktör ve futbolcular, tazminatlarını geçtim, aylık maaşları ve primlerini bile gününde çatır çatır alır. O yüzden her sezon milyonlarca dolar fazla parayı kulüplerimiz yurtdışından transfer yapmak için harcamaktadır.
Türk futbolunun bugün yaşadığı sorunların tamamının sorumlusu Mehmet Ali Aydınlar’dır. “Bana kimse bu ülkede kulüp başkanları suç işlemiştir dedirtemez”.
Türk futbol ailesi yaşadığı son süreçte kenetlenmiş gözüküyor. Sistem çökerse başta kendilerinin yanacağını bildiklerinden, daha birkaç ay evvel kendi arzuları ve yoğun çalışmaları sonucu çıkan yasayı iş başa düşünce değiştirmenin yollarını arıyorlar. Futbol ailesi içerdeki ensesti hep saklayacaktır, çünkü Kulüpler Birliği’nde yazılı olmayan birinci kural “Omerta” dır.Kulüp başkanları ve yöneticilerinin çoğu aynı kahverenginin farklı tonlarını temsil eder bu ülkede.