Arama

Popüler aramalar

‘’Erzik ve Arıboğan'a sorular...‘’

İkinci tez ise Savcı Mehmet Berk ile UEFA Baş Müfettişi Pierre Cornu görüşmesinde bu bilgilerin aktarıldığı konusu. Öyle olsa eminim Trabzonspor ve Beşiktaş da Avrupa Kupaları’ndan men edilirdi. Çünkü Mehmet Berk kendi iddianamesini inkar edecek şekilde Cornu’ya, “Fenerbahçe suçlu ama Trabzon ve Beşiktaş suçsuz” diyebilecek bir sorumsuzluk içine girmez.

Mehmet Ali Aydınlar defalarca UEFA ile soruşturma kapsamında belge paylaşımı olmadığını açıkladığına göre UEFA’nın kimseye sormadan Trabzonspor’u Şampiyonlar Ligi’ne alması için gereken “temiz raporunu” kim veya kimler verdi? İşte benim aradığım cevap bu.

UEFA Başkan Vekili Şenes Erzik ve TFF ile UEFA ilişkilerinin en sorumlu ismi Lutfi Arıboğan’a açıkça soruyorum “UEFA, Fenerbahçe’nin men edildiği bir organizasyona neden Trabzonspor’u almıştır?”
Bir başka şekilde de sorayım, UEFA, TFF’ye Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’ne katılmaması konusunda önce ikna edin olmazsa siz karar alın yoksa biz yapacağımızı biliriz şeklinde “ültimatom” vermesine rağmen neden Trabzonspor’u Şampiyonlar Ligi’ne alırken TFF’ye danışmamıştır?

önce ikna edin olmazsa siz karar alın yoksa biz yapacağımızı biliriz şeklinde “ültimatom” vermesine rağmen neden Trabzonspor’u Şampiyonlar Ligi’ne alırken TFF’ye danışmamıştır?

Mehmet Ali Aydınlar’ın tamamen bilgisi dışında gelişen ve 3 Temmuz’dan beri her türlü manipülasyona rağmen ağır aksak; ancak doğru yolda ilerleyen sürece ağır darbe vuran bu kararı UEFA hangi kriterlere dayanarak almıştır?

Mehmet Ali Aydınlar’ın soruşturma belgelerini UEFA ile paylaşmadığını defalarca söylemesine, Etik Kurulu’nun raporunu sadece kendi okuduğunu belirtmesine rağmen Fenerbahçe kimlerin verdiği hangi bilgilerin veya hangi delilerin ışığında Şampiyonlar Ligi’nden men edilmiştir?

UEFA, men cezasını Etik Kurulu Raporuna göre mi vermiştir? Eğer bu rapor doğrultusunda bir karar verilmişse, kurula ulaştırılan belgeler henüz tamamlanmadığından ve muhatapların savunması alınmadan oluşan kanaat üzerine karar almak futbolun kendi iç hiyerarşisi açısından görece kabul edilir olsada Türk adalet sistemi açısından sorun oluşturmaz mı?

Aynı soruşturma kapsamında yöneticileri sorgulanan Beşiktaş ve Trabzonspor UEFA Organizasyonlarına katılırken, soruşturmaya muhatap bir diğer kulüp Fenerbahçe hangi vicdani, hukuki ve ahlaki sebeple Avrupa’dan dışlanmıştır?

Trabzonspor tercihinin yürütülmekte olan soruşturmaya nasıl bir darbe vuracağını ,bunun kamuoyu vicdanında oluşturacağı rahatsızlığı ve toplumsal yansımalarının etkisini UEFA yetkilileri bilmiyor mu?
Bilmiyorlarsa bu konuda sizler hangi girişimleri yaptınız?

Sayın Erzik, Sayın Arıboğan, Trabzonsporlu ve Beşiktaşlılar bu yazımdan dolayı alınmasınlar lütfen, burada altını çizdiğim konu çifte standart. Bu manipülasyon ile hem yürütülen soruşturmayı sulandıranların hem Mehmet Ali Aydınlar federasyonunun altını oyanların hem de Türk futbolunun arınma sürecini engellemeye çalışanların kimler olduğunun ortaya çıkması gerekiyor o yüzden bu soruları sordum.
Umarım bir cevap bulabiliriz.

28 Ağustos 2011, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Aydınlar'ı anlamak‘’

Futbol ailesinin büyük bir kısmı geçmişten kalan alışkanlıkları doğrultusunda Mehmet Ali Aydınlar’ın bazı selefleri gibi davranmasını bekliyorlar. Bu yüzden Mehmet Ali Aydınlar’ı anlamakta ve yaptıklarını algılamakta zorluk çekiyorlar. Bunun en yakın örneği Aydınlar’ın Etik Kurulu raporu sonrasında yaptığı açıklamalar üzerine, medyada yer alan birbirine taban tabana zıt yorumlardır.
Hukuktan ve kurumsallaşmadan bihaber futbol kulüplerimizin ve necip spor medyasının bir kısmı, Aydınlar’ın açıklamalarını anlamamış olacaklar ki, federasyonu eyyamcılıkla suçladılar. Yine algı sorunu yaşayan bir başka cephede ise Aydınlar’ın aynı açıklamaları sevinç çığlıkları ile karşılandı.
Vasati zekaya sahip; biraz hukuk, biraz da kurumsal yönetimden nasibini alanlar için Aydınlar’ın açıklamaları her iki cephenin de algısının çok üzerinde anlamlar içeriyordu.
Öncelikle şunun altını çizmek lazım. Aydınlar eyyamcılık yapsaydı daha ilk günden federasyonun vereceği kararı, savcılık iddianamesine bağlamaz, yargı sürecinin sonuna vadelendirirdi.
Hakkında soruşturma açılmış kişi ve kurumları yargı süreci bitmeden linç etme niyetinde olanlar tabii ki anlayamayacaklardır Aydınlar’ın savunma hakkına vurgu yapmasını.
Taktıkları renkli kaşkollara göre yorum yapanlar, kulüp yöneticiliğini meslek edinenler de anlamak istemeyeceklerdir Aydınlar’ın Etik Kurulu raporundan alıntı yaptığı şu satırları: “Bazı maçlarda şike, şike teşebbüsü, teşvik primi veya teşvik primine teşebbüs oluştuğu kanaatine ulaşılmıştır.”
22 Mart tarihinde şöyle yazmışım: “Mehmet Ali Aydınlar, ülke sporumuzda eşine pek rastlanmayan, sıradışı biri. Alıştığımız yönetici profilinin çok dışında, kendi başarı öyküsünü kendi yazmış bir işadamı, müthiş bir spor sevdalısı ve Fenerbahçeli’dir. Ancak, önce adam sonra da spor adamıdır Aydınlar.”
O günlerde futbol ailesi, medyamızın deyimi ile tarihin en dik duruşlu (!) federasyon başkanının yönetimindeydi. Yine medya duayenlerimizin tabiri ile son yılların en temiz ligi oynanırken, futbolun ‘marka değeri’ tavan yapıyordu.
Algılar ve algılamalar yerli yerinde, herkes memnundu sistemden, onun üretip büyüttüğü diktatörlerden ve kendine diktatör süsü verenlerden.
Şimdi başka bir iklimdeyiz, bu iklimde rüzgar tersten ve sert esiyor. Kökünüz ya da omurganız zayıfsa savrulursunuz. Hele bir de amacınız rüzgarı tersine çevirmekse, Mehmet Ali Aydınlar’ı algılamakta bir süre daha zorlanacaksınız gibi görünüyor.

Ahmet Çakır’ı eleştirmek

Ahmet Çakır’ın spor yazarlığını eleştirebilmek hele benim gibi dışarıdan gelmiş iktisatçı veya müteahhit, şarkıcı ve besteci vs. taifesinin hiç haddi değildir. Hepimizin Türkçe’yi katlettiği bir ortamda muhteşem yazı dili ile örnek alınması gereken bir spor yazarını, Ercan Saatçi’nin insafsızca eleştirmesini ancak kendi içine düştüğü durumun kişiliğinde yarattığı hezeyan olarak algılamak lazım.

Spor Hukuku Enstitüsü Derneği’ne teşekkürler

Geçtiğimiz hafta TRT Spor’da “Spor Hukukçuluğu” kavramı ile ilgili eleştirilerime cevaben, derneğin yaptığı açıklamada yer alan, ‘Spor Hukuku Uzmanı’ veya ‘Spor Hukukçusu’ olarak tanıtılmalarının yanlış olduğu eleştirisine biz de katılmaktayız. Zira, “Avukatlık mesleğini seçmiş olan hukukçuların yegane unvanı ‘AVUKAT (Av.)’tır” tespiti için teşekkür ederim. Böylelikle hep birlikte bir kavram karmaşasının önüne geçebildik diye düşünüyorum.

Sayın Erkiner’den bir ricam daha olacak. Dünyada hiçbir örneği olmamasına karşın, son dönemde Türkiye’de çok sık gündeme getirilen ‘Spor Mahkemeleri’ konusunda da kamuoyunu bilgilendirirse, bir başka bilgi kirliliğinin daha önüne geçebiliriz.

22 Ağustos 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Dünden yarına büyük resime bakabilmek...‘’

Türk futbolu, tarihi bir süreçten geçiyor. Tüm yaşananları ve geleceğe olası yansımaları daha iyi algılayabilmek için son birkaç ayda olan biteni kronolojik olarak mantık süzgecinden geçirirsek daha doğru tahlillerde bulunabiliriz. Türkiye’de futbolun içindeki herkesin bildiği ama üzerine gidemediği kronikleşmiş “Şike ve Teşvik” sorunu ve “Kulüplerin Mali Sorunları” ile ilgili çalışmalar 2008’den beri devletin spor bürokrasisinin gündemindeydi.

Bu konularla ilgili gerek Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, gerek Spor Toto Teşkilatı doğal olarak da Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın yaptığı çalışmalar ile Türk sporunda reform sayılacak bir kanuni yapılandırmanın temelleri atılıyordu.

2011 yılında, bu sorunlarla çok da ilgilenmeyen hatta son birkaç yıldır devlet kurumlarının defalarca yaptığı uyarıları dikkate almayan, gereğini yapmayan Futbol Federasyonu, böylesine “yakan bir topun” yerine Türk futbolunun ana sorununu “şiddet” olarak belirledi ve bunun sonucu olarak “Sporda şiddet” sorununu hiç hak etmediği şekilde Türk futbolunun öncelikli gündem maddesi haline getirildi.

Bochum Savcılığı’nda patlak veren olaylar, yıllardır kanayan yaraya merhem olamayan futbol federasyonlarının sonuncusu olan, Mahmut Özgener Federasyonu’nu mecburen harekete geçmeye yöneltti ve konu Sarıyer Savcılığı’na intikal etti.

Aynı dönemde mecliste, Prof.Dr. Nazım Ekren’in başkanlığında “Spor Kulüplerinin Sorunları ile Sporda Şiddet Sorunlarını Araştırma Komisyonu” kuruldu. Komisyon tarihi raporunu Mart ayının son günü meclise verdi. Bu rapor, gelecekte Türk sporunda ve futbolunda nelerin değişeceğinin ilk işaretini veriyordu.
14 Nisan’da çıkan yeni yasa, o dönemin federasyonu ve medyanın bazı kesimleri tarafından estirilen rüzgar sayesinde “Sporda Şiddet Yasası” olarak algılandı, ancak yasanın en hayati yanı “Teşvik ve Şike” suçlarına getirilen devrim niteliğindeki ağır cezalardı.

Yaklaşan federasyon seçimleri ve son sürat giden şampiyonluk yarışı, spor medyasının gündemine oturmuştu. Ancak Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Mehmet Berk ve Emniyet Teşkilatımız’ın futbol gündemi çok farklıydı. Onlar, bugüne kadar “Olmaz, yapılamaz, güçleri yetmez” denilenleri gündemlerine almışlardı ve yaptıkları soruşturmanın kendilerini getirdiği noktadan dönüşleri yoktu.

Şimdi sorun, kanunları uygulayacaklar ile aynı paralelde eyyamcı olmayan, tahakkümü kabullenmeyecek, adil, güvenilir, icraatçı ve cesur bir federasyon başkanının ortaya çıkmasıydı.

İki isim gündeme geldi; Mehmet Atalay ve Mehmet Ali Aydınlar. Bu iki spor adamı da yukarıda saydığımız özelliklere haiz kişilerdi ve sonuçta Mehmet Ali Aydınlar, federasyon başkanı oldu.
Seçimden bir gün önce, Spor Toto Teşkilatı’nın yayınladığı ilan, o günlerde tepki görse de bugün gelinen noktada futbola en çok destek veren devlet kurumu tarafından büyük resmin nasıl görüldüğünün bir belgesiydi aslında.

Aydınlar, çalışma arkadaşlarının büyük kısmını futbol tarihimizde eşine pek rastlanmayan bir şekilde kulüplerin yönlendirmesini umursamadan kendi tercihleri doğrultusunda belirledi. Tahkim ve Disiplin Kurulları’nı futbolun ilişkiler ağının dışındaki yetkin ve saygın isimlerden oluşturdu.

3 Temmuz günü başlayan süreç, medyanın, kulüpler birliğinin ve soruşturmaya muhatap olan kulüplerin manipülasyon ve günü kurtarma stratejilerine rağmen, Türk futbolunda son birkaç aydır yaşanan reformist yapılanma dikkatle incelenirse sürecin tavizsiz şekilde ve basitçe adaletin yasalarda bulunan yaptırımları uygulaması ile sonuçlanacağını öngörmek sürpriz olmayacaktır.

Türk yargısı, hukuksuzluğun yaşam biçimi olduğu Türk futbolundaki beklentilerin aksine, hukuku ve adaleti tecelli ettirecektir. Mehmet Berk, Mehmet Ali Aydınlar, futbol ağalarının diş geçireceği isimler değil, bu kez durum oldukça farklı.

Önce iki adamın çok dik durması gerekiyor. Eğer gerçekten bu ülkede bazı şeylerin düzelmesi gerektiğine inanıyorsak, ateşten gömleği giymiş Berk ve Aydınlar’a güvenmeliyiz. Onların kararlarını sağlıklı verebilmesi için Türk futbolunu önemseyen herkesin bu süreçte daha sağ duyulu olması gerekmektedir.

19 Temmuz 2011, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Günahsız olan ilk taşı atsın‘’

Türk futbol ailesine mensup biri olarak; Türk futbolunda teşvik ve şike yok diyebilir misiniz?
Türk futbolunda organize bir şekilde suç işlenmiyor, diyebilir misiniz? Türk futbol kulüpleri mali
suçlara karışmaz, diyebilir misiniz? Üç büyükler bugünden geçmişe hiç şike, teşvik ve mali suça bulaşmamıştır diyebilir misiniz? Futbol federasyonları bu suçları hak ettiği şekilde cezalandırmıştır diyebilir misiniz?

Bir spor yazarı, yorumcusu veya spor medyasında yöneticilik yapan biri olarak; Yazdığınız yazılarda veya
yaptığınız yorumlarda, tuttuğunuz takımları kayırdınız mı? Yazdığınız yazılarda veya yaptığınız yorumlarda, tuttuğunuz kulübün başkan ve yönetimini kolladınız mı? Yazdığınız yazılarda veya yaptığınız yorumlarda, tuttuğunuz ya da bağlantıda olduğunuz kulüp başkanlarının rakip kulüpler ve başkanlarına kasten haksızlık yaptınız mı? Yazdığınız yazılarda veya yaptığınız yorumlarda, taraftar popülizmini kaşıdınız mı? Yazdığınız yazı ve yaptığınız yorumlarda, Türk futbolunu değil de, ekmek yediğiniz kurumu veya kendi ticari kaygılarınızı
kolladınız mı? Renkleri ne olursa olsun bir takım taraftarı olarak; Benim tuttuğum takım şike yapmaz ama rakipleri yapar diyor musunuz? Benim başkanım, yaşayacağım en büyük mutluluk yani şampiyonluk adına ne yapması gerekiyorsa yapmalı, rakip şike ve teşvik veriyorsa o da vermeli diye düşünüyor musunuz?
Şampiyonluk için aşırı borçlanıp yıldız transferler yapılmasına olumlu bakıyor musunuz? Türk Emniyet Teşkilatı’na, Türk Adaleti’nin savcı ve hakimlerine, tuttuğunuz takımların yönetim ve başkanlarından
daha mı az güveniyorsunuz?

Kendinizle yüzleştiğinizde bu soruların birine veya birden fazlasına ‘evet’ diyorsanız, bugün yaşananlarda büyük payınız olduğunu ve yargı süreci tamamlanmadan suçlu olduğunuzu itiraf edin. Yukarıdaki sorulara ‘hayır’ diyorsanız şimdi konuşma zamanınız, şimdi adaletin tecelli etmesini haklı olarak bekleyip, Türk futbolu için elinizden geleni ardınıza koymayın. ‘Evet’ diyenlerin ördüğü dokunulmazlık zırhı artık delinmiştir,
futbol artık hiç olmadığı kadar temiz ve adil olacaktır. Federasyon veya yargı ne karar verirse versin.

11 Temmuz 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’'GİT'‘’

Muhakkak Mahmut Özgener’in de yüreği kaldıramayacak bu duygusal yoğunluğu, büyük bir fedakarlık gösterip kalmaya çalışacak. Federasyon seçimleri yaklaştıkça futbol dünyasının nasıl samimiyetsiz ve ilkesiz bir düzlemde olduğu daha da belirginleşiyor.
Bu günlerde kimsenin Türk futbolunun hem sportif hem idari yönden içinde bulunduğu kaotik durumdan konuştuğu yok. Kimse kulüplerin içinde bulunduğu mali enkazı konuşmuyor, kimse 80 milyonluk ülkede neden hala 240 bin tane 13 yaş üstünde lisanslı futbolcu olduğunu tartışmıyor, medyanın büyük bir kısmı Bursaspor’a verilen cezayı az bile bulurken, kulüp başkan ve yöneticilerinin tribün gruplarını nemalandırmasının üzerine gitmiyor.

Medyada kulüpleri denetlemekle yükümlü Federasyon’un, neden bu denetim mekanizmasını çalıştıramadığı üzerine tek bir yazı yok. Hiddink’in paranın satın alabileceği en makul günü kurtarma tercihi olarak Milli Takım’ın başına getirilmesinin, 2012’yi geçtim, 2014 ve sonrası için de sportif bir vizyonsuzluğun örneği olduğu ne konuşuluyor, ne tartışılıyor. Ortada Türk Futbolu’nun geleceğine yönelik tek bir proje yok. Doğal başkan adayı Mahmut Özgener tek bir kelam etmiyor. Çünkü yorgun, yıpranmış ve bıkkın hatta çokça kırgın. Seçim yaklaştıkça daha ne şarkılar dinleyeceğiz, ne aşk filmleri ne tiyatrolar seyredeceğiz, ‘Federasyon Bineali’ de seviye açısından daha çok çadır tiyatrosu kıvamında olsa da, siyasette bir sanattır elbette.

Mahmut Özgener siyasi adabı bilen bir aileden gelir, temiz bir adamdır, bundan zerre şüphem olmadı. Kendisi bu sayfalardan yazdıklarımla ilgili bana kızgın ve kırgın olsa da, onu eleştirdiğim ana konu iktidar olmasına rağmen muktedir olamamış olmasıydı. Burada sorun kendince futbolun perde arkasını yönettiğine inandığı, yakın çevresini sarmalayan kişilerin şahsı ve icraaatları üzerinde kurduğu tahakkümdü.

Oysa Türk Futbolu’nun ana sorunu Özgener’in de çevresine konuşlanmış belli bir zümrenin tahakkümünün ta kendisidir. Şimdi Türk Futbolu’na bu sistemi yıkacak kudrette, arkasına bakmayacak ve gelecekte koltuk kaygısı olmayan bir başkan ve onu günü geldiğinde arkadan vurmayacak bir ekip lazım. Rüzgarınız bol olsun.

09 Haziran 2011, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Güneş'in kızları ve sporun adamları‘’

Finalde Vakıf Bank Güneş Sigorta Türk Telekom, nağmalup Şampiyonlar Ligi şampiyonu olarak Avrupa Bayan Voleybolu’nun en tepesindeki kulüp takımı olarak tarihteki yerlerini aldı.

Türkiye için bundan 10 yıl önce bırakın şampiyonlar çıkarmayı, böyle üst düzey bir organizasyona ev sahipliği yapmak bile hayaldi. Bugün, Dünya Bayan Voleybolu’nu domine eden ülke konumundayız.

Öncelikle bizlere böylesine büyük bir gurur yaşatan şampiyon kızlarımıza teşekkür borçluyuz. Sadece üç yabancı oyuncu ile ulaşılan şampiyonluğun bende bıraktığı haz ise tarif edilemez.

Dünyanın belki en garip isimli takımı Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom’a katkı sağlayan Vakıfbank’a, Güneş Sigorta’ya ve Türk sporunun ana destekçilerinden Türk Telekom’a da ayrı bir yer açmak lazım. Bize, “Sponsorluk desteği doğru kullanılınca hedefe nasıl ulaşılıyor?” sorusunun cevabını verdiler.
Sahada oynanan üst düzey voleybola ve mücadeleye, tribünlerin coşkusunu da katınca izleyici olarak katmerli bir keyif alıyorsunuz.

Bir de voleyboldaki bu büyük hamlenin mimarlarının hakkını teslim etmek lazım.
Kurumsal olarak başlarsak yıllarca kısır iç çekişmelerin egemen olduğu Türk Voleybolu’nun kaderini değiştiren Federasyon Başkanı Erol Ünal Karabıyık’ın bu inanılmaz başarıda çok büyük payı var. Karabıyık, son yıllarda yaptıkları ile bir spor federasyonunun nasıl yönetilmesi gerektiğinin el kitabını yazdı.
Görece dışardan gelip, içerdeki ilişkiler ağına set çeken, bildiği yoldan geri adım atmayan böylesine özel bir spor adamına sahip olmamız büyük şans.
Bu ülkede spor adamı olabilmek ve bulabilmek oldukça zordur. Bir spor ansiklopedimiz olsaydı, spor adamı başlığının karşılığına Mehmet Ali Aydınlar’ın fotoğrafını koymak yeterli olacaktır, diye düşünüyorum.

Mehmet Ali Aydınlar, ülke sporumuzda eşine pek rastlanmayan, sıradışı biri. Alıştığımız yönetici profilinin çok dışında, kendi başarı öyküsünü kendi yazmış bir işadamı, müthiş bir spor sevdalısı ve Fenerbahçeli’dir. Ancak, önce adam sonra da spor adamıdır, Aydınlar.

Türk Sporu için, Sezen Aksu’nun söylediği gibi “pamuklara sarmalayıp” saklanması gereken kızlarımıza, Erol Ünal Karabıyık’a, Mehmet Ali Aydınlar’a, Ömer Faruk Ergin’e binlerce teşekkürler.

İyi ki varsınız...

22 Mart 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Arena'daki hayalet‘’

3 dakikalık yürüyüş sonrası 4 dakika bekledikten sonra gelen pırıl pırıl metroya bindim ve 5 dakika sonra Seyrantepe istasyonunda indim.
Geniş yürüme yolları ile Seyrantepe metro istasyonu, Londra’nın yüz yıl önce yapılmış dar istasyonları yanında bir sanat eseri gibi duruyordu. Yine 4 dakikalık bir yürüme mesafesi sonrası bütün ihtişamı ile Türk Telekom Arena karşımdaydı. Güvenlik noktaları ve gişelerden geçip hemen koltuğuma oturmam ise toplam 8 dakikamı aldı. Yani İstanbul’un en çetrefilli trafiğinin olduğu Levent’ten stadyumdaki koltuğuma oturma yolculuğum yaklaşık 24 dakika sürdü.

Aynı yolculuğa Taksim’den çıksam yarım saatte yine koltuğumda oturur hale gelecektim demek ki. Benim gibi çocukluğunda bildiği tek yeraltı raylı yol Metro Han ile Karaköy arasındaki “Tünel” olan biri için bu hayal bile edilmeyecek bir ulaşım sistemiydi. Şimdiye kadar kullanmadığım için kendimi ayıpladım.

Türk Telekom Arena, iç mimarisi, akustiği, tribünlerin sahaya etkisi maksimize edilerek düşünülmüş inanılmaz bir stadyum olmuş. Henüz tamamlanmamış kısımlarına rağmen dünya çapında bir stadyum.
Galatasaraylı divan ve kongre üyelerinin ağırlıkta olduğu tribünde otururken, geçen hafta Erzurum’da son kez ziyaret ettiğim tesisler geldi aklıma, bu ülke ivmesini aldı sporda da gelişiyor diye düşünürken açılış töreni başladı.

Ne dedikleri stadyumda duyulmayan Simge Fıstıkoğlu ve Ali Kırca gecenin programını açıklamaya çalışırken, ‘Sayın Başbakanımız’ dediklerinde benim de bulunduğum tribün dahil birçok yerden ıslık ve yuhalama seslerini duyunca aklıma Dünya Basketbol Şampiyonası geldi ve nerede olduğumun farkına vardım.

Yani daha Başbakanımızın stadyuma gelmesinden, TOKİ Başkanı’nın konuşmasından saatler önce neler olacağı belli olmuştu. Açılış töreni mi yoksa okul müsameresi mi belli olmayan plansız ve programsız bir törende sık sık Adnan Polat’ın konuşmaları dev ekranlara verilerek mutsuz kitle daha da gerilmeye başladı. Ve bu gerginlik amatörce bir beceriksizlik ile körüklenerek, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na karşı yapılan o insafsız ve vicdansız “demokratik” tepkiye kadar devam etti.
Etrafıma baktım, bu ülkenin başbakanını ıslıklayanlara, yuhalayanlara ve hiçbir şey yapmadan sadece bu durumdan keyif alanlara baktım, utandım.



Maç başlamadan yaklaşık 45 dakika önce ben de kalktım gittim o stattan ve o insanların yanından. Bir Beşiktaşlı olarak değil, bu ülkenin bir ferdi, Galatasaray forması giymiş bir sporseveri, Türkiye tarihini ve de Türk spor tarihini biraz bilen biri olarak orada daha fazla kalamazdım, kalmadım da.

Sonra televizyondan Adnan Polat’ın açıklamalarını izledim. “Olayın sorumluları” yani başbakanı ıslıklayanlar ve yuhalayanlar tek tek belirlenip artık maçlara alınmayacaklar türünden bir şeyler söylüyordu. Acemiliğin, beceriksizliğin ötesinde bir şeyler olduğunu düşünmeye başladım çünkü böyle bir uygulama ne Franco ne Mussolini döneminde bile olmamış bir olaydı. Başbakan’ın “Diktatör” ilan edilmesiydi bu. Başbakan, Arena adı verilmiş bir sahnede incelikle hazırlanmış bir senaryonun, kötü adamı haline getirilmişti farkına varmadan.

Sonra düşünmeye devam ettim. Ne yaptı Recep Tayyip Erdoğan? ’60 İhtilali sonrası Beşiktaşlı futbolcuların formalarına harf harf Cemal Gürsel yazdırılması gibi Galatasaraylı futbolculara Recep Tayyip Erdoğan isiminin mi yazdırılmasını istedi? Ya da “Milli Şef” gibi Atatürk’ün aziz naaşı parasızlıktan Anıtkabir’e 15 yıl defnedilemezken, Dolmabahçe Sarayı’nın karşısına 4 yılda kendi ismi ile stadyum mu yapmıştı? Yoksa Şükrü Saraçoğlu gibi hem başbakanlık hem de kulüp başkanlığını mı yapmıştı?

Gelişmiş her demokraside tepki olur, olmalıdır da. Islıklamak hatta yuhalamak bile bazen kabullenilebilir eylemlerdir ancak bir de insaf ve vicdan vardır biraz da unuttuğumuz terbiye sınırları ve ananeler, tüm bunlar olmayınca “demokratik” tepkinin ölçüsü ve seviyesi onu gösterenler ile eş değer hale gelir, yerlerde sürünür. Cumartesi gecesi beyaz yakalı monşerlerin protestolarına ve halkın içinden Ultraslan’ın olumlu tavrına bakınca Türkiye’yi daha iyi anlıyorsunuz.

2
20 Ocak 2011, Perşembe 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Başkan'ın kırmızı fonu‘’

Yılbaşı üstü Beşiktaş’ta herşey sütliman giderken şu Habertürk ekonomi servisi sinirimizi oynattı. Almedia ve birkaç futbolcunun transferinin başkanın cebinden değil de “gizli” bir fon tarafından finanse edildiğini iddia ettiler. Sayın Demirören de apar topar NTV Spor’a çıktı, konunun uzmanları Rıdvan Dilmen ve Fuat Akdağ eşliğinde iddialara cevap verdi. Bu açıklamalar üzerine, bende kendi adıma Sayın Başkan’a sorular sorayım...

Gizlilik anlaşması gereği “gizli fon”un Almedia transferi için Beşiktaş’a 2 milyon Euro vermesi neden İMKB’den de gizlendi? BJKAŞ hissedarları bu gizlilikten nasıl etkilendi? Bu anlaşma için Demirören’e “Taksim’e heykelin yapılmalı” diyen sihirbaz Hüsnü Güreli’nin BJKAŞ hisse senedi var mı? Varsa bu bilgiyi Güreli ile ne zaman paylaştınız? Habertürk haberi yaptıktan önce mi yoksa sonra mı? Almedia’nın kuvvetle muhtemel gelecekteki karlı satış beklentisi ile BJKAŞ senedi alan yatırımcı, satıştan gelen meblağın tamamının değil yüzde %55’inin Beşiktaş’a kalacağı konusunda eksik bilgiye sahip olması karşısında SPK’nın tavrı ne olur?

Bu tip fonlar özellikle İsviçre’de Arap ve Rus sermayesinin paralarını futbolcu menajerleri aracılığıyla değerlendirirler. Kendi oyuncu (özellikle çok genç yaşta olanları) havuzlarını oluşturup, “kuluçka alanı” olarak kullandıkları kulüpler ve kendi kontrollerindeki futbolcular ile yapılan özel anlaşmalar aracılığıyla sermayedarlarına kazanç sağlarlar ya da sermayedarlarını kulüp sahibi yaparlar.
Demirören, Almeida gibi bir transferi 2 milyon Euro’ya “gizli” fonlayacağına, son 7 yılda yapılan tüm transferleri kendi cebinden, açıktan fonlasaydı, karın yarısını kendi cebine, yarısını Beşiktaş’a bıraksaydı sihirbazı bilmem ama ben heykelini Köyiçi’ne kondurmuştum bile.

Tabata ve onlarca örneği gibi aldığınız fiyatın 4’te 1’ine satamayacağız futbolcuya açıktan ve Beşiktaş’ın kasasından 8 milyon Euro ödeyeceksiniz, Almeida gibi aldığınızın birkaç misline satacağınız adamı 2 milyona “gizli” fonlayacaksınız. Bu tip karlı işler için İsviçre’ye veya başka bir yere gitmenize, gizli anlaşmalara gerek yoktu. Böyle bir ihtiyacınız olduğunu Papermoon’da yüksek sesle dile getirseydiniz, %45-%55 oranı ile Almedia’ya 2 milyon yatıracak onlarca Türk sermayedar kulübün önünde sıra olurdu.

Demirören’in NTV Spor’daki açıklamalarında bazı eksikler vardı. Biz sormaya devam edelim...

Almeida, Sayın Başkan’ın birkaç kez telaffuz ettiği gibi 10 milyona satılmazsa ne olacak? Mesela Almeida, 3 milyona satılırsa, %55-45 oranına göre fon 650.000 avro zarar etmesi halinde “gizli” anlaşmaya göre kim zararı nasıl paylaşacak? Böyle bir zarar beklentisi yoksa Almedia’nın satış garantisi nereden geliyor? Almedia’nın menaceri bu “gizli” fonun finansörlerinden biri mi? Eğer öyleyse bonservisi Beşiktaş’ta olmasına rağmen oyuncunun fiilen satış insiyatifi menacerinde olmuyor mu?

Şimdi diyeceksiniz ki sana ne... Alan razı, satan razı. Beşiktaş tek delikli kuruş ödemeden Almeida gibi bir futbolcuyu hem oynatacak hem de bu işten para kazanacak, daha ne olsun? İyi de o zaman bu “gizlilik” niye?

Sorularıma cevap gelmeyecektir. Gelmesini de beklemiyorum. Hoş, başkan ne açıklama yaparsa yapsın kongre ve taraftar memnun. Onlar sahada yıldız görmek istiyorlar, ucuza hatta beleşe kombine kart ve biletlerle dünya yıldızlarını seyretmek istiyorlar. Bedelini kendi ödemedikleri eğlencenin finansmanı onların umrunda değil.

NTV Spor’daki programda futbolda şiddet konusunda İspanya ve Türkiye’nin arasındaki kültür farkı (ne demekse) ile ilgili başkanın yorumları vardı ki, Cem Yılmaz’ın reklam filmindeki gibi gerçekten “Eğitim Şart”.

Umberto Eco’nun dediği gibi “Dünyanın en kolay şeyi bir takımı tutmaktır.” İş böyle olunca, insanın içinden “Ey Beşiktaş taraftarı! Başkan daha ne yapsın sizi mutlu etmek için?” demek geliyor.

31 Aralık 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI