Arama

Popüler aramalar

‘’Kaybetmedik!‘’

Ev sahibi grupta felaket bir durumda. Le Coq Arena dün gece tıklım tıklım dolar ve Estonya ev sahibi olarak son kozunu oynar diye düşünmüştük... Nerdeeee... Belli ki taraftar çoktan umudunu kesmiş. Bir avuç seyirci Esti Esti diye bağırıyor fakat nafile; Bizim gurbetçilerde yine üstünlük.
Hava soğuk, zemin bir tuhaf, atmosferde yukarıda belirttiğim gibi olunca, zaten ilk 20 dakikaya kadar baktık durduk, tık yok. Ardından Halil’in az farkla auta giden şutu, hemen takiben de Hakan Balta’nın direkte patlayan füzesi. Karşılaşmaya ağırlığımızı koymuştuk fakat ileri uçta bir türlü çoğalamadık. Maçta yarım saat geride kalmıştı, tam Halil işi bitirdi, kaleciyle karşı karşı kaldı, tecrübesiyle Ay-Yıldızı ekibimizi öne geçirir demiştik ki, Alman patentli forvet zoru başardı, meşin yuvarlağı kaleciye nişanladı, hiç yakışmadı kendisine!
İkinci yarıda ise kıran kırana bir mücadele vardı. Evsahibi uyandı, ilk 45 dakika sığ ve sert oyunundan vazgeçip Volkan’ı yoklamayı denedi. Yine de gol pozisyonlarını cömertçe harcayan milli takımımızdı.
Ama olmayınca olmuyor. Hatta Esti, son dakikalarda yüreğimizi ağzımıza getirdi. 3-4 kez “Nayır, nolamaz!” diye haykırdık...
Sonuçta maçta gol olmadı, puanlar paylaşıldı. Bitiş düdüğünden sonra tribündeki Estonyalılar sanki Dünya Kupası vizesi almış kadar sevindiler!

16 Ekim 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Servet, Tümer ve Mourinho...‘’

Türk Futbolu’nda şu sıralar sıradışı ve yoğun bir trafik yaşanıyor. 3 büyüklerde, ligde sadece 6 hafta geride kalmasına rağmen inanılmaz bir gerginlik var. Bir teknik direktöre veda edildi bile, diğer 2’si idam sehpasında. Açıklamalarıyla gündem yaratan yabancı ‘krallar’, yönetimle ters düşen yıldızlar. Milli takıma bakıldığında ise, durum farklı değil. 2010’a kadar sözleşmesi bulunan Fatih Terim’in geleceği, kadroya alınan ve alınmayan gurbetçiler, değer verilmeyen lejyonerler. Biraz topa basalım diyorum. Bir röportaj, bir fotoğraf ve bir basın toplantısı dikkatimi çekmişti geçen hafta. Nedenini sizlerle paylaşmak istiyorum...

Milli Takım Kaptanımız Servet Çetin, Milliyet’ten Erhan Telli kardeşimize 4 gün önce şu açıklamayı yapmış: “Türk futbolcusu Avrupa futbolcusu gibi değil, oynayamıyor diyorlar. Hem de eleştiriyorlar. İşte bütün maçlarda çıkıp sakatlığımıza rağmen oynuyoruz. Var mı Avrupa’da böyle bir futbolcu peki? Avrupa’dan gelip bize transfer olan bir futbolcuyu, ufacık bir problemi olduğu zaman sahaya çıkartabiliyor musunuz? Maçta oynatabiliyor musunuz? Oynatamıyorsunuz! Ben bunu övünmek için söylemiyorum, ama ben sadece elimden geleni yapmaya çalışıyorum...”
Hem Galatasaray’ın hem de Ay-Yıldızlı ekibimizin en çok güvendiği isim bu sözlerle kendisini savunuyor, yabancı yıldızlara gönderme yapıyor. Ben de merak ediyorum. Acaba bu yüzden mi Avrupa’da 2-3 oyuncumuzun dışında kimse dikiş tutturamıyor. Sık sık sakatlanan oyuncuların tekrar sahalara dönmesi beklenenden daha uzun zaman alıyorsa, sebebi bu mudur? Özellikle milli oyuncularımızın istikrar sağlayamamasının sırrı, Servet’in bu sözlerinde mi gizli! Bravo Servet, Türkiye seninle gurur duyuyor...

Tümer’in sıradışı karakter yapısından bahsetmek istemiyorum. Zaten kendisi de eleştirilmekten pek hoşlanmıyor; Kolundaki “Sadece Tanrı beni sorgulayabilir” dövmesi bunun kanıtı. Yine Fenerbahçe’den ayrılışı, ‘özel’ sebeplerden ötürü kısa Yunanistan macerası, EURO 2008 fiyaskosu ve Kanarya’ya dönüşü hep sessizce gerçekleşti. Fakat Tümer’in profesyonelce hareket etmediği kesin! Sakatlık döneminde bile kendine iyi bakmadığını biliniyor. Geçenlerde usta objektif Yusuf Dursun’un çektiği bir resme daldım. Luis Aragones, bir çalışma esnasında Tümer’e şefkatle yaklaşıyor, milli oyuncunun yanağından okşuyor. Belli ki, bir şeyler söylemek istiyor veya nasihatta bulunuyor. Ama nafile, Tümer kaçıyor. Elleri cebinde, kendisine gösterilen ilgiden rahatsız sanki! Herkes de merak ediyor; Tümer ne zaman yeşil sahalara dönüyor?

Milan-İnter maçının ardından, Şampiyonlar Ligi’ndeki İnter-Werder Bremen karşılaşması öncesi. Jose Mourinho basın karşısında. Gazeteciler Portekizli’nin yanlış seçimini sorguluyor. Bir basın mensubu, “Milan maçındaki taktiğiniz yanlıştı, kadro seçimi hatalıydı. Bu yüzden de mağlubiyet kaçınılmazdı” diyor. Başarılı teknik adamın yanıtı herkesi şoke ediyor: “O zaman Bremen maçı kadrosunu siz yapın. 11’i yazın, bana verin...” Gazeteci karşı atağa geçiyor: “Olur, yaparım ancak yıllık 9 milyon EURO maaşınızın yüzde 10’unu verirseniz...” Salonda gülüşmeler devam ederken son sözü Mourinho söylüyor ve golünü atıyor: “Benim kaç para aldığımı bile bilmiyorsunuz. Yıllık gelirim sponsor ve reklamlarla birlikte 14 milyon EURO...”
Keşke bu gibi diyaloglar bizde de yaşanabilse, futbolun sadece futbol olduğunu herkes anlayabilse...

14 Ekim 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Bana küfür yakışmaz...'‘’

Evet, Köln Teknik Direktörü Christoph Daum beni nihayet aradı. 1 hafta geçmeden aradı. İyi de etti, 1 hafta süre vermiştim, geçtiğimiz hafta Hürriyet Spor ekinde benim hakkımda söylediği iddia edilen çirkin sözleri düzeltmek için...
3 gün önce, cumartesi günü öğle saatlerinde telefonum çaldı. Belli ki Schalke galibiyeti kendisini havaya sokmuştu. ‘Merhaba Mehmet nasılsın” diye başladı. Ardından devam etti: “Yusuf Keskin’le konuşmuşsun. Bana kızmışsın. Seni iyi tanıyorum öfkelenmene gerek yok biliyorsun” faslından sonra kendisine bir soru sordum yüksek sesle: “Sen bana hiç küfür ettin mi? Daum cevapladı: “Mehmet sen bu mesleği tam 15 yıldır yapıyorsun. Seninle uzun süre çalıştık, zaman zaman tartıştık, zaman zaman da beni çok kızdırdın. Bunları hep yüzyüze yaşadık ve hallettik. Sana saygı duymasam şu an seni aramam. Ben kesinlikle böyle bir şey demedim. Yanlış anlamışlar. Sadece tartıştığımızı ima ettim. Bana küfür yakışmaz, hele hele telefonda asla! Bilmeni istiyorum...”
Evet, zaten Daum’un arayacağından emindim. Bekleneni, doğru olanı yaptı. Çok zekidir kendisi! Böylece Üsküdar’daki otelde yapılan röportaj sırasında aramızda kalması gereken sırrı kimse öğrenemeyecek...
Bir çift lafım da Christoph Daum’un yakın dostu Yusuf Keskin’e: Ne oldum deme! Ne olacağını düşün! Şu anda Daum’un dostuysan, bu fırsatı sana verenlere asla vefasızlık yapma! Aman ha!

30 Eylül 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Açıkla Daum! Açıklamazsan...‘’

Sevgili Mehmet Arslan, Christoph Daum’la Almanya’da müthiş bir röportaj yapmış Hürriyet’in spor ekine... Ve sonunda şu soruyu sormuş Köln’ün patronuna: “Fatih Terim bir spor yazarına telefonda küfür etti. Siz hiç bir spor yazarına küfür ettiniz mi?” Daum şu şekilde yanıtlamış: “İsim vereceğim. Bu tür bir diyalog Mehmet Demircan ile benim aramda yaşandı. O konuşmayı sadece özel olarak Mehmet Demircan’a yaptım. Ama canlı yayında değil. Kimse duymadı. Çok şeyi sineye çektim ama Mehmet Bey’in yaptıklarına dayanamadım. Ve onun hakkında düşündüklerimi söyledim. Mehmet Demircan, bir Galatasaraylı olarak benim Fenerbahçe ile yollarımı ayırmamda görev aldı ve başardı...”
Ve Mehmet Arslan dayanamamış ”Biraz daha açarmısınız” diye devam etmiş... Tecrübeli hocamız noktalamış: “Bir otelde yemek yedik. Ve röportaj yaptık. İki kişi vardı. Ve İngilizceyi iyi konuşamıyorlardı. Mehmet geç geldi. Yani röportajda Mehmet yoktu. Daha sonra röportaj yayınlandı. Ben Demircan’ın yazdıklarını söylemedim. Alman basını yaptığınız röportajı siz onay vermeden yayınlamaz. Türkiye’de ise istedikleri gibi yazıyorlar. Basın özgürlüğüne elbette inanıyorum. Ama bazıları bu özgürlüğü kullanmayı beceremiyor...”
Vay vay vay, Herr Daum! Şimdi bu olayla ilgili düşünüyorum da. Ya Christoph Daum, Mehmet Arslan’ı “yemiş”, ya da Christoph Daum kendi kendini “yedi”...
Çünkü:
1- 15 yıldır bu mesleğin içindeyim. Zaman zaman doğal olarak bir çok kişi ile tartıştım, ancak bana şimdiye dek kimse, en azından yüzüme karşı, küfür etmedi, edemez!
2- İngilizceyi iyi bilmiyorlardı diye tanımladığı 2 isim sayın Necil Ülgen ve Yalçın Uygun’du. Ülgen, Babı-ali’nin en iyi İngilizce konuşabilen Genel Yayın Yönetmenleri’nden biridir, Uygun ise mükemmel İngilizcesinin yanında İspanyolca’ya da çok hakimdir...
3- Daum’un Fenerbahçe ile yollarını ayırmasında görev yaptığım doğrudur; Ayrıntıları bir sırdır. Fakat yakında bu sırrı galiba tüm Türkiye öğrenecektir...
4- Bu röportaj benim imzamla değil, sayın Necil Ülgen’in anlatımıyla Fanatik Gazetesi’nin 16 Mayıs 2006 tarihli arka kapağında, ve 17 Mayıs 2006’ta birinci sayfasında yer almıştır...
Şimdi Christoph Daum’a sesleniyorum:
Mehmet Arslan’a benimle ilgili yaptığın çirkin yakıştırmaların gerçek olmadığını açıkla!
Ve hem benden özür dile hem de Hürriyet Spor Eki’nde çıkan haberi düzelt.
Bak sana 1 hafta süre! Açıklamazsan ben çok şey açıklayacağım ona göre...

24 Eylül 2008, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yastıkla çözülür‘’

Fatih Terim’i maç öncesi hiç görmedim. 90 dakika boyunca da, durması gereken alanın hep dışındaydı. Sürekli öfkeliydi, penaltı pozisyonunda yan hakemi etkilediğini düşünüyorum. Oyunun durduğu bir anda ise oyuncuma bile dokundu, hem de sahanın içinde... ‘Hareketi’ önce o yaptı. Terim kendini takımının üzerinde, bizim üzerimizde, hatta Türkiye’nin üzerinde görüyor. Bu hiç hoş değil. Maçtan sonra dakikalarca kendisini bekledim. Sahada onu aradım. Tebrik etmek için. Yoktu, sonra güvenlik görevlileri seyirciden çekinerek benim de içeri girmemi istedi. Fatih Terim’den maçtan sonra saygı beklerdim, görmedim...
H H H
Bu sözler Belçika Teknik Direktörü Rene Vandereycken’e ait. Tecrübeli çalıştırıcının tamamen haksız olduğu söylenemez. Etik olmasa bile, futbolun genel kuralları içerisinde İstanbul’a gelip, 1 puanla evine dönmeyi başarmıştır. Yaptığı ‘boynuz’ hareketi affedilmezdir, cezasını mutlaka çekecektir. Harekete hareketle cevap vermek ise insanı haklı durumdan suçlu duruma düşürebilir. Böylesine senaryolarla dolu sahneler futbol dünyasında ilk kez yaşanmıyor. Terim gibi usta bir liderin böylesine ucuz bir tuzağa düşmesi çok ama çok düşündürücüdür...
H H H
‘Anger Managment’ (Öfke yönetimi) adında bir komedi film izlemiştim. Terim’in dünkü duygu dolu basın toplantısından sonra hemen aklıma geldi. Peter Segal yönetti, Adam Sandler ve usta oyuncu Jack Nicholson müthiş bir performans sergiledi. Konusu kısaca şu şekilde: Bir işadamı zamansız ve yersiz öfkelenmenin bedelini ağır ödemeye başlıyor. Sonunda uçakta tanıştığı bir psikologla öfkesini yenmeyi, yönetmeyi başarıyor. Filmdeki yastık sahneleri enteresandı. Sinirlendiğinde yastığı dövüp, sıkıyorsun. Etrafındaki insanlara zarar vermemek için tabii ki...Tavsiye ederim.

12 Eylül 2008, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Teşekkürler Sinyor!‘’

Geçtiğimiz hafta, her sezon olduğu gibi Monaco’daki UEFA etkinliklerine katıldım. Şampiyonlar Ligi ve UEFA Kupası kura çekimi, Süper Kupa Finali ve bununla birlikte UEFA Başkanı Michel Platini ile sohbet toplantısı. Fakat bu defa Golden Foot ödülleri için de oradaydım. Fanatik Gazetesi, ilk kez medya partneri olarak bu muhteşem galada Türkiye’yi temsil etti. Bilindiği gibi, Türkiye’den gelen oylar sayesinde birinciliği Fenerbahçe’nin süperstarı Roberto Carlos elde etti. Bu sevindirici haber bir yana, ben sizlerle geçtiğimiz cuma günü çekilen UEFA Kupası’na geri dönmek istiyorum. Efsane isim Can Bartu’nun çektiği kuraya...

Yaklaşık 10 yıldır kuraları takip ederim. En şaşaalı olanları zaten Monaco’de gerçekleşir. Çünkü burada Şampiyonlar Ligi grupları belli olur, UEFA Kupası’nda güçsüzler elendikten sonra kafa takımlar bu şehirde bir araya gelir. Kısacası Avrupa’nın elit kulüpleri, başkanları ve yöneticileri bu çok önemli hafta sonunu Monaco’da geçirir. Kulisler ve büyük transfer görüşmeleri burada yapılır, imzalar burada atılır. Ve her yıl kuraya efsanevi isimler katılır. Dünyanın tanıdığı, futbol geçmişi başarılarla dolu birçok dev isim gelir, kurayı çeker ve gider...

Birkaç yıl öncesine kadar sayın Şenes Erzik’in bazı kuralarda şahsen bulunduğunu hatırlıyorum. Ancak son UEFA Kupası’nda beni gururlandıran ve yıllarca özlemini çektiğimiz bir olaya şahit oldum. İnanın çok duygulandım, tüylerim diken diken oldu. Siz de orada olsaydınız, eminim aynı duyguları yaşardınız. Ben biliyordum, Can abinin kura çekeceğini. Fakat salonda bulunan Avrupa futbol ailesi merakla bekliyordu. Zaten Sinyor Bartu anons edilmeden, kendisi hakkında verilen bilgileri duyunca herkes büyük şaşkınlık yaşadı...



Evet, 2009 UEFA Kupası Finali’nin elçisiydi Can Bartu. Şükrü Saracoğlu Stadı’nda oynanacak final öncesi Türkiye’yi, İstanbul’u, Avrupa’ya o tanıtacaktı. Tabii ki futbolu yakından takip edenler Can Bartu ismine yabancı değildi. Fakat Sinyor Bartu’nun bir önemli özelliğini kimse tahmin bile edemezdi. Güzel olan taraf da zaten buydu: “O, aynı günde Fenerbahçe formasıyla futbol takımını galip getiren golleri atmış, ardından da salona koşup basketbol takımını zafere taşırken potalara tam 10 sayı atmıştı”... Can abi salona girerken, müthiş bir coşku vardı, herkes onu ayakta alkışladı...

Aslında bu gururu yaşarken, bizzat kendisiyle görüştükten sonra sevincim daha da arttı. Kuradan sonra otelde buluştuğumuzda anonsu yapan kişiyi eleştirdi, “Ben basket maçında 10 sayı değil, 34 sayı attım. Delikanlı, önündeki yazıyı bile okuyamamış” diye öfkesini dile getirdi. Belçikalı gazeteci John Baetes’in söyledikleri ise ilginçti: Basket oynadığını zaten anladım. Topları eliyle o kadar iyi idare etti ki... Evet, Monaco’dan Can Bartu geçti! Teşekkürler Sinyor...

04 Eylül 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Doğru bildiği yoldan...‘’

Hep söylüyoruz. Avrupa arenasında artık kolay rakip, kolay maç yok diye... Millet işin ciddiyetini anlamış, öylesine asılıyor ki maçlara. Prestij bir yana artık Şampiyonlar Ligi’ne katılmak, kulüp kasasının tıka basa dolması anlamına geliyor. Bu yazdıklarıma paralel olarak önceki gece oynanan Anorthosis - Olimpiyakos maçını en güzel örnek olarak gösterebiliriz: Rum dostluğumuş! Geçiniz! Evsahibi söke söke hem de üç golle yendi rakibini...
Demek istediğim o ki, Devler Ligi’ndeki müthiş pastadan en ufak lokmayı mideye indirebilmek için inanılmaz bir mücadele, adeta bir savaş var. Ve beklentimiz o ki, bu pastadan Türk temsilcilerimiz de hakettiği geliri elde etsin. Bu açıdan baktığımızda Fenerbahçe’nin dün Belgrad’da müthiş bir oyun karakteri ortaya koyduğunu söylememiz gerekir. Kim ne derse desin, Partizan Avrupa tecrübesi fazla olan, rakip kim olursa olsun kendi saha avantajını iyi kullanan, müthiş seyircisi önünde en güçlü rakibine bile zorlanmadan direnebilecek hatta devirecek bir potansiyele, kadroya sahiptir. Bu açıdan baktığımızda Sarı-Lacivertliler’ın erken gelen 2 golden sonra gerçek kimliklerini ortaya koymaları, saygı duyulması gereken bir durum. Avrupa Kupaları’nda deplasmanda 1 gol atmanın ne kadar önemli olduğunu herhalde tekrar belirtmemize gerek yok.
Guiza ve Emre’ye büyük paralar harcamış Fenerbahçe’nin son yıllarda gerçekleştirdiği yıldız sirkülasyonunu artırarak devam ettirmesi için, hesabı İstanbul’da kesip ‘O’ müthiş pastadan büyük bir dilimi elde edecektir. Tıpkı, geçen sezon olduğu gibi...
Ben en çok Aragones’e güveniyorum 2 hafta sonraki maçta. Gerçekten de hiç taviz vermeyen, disiplinli ve sistematik bir şekilde doğru bildiği yoldan ilerliyor yaşlı kurt. Doğru bildiği yolda ilerlerken, kimsenin gözünün yaşına da bakmayacaktır kanısındayım. Ne formasını yere atan Kazım’a ne gerektiği kadar koşmayan ve mücadele etmeyen Semih’e ne de istediklerini yapmayan diğer oyunculara taviz verecektir. Çünkü takımın başarısı herkesten önce gelir. Doğrusu da budur, zira İspanya bu şekilde Avrupa Şampiyonu olmuştur...

15 Ağustos 2008, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’25 milyon Eurocuk!‘’

Canım annem hep uyarır, ama ben yine de bildiğimi yaparım. Eve, faturalar gelir. Elektrik, doğalgaz, telefon. Son ödeme tarihine bakıp, sallarım genelde. Son güne bırakmamaya, zamanında ödemeye çalışırım ama çoğu zaman, 2-3 geciktiririm. Eee, faiziyle birlikte tabii...
Sanki Galatasaray’ın ödeyeceği fatura da faiziyle birlikte çok ağır olacak gibi. Erken konuşmamak lazım ancak dünkü futbol kalitesi böyle düşünmemi gerektiriyor. Geçen günlerde bu muhtemel faturanın faiziyle birlikte ne kadar olabileceği konusunda çok güzel 2 haber yapmıştık; Korkmayın canım yaklaşık 25 milyon Euro’cuk’!
Bakınız, Sanctis alındı neden Aykut oynatıldıya takılmadım ben! Asla! O iş teknik bir mesela. Ha, bana sorarsanız böylesine önemli maçlar için alındı. Bizzat Skibbe kendisi söyledi. Avrupa tecrübesi olan bir kaleci istiyorum diye. Geçelim bunu. Peki ya dünyaca ünlü bir golcü nerede? “Bir kaç dolar” için neden iş bu turun sonuna kaldı. Kahin mi Galatasaray’ı yönetenler. Tur atlayacaklarını nereden biliyorlar? Bildikleri bir şeyler varsa bize de söylesinler...
Peki dün kötü müydü Sarı-Kırmızılılar? Bana göre hayır. Fakat, Ali Sami Yen’de sadece ismiyle ünlü bu takım karşısına, adam gibi 2 santrforla çıkacaksınız! Rakibinizi taraftar desteğiyle boğup atacaksınız! Ya da 25 milyon Euro’nun sadece hayalini kuracaksınız...
Umarım, Galatasaraylı futbolcular beni yanıltır, Aslan 2 hafta sonra Bükreş’te yine bir mucize gerçekleştirir. Yoksa hesap sorarım Skibbe’den vallahi! Bana söz vermişti çünkü! Şampiyonlar Ligi’ndeyiz diye...

14 Ağustos 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI