Arama

Popüler aramalar

‘’Sıkıntı büyük‘’

Düşünün, UEFA ve Süper Kupası’nı kazanmış bir takım, Türkiye’yi Şampiyonlar Ligi’nde sayısız kez başarıyla temsil etmiş, 4. yıldız için çıktığı maratonda sahasında oynadığı ilk maça seyircisiz çıkıyor. Elbette bu saatten sonra suçlu aramak mantıksız fakat tribünler boş olduğunda ne zevksiz oluyormuş be kardeşim maç izlemek, havaya girmek...

Telekom Arena sanki bir korku filmi sahnesi, ‘in cin’ top oynuyor adeta! Zemin her zamanki gibi yine berbat, unutmayın sezonun ilk maçı. Bu zemine yağmur ve kar indiğinde futbol nasıl oynanacak, hep beraber göreceğiz. Farkındaysanız şimdilik futboldan hiç bahsetmiyorum. Zira Sarı-Kırmızılılar’ın ne bir organize atağı var, ne de rakibe karşı üstünlüğü. Hatta Eskişehir’in birkaç kez önemli pozisyon bulduğunu da belirtmemiz gerekir. Ne yapıyor Galatasaraylı oyuncular; pas, pas, pas fakat ceza sahası önüne gelindiğinde ya bir hatalı hamle, ya da meşin yuvarlak dağlara taşlara. İlk 45 dakikada Aslan’ın tek olumlu sayabileceğimiz noktası, Bruma’nın çalışkanlığı!

İkinci yarıda bazı şeylerin değişebileceğini düşündük de, maalesef olmadı. İyimseriz herhalde ancak Galatasaray hakikaten dün akşam rezil bir futbol ortaya koydu. Orta yapamayan, korner kullanamayan, ara pası atamayan, verkaça girmeyen bir oyuncu topluluğu olabilir mi? Demek ki oluyormuş. Milli yıldız Olcan oyuna giriyor, bir kıpırdama olabilir diye heyecanlanıyoruz ancak sıfır orta
isabetiyle maçı tamamlıyor kardeşimiz...

Geçtiğimiz hafta kazanılan Bursaspor karşılaşmasında uyarıda bulunmuştuk, anlaşılan kimse dinlememiş. Muslera olmasa 1 puan da alınmayacak. Ha bir de dakika 86, kaptan serbest vuruş kullanacak ama sanki Galatasaray 3-0 önde, ağırdan alıyor beyefendi. Suç onda değil ki, ona kaptanlık bandını emanet eden de. Böyle giderse de düşünmek dahi istemiyorum, Prandelli kendisine hediye edilen, ucuna ip bağlanmış teneke kutularıyla birlikte Çizme’ye erken dönüş yapmak zorunda kalabilir. Evet, sıkıntı büyük...

14 Eylül 2014, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Akıllar nerede...‘’

Herkesin gördüğünü biz de gördüysek bunu da açık açık yazıp çizmezsek ayıp olur; en son söylemek istediğimi de en başından ifade etmek niyetindeyim!

Ay-Yıldızlı futbolcuların aklı nerdeydi bilemem ama hiç bir oyuncumuzun maça tam olarak konsantre olduğunu düşünmüyorum. Eee peki akılları nerdeydi diye sorarsanız, vallahi ben bilmem Fatih hoca bilir...

İlk yarıda hücuma hızlıçıkamadık, orta sahada top çeviremedik ve çok istekli rakibimiz karşısında tek bir pozisyon bile bulamadık. Defansımız dağınık, ortada Emre ve Selçuk isteksiz Arda ise çaresiz. Ev sahibi İzlanda, daha organize ve sanki bir Final maçı oynarmışçasına hırslı. Talihsiz golle soyunma odasına giren Millilerimiz, ikinci devrede de adeta teslim bayrağını çekmiş gibi görünüyordu. Ömer’in kırmızı kartıyla umutlar adeta tükenirken Burak da üç metreden kaleyi bulamayınca ev sahibi, ‘Türkiye gol atmak istemiyor, bari biz bir kaç tane daha atalım’ dedi...

Derken 2-0 hemen ardından da 3-0. İşte futbol böyle bir şey; İzlanda takımının tamamı Arda’nın tırnağı etmez ama rakip size 90 dakika futbol dersi verebiliyor. Fatih hoca maçtan evvel havanın çok soğuk
olduğunu söylemişti. Bana göre 2016 Fransa’ya böyle bir başlangıçtan sonra bu grupta havalar daha da soğuk olacak...

10 Eylül 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yepyeni bir macera‘’

Ay-Yıldızlılar için yeni bir maraton başlıyor. Yeni bir macera, yeni bir şans demek. Malumunuzdur, Avusturya ve İsviçre 2008’deki şovumuzdan sonra tüm Şampiyonalar’ı TV’den izledik. Brezilya’daki Dünya Kupası Finalleri ise HD kalitesindeydi... Futbolla yatıp futbolla kalkan, bu spora adeta tapan bir toplum olarak hakikaten özledik turnuvaları; Katılsak harikalar yaratıyoruz da, işte bir vize alabilsek, herkes mutlu olacak.

54 takımın 24’ü vize alacak

2010, 2012 ve 2014’ü transit geçmemiz futbolseverleri hayal kırıklığına uğrattı, herkesi bir o kadar da hırslandırdı. Milli takımımızın şanssız üç döneminden haberdar olan UEFA ne yaptı? Başkan Platini ülkesinde gerçekleşecek şampiyonanın bu kez 16 değil, 24 takımla oynanmasına karar verdi. Daha açık bir dille ifade etmek gerekirse gruplarda mücadele edecek 54 federasyonun neredeyse yarısı Fransa vizesini alacak. Grubu ilk iki sırada tamamlayan ülkeler direkt, üçüncü ise Play-Off’lardan sonra şampiyonaya dahil olacak. Grubumuza baktığımızda Ay-Yıldızlılar’ın bana göre en kötü ihtimalle 2. olarak finallere yürümesi gerekir.

‘Çok zorlu bir grup...’
Peki Türk Milli Takımlar Direktörü Fatih Terim ne demişti bu grup için? “Çok zor!” Kendine göre haklı. O kadar zor ki belki de yine Play-Off’lara kalacağız... Zaten ilk torbadan kuraya katılan takımdan (Hollanda) puan veya puanlar alamıyorsanız, elbette ki tüm gruplar zor. FIFA sıralamasına baktığımızda Çekler bizden çok gerilerde. İzlanda ve Letonya da öyle. UEFA ülke sıralamasında da durum aynı.

Kimse bahane uydurmasın

Biz bu gruptan en kötü ikinci olarak çıkmak zorundayız. Vay İzlanda’da volkan patlamış, vay Kazakistan’a uçuş süresi uzunmuş ya da Letonya’da çim donmuş artık bu bahaneleri kimsenin dillendirmemesi gerekir. Hedefi en yüksekten göstermeliyiz. Çok iyi hatırlıyorum, 2008 finalleri öncesi yapılan grup maçlarında o dönemin asbaşkanı Affan Keçeci, “Bizim hedefimiz gruptan çıkıp finallere katılmak değil. Bizim hedefimiz Şampiyona’da final oynamak” demişti. Bu kadar iddialı olmasını garipsemiş, eleştirmiştim kendisini. Turnuvadaki performansımızdan sonra ise Affan Bey’den özür diledim. Dedik ya, şimdi İzlanda karşılaşmasıyla yeni bir macera başlıyor. Genel Yayın Yönetmenim Necil Ülgen’le konuştuk. Biz her halukarda Fransa’da olacağız. İnşallah hep beraber...

09 Eylül 2014, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çok şanslıyım...‘’

Evet, ben çok şanslıyım çünkü Süleyman Abi’yi 12 yıl önce tanıma fırsatı buldum. Meslektaşlarım Coşkun Türk ve Mustafa Anıklı sayesinde de dostluğumuz bir hayli pekişti. Çok şanslıyım çünkü Süleyman Abi’nin evinde gazetem adına birbirinden güzel röportajlar yaptım. Çok şanslıyım çünkü Süleyman Abi’yle sık sık rakı masasında birlikte oldum, O’nun sayesinde müthiş çevre edindim. Sohbetine doyum olmazdı. Verdiği öğütler tam kişiliğini yansıtan cinstendi; Adam gibi adamdı, kimseye zarar vermezdi, kimsenin hakkında kötü konuşmazdı, kalbi temiz, gönlü sıcaktı. Çok şanslıyım çünkü O’nu yaklaşık 10 gün önce Zafer Büyükavcı kardeşimle hastanede ziyaret ettik, birlikte son çayımızı içtik. Çok şanslıyım çünkü nikah şahitliğimi yaptı, aileden biri oldu adeta. Evet, doğru söylüyorum aileden biriydi benim için Süleyman Abi; Beni kırmadı, hiç yapmadığı bir şeyi yaptı ve evimize misafir oldu, ‘bizim aileyle’ yemek yedi. Zaten bizim aile dediğim kişiler kendini bilir. 3-5 kişiydik. Hep beraber olurduk. Süleyman Abi kalabalığı da sevmezdi zaten, istemediği insanlarla da asla beraber olmazdı!

Bunu neden mi söylüyorum; Önceki gece TV izlerken bir baktım ki, Süleyman Abi böyleydi, Süleyman Abi şöyleydi, Süleyman Abi’yle şunu yaptık, Süleyman Abi’yle bunu yaptık. Hadi ordan, bırakın bu işleri! Süleyman Abi sizin gibi sülüklerle hayatta aynı masada oturmazdı. Bırakın aynı masada oturmayı, size selam bile vermezdi! Çünkü Süleyman Abi İYİ insandı, sadece iyi insarlarla beraber olurdu. Sizlerin çoğu ise Türk Futbolu’ndaki pisliğin, kötülüğün esiri olmuş, düzenin de böyle devam etmesini isteyen defolu insanlarsınız! Bir dönem ona çok acı verdiniz. Emin olun Süleyman Abi size hakkını helal etmemiştir!

Son olarak; Süleyman Abi’nin yöneticilik yaptığı dönemde mesela TSYD turnuvası vardı, 3 büyüklerin taraftarı maçları aynı tribünde birlikte izlerdi. Süleyman Abi zamanında hoşgörü vardı, sevgi ve saygı vardı. Süleyman Abi zamanında kavga asla yoktu, ne futbolcular, ne de yöneticiler arasında. O herkesin ağabeyiydi. O’nun sayesinde Türk Futbolu temiz kaldı. Peki ya şimdi? İtibarı sıfıra inmiş Türk Futbolu uzatmaları oynuyor. O yüzden yapacağımız tek şey, Türk Futbolu’nun tekrar ayağa kalkması için Süleyman Abi gibi yönetici ve insan yetiştirmek, onlara sahip çıkmak...

15 Ağustos 2014, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Dost acı söyler...‘’

Çok iyi hatırlıyorum, Hamit ile Halil Almanya’daki müthiş performanslarıyla dikkat çektikten sonra Ay-Yıldızlı kadroya dahil olmuşlardı. Özellikle Hamit’in Milli Takıma katkısı gerçekten önemliydi, hakkını da yememek lazım. Sonrasını biliyorsunuz. Real Madrid’de boş geçen bir sezon ve ardından Galatasaray. Milli takıma yeni katıldıkları o dönemde ikilinin benimle yaptıkları bir röportajda Türkiye Süper Ligi’ni kesinlikle düşünmediklerini ama uzun vadede her şeyin mümkün olabileceğini ifade etmişlerdi...

Para işte, birçok zaman karşı koymak imkansız, elinizde olmayan nedenlerle, sarfettiğiniz sözleri unutmak zorunda kalabiliyorsunuz. Geleceğinizi de düşünerek, kariyer planlamanızı bir kenara bırakıp sonradan da anlaşıldığı üzere yanlış! kararlar verebiliyorsunuz. Hem siz üzülüyorsunuz, hem de karşı tarafı fazlasıyla mahcup ediyorsunuz. Futbol geleceğiniz büyük yara alabiliyor ancak dişinizi sıkıp, sonun gelmesini bekleyebiliyorsunuz. Hatta yeni hocanıza, ‘Ben sağ bek pozisyonunda oynamam’ dahi diyebiliyorsunuz...

Hamit kardeşimi uzun süredir tanırım. Açık söyleyeyim, çok da severim. 4 yıl önce FIFA tarafından Dünya’da ‘Yılın Golü’ ödülünü aldığında onu törende bizzat ilk tebrik eden bendim. Merttir, bir şey söylemek istiyorsa, çok açık ve net konuşur! Gelin görün ki, Galatasaray’da şu kısır geçen döneminde sürekli konuşmamayı tercih etti. Beni şaşırtan aslında onun konuşmaması değil de, ona kimse bir iki çift laf etmedi. Yaklaşık 1 yıl önce sakatlandı, hala düzelemedi ve sessizliğini korumaya da devam ediyor...

Şimdi diyeceksiniz ki ‘Sen nereye varmak istiyorsun?!’ Anlatayım; Hamit bizim evladımız burası tamam! Geldiğinden beri sadece Schalke’ye attığı harika golü hatırlıyorum. İnsan evladına sahip çıkar. Ona da varım da, insaf be kardeşim. Hiç sormazlar mı? Galatasaray’a geldiğinden beri ne verdin. Ne aldın olayına girmek istemiyorum, çünkü alan razı veren razı... Yine de mert bildiğimiz Hamit’in artık kendine şu soruyu sorması gerekmiyor mu? ‘Ben formasını dahi giyemediğim takıma hiç katkı sağlayamıyorum, neden hâlâ buradayım?’

Ben Hamit kardeşime bir tavsiyede bulunacağım... Bak kardeşim, Prandelli de şans verdi ama olmadı. Sahaya çıktığında elinden geleni yapmaya çalışıyorsun ama eskisi gibi ne adam geçebiliyorsun, ne de orta yapabiliyorsun. Sen en iyisi, Almanya’dan gelen teklifleri değerlendir. Tıpkı ikizin Halil gibi... Halil de Bordo-Mavililerin astronomik teklifine, ‘evet’ demek zorunda kalmış ancak isteneni verememişti. Fakat aynı Halil şimdi Augsburg’da çok mutlu. Trabzon’da kazandığının 4’te birini kazanıyor ama kafası rahat. Gel, sen de ‘yuvana’ geri dön, hem kendini hem de kulübünü rahatlat...

14 Ağustos 2014, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bundan iyisi...‘’

Futbolu özlemişiz, Bursaspor’un talihsiz elenişinin ardından sezonun aslında ilk büyük karşılaşmasıydı Feyenoord-Beşiktaş. Ne de olsa Devler Ligi, Champions League...

Rotterdam’da alışılmadık hava, güneş ışınlarını engellemek için elimiz alnımızda derken ilk çeyrek sonrası Bilic’i sevindiren gol geldi Pektemek aracılığıyla. Vallahi açıkçası herkes şaşırdı kaldı; gerçi Beşiktaş, sahaya bakıldığında daha derli toplu ve kendinden emin bir oyun ortaya koydu. Rakip, gençlerle daha istekli ve çabuk oynamaya çalıştı ama, sadece istekle olmuyor. Feyenoord, genelde soldan gelmeye çalıştı. Boetius’la tehlike yaratmayı denedi fakat ya Serdar’a takıldı ya da yaptığı ortalar dağlara taşlara gitti.

İnsan bir tane isabetli orta yapamaz mı? Yapamazmış... Bir de forvetleri Vrede vardı; Hollandalı meslektaşlarımla devre arası dalga geçtim. Yahu dedim bu satılan Pelle’nin çakması dahi olamaz... Gelelim ikinci devreye. Beşiktaş 1-0’ın verdiği rahatlık ve özgüvenle oyunu kontrol etti diyebiliriz. Sahada en formsuz isim Oğuzhan’dı derken Bilic ta karşı tribünden bizi duymuş olacak ki, Demba Ba’yı, milli oyuncunun yerine sahaya sürdü. Kartal rakibin ipini çekmek için inceden inceye fırsat kolluyordu. İşte o anlardan birinde Kerim öyle güzel geçti ki rakibini, bizler ayağa kalktık ve turu getiren ikinci gol geldi. Fakat Türk futbolunun kanayan yarası lüzumsuz ‘gol yeme’ alışkanlığı dün de sahnelendi ve uzatmanın son saniyelerinde gelen penaltı golüyle
karşılaşma 2-1 sona erdi.

Yazıma son vermeden önce, yine de bundan iyisi Şam’da kayısı diyorum, maçın adamını Atiba Hutchinson olarak ilan ediyorum ve en önemlisi bir sonraki tur için şu önemli uyarıyı yapmak istiyorum; şayet Beşiktaş gruplara kalmak istiyorsa Necip, Olcay ve özellikle Oğuzhan gibi yetenekler, dünkü performanslarının kat ve kat üstüne çıkmak zorunda! Benden söylemesi...

31 Temmuz 2014, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’İyi, kötü, çirkin‘’

Bunlar tabii ki harika. İYİ şeyler, güzel şeyler de, imaj ne durumda. Türk Futbolu'nun imajı! UEFA, FIFA ve diğer güçlü futbol ülkeleri karşısında durumumuz nedir? Başarılarımız yeterli mi? Turnuvalarda neden yokuz, şampiyonalara istikrarlı bir şekilde gidemiyoruz ve bizleri, hakkını yemeyelim mükemmel bir şampiyona başarısı gösterdiler, Cüneyt Çakır ve ekibiyle avutmaya çalışıyorsunuz...

Neyse dedik ya, adı üstünde, mali genel kurul. Ama Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu durur mu hiç; Yine çıktı kürsüye, mükemmel başladığı konuşmasını bana göre çok KÖTÜ bitirdi... Sayın Başbakan'a kendilerini şikayet edenleri dalkavuk ve simsarlıkla suçlarken belki de şunu unuttu: Yahu şimdi suçladığım bu adamlar da bana demez mi “Trabzonspor’a başkan olduğunuzdan beri sayın Başbakan'ın hiçbir mitingini, toplantısını kaçırmıyorsunuz. Bu nasıl iş...”

Vukuatsız bir Genel Kurul’u geride bırakacağımızı düşünürken, toplantı sonunda Türk Futbolu’nun önemli 2 başkanı gereksiz bir tartışmanın da içine girdiler. Hem de kameralar önünde. Bu da dünün en ÇİRKİNİN fotoğrafıydı. Gerçi hem Otyakmaz hem de Hacıosmanğlu şike ve teşvik davasını ne kadar konuşurlarsa konuşsunlar, Türk Futbolu’nu yönetenler o davayı sümenaltı etti de bitti bile!

Kısacası yeni sezonda yeni bir film vizyona girecek ve bu ülkede namuslular namussuzlar kadar cesur olmadıkça, Türk Futbolu’nda hiçbir şey değişmeyecek.

22 Temmuz 2014, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Üzülme Arda...‘’

Dün sabah kalktığımızda Türkiye’den gelen deprem haberiyle yüreğimiz ağzımıza geldi... Ailemizle konuştuktan sonra rahat bir nefes aldık. Fakat bir futbolsever olarak ikinci ‘depremi’ finalden 1 saat önce yaşadık; İlk 11 bir kenara, Lizbon’da taraflı tarafsız herkese ‘Türkiye’nin gururu’ diye tanıttığımız süperstar Arda, 18 kişilik kadroda yoktu! Daha dün antrenmanda kendisiyle selamlaşmıştık, kritik maçta forma giyeceğini umuyorduk. Ama o müsabaka başladığında giydiği takım elbisesiyle tribünlerden destekledi Kırmızı-Beyazlılar’ı. Dedik ya dün taraftık. Arda oynasın oynamasın safımız belliydi. E nasıl olsa Diego Costa vardı. Sırbistan’da alternatif tedavi görmüştü. Gerçi İtalyan meslektaşım Max maçtan önce uyarmıştı, “Mehmet inan bana, maç başlar Diego 3 dakika sonra çıkar!”

3 değil de 9, farketmedi, Atletico ilk değişikliğini yapmak zorunda kaldı. Nasıl bir hata bu Simeone!!!

Karşılaşmanın başından itibaren Real daha istekli, ancak rakip çok kontrollü. Şampiyonlar Ligi’nde son 29 maçta 37 gol atan Ronaldo sessiz, 100 milyon Euro’luk Bale de topu boş kaleye gönderemeyince, yarım pozisyon ve Casillas desteğiyle Atletico ilk yarıyı sürpriz bir şekilde önde bitirdi. İkinci devrede Atletico birkaç kez farkı ikiye çıkarmak için cılız ataklar yapsa da, Real yine topa daha fazla hakim ve olgun atak girişimlerinde bulunan taraftı. Hele bir son 20 dakika vardı ki, etten duvar örülü defansla Courtois devleşti, fakat uzatma dakikalarında Ramos’un golüne engel olamadı: 1-1. 15’er dakikalık uzatmalarda maalesef Atletico işi penaltıya götürmek için elinden geleni yaparken 110. dakikada Bale hem ilk yarıdaki amatörce şutunu affettirdi hem de ‘Bu adama da bu para’ verilir mi sorusunu soranlara tokadı yapıştırdı, Marcelo ise son noktayı koydu. Olsun üzülme Arda kardeşim sen zaten kupalar kazandın, İspanya şampiyonu oldun elbette bir gün bu kupanın da sahibi olacaksın...

Son olarak şunu belirtmek isterim ki benim bir hayalim var, belki hayalden de öte. Geçen yıl önce finalde Almanya derbisini izledik, bu defa Madrid derbisi bizi büyüledi, peki seneye Berlin’de neden bir İstanbul derbisi izlemeyelim...

25 Mayıs 2014, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI