Arama

Popüler aramalar

‘’Süper bir başlangıç!‘’

Değişik bir futbol anlayışının parçası olmak istiyorum. İspanya’da tek bir yarış var. O da Barcelona ile Real Madrid arasında. Bir şeyler kazanmak için bu iki takımın formasını giymen gerekiyor. Yoksa kariyerini kupasız tamamlıyorsun.” Evet, Negredo geçtiğimiz sezon 25 gol atarak en başarılı İspanyol forvet seçilmesine rağmen ülkesini terk etti. Ligindeki kısırlıktan ötürü; şampiyon ya Barcelona ya da Real Madrid.
Şöyle bizim buraya baktığımızda çok farklı bir tablo yok gibi. Beşiktaşlılar darılmasın ancak Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki rekabet bir hayli derinleşti, bu başarı endeksinde de farklı gözükmüyor. Hal böyle iken, İspanya ile ülkemiz arasındaki başka farklılıklara gözatmakta fayda var. Tehlikeli boyutlara gelen farklılıklar...
*******
İspanya’da gerçekten de tatlı bir rekabet var. Özellikle de ‘El Clasico’ diye tabir ettiğimiz Real-Barça kapışmaları öncesi demeçler havada uçuşsa da seviye korunabiliyor, futbolun özünden hiç ödün verilmiyor. İyi analiz edildiğinde konuşanlar genelde futbolcular ve teknik adamlar. Çünkü sonucu sahada onlar belirleyebiliyor. Tribünlerde küfür nadiren söz konusu iken, protestolar beyaz mendille yapılıyor. Kulüp başkanları camiaları temsil ettikleri için demeçlerini abartmıyor, şiddeti tetiklemekten uzak ancak iddialı sözler sarfediyor. Yöneticiler ise görevleri ‘yönetici’ olduğu için sadece yönetiyor, konuşmuyor! Şahsen bu kulüplerde kimlerin yönetici olduğunu dahi bilmiyorum. Aslında bilmek de istemiyorum!
*******
Evet, son dönemde Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki söz düellosu artık futbolun da dışına kaymaya başladı. Taraflar sürekli suçlu ararken, adeta demeç savaşı yaşanıyor. Resmi sitelerde art arda yayınlanan bültenleri takip edemez hale geldik. Bak söylüyorum, bu gidişat hiç de hayırlı değil. Bu gidişat futbolumuza zarar veriyor, zarar vermeye de devam edecektir. Bu kine, nefrete bir an önce son verilmesi gerekiyor. En büyük görev de haddini aşan yöneticilere düşüyor. Pazar günü oynanacak Süper Kupa, ‘Süper’ bir başlangıç için iyi bir fırsat. Temennim bu ortamda sağlıklı bir rekabet için start verilir, herkese de örnek olur...

09 Ağustos 2013, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Her gün bir iyilik‘’

“Günümüz futbolundaki negatif gelişmeler, kamuoyunu da olumsuz yönde etkileyebiliyor. Bu negatif elektriği yok etmek için aklıma birden müthiş bir fikir geldi. Hollandalılar olarak şu şekilde bir başlangıç yapalım; bugünden itibaren her birey, başka bir bireyi mutlu etmek için günde 3 iyilik yapmış olsa, bu günde 45 milyon olumlu hareket yapar. Haftada 315 milyon ve ayda 1 milyardan fazla iyilik. Kısacası iş çok basit. Karşındaki insana günde 3 güzel laf veya güzel bir jest. İnanıyorum ki 3 ayda üzerimizdeki tüm gerginlik ortadan kalkacaktır. Hem de ücretsiz.” Bu sözler Dünya Futbolu’nun unutulmaz yıldızı Johan Cruyff’e ait. Adamın düşündüklerine bakın yahu. Sanki Hollanda Futbolu batıyor! Fakat ‘Sarı Fare’nin söyledikleri hoşuma gitmedi değil! Bu nedenle ben de muhteşem fikri kopyalayarak, özellikle Türk Futbolu’nu yönetenlere, yani yöneticisine, futbolcusuna, medyasına kısacası ‘top’una sesleniyorum; siz de artık bir iyilik yapın. Hem kendinize hem de karşınızdakine! Cömert davranacağım; 3 iyilik değil günde tek bir jest de ülke futboluna ilaç gibi gelecektir:
Yıldırım Demirören: Gönderilmeden gitmek daha iyi, bana eyvallah beyler!
Ünal Aysal: Keşke 3 Temmuz döneminde Fenerbahçe’nin yanında olsaydık...
Aziz Yıldırım: Yeni teknik direktörümüz Yılmaz Vural.
Fikret Orman: İnönü Stadı’nı yıkmıyorum!
Fatih Terim: Tüm hakem camiasından özür diliyorum.
Aykut Kocaman: Yeni çalıştıracağım takımın kaptanı Alex olacak!
Samet Aybaba: Sözleşme gereği alacağım tazminatı feda ediyorum.
Arda Turan: Bundan sonra kazanacağım reklam gelirleri, GS altyapısına.
Emre Belözoğlu: Başta Zokora olmak üzere, kırdığım herkesten özür diliyorum.
Hakan Şükür: Yorumculuğu bırakıyorum, ilk meclis toplantısında soru önergesi teklifinde bulunacağım.
Şansal Büyüka: Emeklilik vakti geldi...
Serhat Ulueren: Söz veriyorum, gizli kayıt, gizli kamera artık yok.
Ahmet Çakar: Bir temmuz akşamı, yer İsviçre Nyon, otelin ismi Balzak, görüşen şahsın ismini de bu defa veriyorum, Ahmet...
Siz siz olun, her gün bir iyilik yapın...

20 Haziran 2013, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Çekirge!‘’

Hem de hakederek! Valla böyle sezona ne söylenebilir ki; Ezici bir üstünlükle lig, şimdi de en büyük kupa, haftaya da Almanya Kupası... (Kupada Stuttgart’ı, Bayern’e rakip görmüyorum. O kadar da iddialıyım.) Dortmund ve Bayern’in nasıl finale geldiklerine bakarsak, tabii ki futbolseverler dün sansasyonel bir müsabaka beklentisi içindeydi.

Sarı-Siyahlı formalı gençler, Avrupa’da bu sezon en çok gol atan ekibe karşı bir sürpriz peşindeydi. Favori Bayern’di ama maça Klopp’un öğrencileri daha atak başladı, oyunun kontrolünü ele geçirdi. Bayern ilk pozisyonunu zaten 26. dakikada buldu. Kısacası çok kısır bir ilk yarı izledik Wembley’de...
İkinci 45’te ise işler tersine döndü. Bayern daha istekli daha agresif ve topa daha çok sahip olan taraftı. Sağlı sollu ataklarla ezeli rakibini adeta ablukaya aldı. İşte bu organize ataklardan birinde Türk kulüplerin gözdesi Robben soldan yapacağını yaptı, mükemmel asistiyle sezonun en formda ismi Mandzukiç’e servisini yaptı!

Bayern seyircisi çılgınlar gibi sevinirken ve herkes “İşte tamam bu defa oldu” şeklinde düşünürken karşılaşmanın en iyi adamlarından Dante penaltıya neden oldu ve bizim çocuk İlkay Gündoğan büyük bir cesaret örneği gösterip tam tamına 86.298 seyircinin önünde eşitliği getiren golü kaydetti. Ama dedim ya bu yarı Bayern daha diri olan takımdı, Dortmund yorulmuştu. İşte ‘Altın vuruşu’ maçın yıldızı seçilen Robben yaptı, takımına nihayet Devler Ligi’ni kazandırdı. Galiba Robben’i almak isteyen kulüplerimiz bu transferi gerçekleştirmek için birkaç gayrimenkul satmak zorunda kalacak.

Son sözüm de Türk futbolunu yöneten ‘çok bilmişler’e: varyasyona girmenize gerek yok. Futbolu yeniden icat etmeniz de gerekmiyor. Almanya’dan futbolcu ihraç edeceğinize bu finali oynayan iki kulübün sistemini irdeleyin, kopyalayın. İnanın bakın, onların bu başarısı tesadüf değil! Başarılar!

26 Mayıs 2013, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bitsin bu şiddet kimse ölmesin...‘’

Mesela bir Fenerbahçe Atalanta maçı, veya Beşiktaş Dortmund ya da karlar altında oynanan Galatasaray Werder Bremen...Tribünleri çok iyi hatırlıyorum da, TSYD Kupası da aynı döneme denk geliyor, taraftarlar stadı yarı yarıya paylaşırlardı. Futbolu takip edenler çok iyi hatırlar, derbi müsabakaları dahil karışık tribün manzaraları da sıkça görüntülenirdi.

O dönem Süleyman Seba zamanıydı, gariptir ki, ‘Büyük Başkan’ ne zaman elini futboldan çekti, vandalizm hortladı, şiddet önlenemez boyutlara geldi. Günümüze bakıyoruz, özellikle de Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki ‘En büyük benim’ naraları futboldan nefret etmemizi sağlayacak durumda. Son derbideki manzaralar, bir gencin öldürülmesi bardağı taşıran son damlaydı. O yüzden benim bir önerim olacak:

********

Galatasaray ile Fenerbahçe birlikte bu işe el koymalı. Aklımda bir ‘Barış maçı’ var. İki takım futbolcuları da örnek davranış sergileyerek, daha önce yaptıkları hatalardan ders almalı, Fenerbahçeli oyuncuları sahaya rakip takımın formasıyla, Galatasaraylılar ise Sarı-Lacivertli formayla çıkarak tüm ülkeye, hatta dünyaya bir mesaj vermeli: Bitsin artık bu şiddet, nefret ve kavga, kimse ölmesin futbol yüzünden... Evet her iki kulüp de birleşip, tüm dünyanın dikkatini çekecek böylesine önemli bir mesaj içerikli organizasyonu gerçekleştirebilir, gerçekleştirmeli de!

Çünkü, bu ülke daha fazlasını hak ediyor. Bu ülkenin futbolseveri sadece futbol izlemek istiyor, bu ülkenin taraftarı adam gibi maça gidip, gerekirse formasını da giyip, eğlenmek sevinmek ve sağ salim evine dönmek istiyor!

********

Son sözüm de Türk futbolunun gerçek holiganlarına; Yani birkaç yönetici, futbolcu, taraftar ve sözde gazeteci! Yeter artık! Şahsi kavgalarınızla, menfaat sağlayarak ortamı germekten vazgeçin! Kendinize gelin artık! Ya adam gibi özeleştiri yapıp, hatalarınızdan ders alın, ya da Türk futbolundan elinizi çekin!

15 Mayıs 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Süper Lig 2013-2014‘’

Arayanların söylediklerini duyunca, ‘dünyadan haberimiz yokmuş’ dedim kendi kendime... Okuyun, siz de aynı fikirde olacaksınız...

Bursaspor’dan ayrılan, yapılan tekliflere, “Sezon sonuna kadar hiç bir kulüple masaya oturmayacağım” diyen Ertuğrul Sağlam’ın Arjantin’e uçması, zaten garibime gitmişti. Öyle ya; hem takım çalıştırmayacak hem de yaklaşık 3 hafta Buenos Aires’te futbolcu izleyecek!

“Ateşle barut yan yana geldi” diyerek Trabzonspor serüvenine bu kez ‘teknik adam’ olarak start veren Tolunay Kafkas’ın her maç kulübede neden bu kadar heyecanlandığını böylece öğrenmiş oldum! Aldığım istihbarata göre Kafkas, Trabzon’da kesin olarak kalıcı değil... Her 3 puandan sonra şampiyon olmuş gibi sevinmesinin ardında da bu yatıyormuş. Yeni sezonda Trabzonspor’un başına getirilmesi planlanan isim hiç de yabancı değil... Bir zamanlar Bordo-Mavi forma altında attığı gollerle tribünleri coşturan bir isim! Kim mi? Elbette Şota Arveladze... Bu da nereden çıktı demeyin! Çünkü Kasımpaşa da yeni sezon için teknik direktörünü çoktan bulmuş. Peki o kim? Elbette Ertuğrul Sağlam... Kamu oyunda büyük bir bölümün Milli Takım için ismini önerdiği Sağlam, yeni sezonda Kasımpaşa formasını giydireceği isimleri arıyor Buenos Aires’te...

Gelelim İstanbul’un devlerine... Galatasaray’da işler arapsaçı! Ünal Aysal-Fatih Terim ilişkisi herkesin malûmu... Son günlerde verilen birlik-beraberlik mesajlarına rağmen, camiada tıpkı Fenerbahçe gibi sezon sonunun beklendiği biliniyor. Beşiktaş’ta işler biraz daha somut... Kartal, Samet Aybaba ile yola devam etmeyecek. Başkan Fikret Orman, Mustafa Denizli ile köprüleri attıktan sonra yabancıya yönelmiş. Daha önce Şenol Güneş’e de teklif götürdüğü ileri sürülen Orman’ın 2013-2014’te kariyerli bir yabancı teknik adamla çalışacağına kesin gözüyle bakılıyor.

Ve son olarak Milli Takım... Abdullah Avcı ısrarla başarılı olduğunu düşünüyor, Brezilya’yı hayal ediyor. Fakat tablo ortada... Sayın Yıldırım Demirören, ısrarla şu an o koltuğa yakışacak isim olan Şenol Güneş’i görmezden geliyor. Ama bir şeyi unutuyor; ‘Güneş balçıkla sıvanmaz.”

19 Nisan 2013, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Avcı'ya açık mektup...‘’

Habertürk Gazetesi’ndeki ifadeye göre Ay-Yıldızlı ekibin patronu şöyle buyurmuş “İbrahim Toraman’ı boyu kısa olduğu için milli takıma almıyorum!” Ve daha da dikkat çekici açıklaması, burada hedef de biziz “Biz başa geçtiğimizde yaklaşım çok güzeldi. Portekiz’i yendik göklere çıkartıldık. Hollanda’ya iyi oynayarak mağlup olduk çatlak sesler çıkmaya başladı. Şimdi yerden yere vuruluyoruz. Basının da biraz eğitilmesi lazım...”

Avcı aslında haksız da değil; Basının her kesiminde, tıpkı Türkiye’de her meslekte olduğu gibi eğitimsiz insanlar var. Türk futbolunu yönetmek isteyenlere bakın, ne dediğimi anlayacaksınız. Burada benim takıldığım olay, Avcı’nın “Basının da biraz eğitilmesi lazım ” derken verdiği gerekçeler. Önce yaklaşım çok güzelmiş de, Portekiz’i yenmişler sonra işler kötü gidince durum değişmiş miş!

Vural’ı mı eleştirelim!

Kafadan gireyim meseleye o zaman; Dünyanın hiçbir ülkesinde bir teknik adama, büyük takım çalıştırmadan, o takımı şampiyon yapmadan, o baskıyı hazmetmeden ve o atmosferi yaşamadan ulusal takımı emanet etmezler. Size de hayatınızın jesti yapılmışsa, tüm enerjinizi, tüm mesainizi bu takımı ileriye taşımak için harcamalısınız. Genç yeteneklerin hayali var, onların Avrupa ve Dünya arenasında boy göstermesini sağlamalısın. Bunu nasıl yapacağınızı da medyayla, daha doğrusu spor medyasıyla enine boyuna tartışmalı, paylaşmalısınız! Hedefler şov programlarına çıkarak, magazin basınına röportajlar vererek anlatılmaz!

Yerden yere vurulmanızın sebebine gelince. Bunun sebebi çok açık ve net! Göreve getirildiğinizde şunları söylediniz; Brezilya’ya grup birincisi gideceğiz... Ne kadar iddialı bir demeç. O zaman Türkiye, FİFA sıralamasında 28’inciydi. Şu an 44’üncü. Grupta bırakın liderliği, ikincilik için mücadele edeceğimiz takımlara diş geçiremiyoruz, kendi seyircimiz önünde komik duruma düşüyoruz. Biz kimi yerden yere vuralım sayın Avcı!!! Yılmaz Vural’ı mı???

Güneş, Terim, Denizli...

Bakınız, Türk Futbol Tarihi’nin tartışmasız en başarılı üçlüsü Şenol Güneş, Fatih Terim ve Mustafa Denizli’ye bu milletin ne kadar acımasız davrandığını hatırlatmak isterim. İşler kötü gittiğinde onların linç edilmek üzere olduğunu herhalde siz de hatırlarsınız. Siz ise İstanbul Büyükşehir Belediye’de 100 kişiye oynadıktan sonra milli takım patronu oluyorsunuz, grup maçlarının yarısı tamamlandığında hayallerimizi yok ettiğinizde “Bize vurmayın” diyebiliyorsunuz... Ayıp değil mi?

Şunu da belirtmeden edemeyeceğim; İbrahim Toraman’ın boyu Semih’ten sadece 3 cm kısa. (Puyol ve Cannavaro’ya forma verenler utansın!) Şuraya varmak istiyorum sayın Avcı. Futbolda kısa, uzun, güçlü, güçsüz, yavaş veya hızlı oyuncu yoktur; iyi ve kötü oyuncu vardır. Tıpkı iyi giyinen, kötü giyinen, bakımlı veya bakımsız hoca olmadığı gibi. Siz, milli takımı başarıya götürecek kadar iyi bir teknik adam değilsiniz. Görevi daha iyi bir meslektaşınıza bırakmak için hala geç değil. Saygılar...

17 Nisan 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’1 gol!‘’

Tamam, karşınızda dünyanın en ünlü takımlarından biri, hatta ilk ikisinden biri olabilir. Bu takım, kadrosundaki dünya yıldızlarıyla kupanın favorisi de olabilir. Ama ilk maçta da demiştik ya; “Futbol bu, imkânsız yoktur...”

Kanımca Sarı-Kırmızılılar, bu turdan da büyük dersler çıkaracaktır. Madrid’teki Galatasaray’dan dün gece eser yoktu. TT Arena’da adeta Aslan kesildiler, Cim Bomlu futbolcular. Wesley Sneijder geldiğinden beri belki de en iyi performansını ortaya koydu. Attığı golün yanı sıra, orta sahada verimli olabileceğini de gösterdi.

Didier Drogba her zamanki Drogba...

Defans, yenilen iki gole rağmen, ligde fazla beraber oynamamalarına rağmen Real Madrid karşısında çok iyi bir direnç ortaya koydu. Fatih Terim’in ikinci yarıda yaptığı değişikliklerle karşılaşmayı çevirmesi de sadece Arena’yı dolduran 50 bin kişiyi sevindirmedi, bütün futbolseverlere mükemmel bir 90 dakika izlettirdi. Galatasaray, Devler Ligi’ne bir galibiyetle veda ederken ayakta alkışlandı, en azından Türkiye’ye ülke puanı kazandırdı, herkesi tebrik ederim.

10 Nisan 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sağlam takım!‘’

İtalyan temsilci, Fenerbahçe ile yapacağı deplasman mücadelesi öncesi ligde Catania sınavına çıktı dün. Hemen şunu belirtelim, Lazio Serie A’ya müthiş başlamıştı ancak sezon ilerledikçe sanki bir yorgunluk, bir vurdumduymazlık Başkent ekibini zirveden aldı götürdü. Lazio son 2 ayda 2’nci karşılaşmayı kazandı sadece. Avrupa Ligi’nde ise tam tersine işler iyi gitti ve çeyrek finale kadar gelindi. Catania’nın kalitesi tartışılabilir ancak Fenerbahçe’nin rakibi dün ilk yarı boyunca tam 10 korner kullandı ve Catania’ya tek bir pozisyon bile vermedi. Ev sahibi oturmuş bir takım, gerçekten de savunması iyi organize oluyor ve ilk toplara anında basıyor. Kısacası geri dörtlü birbirini iyi tamamlıyor. Orta sahada Ledesma ve Hernanes’i çok hareketli gördüm. Ama bana göre dikkat edilmesi gereken oyuncu kesinlikle Boşnak Luliç’tir. Lulic sol kulvarda hem defansif olarak hem de ofansif olarak çok çalışkan bir görüntü ortaya koyuyor. Ayrıca sağ kulvardan yapılan ortalarda cezasahasına dalarak tehlike yaratıyor. Özellikle üstüne basa basa söylemek istediğim, kanatlardan gelen toplara aman dikkat! Bu duruma teknik direktör Aykut Kocaman’ın mutlaka bir formül bulacağı kanaatindeyim. Gökhan Gönül’e anlaşılan büyük iş düşecek. Unutmadan, Avrupa’da oynadığı 8 maçta attığı 8 golle yıldızlaşan Çek santrfor Kozak’a da ayrı bir paragraf açmak gerekiyor. Catania karşısında sonradan oyuna giren ve maça ağırlığını koyan başarılı golcüye de, mutlaka önlem alınması gerekecek. Bu arada dün tam 8 hafta sonra tekrar formasına kavuşan Miroslav Klose’nin de İstanbul’a getirilmesi bekleniyor. Teknik Direktör Vladimir Petkoviç’in Alman Panzer’i kesinlikle kullanacağı düşüncesindeyim.

Evet, Catania’nın attığı karambol gole rağmen 90 dakika boyunca kontrolü elinde bulunduran Lazio, perşembe günü de kesinlikle organize bir şekilde şansını arayacaktır, fırsatı bulduğunda da Fenerbahçe’nin üzerine gidecektir. İşte Sarı-Lacivertliler’in burada yapması gereken tek şey, haddini bilerek oynayıp, panikten uzak bir oyun stratejisiyle rövanş öncesi avantaj sağlamaktır. Avrupa Ligi’nde şimdiye dek yaptığı tüm karşılaşmalarda olağanüstü bir konsanstrasyonla mücadele eden Fenerbahçe’nin bu turu da geçebileceğine inanıyorum.

31 Mart 2013, Pazar 20:00
YAZININ DEVAMI