‘’1 doğru 3 yanlış‘’
Top bizi sevmiyor arkadaş! Geçenlerde TV’de izlemiştim, bu işi bilenler meşin yuvarlağın nefes aldığını, yaşadığını belirtmişlerdi. Eee, bu top yaşıyorsa neden bizi sevmiyor, sevindirmiyor? Neden ilk 10 dakikada 2-0 öne geçmiyoruz. Arda neden o ayağına yakışan beyaz yaratığı filelerle buluşturmuyor? Neden tam ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde 3 puan bizim olmuyor? Neden biz de “2014 Brezilya için iyi bir başlangıç yaptık” diyemiyoruz?
Kaçırdığımız o güzelim pozisyonlar ve gayet tempolu geçen oyun bir kenara, açıkça ifade etmeliyim ki futbol adına içimi ısıtan 2 olumlu hareketimiz taa ikinci yarının başlarında geldi. Mehmet Topal omuzu koydu, Robben dışarı uçtu, Hamit’in füzesini kaleci Krul son anda çeldi. Ama Hamit de çok iyi biliyor ki, 1 doğru asla 3 yanlışı silmiyor. Tecrübeli oyuncunun Fatih Terim’de olduğu gibi Abdullah Avcı’da da kredisi fazla gibi. Bizde de kredin fazla Hamit, fakat toparlanma ve sorumluluk alma zamanın gelmedi mi?
Bu arada fazla karamsar olmaya da gerek yok. Milli takımımız gençleşiyor, yenileniyor 90 dakikada aralıklarla da olsa iyi mücadele edebiliyor. Bu süreci en az hasarla atlatmak asıl önemli olan. Ha, yavaş yavaş uyum sorunu da çözüldüğünde, zıpkın gibi forvetlerimiz adresi bulan toplarla buluşturduğunda, Ay-Yıldızlı ekibimizin bu grupta her ne olursa olsun iddiasını sürdüreceğini ve büyük bir patlama yapacağına inanıyorum. Pes etmek yok, yol uzun, mücadeleye devam...
‘’Taşeron medya...‘’
Bir hafta önceydi galiba, Madrid kökenli bir meslektaşımla Hamit transferini konuşup tartışıyoruz; Real, Hamit’i artık istemiyor. Zaten brüt 3 milyon EURO civarında para alıyor. Zaman zaman yedek kulübesinde dahi oturamayan bir oyuncu için bu parayı artık ödemek istemiyorlar. Hatta Hamit’i bonservissiz bile göndermeye razılar... Evet aynen bunları sarfetmişti İspanyol dostum. İyi bir gazetecidir kendisi. Peki bu yakada neler oldu; taşeron gazeteciler devreye girdi! Bilinçli veya bilinçsiz bu transferin ‘içine etme’ operasyonu başlattıler. İnatlaşma, ezeli nefret ve Türk Futbolu’na zarar verme girişimleri. Milli yıldızımızın nereye transfer olduğunu ön plana çıkarmak niyetinde değilim. Amacım iyi bir pazarlıkla adeta bonservis bedeli ödemeden alınacak Hamit’in birden ‘paylaşılmaz’ hale getirilişinin şifrelerini sunmak. Menacer Fazeli zaten pirana gibi bekliyor. Her türlü cukka yani... Ama taşeron medya devreye girince Real’in iştahı kabarıyor elbette. Bu taşeronculuk yıllardır süregelen bir gelenekle sistematik olarak kulüplerimize zarar veriyor. İşledikleri suçtan haberleri yok. Taşeron medya bazı kulüplerimizin birbirlerine kin kusmalarının da baş sorumlusu. Taşeron gazetecileri genelde kulüp yöneticileri, futbolcular ve zaman zaman da ipsiz sapsız menacerler kullanıyor. Hâl böyle olunca bonservisi olmayan oyuncular ‘imza’ parası yumurtluyor, 1 milyonluk adam aniden 3 milyoncuk olabiliyor. Lazio, Liverpool ve Lokomotiv’le anlaştı anlaşacak derken Süper Lig gol kralımız Avrupa’da hürmet görmüyor çuf çuf çuf ülkeye dönüyor... Bu haberler çıkarken gazetecilik yapılmıyor mu? Kim kimi kandırıyor, kim kimden çekiniyor?
Bakınız bir inat uğruna, taşeron medyanın da gazıyla Türk Futbolu uçuruma sürükleniyor kimsenin haberi yok! Milyon EURO’lar fütursuzca harcanırken olan Türk Futbolu’nun marka değerine oluyor. Kulüplerimiz Avrupa’dan men edilirken, sorumlular arkalarına bile bakmadan kaçıyor. Son yıllarda süregelen bu sisteme dur diyen çıkmazsa, bırakın kaliteli yabancıyı, üçüncü sınıf Avrupalı dahi Türkiye’ye gelmek için 3-5 milyoncuk ve boğaz manzaralı villadan aşağıya ülkemize ayak basmayacak! Benden söylemesi...
Büyük olmak...
Büyük takım olmak başka bir şey, büyük takımı yönetebilmek başka bir şey... Konuyu uzatmadan ve dağıtmadan ele alalım. Trabzonspor büyük bir kulüp, çok da büyük bir camia. Tarihiyle, başarılarıyla ve Türk Futbolu’na kazandırdığı unutulmaz futbolcularıyla. Fakat son yıllarda o kadar çok yönetim hatası sergilemekte ki Bordo Mavililer, anlaşılır gibi değil; Egemen yanlış adam, Selçuk dengesiz ve son olarak Burak da sözünün eri değil... Olmadı başkan. Siz de artık biraz özeleştiri yapın yahu! Büyük olmak bu yıldızların Trabzonspor’dan bu şekilde ayrılmalarına engel olmaktır... Engel olamıyorsan da ona buna laf sokmak değil onların yerine daha kaliteli oyucular almaktır. Polemik değil icraat bekliyoruz başkan...
‘’Ezeli rekabet‘’
Mesela Almanya’nın patronu Joachim Löw’ün top toplayıcı çocuğa yaptığı şaka; Maçtan önce kaydedilen görüntü, UEFA talimatıyla maç esnasında veriliyor. İnanın muhteşem bir espri. Şimdi bunu bilmeyenler tartışıp duruyor; Almanya o dakikada mağlup durumda olsaydı, Löw aynı hareketi yapabilir miydi? Harika, süper... Peki ya Bendtner’e ne demeli: Yeşil ‘donlu’ Viking’e o marka yöneticileri kaç para vaat etti? UEFA milli oyuncuya hangi kriterle ne kadar ceza verecek?
Şampiyonanın tartışmasız en çok konuşulan kapışması Hollanda-Almanya. Bu ezeli rekabeti açıklamak, anlatmak bir kenara herkesin bir beklentisi vardı o özel mücadeleden. Ancak sizlerle paylaşacaklarım maç sonu hikayeleri. Yani Gomez’in 2’nci golden sonra neden sevinmediğini de es geçiyorum! Müller maç sonunda Hollanda soyunma odasına gidiyor. Meslektaşlarını, “Merak etmeyin, Danimarka’yı yeneceğiz. Sizin için” sözleriyle teselli ediyor. Düşündüm de böyle bir senaryo, bizim ülkemizin 2 ezeli rakibi arasında gerçekleşse, rakip soyunma odasına giren futbolcunun başına neler gelir neler...
‘’Beşiktaşlı duruşu...‘’
O dönem teklif yapıldığında da Sarı-Lacivertliler’e kibarca hayır demedi, diyemedi. Astronomik bir meblağ istedi ki, Fenerbahçeliler vazgeçsin, İsveçli de yoluna devam etsin... Ama ne olmuştu o zaman, Fenerbahçeli yöneticiler ‘Kule’nin isteğini kabul etmiş, karakter sahibi Andersson da sözünden dönmeyerek adeta mecburen Türkiye Ligi’nde boy göstermişti...
Nihat Kahveci’nin son Beşiktaş macerası da aynen böyle oldu! İspanya’da eşi ve çocuklarıyla düzenini kurmuş, kariyerini kesinlikle orada sürdürmek niyetindeydi. Kimseyi kırmamak için (Hele hele Beşiktaş’a asla vefasızlık yapamazdı) 2-3 görüşme yaptı. Geri dönüş için La Liga’da kazandığının 3 katını talep etti; Evet çok para istedi ki, vazgeçsinler, bu iş olmasın diye... Siyah-Beyazlı Kulübün mali olarak sonunu hazırlayan yöneticiler ise bu isteği sürpriz! bir şekilde kabul etti; Tıpkı diğer ‘balon’ transferlerde olduğu gibi. Para kendi ceplerinden çıkmayacaktı ki!
Bakınız, Nihat’ı o dönemde takıma sıfır katkısından dolayı ben de çok eleştirmiştim. O ayrı bişey, ama yıllarca “Beşiktaş” markasını İspanya’da tanıtan bu çocuğa şimdi yapılanlar insafsızlık ötesi bişey...Sociedad’a giderken kulübüne 5 milyon Euro’yu kazandır, sözleşmende yazan 5 milyon Euro’yu bir kalemde hibe et, hakkın olan ödemenin 300 veya 500 bin dolar faizini istediğinde ise Beşiktaş’ın kapısından bir daha geçme... Haydi ordan!
Başkan Fikret Orman’ı tanırım, ama uzaktan. Samimiyetim yoktur. Beşiktaş Başkanlık koltuğuna oturduğunda umut verir gibi oldu fakat son dönemde yaptıklarıyla, verdiği demeçlerle diğer ‘güzide’ yöneticilerimizden bir farkı olmadığını kanıtladı! Tayfur’un nasıl uzaklaştırıldığı ortada, bu bir! Rüştü olayı asla TV’lerde tartışma konusu olup karara bağlanmamalıydı, bu iki! Teknik Direktör olayı hala çözülmedi, Beşiktaş gibi büyük bir camia, paragöz, emekli ve Türk düşmanı Eriksson’a teslim edilecekti az kalsın... Sonra Çalımbay, Aybaba ve son olarak Denizli! BJK TV’si önceki akşam altyazı geçti, sonra yanlıştan (!) dönüldü gibi... mi? Çok merak ediyorum, Beşiktaşlı duruşu bu mudur?
‘’Fanatizm ve holiganizm...‘’
Avrupa’daki holiganizmin örnekleri sergilenirdi. Hiç hoş değildi ancak o zaman şimdilerde mumla aradığımız güzel manzaralar da vardı! Mesela derbilerde yarı yarıya bölünen tribünler ve rakibi gerektiğinde alkışlayan gerçek futbol sevdalıları.
Süper Final maçı sonrası yaşananlar taraflı-tarafsız herkesi şaşkınlığa uğrattı. Yazarımız Kaan Ark geçtiğimiz gün TV’de olaylarla ilgili enteresan bir sonuç ortaya attı; Türkiye’de fanatizm, holiganizmin önüne geçti...
Evet, maalesef yaşananlar artık sıradışı holiganların yaptığı veya yapabileceği şeyler değil. Fanatizmin boyutları, insani değerlerin çiğnendiği vahşi ortamda tehlikeli boyutlara geldi. Biz ise hâlâ suçlu arıyoruz, inatlaşarak sorumluluğu hep başkalarında arıyoruz. Kuralları hiçe sayarak etik değerleri de bir kenara itip, yolumuza devam ediyoruz! Olay Fenerbahçeli, Galatasaraylı, Beşiktaşlı, Trabzonsporlu, Bursasporlu veya herhangi başka bir Anadolu takımı meselesi değildir. Geldiğimiz nokta, toplumsal bir sorundur. Bu sorunu çözmek de bizlere düşer. Yöneticilerimiz artık “Ben onları alkışlamam”, “Biz de kupayı sizin stadınızda alırız inşallah” ve “Başkan şampiyonluk kupasını bize vereceğini söylemişti” gibi ucuz demeçleri vermeden 10 kere düşünmeli, her rakibe saygı duymalılar. Canlı yayında gazetecileri tarafsızlıkla suçlarken, geçtiğimiz sezon şampiyonluk maçında takım otobüsünün en ön koltuğuna oturttukları gazetecinin davranışlarını ve yazılarını hatırlamak zorundalar!
Bakınız 3 Temmuz sonrası yaşanan süreç ve özellikle Kadıköy’deki rezalet, fırsat bekleyenleri harekete geçirdi. Tam da 2020 için tek adayız derken 2 rakip ortaya çıkıverdi. Haberlerde “Türkiye 2020 için en büyük aday fakat şike iddiaları ve şampiyonluk maçında çıkan olaylar, diğer muhtemel adayları harekete geçirdi” deniliyor.
Evet, Türk futbolunun geleceği için her alanda büyük bir temizlik şart. Başbakanımız son günlerde verdiği demeçlerle ilk sinyali verdi. Devletimiz futbolumuzu insafsızca katledenlere artık göz yummamalı. “Tribünden düştüm”, “Davetiye dağıtacaktım”, “Futbolcudan imza alacaktım” ve “Fotoğraf çektirip twitter’a koyacaktım” gibi çocuksu bahaneleri kabul etmemeli. Yakan, yıkanlara hayatları boyunca unutamayacakları cezaları artık vermeli. Vermeli ki, futbolumuz rahat bir nefes alsın...
HHH
Galatasaray’ın Arena’daki kutlamalarında emeği geçen herkesin podyuma çağrıldığını gördük; bir kişi hariç! Tugay Kerimoğlu... Galatasaray İzleme Komitesi’nin başındaki efsane isim. Şampiyonlukta az da olsa onun da emeği vardır, diye düşünüyorum. Merak ediyorum. Tugay neden podyuma çağrılmadı? Veya Tugay’ın podyuma çıkmasını kim istemedi? İzleme Komitesi’nin başında olan Tugay Kerimoğlu’nun ismi neden www.galatasaray.org sitesinde yer almıyor? Kulüpten yetkililer beni bilgilendirsin lütfen.
‘’İnce ince doğradı...‘’
Evet, başlıktaki bu ifade Türk Futbolu’nda, Türk Spor Medyası’nda yıllardır sıkça kullanılan bir cümle... Hele hele son dönemde, ‘otoriteler’ bu kalıplaşmış eleştiriyi en babayiğit hakem için dahi yapabiliyor; Ve yıllardır, hala kimse, “Be adam, yeter artık. Bu iş hakemi eleştirmekle olmaz, hatayı başka yerde aramalıyız” demiyor, diyemiyor!
Bakınız, 2 gün önce Madrid’de Alman Milli Takım patronu Löw’le sohbette bu konuyu uzun uzun konuştuk. O da hakemi, bu eğlencede ön plana çıkarmanın kimseye yarar getirmeyeceğini, hatta futbola zarar vereceğini belirtti. Löw’ün görüşü bir yana, ben size son yıllarda Dünya Futbolu’na kazandığı şampiyonluklarla damga vuran İspanya’da bu işlerin nasıl işlendiğini kısaca anlatmak istiyorum.
Barcelona - Chelsea maçının ardından doğal olarak Cüneyt Çakır’la ilgili basında çıkan haberleri merak ettim. Gazeteme de maçtan sonra İspanyol basınının, yorumcuların hakemimizle ilgili düşüncelerini aktardım. Fakat ülkenin en önde gelen spor gazeteleri Marca ve AS’da Çakır’ın yönetiminin ön plana çıkarıldığını göremedim. Hatta iki gazete de Çakır’ın resmini bile basmamışlardı sayfalarında. Çok aradım, bulamadım. Bir kırmızı kart, bir penaltı ve bir kritik ofsayt pozisyonunun olduğu karşılaşmada ‘özne’ Cüneyt Çakır değildi... Keza Real Madrid - Bayern Münih müsabakasında da yine aynı senaryo. Hakemden tabii ki bahsediliyor fakat filmin başrol oyuncuları futbolcular ve teknik adamlar...
Şuraya varmak istiyorum; Biz bu ülkede neden hep kolay yolu seçiyoruz? Maç kaybettiğimizde neden hep suçu başkalarında arıyoruz? Karşılaşma başlamadan önce dahi neden hep hakemi konuşuyoruz, tartışıyoruz? 90 dakika biter bitmez, neden yöneticiler, teknik adamlar ve futbolcular ve bizler, evet medyamız, en kolay yolu seçip hakemleri acımasızca eleştiriyor? Neden mi?
Aslında bunun cevabı çok basit. Konuşmak, tartışmak, suçlamak bu ülkede parayla değil de ondan! Hakaretin bile cezası yok! Ağzı olan konuşuyor! Çoğu hakemlerimiz o kadar çok eleştiriliyor ki, zaman zaman namuslarına, haysiyetlerine laf atılıyor... Maalesef kimse bir şey yapamıyor, yaptırım uygulanmıyor; Uygulanmaya çalışıldığında ise ‘Sahaya atlamadım, beni sahaya ittiler’ denilebiliyor...
‘Şike varmış veya yokmuş, sahaya yansımamış, CAS davası geri çekilmiş ya da Süper Final’i boşuna oynuyormuşuz’u bir kenara bıraksak da şu futbolu adam gibi yaşasak olmaz mı?
‘’Korku imparatorluğu...‘’
Tam da FİFA ve UEFA’nın sonuna kadar savaş açtığı 3 ana madde; Şike, ırkçılık ve şiddet...Maaşallah hepsini de yaşıyoruz Play - Off süresince, oynuyoruz topumuzu fakat sonumuzu kimse kestiremiyor. Ben son dönemdeki korku imparatorluğundan bahsetmek istiyorum aslında. Futbolumuza virüs gibi bulaşmış imparatorluktan.
Herkes Emre’den korkuyor. Yaşı büyüdükçe, kişiliği olgunlaştıkça, karakteri! oturdukça Emre daha da korkutucu oluyor. Adam Türkiye Cumhuriyeti’nin milletvekilini canlı yayında azarlıyor, daha ötesi var mı? Yeşil sahalarda rakipleri bir kenara bırakın, hakemlere omuz atıyor, itiyor, parmak sallıyor elinden gelse tokadı basacak mübarek.
Park yeri için emekli bayanlarla tartışıyor ve mahkemelik oluyor. Vatandaş o kadar korkuyor ki, davayı geri alıyor...Hocasının üzerine yürümesini tüm takım arkadaşları hayretle izliyor. Alex hariç herkes korkuyor, kimsenin gıkı çıkmıyor; Milli oyuncu kamu önünde hocasında özür dilerken yine takım arkadaşlarının tamamı sahnelenen ‘korku’ filmini dehşetle izliyor!
Bakınız, şimdi anlatacağım olay daha da korkutucu; Fenerbahçeli futbolcuların yalancısıyım; Diyorlar ki, formayı giymek için aranız Aykut hocayla değil, Emre’yle iyi olacak. Milli Takım’da da benzer dedikodular gelmişti kulağımıza fakat inanmak istememiştik. Emre’ye karşı koyanın vay haline... Son PFDK cezasının açıklanmasıyla da ortaya çıkan sonuç, üzerindeki dokunulmazlık kalkanıyla Emre korku saçıyor Türk Futbolu’nda! Vay anasını sayın seyirciler; futbolumuzun düzenine bakın!
Eeee, sonra da tabii ki şakşakçı amigolar yine kalemlerine sarılıp, sanal alemdeki destekçileri ponpon kızlar ve takipçileriyle terbiye - etik dersi vermeye kalkıyor. Olsun versinler, zaman gelecek onlar da birilerinden korkmak zorunda kalacak. Zaman gelecek onlar için de deniz bitecek!
Bu arada yarın dev bir derbi daha var. Düşünün, Emre cezalı olmasaydı belki Arena’da da korku salıp, maçı Fenerbahçe kazanacaktı...
‘’Acele edin!‘’
Ev sahibi olarak insan böylesine büyük bir organizasyonun içinde olmaktan gurur duyuyor. Fakat gündem şike ve teşvik olunca ister istemez üzülüyor... Dünkü UEFA İcra Kurulu basın toplantısında, Türk basın mensuplarının cesur sorularını duyunca, “Evet! Bugün bomba bir haber çıkabilir” diye düşündüm. Heyecanım kısa sürdü, yanıldım.
İnfantino, kurumunun iyiliği için, “Türkiye’deki şike ve teşvik olayını hiç tartışmadık” söylemi ile sohbete başlasa da önemli ipuçları verdi davayla ilgili; Gerçi politik cevaplardı bir çoğu, ancak yine de tespitti yaptığı!
“Biz iç işlerinize karışmayız” diyor ısrarla... Bunun açılımı, sorumluluğun Türkiye Futbol Federasyonu’nda olduğu. Fakat ‘acele edilmesi gerektiğini’ de tekrarlıyor, “Kendimiz için değil, Türk Futbolu için” diye ısrar ediyor. “Maddeler, kanunlar değişsin-değişmesin, bizi ilgilendirmez” diyor; “Futbolun patronu UEFA’dır, UEFA’nın da kanunu tektir” demeye getiriyor!
UEFA, henüz herhangi bir kararın alınmamasından çok rahatsız. Bunu defalarca da Türkiye Futbol Federasyonu’na hem yazılı hem hatırlı dostlar ve aracılarla iletti. Fakat araya kongre girince süre donduruldu... İstenen bir an önce bir kararın alınması!
Türkiye Futbol Federasyonu, kimsenin etkisinde kalmaksızın bu kararı Play-Off’tan önce vermek zorunda. UEFA geçen sezon yaşanan “Avrupa’ya kim gidecek” kaosunu yaşamak niyetinde değil. Mesajlar çok açık ve net! Tabii ki anlayana...