Arama

Popüler aramalar

‘’Büyük temizlik şart!‘’

Adamlar belki de şansla, belki de bizim dikkatsizliğimizle 2’nci dakikada golü atınca, ardından 2-0 olunca donup kalmıştık Türk Telekom Arena’da... Dün aynı şoku, (2008’deki mucizeyi saymazsak) biz de onlara yaşatabilirdik. Selçuk’un uzaktan şutu direkten dönmeseydi, umutla sonraki golleri bekleyebilecektik...
Futbol işte böyle bir şey. Ama biz fazla takılıyoruz, ayrıntılara. Esasında önemli noktalar ayrıntıda gizlidir! Adamın peşinde aylarca koş, sözleşmeyi yaptıktan sonra herkes mutlu. Ama 2-3 sonuçtan sonra fazla para alıyormuş, Türkiye’ye gelmiyormuş! Yahu Türkiye’de olanlar ne yapıyor ki! Pes vallahi...
Neyse sadede gelelim. Bazı gençleri Zagreb’de izlerken büyük bir temizliğin artık şart olduğu gerçeğini gördüm. Ama tepeden tırnağa!

Federasyon ve teknik heyetin yanı sıra takımda da büyük bir temizliğin şart olduğu kaçınılmaz. Yahu bu kutsal formayı giymek için can atan milyonlarca genç var. En azından gençlerimizin önünü açma zamanı geldi de geçiyor bile. Prim için pazarlık yapan, tarihimizin en kritik maçında şut bile çekmeyen, seyirciyle sürekli ağız dalaşına giren, bilerek sarı kart gören samimiyetsizlere artık dur diyeceksin, gözünün yaşına bakmayacaksın. Dur diyeceksin ki bu hallere düşmeyeceksin!

16 Kasım 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ayıbın en büyüğü...‘’

Hiddink’e yapılan ayıptır günahtır! Adamın çıktığı her basın toplantısında, “Türkiye’de gerektiği kadar zaman geçirmiyorsunuz” gibi sığ sorular sormak hatadır. Madem yeni federasyon göreve getirmedi Hollandalı’yı, o zaman, zamanında çalışacağı kişiyi seçer, tecrübeli teknik adamın işine taa başında son verilirdi. Siyaseti işin içine sokup, “Milli Takımı Türk bir teknik adam” çalıştırmalı açıklamaları şık oldu mu kritik Hırvatistan maçları öncesi. Ayıp değil mi görevde bir hocanın altını oymaya çalışmak? Hiddink mi çok istedi milli takımın başına geçmeyi? Şimdi de çıkıyor tayinci medya baronları, Türk Milli Takımı’nın kurtuluş reçetesini yazmaya çalışıyor. Ayıptır, günahtır!

Geçmişe bakmak, yaşananlardan feyz almak ayıp değildir. Hep, “Ben yaparım, en iyisini ben bilirim” düşüncesine sahip olmak ayıptır beyler! Bakacaksın, en önemli maçlarımıza nasıl hazırlanmışız, maçları nerelerde oynamışız. Tutturmuşunuz “Arena, Arena” diye takmışınız at gözlüklerinizi üç maymunu oynuyorsunuz... Yahu ayıptır yaptığınız. Daha önce gördünüz. Saygısız, bilgisiz ve acımasız seyirci utanmadan sıkılmadan oyuncunu yerle bir ediyor. Bir değil iki değil, bunu tekrarlıyor. Peki sen neden başka bir şehre, veya başka bir stada almıyorsun bu önemli maçı? Ayıp değil mi diğer Türk Futbolsevere, adam gibi adam vatansever seyircine... Yoksa iddia edildiği gibi Hırvatlarla pazarlık mı yaptın? Onlar maçı Split’e almak istedi, sen de “Hayır Zagreb olsun biz de İstanbul’da oynarız” mı dedin... Eğer bu iddia doğruysa vallahi ayıp etmişin!

Milli Takım’ın ne demek olduğunu eller anlamış, biz hala anlayamamışız. Yahu nedir bu kulüp tutma kompleksi. Nedir bu milli maçlara Galatasaray forması, Fenerbahçe bayrağı, Beşiktaş atkısı, Trabzonspor şapkasıyla gelmek. Nedir bu ayrımcılık, nedir bu paylaşamadığımız. Ayıptır, günahtır. Biz bu olayı aşmadan da Milli Takımımız bir yerlere gelemez açık konuşayım! Ve biliyor musunuz ayıbın en büyüğü nedir? Ayıbın en büyüğü, Ay-Yıldızı göğüsünde taşıyan (hangi kulüpte forma giyerse giysin) bir Türk oyuncuya küfretmek... Yetkilileri göreve davet ediyorum! Yeni şiddet yasası gereği Volkan’a küfredenleri bir an önce tespit edip, gerekenin yapılmasını istiyorum. Çok şey istemiyorum herhalde...

13 Kasım 2011, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Silahın iyi mermin bol olacak‘’

Bir ‘tape’ var bildiğim çocukluğumda, yani 80’li yılların sonunda, 90’lı yılların başında ‘rec’ tuşuna bastığımda kulağıma hoş gelen parçaları kaydeder, ‘play’ tuşuna basınca da dinlerdim... Duyduğum, herhangi bir takımın küme düşmeyeceğidir. Duyduğum, (çalıştığım gazetenin birinci sayfasında manşet olmuş da olsa) “Kasım sonunda Fenerbahçe düşecek, ebedi dost derbisi bile oynanamayacak” diyenlerin, yanıldığıdır. Duyduğum, 12 kulübün adının iddianamede yer aldığıdır. Duyduğum, iddianame açıklandıktan en geç iki ay sonra mahkemenin kurulacağıdır. Duyduğum, ‘mahkeme kurulunca’ adaletin yerini bulacağı, cezaevinde bulunanların özgürlüğüne kavuşacağıdır.”
Amma velakin, ben duyduklarıma inanmayacağım. Şüpheciyim çünkü!

Ben, bildiklerime inanacağım. Bildiğim de şudur ki, Trabzonspor şike ve teşvik primi davası sürecinde hep haksızlığa uğramaktadır. Hakem hatalarında fütursuzca ortaya çıkan kalemşörler, söz konusu Bordo-Mavi olduğunda 3 maymunu oynamaktadırlar. 37 CM’nin hesabını yapanlar, top çizgiyi yarım metre geçtiğinde kıvırtmaya başlarlar. Bu şekilde Trabzonspor yıllardır 3 büyüklerin gölgesinde kalmıştır.

Peki ne yapmalı? Silahın iyi olacak kardeşim! Hem silahın iyi olacak hem de bol mermin olacak. Olacak ki, medya maymunlarını birer birer yok edeceksin. Hakkını, gururunu, şerefini, hakettiğin şampiyonluğu sonuna kadar savunacaksın, savunurken, leş kargalarının çıtı bile çıkmayacak, çıkamayacak...

10 Kasım 2011, Perşembe 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kulüpler Birliği değil para kardeşliği...‘’

Herkes yıllardır tartışır durur; Bu Kulüpler Birliği ne işe yarar? Kulüplere bir faydası var mı? Türk Futbolu’nun çağ atlaması, Avrupa ve Dünya Futbolu’nda söz sahibi olması için neler yaptı? Açıkçası elle tutulur, gözle görülür önemli kararlar aldığı veya ülke futboluna katkı sağladığı söylenemez. Peki ne söylenebilir? Büyük ‘pastayı’ muazzam bir şekilde paylaştıklarını söyleyebiliriz. Geçenlerde sevgili Gökmen Özdenak Telegol’de yerinde bir tarif yaptı saygı değer yöneticiler için; Onlar para kardeşliği yapıyor...

Evet, genelde her maç öncesi veya sonrası birbirleri hakkında atıp tutanlar, kulüpler birliği toplantılarında can ciğer kuzu sarması oluveriyor. Daha 3-4 hafta önce “şike yapan en ağır cezayı alsın, şampiyonluk bizim, kupayı istiyoruz” açıklamasını yapan Trabzonspor Başkanı Sadri Şener bu defa “Oturup konuştuk, anlaşacağız, UEFA’ya sorup yasayı değiştireceğiz” diyebiliyorsa fazla söze gerek yok. Demek ki bütün kulüp yöneticilerinin derdi para. Demek ki yöneticiler için ahlak önemli bir kavram değil. Yeter ki pastadan alacakları pay küçülmesin. Gerekirse iyi okumadıkları! yasa değişiversin, ama paralar illa da gelsin... Paranın kardeşliği bu olsa gerek... Ağzına sağlık Gökmen Özdenak!

Futbolu kim yönetiyor?

Türkiye’de artık Türk Futbolu’nu maalesef Türkiye Futbol Federasyonu yönetmiyor. Maalesef diyorum çünkü bu sözleri söylerken içim acıyor. Halbuki çok kısa bir dönem önce iyi yolda olduğumuzu düşünmüştüm. Şimdilerde parayı veren düdüğü çalıyor. Vatandaşın yıllardır beklediği şiddet yasası tekrar tartışmaya açılıyor, 2-3 kişi istiyor diye statüler, kanunlar ve talimatlar anında yenileniyor. Hatta 1 günde Süper Lig’de Play-Off sistemi devreye sokuluyor. Federasyon bu yeni uygulamayı presente ederken, hiç bir teknik direktöre danışmadığı ortaya çıkıyor. Evet bu sadece Türkiye’de yaşanır ve yaşanıyor... Ama elin adamı ne diyor biliyormusunuz. İşi öyle güzel özetliyor ki, şaşırmaca, darılmaca yok. Manchester United’ın efsanevi hocası Alex Ferguson, 2-3 günde bir maça çıkmalarıyla ilgili “Şeytanla el sıkıştığınızda bunun bedelini ödersiniz” açıklamasını yapıyor...

Şiddeti önlemek...

Geçen hafta hafta Barcelona - Atletico Madrid maçını izlemek üzere İspanya’ya gitmiştim. Bir dergide Fenerbahçe - Manisaspor karşılaşmasının haberi vardı; 45 bin bayan taraftar tribünde coştu, coşturdu. Haberin detayında Türkiye Futbol Federasyonu’nun şiddeti önlemek için böyle bir uygulamaya gittiği belirtilmiş. O unutlmaz geceyi ben de TV’den takip etmiştim. Gayet güzel görüntüler vardı ekranda. Fakat federasyon yetkilileri uygulamanın asıl nedenini henüz açıklamadı. Ben de soruyorum; Bayan seyircili uygulamanın asıl nedeni nedir: Bu uygulama şiddeti önlemek için mi yapılmıştır? Seyircisiz cezalarda tekrar uygulanacakmıdır? Merak ediyorum doğrusu...

29 Eylül 2011, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Aldırma Arda‘’

Atletico’nun lige yaptığı başarılı başlangıcı, Arda’nın da takıma verdiği katkıyı görünce, 11’de başlayacağını
düşünmüştük. Milli futbolcumuz kadar açıkçası bizi de bir hayli şaşırttı teknik direktör Manzano. Fakat Nou Camp’ta şaşırmayan bir ev sahibi vardı! Arda’nın neden 11’de olmadığını devre arasında İspanyol meslektaşımdan öğrendim. Hocası Manzano, Barcelona’yı nasıl olsa yenemeyiz düşüncesiyle Arda’yı, Sevilla ve Avrupa Ligi maçlarına saklamış. “Barcelona’yı nasıl olsa yenemeyiz” diyen son hocayı hatırlıyorum; Schuster! Bu açıklamayı yaptıktan sonra Real’den kovulmuştu. Gelelim, Arda’nın performansına... Belli ki (tabii
bu maçı hemen unutmalıyız) Atletico, Arda ile daha aktif bir futbol ortaya koyabiliyor. Arda adam eksiltiyor, verkaç yapıyor, ara pasları rakibe gitmiyor. Müthiş deparları her rakibi zor durumda bırakıyor. Dün gece de gördük ki, Arda bu takımın vazgeçilmezi. Adamımızın ufak çaplı olsa bile kendi tribünü oluşmuş. Birçok Türk, Nou Camp’ta üzerlerinde Galatasaray formasıyla yıldız oyuncumuzu destekledi. Arda Turan bu maçta direkt oynamadığı
için moralini bozmamalı, sadece futbolunu oynamalı. Çünkü belli ki sonuçlar ne olursa olsun Arda bu lige damgasını vuracak.

25 Eylül 2011, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Çok yazık...‘’

Milli gol kralı bizde (Hakan Şükür), milli olma rekoru bizde (Rüştü), en pahalı milli bizde (Nuri), Ay-Yıldızlı oyuncularımızın değeri onların 4 katı, FİFA sıralamasında onların 44 basamak üzerindeyiz ve Avusturya’yı son 5 maçta hep yenmişiz! Kısacası geçmişiyle geleceğiyle her bakımdan ezici fark atıyoruz Orta Avrupa temsilcisine.

Fakat günümüzün futbolunda maalesef istatistikler hiçbir şey ifade etmiyor. Hele bir de Emre, Selçuk, Gökhan ve Milliler’in genç yeteneği Serdar’dan yoksun çıkıyorsanız maça, o zaman dikkatli olmanız gerekiyor.. Ve bu eksik oyuncularımızdan olsa gerek, ilk yarı boyunca fazla etkili bir oyun ortaya koyamadık. Hep yan pas, geri pas izledik, sadece Arda’nın şık solosunda sandalyemizden kalkıverdik.

İkinci yarı da pek pozitif hamle yapamadığımız gibi zaman zaman rakibi de havaya soktuk. Burak’ın kafa, Selçuk’un ise uzaktan şutu şansımız olsa filelerle buluşabilirdi ancak Kazakistan maçındaki şans meleğimiz, Viyana’da bizi terketmişti... Taa ki dakika 90’a kadar diyecektik ki, çekirge 2 kez sıçramadı, Arda penaltıyı kalecinin üzerine nişanladı. Kader mi ne? Tanrı 3 gün önce verdi, şimdi geri aldı.

İçimizdeki Hollandalı’ya gelince; Hoca belli ki basamakları birer birer çıkmak niyetinde. Kendisine göre haklı nedenleri olabilir, ancak 45 dakika ısınan ve belki maçın kaderini değiştirebilecek ‘Mehmetlerimiz’e yazık değil mi? Şimdi ne yapacağız, vay Almanya’yı yener miyiz ya da aman ha, Belçika Almanlar’ı yenmesin. Yazık!

07 Eylül 2011, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Yalnız ve güzel ülkem...‘’

Nuri Bilge Ceyhan Cannes Film Festivalinde ödül kazandığında ‘Bu ödülü tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme armağan ediyorum’ demişti...

İşte dün Orhan Yıldırım kardeşimin haberini okuduğumda üstteki bu sözler geldi aklıma. Sahi millilerimiz neden bu kadar yalnız hissediyordu kendini. Neden kimse kampı ziyaret edip, zaten son dönemde morali sıfırın altında askerlerimize moral vermiyordu. Yoksa federasyon görevlilerinin işi sade bir memur hayatı sürmek mi? Açıkçası dün sahada kendilerini çok yalnız hisseden bir 11 vardı...

Volkan kendini o kadar yalnız hissediyordu ki, rakibin tek uzaktan şutuna bile hamle yapma gereği duymadı! Kazım hazırlık maçında şov yaptıktan sonra aklı orada kalmış olacak ki, maçın resmiyetini bile aldırmadan kader anında topu kaleciye nişanladı! Hep çok güvendiğimiz Selçuk o kadar yalnız ki, kritik Avusturya maçında takım arkadaşlarını yalnız bırakmayı tercih etti! Burak penaltıyı neden kullanır... Herhalde kendini yalnız hissetmiştir...

Bakınız maç berabere bitmiş olsaydı millilerimizin cidden Viyanayı tekrar fethetmesine gerek yoktu! Hiddink’in de tatilini yarıda kesip, yeni bir maceraya yelken açması anlamına gelebilirdi.

Hep diyorum, modern futbolda zayıf rakip yoktur. Her ülkeyi ciddiye almak zorundasınız. Yoksa Azerbaycan’a yenilip, Kazakistan’la berabere kalırsanız adama gülerler...

Şimdi son dönemde her şeyi eline yüzüne bulaştıranlara sesleniyorum: Arda’ya dua edin, onu sevin, gidin ona teşekkür edin, ona sarılın, onu öpün, her yerinden öpün...

Sonra da takıma sahip çıkın, onları en azından Viyana’da yalnız bırakmayın!

03 Eylül 2011, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Şikeyi aslında Federasyon yaptı‘’

Yaklaşık 2 aydır ‘şike ve teşvik’i konuşuyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz. Bu işi bilenler de konuşuyor, bilmeyenler de... Zaten öyle bir kirlilik oluştu ki, kimin ne dediğinden daha çok, birilerinin bir şeyler söylemesi hep gündeme oturdu. Tartışan, bağıran, haykıran hatta kendini yakanlar gazetelerde ve TV’lerde bu süre içinde dikkatleri üzerlerine çekmeyi başardı. Burada ben aslında Türkiye Futbol Federasyonu’ndan bahsetmek istiyorum. Çünkü en çok renk değiştiren, bir dediği bir dediğini tutmayan, vermiş olduğu tüm bilgiler yanlış ve eksik olan federasyon aslında şike yapmıştır! Nasıl mı? Size açıklayayım...

‘Kozmik oda’yla işe başlayıp, ‘etik’ten bahsedip en düzgün şahısların bu kurulda olduğunu belirtip onlara kefil dahi olan federasyon şikenin en alâsını yapmıştır. Yapmıştır, çünkü 26 klasör İstinye’ye geldiğinde, galiba 10 gün süreyle incelenmiştir. Peki sonra ne olmuştur? Federasyon, Etik Kurulu’nun raporunu yine İstinye’de inceleyip, öğleden sonra Swiss Otel’de basının önüne çıktığında, bize yeni gelen hiç bir şeyi açıklamamıştır:
Mehmet Ali Aydınlar raporda şike yapıldığına dair bulgular olduğunu, ancak kimseyi ‘insan hakları’na saygılı olduklarını için asmayacaklarını belirtmiştir!

Peki UEFA müfettişi nasıl oluyor da bir gün İstanbul’a gelip raporu gördükten sonra ‘caaaaart!’ diye cezanın çıkmasını sağlayabilmiştir.

İşte burası şike kokuyor...

Şikenin büyüğünü de Federasyon yapmıştır, çünkü Fenerbahçe’yi fena mağdur etmiştir...

Olmadı Sayın Ali Koç

Şu günlerde en çok mağdur olan Fenerbahçe camiasında herkes köşesine çekilmiş. Kimse çıkıp konuşmak istemiyor, ya da konuşamıyor. Bir tek Ali Koç kamuoyunu bilgilendiriyor, basının önüne çıkıp, kendine göre doğruları açıklamak cüretini gösteriyor. Bu tarafıyla kendisini kutlamak istiyorum.
Ancak 2 gün önce yaptığı bir açıklama var ki, bana göre özerk olan Türk Futbolu’yla bağdaşmıyor. Koç, Federasyon’un her konuda yanlış ve geç kararlar aldığını, ki buna ben de katılıyorum, ve kulübün ağır bir şekilde mağdur olduğunu dile getirdi. Sonra da “Federasyon bizi bitiriyor. Bu olaya artık devletimiz el koymalı!”

Peki tamam da Sayın Ali Koç, hep Türk Futbolu’nun özerk olması gerektiğinden bahsetmiyor muyduk?
Siyasetin futbola müdahalesini hep birlikte kınamıyor muyduk?

Sürekli bundan şikayet ederken, böyle bir açıklama şık olmadı.

Haa, eğer bu operasyonun tamamı siyasetle ilgiliyse, o zaman diyeceğim hiçbir şey yok...

Şikâyet değil 'bilgilendirme'

Yine gazetelerde TV’lerde olayın birileri tarafından UEFA’ya şikayet edildiği, önemli şahıslara faksların-maillerin gönderilip, özellikle Fenerbahçe’nin isminin verildiği belirtiliyor...

Garip olan, bu iddiaları ortaya atanlar değil, garip ve ayıp olan bu iddialara inananlar.

Bakınız, her sezon en az 4-5 kez Nyon’a (UEFA’nın merkezi) giden ve her hafta oradaki dostlarımla konuşan biri olarak söylemek istiyorum.

UEFA’nın herhangi bir bilgiyi, herhangi bir haberi birilerinden almaya ihtiyacı yok. Zaten kendine has ve özel, geniş çaplı bir Medya Takip Merkezi var. Futbolla ilgili her şey anında, merkeze ulaşıyor.
Haa diyeceksiniz ki, ayrıntılar ve yorumlar için kimleri arıyor?

Uzağa gitmeye gerek yok. Bilen biliyor!

Adres belli, zaten UEFA’daki adamımız bunları şikâyet olsun diye konuşmuyor, işverenini bilgilendiriyor...

30 Ağustos 2011, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI