‘’Adalet Sarayı'nda Adaletsizlik...‘’
Türk Futbol Tarihine’ne ‘Asrın davası’ olarak geçecek şike, rüşvet ve organize olayında savunmalar alınmaya başlandı. İtiraf etmeliyim, dosyayı inceleyip, tapeleri okuyup iddianameyi de gördükten sonra futbolumuzun, özellikle de futbolu yönetenlerin ne kadar kaburgasız olduklarını düşünmüştüm; Özellikle de tapelerdeki ‘ikili mücadeleler’ gazeteci olarak midemi bulandırmıştı. Yakınlarım, büyüklerim tapeleri okumamamı tavsiye etmişlerdi. Haksız da değillermiş...
Silivri’ye gidememiştim fakat Çağlayan’daki ilk savunma gününde davayı yerinde izlemek için hazır bulundum. Avrupa’nın en büyük adalet saraylarından biri olarak gösterilen binaya giriş hiç de zor olmadı ancak 1. Ağır Mahkeme Salonu’na giriş maceramı sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim. Duruşma salonu bir kere çok küçük. Bu nedenle çok az sayıda sanık yakını ve gazeteci içeri girebiliyor. Basın mensubu olarak sabahın erken saatlerinde sıra almamış olanların hiç ama hiç şansı yok. Bir de torpilli gazeteciler var. Sivil güvenlik güçleri istedikleri gazeteciyi koluna takıp, salona alabiliyor. Önceki gün de buna şahit olunca, güvenlik ve basın mensupları arasında ufak bir arbede yaşandı. Ortam sakinleştiğinde bir görevli bomba itirafta bulundu; Siz de sabah balyalarla gazete gönderin, sizi de içeri alsınlar! Memleketin haline bakın, Adalet Sarayı’ndaki adaletsizliği, işleyen sistemi görüyor musunuz?
Yukarıda belirtmiştim. Keşke tapelere fazla dalmasaydım. Olgun Peker’in savunmasını dinlerken hep buna takıldım. Tamam, iddianameyi okuyunca ürküyorsunuz fakat savunmayı dinlerken bir çok işin abartıldığı gerçeği ortaya çıkıyor. Tıpkı Aziz Yıldırım’ın dediği gibi; emniyet 19 maçtan bahsediyordu, şimdi 4-5 maça düştü. Hani nerede diğer şikeli karşılaşmalar... Evet, insan olarak bazı itirafları dinlerken hüzünleniyorsunuz. Son olarak Olgun Peker’in en zor cümlesini aktarmak istiyorum; Bu dünyadaki en zor şey haklıyken haksız duruma düşüp haklılığını anlatmaya çalışmaktır.
Aman dikkat başkan!
Büyük bir sürpriz yaşanmaz ise, Yıldırım Demirören haftaya Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlık koltuğuna oturacak. Etik olarak doğru olup olmadığını, daha önce karşı çıkan kulüplerin 1 günde nasıl renk değiştirdikleri tartışmalarına artık girmeyeceğim. Ancak Demirören, yeni makamında herkesi memnun etmek için yola çıkarsa büyük hata yapar. O zaman sanal alemde “UEFA, Yıldırım Demirören’in TFF Başkanı seçilmesi halinde, Türkiye’ye yönelik başka bir yaptırıma gerek kalmayabileceğini açıkladı...” twitleri gerçek olur! Benden söylemesi...
‘’Aydınlar'ın ayıpları‘’
Sanki günah çıkartıyordu, bir yandan da gülümsüyordu ve her verdiği kararın doğru olduğunu tekrarlıyordu. Federasyonun kararları daha çok tartışılabilir, ancak Aydınlar’ın TV’den söyledikleri yenilir yutulur gibi değil!
Neden mi?
Bir kere ‘ben onu verdim’, ‘en büyük kupayı ben kazandırdım’, ‘CAS davası yanlış, zararları olursa ben cebimden öderim’ gibi kahvehane muhabbetleri hiç ama hiç yakışmadı. Adama ‘sen kimsin, Fenerbahçe kimsenin parasına muhtaç değil yahu’ demezler mi?
‘Ben Fenerbahçe’yi düşüren başkan olarak anılmak istemedim’ cümlesi resmen suç... Hani herkese eşit mesafedeydiniz. Zamanı geldiğinde kurallar ne emrediyorsa, size uygulamak, uygulatmak kalıyordu. Hani o koltuğa oturulduğunda forma çıkartılıyordu. Hani tarafsızdınız? Peki diğer ismi geçen 7 kulübe ne olacaktı?
Gelelim en büyük hataya...
UEFA ile yapılan pazarlık... Etik olarak sizin bu konuda Nyon’da konuştuklarınızı kamuoyuyla paylaşmanız büyük bir hata, dahası utanç verici. Oraya gidip ‘ben kimseyi düşürmek istemiyorum’ deyip, adeta futbolun patronuna yalvarmanız, orada kalması gereken gizli bir görüşmeydi. Siz orasını ‘kapalıçarşı’ mı zannettiniz de, pazarlığı şov yaparak anlatma gereği duydunuz? Şimdi bu davranışınız diğer ülke başkanlarına örnek olmaz mı? Herkes aynı durumda pazarlık yapmak isterse UEFA zor durumda kalmaz mı? Yazıklar olsun!
Son olarak Aykut ve Rıdvan meselesi... Rıdvan özür dilemiş ya da dilememiş. Bunu kimse merak etmiyor başkan! Siz bu görüşmede ne konuştunuz, bize onu anlatın lütfen...
‘’Futbol ailesini rahat bırakın!‘’
Kısaca diyor ki; “Kulüpler Birliği olarak yıpranmamış bir isim için fikir birliğine vardık. Daha önce bu koltukta oturmamış, üzerinde kulüp forması olmayan birini istiyoruz...”
Evet, ‘istiyoruz’ diyor ama ‘işaret’in geldiği yer de belli. Tıpkı Mehmet Ali Aydınlar dönemi öncesinde olduğu gibi. Yine birileri düğmeye bastı. ‘Memur Erzik’ bey bir kez daha affını isteyince kriterler birden netleşti...
Peki bu ülkede neden başarılı insanların önü kesiliyor?
Türk futboluna ‘Altın çağı’ yaşatan ve taraflı tarafsız herkesin “Bu süreci en iyi o yönetir” dediği Haluk Ulusoy ismi neden yadırganıyor?
Dik duruşu ve ‘kimseye karşı sözünü esirgemeyen’ tavrıyla takdir edilen İbrahim Hacıosmanoğlu neden yok sayılıyor?
Bakınız; ‘seçim’ demek ‘seçmek’ demek. Genel Kurul iradesi önemli. Özerk olan Futbol Federasyonu, başkanını yine atamayla belirleyecekse Türk Futbolu kaostan kurtulamaz, aksine daha büyük bir bataklığın içine girer.
Beyler UEFA affetmez! Özerkliğe müdahale ‘yaygınlaşırsa’ haritadan siler. 22 Mart’taki UEFA Kongresi tehlikede, benden söylemesi. O yüzden bir rahat bırakın futbol ailesini; Haluk Ulusoy da aday olsun, İbrahim Hacıosmanoğlu da, Levent Bıçakcı da, Mehmet Atalay da, hatta Hakan Şükür, Mehmet Ali Aydınlar ve Lutfi Arıboğan da. Genel Kurul’da hür iradesiyle yeni patronu seçsin. Zaten süreçle ilgili kararlar verilmiş, anlaşmalar yapılmış. Öyle değil mi?
‘’Utanmazlar!‘’
Yazık oluyor Türk Futbolu’na! Kimse eskisi kadar futbola merak duymuyor. Soğudu millet, kabak tadı vermeye başladı iyice. Neden mi? Şike mike olayı değil anlatmak istediğim. Bizleri resmen keriz yerine koyuyorlar...
3 temmuz sürecinden sonra zaten karizma ve marka yerle bir. Bu dava içimizi acıtırken, yıllardır bitmeyen ve hala süregelen başka bir gerçeği anlatmak istiyorum; Adam geliyor, banka garantisi, yüzme havuzlu villası, son model arabası ve bilmem kaç tane gidiş dönüş uçak bileti derken kulüpleri adeta soyuyor ve esir alıyor. “Kaliteli ve isimli” yabancılardan bahsediyorum! Bu futbolcuları adres gösterirken, onları ülkemize getirip göklere çıkaran herkes kastediyorum aslında! Yahu insan bu kadar da arsız olur mu? Sadece geçtiğimiz günlerde oynanan 2 müsabakayı irdelediğimizde acı gerçek ortaya çıkıyor. Kardeşim bu Baros’un kullanma tarihi geçti. Bunu hala anlamayan zihniyeti esefle kınıyorum. Adam bağırıyor “Ben artık gitmek istiyorum, size yararlı olamam” diye... Kimsenin gıkı çıkmıyor. Saha içinde sürekli dalaşıyor. Her düdüğe itirazlar, isyanlar, küfürler ve ayıplar. Gönderin artık bu şirin çocuğu. Türk Futbolu’na zarar veriyor, Türk insanını aptal yerine koyuyor... İkinci vakaa Quaresma. Tamam yetenekli. Kimsenin bir şey dediği yok. Ama biraz da karakter olmaz mı adamda. 3 küsür milyon EURO’yu alırken iyi, Mersinli genç, topu çalınca kötü. Hemen intikam alıp makası vuracaksın, Fener derbisinde de utanmadan yatacaksın! Galatasaray ve Beşiktaş yöneticilerine sesleniyorum; Derhal iki oyuncunun sözleşmesini de feshedip ülkelerine gönderin. Bu kararınız da bütün kulüplere örnek olsun. Kimse artık Türk insanını saf yerine koymasın.
Son sözüm Fatih Terim’e. 2 gündür Murat Akbaş kardeşimizin yakaladığı kareyi yayımlıyoruz gazetemizde. Görüntü hiç şık değil. Ama biliyoruz ki, sahada yaşanan sahada kalıyor. Öyle değil mi hocam?
‘’Küçükler bu yazıyı iyi okusun…‘’
Nedense diyorum çünkü bir çok meseleyi anlamıyoruz, ya da anlamak istemiyoruz. Ama durun, ben sizlere bugün şahane bir olay anlatacağım…
Mesele o şike yapmış, bu şike yapmış, o düşsün, bu kalksın, puan silme, para cezası veya play-off’a katılıp katılmama değil... Bana göre mesele şu; PARA! Kulüplerimiz muhteşem havuzun içinde para içinde yüzüyorlar. Yani yayın gelirleriyle takımlarını ayakta tutuyorlar. Halbuki adam gibi yöneticiler olsa, gelir giderler dengelense, kimse kimsenin ağzına da bakmak zorunda kalmayacak, başka bir yerine de… Yani havuz çok önemli. Önemli olduğu için de bu havuzun bozulmaması şart. Bozulmasın ki, para musluğu kapanmasın. Peki şu an ki durumdan rahatsızlık ne? Rahatsızlık büyük bir camia ile birlikte toplam 8 takımın küme düşürülme tehlikesi. Bu gerçekleşirse havuz mavuz kalmayacak, amatör yöneticiler ‘Parasız” kalacak. Bütün mesele budur. Kulüpler Birliği’nin toplu imzayla daha önce “58 değişmesin” kim suçlu bulunursa bulunsun kararı, ani bir manevrayla neden değiştirildi zannediyorsunuz?
Başkan Aziz Yıldırım da haklı olarak haykırıyor; 58 değişmesin, madem beni düşürecekler, kalan 7 takım da düşsün ve parasız pulsuz gerçek hayatla tanışsınlar. Fenerbahçe nasıl olsa her kulvarda önde. Maddi olarak da! Suçsuzuz ama gerekirse düşeriz, bir yıl sonra da aslanlar gibi tekrar hakettiğimiz yere döneriz. Peki ya diğerleri?
İşte olay budur. Son dönemde “Küçüklerin” çırpınmasının tek sebebi budur. Fenerbahçe düşmesin ki, biz de hayatımızı sürdürelim. Ezeli rakip Galatasaray’ın 'Dik Duruşu'nun sebebini ise herhalde hepiniz biliyorsunuz. Haklı olarak bu 'muhteşem' kaosun etinden sütünden olduğunca istifade etmek... Hepsi bu!..
‘’Bi kereden bişey olmaz...‘’
Federasyonun işi eline yüzüne bulaştırması bir kenara, UEFA da mantar oldu, UEFA’cılar da. Şampiyonlar Ligi’nden men etmeler, Cornu’ları İstanbul’a gönderip raporunu yoketmeler... Şimdi fena halde köşeye sıkıştılar. Neyse sadete gelelim;
Görünen o ki, muhteşem “Futbol Ailesi” bir araya gelmiş, bağırmış, çağırmış, anlaşmış, tartışmış ancak sonunda bir çıkış yolu buluvermiş: 58. madde değişmeyecekmiş! UEFA öyle istiyormuş!Ammaaaaaaaaaaa... Bir defalığına kural delinecekmiş! Doğru ya bi kereden bişey olmaz! Türkiye’de olmaz. Almanya’da ve İtalya’da olur mesela, ama bizde kesinlikle bir şey olmaz hatta hemencik unutulur! Herkes mutlu olacak. Metris’te duruşunu hiç değiştirmeyen Aziz Yıldırım da mutlu olacak. Bir kereliğine küme düşme olayı uygulanırken, sayın başkan da 58. maddenin değiştirilmediğini zannedecek...
Yahu, büyüklerimize, futbolun patronlarına, baronlara falan ne büyük bir fırsat gelmişti. Ayaklarına kadar, bu fırsatı da teptiler ya; Yazıklar olsun! İtibar sıfır, yerle bir. Düşünün, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı artık Avrupa Futbolu’nun patronu ile yüzyüze görüşemiyor. Genel Sekreter yeterli diyorlar. İnanın o konuşmadan da bişey çıkmaz. Konuşma demişken aklıma geldi;
26 Ocak’taki genel kurulda çok önemli 2 isim konuşma yapacak; Eski başkanlardan Haluk Ulusoy. Dünya’da ve Avrupa’da ne kazanmışsak onun döneminde kazanmışız. Genel kurulda neler konuşacağını merak ediyorum. Aslında merak etmiyorum, isteğim Ulusoy’un daha önce kimsenin cesaret edemediği Türk Futbolu’nun bilinmeyenlerini deşifre etmesi, herkesi şaşırtması. İkinci konuşmacı Şenol Güneş’ten ise değişik bir ricam var; “Bu kirli oyunun artık bir parçası olmak istemiyorum, ben yokum” diyebiliyor mu? Zaten efsaneydin hocam, bu sözlerle ölümsüzleşirsin vallahi...
‘’Boks asla boks değildir‘’
Las Vegas’ta düzenlenen 49’uncu WBC Kongresi’nde boks sporunda da bunun geçerli olduğunu öğrendim. Boks sporu da görüldüğü gibi değil. WBC yönetiminin tekelliği, TV yöneticilerin baskısı ve menacerlerin etkisi. İnanın bizim futbol dünyamızla o kadar çok benzerliği var ki boksun, insan şaşırıp kalıyor! Şimdi sizlerle paylaşacağım satırlarda WBC sıralamasının nasıl berilendiğinden tutun da, bir boks müsabakasında kimlerin nasıl ve niçin kimlerle kapıştırıldıklarını çok açik ve net öğreneceksiniz.
Üç kemer sahibi Selçuk Aydın, menaceri Ahmet Öner ve başarılı sporcumuza desteğinin hiç esirgemeyen İbrahim Hacıosmanoğlu sayesinde boksa bir hayli ilgi duymaya başladım. Ahmet Öner, Las Vegas’taki WBC kongresine gelmemi tavsiye etti; Dananın kuyruğu asıl orada kopuyor dedi...
Yeni kurallar, boş boş konuşmalar
Las Vegas’taki Mandalay Bay Oteli’nin evsahipliği yaptığı kongrenin ilk 2 gününün biraz sıkıcı geçeceği tüyosunu almıştım Ahmet Öner’den. “Yeni kurallar , hakemlerle ilgili yeni bilgiler ve uzun süre boş boş konu∫acaklar” demişti bana. Yine de merak edip dev salona giriş yaptım ve ne olursa olsun daha yeni ısınmaya başladığım bu spor dalıyla ilgili enteresan bilgiler edindim. Katılım üst düzeydeydi. Dünyanın her yerinden sporcular, menacerler, hakemler, basın mensupları pür dikkat başkan Jose Suleymain’ı dinliyordu. Suleymain ayrıca TV yayınlarıyla ilgili konuya değinirken, sporseverlerin gün geçtikçe TV’den uzaklaşıp interneti kullanmaya başladığını ve bu nedenle boks maçlarının yakın gelecekte internette daha cazip hala geleceğini dile getirdi.
‘Ben yukarı, sen aşağı...’
Evet, kongrede asıl önemli konuların başında gelen sıralama tartışmalarına gelmişti sıra; Öner de bu önemli günde söz alacaktı zira Dünya Ağır sıklet unvan maçında Kübalı boksörü Odlanier Solis, Vitali Klitschko karşısında ilk raundda nakavt olmuş ancak Türk menacer sporcusunun dizinin döndüğü ve bu nedenle maçı kaybettiğini söylemişti. Öner söz alarak “Sayın Başkan. Solis o maçta nakavt olmadı. Dizi döndü ve sağlık nedenleriyle maçı bıraktı. Solis iyileşti. Size sağlık raporlarını sunduk. Sporcumun sıralamada tekrar ilk 10’a girmesini talep ediyorum” diye konuştu. Öner ilk 15’e girmesi halinde de memnun kalacaklarını, taleplerinin ciddiye alınması için başkandan ilk 10 sözü istediğini bana birkaç gün önce iletmişti. Ve WBC yönetimi oy çokluğuyla (oylama, talebin ardından anında yapılıyor) Öner’in isteğini kabul etti, Solis’i 12’nci sıraya yerleştirdi... Şaşırdım, genelde sporcuların kaç maça çıktığı, kaç maç kazandığı, bunların kaçını nakavtla tamamladığına bakılmıyor, mikrofonu alan, saygı gören ve yerinde mazereti olanlar istediğini alabiliyordu; Size bir örnek daha vermek istiyorum; Bir menacer çıktı ve ba∫kana şu şekilde bir talep sundu; Başkanım benim sporcum genç ve ilerisi için umut vaadediyor. Son 3 maçını nakavtla kazandı. Artık daha büyük rakiplerle dövüşmek istiyor ve bunun için kendini hazır hissediyor. Biz sporcumuzun 4’üncü sırada olmasını sizin de onayınızla istiyoruz ve bekliyoruz ... Evet, bana göre usul çok komikti ama WBC yöneticileri bu menacerin boksörünü 5’inci sıraya koydular! İsteyenin bir yüzü kara, istemeyenin iki yüzü misali tüm sıkletteki sıralamalar ben yukarı, sen aşağı gibilerinden kongrede bu şekilde değişti...
“Selçuk’un zamanı geldi!”
Sıra, bir çok tartışmanın yaşanacağı zorunlu maçların (Mandatory Fights) onaylanmasına gelmişti. Kongrenin en önemli günüydü. Öner Vegas’a, bu kongreye asıl bu konuyu, Selçuk Aydın’ın rakibini belirlemek ve onun haklarını korumak için gelmişti. Selçuk sıkletinde 1 numarayı 3 maçtır koruyurdu. Devlerle kapışmayı hakediyordu ve kemer sahibi Mayweather’in karşısına zorunlu olarak çıkmalıydı... Ahmet mikrofonu aldı ve yüksek sesle konuşmaya başladı; Bizi 3 kez kenara ittiniz. Tamam bunun için para ödediniz ancak Selçuk artık Mayweather’i istiyor. Selçuk şu an 1. sırada ve WBC kurallarına göre, yani sizin kurallarınıza göre bu maç gerçekleşmeli! Konuşan tabii ki sadece Öner değildi. Mayweather’in menacerleri atağa geçti; Boks dünyası bir şov dünyası. Burada TV yayınını da gözönünde bulundurmamız gerekiyor. Selçuk’u Amerika’da kimse tanımıyor. Tanınması için önce başka maçlar yapması gerekiyor. Sayi Selçuk Amerika’da hiç dövüştü mü? Türk menacer yerinde durur mu, hemen kontratağa geçti; Selçuk’un üç kemeri var. Ayrıca dersini hiç çalışmamışın. Selçuk Amerika’da dövüştü, hem de burada Vegas’ta , Qualy’i 12 raund sonunda yendi. Burada TV veya başka bir şey bizi ilgilendirmiyor. Selçuk şu an 1 numara. Kurallar 1 numaranın sizim boksörünüzle dövüşmesini söylüyor, o kadar!
“Kuralları uygulayın başkan!”
Selçuk Aydın konusunda son sözü Öner’in ABD’deki ortağı efsane menacer Don King söylemeliydi ve öyle de oldu; Sayın Başkan! Burada sıralamada 1 numaradan bahsediyoruz. Bu çocuk zirveye hakederek, güçlü rakiplerini yenerek geldi. Beklesin dediniz, bekledik, 1 kez daha dediniz sesimizi çıkarmadık ancak artık yeter! Siz WBC başkanı olarak kural ne diyorsa onu yapın. Yaklaşık 50 yıldır bu camianın içindeyim. Herkes burada haddini bilecek. Siz TV’ye, Selçuk’un ABD’de tanınmamış olmasına bakarak karar veremezsiniz. Siz kitapta ne yazıyorsa onu yapmalısınız. Lütfen gerekeni yapın... Don King’in bu sözleri salondakilerce ayakta alkışlandı. Ahmet Öner’in keyfi yerine gelmişti. Başkan Suleymain açıkladı; Mayweather Eylül’e kadar Selçuk’la dövüşmeli yoksa kemerini sporcumuza teslim edecek. Davon Alexander ve ekibi Selçuk’u istiyor. Ahmet Öner ve Don King bu teklifi değerlendirecek...
“Tartışma çok, kavga yok”
Kongre boyunca dikkatimi çeken ba∫ka bir olay da bir çok sporcunun, menacerin ve yetkililerin birbirleriyle kıyasıya tartı∫tıktan sonra bir araya gelip anla∫arak el sıkı∫malarıydı. Kısacası kavga gürültü çoktu ama kin hiç yoktu. Kongreye Sugar Ray Leonard, Larry Holmes, Evander Hollyfield ve Mike Tyson gibi efsaneler de renk kattı. Koridorda bir ara Mike Tyson, Don King’i gördü. Servetini yok eden King’e Tyson şu şekilde bağırdı: Yoooo Don! Ünlü menacer cevap verdi: Yooo Mike... Kısacası geçmişte yaşananlar, çoktan unutulmuştu...
‘’Saç baş yolduranlar‘’
Galatasaray’da garip gelişmeler yaşanıyor. Transfere milyonlarca para harcanmış, yönetime göre mütevazi bir bütçeyle bir çok yıldız kazandırılmış kulübe. Eeee, doğal olarak da insan en azından güzel futbol ve camiaya yakışan bir performans bekliyor. Sonuç olarak Sarı-Kırmızılılar’ın gol yollarında da fazla etkili olduğu söylenemez. Ancak Beşiktaş karşısında aklıma takılan başka bir olay vardı; Bu takımda dokunulmazlar mı var? Kazım Kazım’dan bahsediyorum. Burak’ın 11 haftada 13 gol attığı yurdumuzda “Genç yetenek” diye lanse edilen Kazım 5’inci sezonunda sadece (Avrupa Kupaları ve Milli Takım dahil) 19 gol atabilmiş, 28 sarı 4 de kırmızı kart görmüş! Fatih Terim daha ne zamana kadar saç baş yolduranlara sabredecek. Ne dendi? Bu adamları etse etse Fatih hoca adam eder. Anladık kardeşim de, adam olmak istemeyeni de zorla adam edemezsin ki! Burası Türkiye, Türk insanı, Türk futbolsever fazla beklemez. O yüzden uzun süre denenmiş, ısrarla “Ben adam olmam” diyen bir oyuncuyu da kulübün menfaati doğrultusunda gözden çıkarmayı bileceksin...
Entel dantel federasyon...
Öyle bir kaos var ki Türk Futbolu’nda millete gına gelmiş. Futboldan soğmuş taraftar. Türk Futbolu’nun dibe vurmasında kuşkusuz en büyük pay sahibi Türkiye Futbol Federasyonu. Samimiyetsiz açıklamalar, yanlış ulgulamalar, bir kısma hoş görünmek için yeni kanunlar ve en önemlisi bu saydıklarımı onaylayan bir başkan. Kulüp Başkanlarını azarlayan, isyan eden taraftarla ağız dalaşına giren bir futbol adamından değişik bir tavır beklemek zaten yanlış olur... Ama benim en çok şaşırdığım nokta, Sayın Mehmet Ali Aydınlar’ın spor basınını yok sayması; Aydınlar canlı programa bağlanırken Rasim Ozan Kütahyalı’yı arıyor. Kütahyalı Aydınlar’a metiyeler diziyor. Mehmet Baransu, Göksel Gümüşdağ’ın ofisinin polis tarafından arandığını başkan ve Lütfü Arıboğan’a tehit ettirdiğini şov yaparak açıklıyor. Sağlıklı bilgi almak için birbiriyle yarışan spor basını ise bırakın başkanı, asbaşkanı, federasyondan kimseyle görüşemiyor, ayıp oluyor...
2 soru 2 cevap
2 teknik direktöre 2 soru sormak istiyorum. Cevap verirlerse çok sevinirim. İlk sorum Aykut Kocaman’a; Sezon başından beri içinde oldukları durumun kendilerini fazlasıyla etkilediğini, rakiplerden daha çok bu olaylarla uğraştıklarını sık sık dile getiriyor. Bununla yetinmeyip farklı konulara da parmak basıyor, yakışmıyor! Mesela kendi kaptanını dizginlemek yerine hem federasyona taş atıyor, hem ezeli rakibi bir kez daha tahrik ediyor. Milli takımda sakatım diye oynamayanlar, neden Mersin karşısında forma giymişmiş? Neden merak ettiniz Aykut hocam?
İkinci sorum Abdullah Avcı’ya; Milli Takım Teknik Direktör unvanı olarak çıktığı ilk TV canlı yayınında, kendisine yöneltilen “Milli Takımımız neden 2012 Finalleri’ne gidemedi?” sorusunu maalesef cevaplamadı. Çünkü Rıdvan Dilmen anında müdahale ederek “Şimdi geçmişte kalan konulara girmesek, kimseyi de suçlamasak” türünden sözlerle olayı geçiştirdi. Nedenini çok merak ediyorum...